K 9 t AR AA Üİ RER Z .C-Sıvlı | | l Dünya Hâdiseleri ! İkinci Nikola Tahta Çıkarken.. | Bundan tamam elli sene ev- veldi. Yani 1883 senesinin — mayıs ayı sonları. Rus Çarı İkinci Niko- la henüz taç gey- miş, bu münasebetle büyük lıir ziyafet tertip edilmişti. Bu sırada açık duran bir pencereden ziya- fet salonuna bir güvercin girdi, Ruslar, o vakit dindar olmakla ,ölın:l almışlardı. Ruhülakdesin ise güvercin şeklini tercih etti- E.u dini efsane cümlesindendir. itibar ile Ruslar. güvercini mukaddes bir hayvan addeder- lerdi. Çar İkinci Nikolanın taç geyme merasimi yapıldıktan son- ra bu hâdisenin vukua gelmesi, bütün hazırun tarufından bir be- şaret haberi mahiyetinde telâkki edilmiş, vak'adan bütün millete malümat verilmişti. Aradan uzun seneler geçti, Saltanat koltuğuna böyle bir mes'ut hâdiseyle bera- | ber oturan o adam, feci surette | yerinden atıldı, karısı ve bir kısım çocuklarile — beraber öldürüldü. | Demek oluyor ki efsanelerden hâdiselerin kıymetine intikal et- mek istemenin bir manası yok- tur. Bu vak'a, buna canlı bir misaldir. Saltanatının| çeceği Zan- nedilmişti * undan bir wüddet evvel | Trişero ve Delfino ismin- | | kalyona benziyen de iki İtzly:ın deniz altı gemisi Kmanımızdan ge- çerek Karadenize gitti. Bundan üç sene evvel de Jeneral Balbo' nun kumandası altında yine bir hava filosu Karadenizdeki Sov- yet limanlarını ziyaret etmişti. Fransızlar, bu iki hâdiseyi biri- birine bağlamakla beraber İtalyan deniz altı gemilerine Batumda apılan karşılamayı fazla manalı ı ruyorlır Bu limana, Kızıl Kaf- kasya isimli Sovyet harp gemisi- nin gelmesini, Ayrıca İtalyanın Moskova sefiri ile deniz ataşesi- nin de Batuma kadar gelerek bu karşılamada hazır bulunma- ları, Fransızların neşriyatına daha talya Ve Yakın Şark ziyade hararet verdiriyor. Şimdiye | kadar Sovyet limanlarına ccnebi harp gemilerinin uğraması ilk defa vaki olmaktadır. Bundan da e hususi birtakım manalar çı- îım rılmakla beraber umumiyetle demek istedikleri şudur : * İtalva, yakın şarktaki mev- küni genişletmek istiyor. ,, * Geçen hafta içinde İngiltm- nin olduğu kadar bütün dünya- nn en serseri sayılan adamı, İngiliz fakirlerine mahsus Londra hastahanesinde, feci bir mahru- miyet içinde ölmüştür. Bu adam Horasyo Bottomley isminde yet- mişlik bir ihtiyardı. Beş yaşında kimsesiz kalmış ve bir yetimha- neye verilmişti. Yedi sene bu müessesede kaldıktan sonra bir gün buradan firar etti. Bir iş adamının yanına girdi. Uzun za- man burada çalıştı ve çok mahir bir iş adamı oldu. Şirket kurmak ve yürütmekte büyük ihtisas ka- zandı. Bir müddet sonra meb'us seçildi, milyonlar kazandı. Umumi barbin başlangıcında — mecburi askerlik hizmeti tesisine taraftar- hk göstererek şiddetli bir müca- deleye girişti. l-!ıkıl hııpım ıoıı- ra bazı şüpheli işlere 1922 senesinde bu yüıâen ıııılı- küm oldu. Ve bir sahtekâr sıfa- tile hapse girdi. Beş sene yattı ve beş parasız hapisten çıktı. İngilizler, muayyen yaşa kadar ilerlemiş namuslu iasanlara ihti- yarlık tekaüdiyesi verirler, Bu adam, ahar ömrünce, haftada 400 kuruş tekaüdiye istedi. Onu da alamadı. On beş sene evvel 20 milyon sahibi olan Bu adam, ge- çen bafta meteliksiz. olarak top- rağa girdi. Gelınız,EyupsultanaGıdelım'l Mezarlık Mı İstıyoı'sunuz'P Buyurunuz, y; SON POSTA -— —— Şehir Mektupları ——— Kırk Beş Liraya.. F Hem De Ne Yer... — Köprü! İndim. Sol tarafa geçtim. On beş senedir görmediğim Eyüp'en gdccr.kliın. Merdivenleri iniyorum. nümde iki taze.. Biri, çiğdem rengine — sarılmış bir Margarit, dilinden belli. Öteki, “Nedim,in bu defa menekşeden giydirdiği bir etek içinde.. Eteğe sarılan | kalçanın iki tarafında, yine me- | nekşe renkli sazlarlar örülmüş iki yelpaze çep, haber bekliyen iki güvercin yuvası. Saidabada m gi- diyorlar, — fakat nedimleri yok! Va purumuz, Haliçin, bu altın boynuz “ Corne- d'or,, un içine bir leke gibi akıyor. | Her tarafta, Fa- tihin karadan yü- rüttüğü sandallar, hâlâ duruyor. Köşe bucakta vapurlar da yok | değil. İleride, Un- | kapanı köprüsü.. Halicin boynuna asılmış bir yam- yam — gerdanlığı gibi, yakışıyor da. * geçiyoruz. — Dört harp gemisi. Bir zaman kalyon- ların yapıldığı — tersane burası olacak; şimdi kalafat yeri olsa gerek, her tarafta çürük kazan- lar... Bunlar da oranın xzineti.. İstanbul, yabancı ayaklar altında çiğnenirken aylarca bu kazanlar- Köprüyü dan birinin içinde yaşamış, onla- | ra bir halâskâr sevgisile bağlan- | mış olan ve “ben, Kâbeye hür- met ettiğim kadar kalafat yerin- deki kazana da hürmet ederim,, diyen Neyzen Tevfiği hatırladım. Deniz kenarında, — hayvanat bahçelerindeki ayı inlerine benzi- yen dört açık kapılı bir fabrika, Deniz Fabrikalan — Müdürlüğü. İçinde galiba bu ” dakikada iş yok! Solda bir değirmen, Bu ba- taklığın ta kenarına nasıl sokul- muş olduğuna şaşılır, betonluğuna güvenmiş olmalı. Karşıda Feshane - fabrikaları. Denizcilerden Rami paşanın bir kitabında “hükümet elindeki fab- rikalar, hazineye uydurulmuş birer anahtardır,, dediğini ve Cümhuri- yet hükümetinin bu fabrikaları banka veya şirketlere devretmek suretile millet hazinesini bir sürü maymuncuk şerrinden kurtarmış olduğunu hatırladım. İşte Sütlüce ve işte Eyüp is- kelesi, yığınlara bakılırsa odun iskelesi. * Vapurdan çıkıyorum. Nereye gitmeliyim ? Şüphesiz, Tevfik Fikrete, bir zamanlar Halük., Halük diye inliyen Fikrete, kilidi kırık parmaklık (kapısından giri- yorum.. Mermer yatağının ayak mcuna çöküyorum. — “Halük, Halük; — oğlum Halük neredesin? ,, Bu ses Fikre- tindi Halükundan haber soruyor, Fikret, Ben ne diyebilirdim? — Senin mezarın “ koca bir Türkiye, bir İng'ıl.iı soldatının kemiğine değmez ,, diyen yaban- cıiların çizmeleri altında titremek- ten kurtuldu, fakat senin Halü- kün bu günün istiklâl havasını teneffüs edebilecek vaziyette de- ğil! Cümlesini nasıl söyliye bilir- dim, o büyük ve İ i nası! kanatabilirdim, — Ayrılırken: — Üzülme sevgili şairim! Senin şimdi yüz binlerce Halükun var, dedim amma bilmem inandıra bildim mi? Fikretten sonra, hâtırasile in- kılâp çocuklarına ışık salan başka bir kaya parçası var m? Düşün- düm, bulamadım; belki var da ben bilmiyorum. Yürüdüm. * Bir harabe, —onun karşısın- da — gamlılar — yürdü. — Arka- da — azgın otlar, — ısırganlar, korkunç bir diken — ormanında boğulmuş — taşlar, çurümüş bir parmaklığa açılmış bir kitabe: Büyük harpte ordu yaveri olan oğluna hasret giden bir anne. Sevgilisine, yavuklusuna has- ret gidenlerin şikâyeti yok, h'u- belli sevmek, buralarda hâlâ ayıp sayılan birşey. Bir zamanlar, önünde her va- kit diz çökecek bir türbedar bu- lan Altın oluğu kurumuş — dört duvar bir türbe. Türbenin köşe- sinden bekçi kılıklı biri, omuzun- daki kazmayı döndürerek — çi- kıyor. Beni görünce: — Merhaba efendi! bir yer mi istediniz? şurada bir mezar ha-, zırladım, pek ruhaniyetli bir yer- dir; hem ucuz da. — Ne kadar? — Kırk liral — Çok. — Çok mu? Bu mezarda eren- lerden şeyh Sadün Efendi yatardı. Böyle kabirler herkese nasip ol- maz, onlarda sual cavap kolay olur. — Nasıl sual cavap? — Sen pek cahil görünmezsin amma, ahiret işlerinden haberin yok gibi. Nasıl olacak, burada yüzlerce cenaze üst üste - yatar. Münkir ve nekir gelip te “ rabbin kimdir? ,, diye sorunca, gunahkiı cenaze cevap veremez, veremi- yince yer topuzu, başlar bağırmıya. Onun bu halinden mezarda ya- tanlar bizar olur, — “ Yarabbi bu kulunun su- alini âsan eyle ,, diye niyaz eder- ler. Cenabıhak ta onların yüzü suyu hörmetine affeder, cenaze kabir azabından kurtulur, burada bir karış boş yer yökken, ille ce- nazemizi Eyübe yatıracağız diye avuç dolusu para verenler — buda- la mı sanıyorsun? Burası işte böyle kerametli bir yer- dir. Neise, sana mezarı otuz beş liraya bırakırım.. İstersen. Müş- teri çok.,, Diyerek uzak- laştı. a Demek, şu üst Üste yığılan Eyüp mezarlığının kalabalı ğın da ki hikmet de bu m vi imiş,dedim, yürü- düm. Bir kalp sektesinden, gö- rünmez kazalardan biriyle burada kalıvereceğimden korkmadım da değil. Camiin — avlusundan geçiyo- yorum. Bir sebil.. bin bir ölünün toprağından süzülen bir kevser.. bir musluk ve bir çinko tas.. gelen geçen şifa niyetine bir maşrapa mikrop alıp geçiyor. Ve bir türbe, Eyüpsultan - türbesi, perdedarı örümcek olmıyan türbe! gele giden penceresine yüz süren eksik değil; böyle giderse bu pençerenin pirinçleri, daha çok seneler kaüle muhtaç olmıyacak, * Her tarafından ölüm kokusu sızan bu yerlerdı bir az daha dohşmık işime gelmedi, İskele- nin yolunu tuttum, Sağda bir kapı, sağı mezarlık, solu türbe, üstünde “Eyüp apor kulübü,, ya- zılı. Bu ölüsü dirisine karışmış yerin biricik yuvası, * Vapur yollamyor. Karağaç ve bir abide. Bu mezbahadır, ne güzel... Fakat bu, bir hayvan türbesidir. Özenerek yapılmıştır; Çünkü onda midenin menfaatı var. Onun karşısındaki de mez- baba.. Amma, insan mezbahası. Oranın kasabı biz değiliz. Ora- sını da Ezrail düşünsün. O, imar etsin, başka tarafa kaldırsın, ne yaparsa yapsın, nemize lâzım! x Köprüde, o iki tazeye rastla- dığım merdiven ayağına gelince durdum. Güneş batmış, alaca karanlıkta Haliç, arkası — tu- tuşmuş — korkunç bir ormanla çeşvnl.ı:ııştı O iki tazeyi düşün- düm, bu korkunç ormanda © narin topükları dişleyecek bir Bira Nedeıı uzlamıyor ? İstanbulda herşey harbimumi- | den evvelki fiatı buldu, ucuzladı. Yalnız bira eski fiatını muhafaza ediyor. Arpanın kilosu — 18 kuruş iken bira şişesi 35 kuruş idi. Geçen sene ufak bir şikâyet üzerine 32,5 kuruşa indi, Halbuki şimdi arpanın kilosu 4 kuruştur, Bira ise su, arpa ve bira maya- sından yapılır. Bir kilo arpadan zannedersem 4 - 5 gşişe, belki daha fazla bira imal edilir, Birasından başka firesi dahi sa- tılır.. Şu hesaba nazaran yüzde beş yüz derecesinde ihtikâr var zannındayım. Bundan büyük ihtikâr olamaz, Sıcak havalarda halkın biraya son derece ihtiyacı vardır. Za- vallı fukarayı millet bu ihtiyacını ihtikâr yüzünden tatmin edemiyor, Hükümet ve Belediye bu işi ciddiyet ve ehemmiyetle tetkik ederse şikâyetimi haklı bulacak- tır. Muhterem gazeteniz ile na- zarıdikkati celbetmenizi rica ey- lerim efendim. Karilerinizden: A. &, Edirne Konserve Fabrikası Edirne'deki son sistem, fakat metruk konserva fabrikasının ham şeker akıbet fabrikası haline ifrağ edileceği yazılıyor. Halbuki böyle bir teşebbüs yoktur, Birkaç bin lira sarfile vücude getirilen bu son sistem tesisat maalesef ve hurda fiatına bir hurdacıya satı- lacak gibi görülüyor. Edirne: E. N: Okumak isteyen bir talebe Ben, tahsile âşık şehit oğlu bir Türk genciyim. Ortamektep tahsilimi Himayei Etfalin hima- yesinde geçen sene ikmal ettim. Fakat şimdi meccani bir mektebe giremiyerek açıkta kaldım. Tokat vilâyetine bağlı Reşadiye kazası- nın Kuyucak köyündenim. Mille- tim beni başa kadar okutamıyor mu? Yüksek salâhiyetli makam- lar tarafından meccani bir mek- tebe verilmekliğimi rica ederim. Erbaanın Sucuklu maballesinder ortamektep mezunu Mehmet oğlu Ahmet | Sinop memurlarından Behçet Beye: — Mektubunuzu derce maale- sef imkânı kanuni yoktur. Maa- mafih İnhisarlar vekâletine tekrar müracaatınızın bir netice vere- ceği muhakkaktır. efendim. * Sllrtli. Hacı Kasım — zadelerden Bahri Efendiye: — Mektubunuzu gazete - ile derce imkân . yoktur, Halkevine | ve sair hayır cemiyetlerine mü- racaat ediniz efendim. * taş'ta Selâmi Beye: — Mektubunuzdaki — yazıları- nız çok doğrudur. Fakat mektu- bunuz çok uzün olduğu için neş- rine imkân görülememiştir. efen- dim, * Hasan Hösaü Efendiye: — Düşünceleriniz hastahk de- gildir. Bahsettiğiniz şeye ilim li- sanında tenasühü ervah derler ağa — köyünden kapan bulünmasındsn korktum, Güney Halime efendim. İnhisarlar İdaresi sabık |