ae AhmetRıza Bey İngiliz Ali Bey Denilen İTTİHAT ve TERAKKİi — Her hakkı mahfuzdur. — Tefrika No. 10 Nasıl do'du ?.. Nosıl Yaşadı?.. Nasıt Öldü?.. Zarif Bir Zatın Oğlu İdi Bu esnada Avrupada bulunan (genç türk)ler henliz bir nokta etrafında toplanamamışlardı. Çün- kü fikirlerde, tamamen biribirin- den ayrı, büyük farklar vardı. Bunların ekseriyetini, ikmali tah- #il için (Paris) ve (Ceneve)ye ge- lenler, mütebakisini de İstanbul- dan firar edenler teşkil ediyor- du. Firarilerin hepsi de, buraya (mücahede) için gelmiş değillerdi. Hatta bunlardan pek çokları, vatan kaygularından uzak yaşayan ve ancak türlü vasıtalara müracaat ederek külâh kapmıya çalışan kimselerdi. Samimi ve safi hir- lerle vatan için mücadeleye giri- şenler, ancak küçük bir zümreden Abaretti. Bunlar da, merkezi (ona watan)da olan (Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyetijnin bir şube- sini teşkil etmişler ve bunu kuv- #etlendirmek için aralarında kuv- vetli bir tesanüt vücuda getir- mişlerdi. R ü (Osmanlı Terakki ve İltibat Cemiyeti)l.. O zamanlar henüz bu cemi- yet, (Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyetijnin iplidat bir taslağar- dan ibaretti. Bir tek anadan, fakat birçok —babadan vücuda gelen bir çocuğa benzeyen Lu cemiyetin, en roman kadar merak veren tari- bine başlamadan evvel, onu vü- guda getiren babaların ilk safın- da bulunan (Abmet Rıza Bey)den bahsetmeyi muvafık görüyorur. Ahmet Rıza B. Bu, Ahmet Rıza B. de herkes gibi et, kemik ve kandan mürek- kep bir insan olduğu halde az zaman — zarfında ( cfsanevl bir gabsiyet ) balini iktisap edi- #ermişli, Bu nasıl oldu?.. Belk, o da bunun farkında geğildi. O, yeesi rüzgürla savrulan mağror bir aslan gibi Paris so- kaklarında gezdikçe, bazıları par- maklarının ucile onu gösteriyor, yanındakilerin kulağına eğilerek : İşte.. — İstikbalin büyük , sdamı... Diyorlardı. Ahmet Rıza Bey, ( İngiliz Ali Bey ) denilen zarif ve centilmen bir zatın oğlu idi. Damarlarında bir tek damla İngiliz kanı bile bulunmıyan bu (Ali B.) e (İngiliz) donilmesi, zevcesinin İngiliz olma- dından ney'et etmişti.. Lıglı Ali B. , bir zamanlar (Yıldız saray:) na devam etmiş, tavur ve kıyafetin- deki zarafetle Abdülhamidin bile aazar. dikkatini celbeylemişti. Sevdiklerinden — hiçbir karşi da iltifatlarını diriğ etme- mekle beraber, mahdumu (Ahmet Rıza Bey)i ( Mektebi Sultani ) ye koymuş, orada tahsil görmesine sebep olmuştu. (Fakat.. Ahmet Rıza Bey s= | mektebini ikmal ettikten heyecanlı — bir * şey #sirgemiyen Abdülhamit, Ali Beye söyliyorlar; bir çokları da (felsefe) öğrendiğini iddia ediyorlar. Bizce, bunların ikisinin de ehemmiyeti yoktur. Çünkü Ahmet Rıza Bey, ne bir ziraat mülebassısı ve ne de bir felsefe âlimi olmuştur. Muhakkak olan bir şey varsa, bir iki sene Avrupa'da kaldıktan sonra İstanbula avdet eden Rıza Bey, (ba iradei seniyei hazreti padişahi, Bursa Maarif müdürlü- ğüne tayin buyrulmuştur.) Paris sivilizasynunu son dam- lasına badar emen ve bunları da tamamen hazmeden Ahmet Rıza Beyden ne beklenirdi?.. Tabi, ( teceddüt ve inlalâp).. değil mi?, Şüphesiz ki Ahmet Rıza Bey de bunu : yapmak — istedi. Fakat o zamanın maarif sistemi, buna tahbammül —edemedi.. ( bairadel seniye tayin buyurulduğu cihetle) Maarif Nezareli tarafından azil veya tahvili mümkün olmıyan bu inkılâpçı Maarif Müdürü, günün birinde ( beş bin kuruş ihtilâs ) yapmak — töhmetile mabkemeye verildi. İttiham sabit olduğu tak- dirde mahküm olacak ve (Muha- fazakâr Osmanlı Maarif Nezareti) de bu nevzühür - ink lâpçıdan kurtulacaktı. Ahmet Rıza Bey, bu ağr darbe altnda sendeledi. Bir an ü şaşırır. gibi oldu. kendini — topladı. Pariste öğrendiği ( Hukuk müsa- vatı) ndan istilade ederek ilham- cıları yere vurmak, bu suüretle adalet sahasında da bir inkılâp yapmak istedi. Derhal Maarif Nazırı Münif Paşa aleyhine bir istida verdi Rahnedar olan hay- siyet ve şerefinin tazminini talep etti.. Günler, uylar, seneler geçti.. Lâkin bu talep, hiçbir semere vermedi. Bilâkis kendi aleyhin- deki iz'acat tevali eyledi.. Artık, Osmanlı — ülkesinde ( hak ve adalet ) aramak imkânı olmade ğına hükmeden Ahmet Rıza Bey, ne yapacağını düşünürken aklına (Paris) geldi. Bir pire için bir yorganı yakmayı göze aldı. (Arkası var | Terkos Şirketi Me-ı Bir Mıîîıîfakiyet mur Kadrosunu (Ankara Memurlar Koope- Gizli Tutuyor ( Baştaarfı 1 inci sayfada) *— Terkosun satın alınması hakkındaki müzakereler, şirketle Nafıa Vekâleti arasında cereyan etmektedir. Vali Muhiddin Bey İstanbulda iken şirLetle, Beledi- ye Reisi sıfatiyle değil, büküme- tin mümessili olarak temas edi- yordu. Terkosu evvelâ hükümet satın alacak ve sonra bize dev« redecektir. — Şirket henüz satın alınmadığı İçin kadrosunu ve sai- resini bilmiyoruz. Fakat terkosun ikinci kânunun birinden itibaren tarafım zdan - işletilmesine intizar ediyoruz. , Diğer taraftan verilen malü- mata — göre terkos belediyeye devredildikten bir müddet sonra memur — ilâve ve işletme şekli hakkında bazı kararlar verilmesi pek muhlemeldir. Ha akşam ı;ıı Kstantut Belediyesi â;:so“; ŞehirTiyafvosu Operetı 3perde 27 tablo Besteliyon : Cemsl Reşit Umuma — zerine bir hafta dar Nİ ha temdit edilmiştir. STAN LAUREL ve, OLİVER HARDY Pek yakında ae Tzt 7 ee | ŞNİN Kahkaha| Kıraları ASRİ sinemaya geliyorlar. ratifi İnkişaf Ediyor e Ankara, ( Hususli ) — 1925 senesinde teşekkül eden Ankara Memurlar Kooperatif Şirketi, iş tihlâk kooperatiflerimiz içinde en eskisidir. Şirket bugün umuml bubhrandan yakasımı — muvaffak- yetle kurtarmış bir vaziyettedir, Bilhassa yeni heyeti idaresi, şirketin umum! muamelâtını r* dikkatle takip etmektedir. Şirket merkez — mağazasında — tasarruf haftası münasebetile birçok ye- nilikler yapmıştır. Bilbassa vitrin- müsabakasına ve camskânları halk taras mdan zevkle temaşa edilmiştir. Gönderdiğim resim vitrinlerden birini — göstermektedir. Burada Türkiyo haritası üzerinde göste- rilen işaretler eamekânda mevcut bulman yerli malların menşeini Östermek İlibarile şayanı dik- attir. PY A o Re l K oe A lf ga 1 ! Dîîglğımatl.al;aHiiğmeAeŞ_Ğüiikuüeüğr Meyhanelerde Dolaşan Güzel Bir Kadın ( Raştarafı Dincl sıyfada ) ve doğru büyük bir otele gitti- ler. Kadının sinirleri bâlAâ ger- gindi. Yolda bir bayli sual sor- du.. Bu adamı arasıra görmüş, Japon zabitinden gelen talimatı hep onun vasltasile almıştı. Kim- di? Asıl işi ne idi? Bir şey bik miyordu. Bildiği şey, bu adamın kendisine daima nazik muamele yaptığı ve isminin Tomas olduğu idı. Netekim, bu memur, kadinın bu sinirli bâli karşısında yine büyük bir nezaket gösterdi. Ak- hndan geçeni ve ığ;ını geleni söylemesine müsaade ederek bü- yük bir sabırla onu dinledi. Kar- gılaştığı sual tufanına gülümsiye- rek mukabele etti. Fakat korku ve heyecandan — kadının — fazla asabi'eştiğini görünce, bir baba şefkali gösterir gibi elini okşadı, onu teskin ve tesliye etti. San Diyağo'daki hayatını hatırlattı. Orada yaptığının bundan sonra yapacağından daha çok tehlikeli olduğunu söyledi ve şimdiye kar dar bir çok insanlarla düşüp kalkmasına mukabil, bugün için bunun tek bir adama inhisar edeceğini bildirdi. O bunları söy- lerken Daisy büyük bir dik- katle dinliyordu. Adam devam ediyordu, — Görüyorsun ya, yavrum, senin gibi maharetli ve güzel bir kadının San Diyago meyhanele- rinde — sürüklenmesinin muvafık olamıyacağını düşündük. Bundan böyle artık karşıma çıkacak olan- lar sarhoş bahriye neferleri değil- dir. Tek bir ndamla görüşecek ve onu kendine bağlamıya çalı- şacaksın? Aynı zemanda, aldığın maaşın da fazlalaşıyor. Şimdiye kadar aldığın paran.n dört mislini alacaksın. Şimdilik yapacağın şey Vaşingtona gitmek, — senin için hazırlanan magazaya yerleşmek ve talimatımızı beklemakten iba- rettir. e Daisy'nin —endişeleri — ancak geceyleyin bir parça hafifledi. Uykua ile beraber bunlardan eser kalmadı. Ertesi sabah aynı memur ile beraber Vaşington trenine biner- ken adeta neşeli idi. Vaşington'da kendisi için tutulan dükkân güzel bir caddede idi. Üzerinde de şöyle bir Jevha vardır “Dora Grün, modistra, Paris,, Kendisinin gelip işe başlama- sına intizaren dükkân kapalı du- ruyordu. Fakat dahili büyük bir itina ile döşenmişti, çok lüks bir yerdi. Tomas, Vaşingtona geldikle- rinin ilk günü bir takım memur kadınlar tuttu, gazetelere ilânlar verdi ve dükkanın faaliyeti başlar dı. Fakat işe başlıyalı üç gün olduğu halde hiçbir müşteri içeri- ye ayak basmamıştı. Memur ka- danlar, parlak aynaların önünde tırnaklarını cilâlıyarak, saçlarını düzelterek — vakıt — öldürüyorlar, Tomas da her gün bir veya ild defa dükkâna uğrayarak vaziyeti kontrol ediyordu. Nihayet bu işin böyle devam edemiyeceğine bükmederek vit- rinlere bir takım fiat etiketleri koymaya başladı. Tesbit edilen rakamlar cidden göz alacak ma- hiyette idi. Zira, fiatlar pek eh- ven gösteriliyordu. O güne kadar bomboş bekleyen dükkân, bir denbire birçok kadın müşterilerle doldu ve işler tıkirine girmiye başladı. Maamafih kabul etmek lâzımdır ki her satılan eşya xara- rına veriliyordu. Bu sırada Tomas bir kaç gün -için Vaşington'dan ayrılmıya mecbur oldu. Bu fırsat- tan istifade eden Dora da, yok bahasına elden çıkarıldıklarına hükmettiği eşya Fiatlarını yavaş yavaş yükselterek makul bir had- de kadar götürdü. Tomas'ın gaybubeti bu arada devam ediyordu. On gün geçtik- ten sonra birdenbire meydana çıktı ve Dora'yo bir göz İşareti yaparak dükkânın arkasındaki kısma çağırdı. Anlaşılan başbaşa konuşmak ihtiyacı vardı, Dora bu işarete itaat ederek iç tarafa geçti. Orada Tomas'tan şu garip talimatı aldı: — Bahriye Nezareti umum! kâtiplerinden mister... Namına bir fatura tanzimeder ve adresina gönderirsin! Kadın, evvelâ bu sözlerden birşey anlamadı. Tomas izahat verdi ve onun diktesi altında bir kaç yüz” dolara yükselen Fatura yapılıp Dora tarafından imza edilerek postaya verildi. Fakat aradan bir on beş gühn geçtiği balde umumi kâtip cenaplarım dan hiç bir ses sada çıkmadı. ( Arkası var ) Ankara'daki Manej Yeri GÜNEŞ PRENSİ Ea muhteşem ve en cazip operetlerinden biri olup “HAYALİN SONU, Tilminin vnutulmaz mümessilleri LİANE HAİD ve WİLLY FORST tarafından bir sureti Fevkalâdede tomsil edilmiştir. K - NEŞ'E - ZEVK - STOLZ MUSİKİSİ smbe akşamı GLOR Y A Sinemasında tahsilini kâfi derecade bulmadı. Daha ziyade tenevvüre ihtiyacı olduğucu anladı. ( Paris ) © gitti. (Versay) civarında ( Gırinyon )da :“üırlqh.' Hayatım çalışmıya vak- Ğ