İT44HAT SÖON POSTA TERAKKİ Nasıl Doğdu ?.. - Nasıl Yaşadı ?.. - Nasıl Öldü ?.. — Her Hakkı Mahfuzdur. — Damat Paşanın Firarına Herkesin Bilmediği Bir Hâdise Sebep Olmuştu Tefrika Numarası: 1 Sultan Saçını Yolarak “Evlâtlarımı lsterım., Dıye Bagmyordu Abdülhamit, (Çıt köşkü) nün fçük salonunda ayakta duruyor, o gel tiyatroya davetli olan mişafirler hakkında (ikinci esvap- ç: İlyas Bey) le konuşuyordu... Sarayın, ( saltanat kapısı ) nın önüde (ikindi nöbeti ) ni yapan bahriye muzikası, ( travyata) nın ağır bir parçasını çalıyor. Bu so- ğguk kününevvel gününün sert ruzgârı, musiki nağmelerini biri- birine karıştrarak uzaklara doğ- ru savuruyordu. Salona, birden- bire başmusahip Cevher — ağa girdi. Elindeki küçük zarfı, Ab- dülhamite verdi. Abdülhamit, — zarfı açarken İyas Bey sessizçe çekildi. Baş- musahip de kepıdan çıkarak ora- da emre İntizar etti.. Fakat bu intizar çok sürmedi. Abdülhamit zili çekti. Başmusahip tekrar içeri girdi. Abdülhamidin rengi bembeyaz kesilmişti. Pürüzlü bir sesle: — Ben, içeri gidiyorum. Ça- buk İsmet Beyle Ahmet Celâlettin Paşayı bana gönderin. Dedi... Baş müsahip, geri geri giderek kapıdan çıkıyordu. Hünakâr: — Dur... Diye onu durdurdu ve sordu: — Bu mektubu kim getirdi. Baş müsahip, ince ve titrek bir sesle cevap verdi: — Aliyetüşşan — bazretlerinin sarayından — bir. Ağa gel efendimiz. Ağa, giltimi?, — Hayır efendimiz. bekliyor. — O Ağayı harem kapısının önündeki — tüfekçilerin odusna koyun. Kimse ile konuşturmayın. — Ferman efendimizin.., Baş müsahip, sücatle dışarı çıktı, Camekânlı kapının iç tara- fında nöbetçi yaver ve müsahip- lerin arasında ayakta duran ince ve uzun bir harem ağasına baktı. Ağama — yüzünde, —büyük — bir endişe ve ızlırap vardı. Başmüsahip, kapının dibinde duran — hademelere,” paltosunu işaret etti. Giydi. Ağanın yanına geldi, — Buyurun — kapı — yoldaşım. Beraber gidelim Dedi... Onu aldı. Harem dai- resinin kapısı önünde, tek bir odadan ibaret olan tüfekçilerin nöbet odasına getirdi, ikindi na- mazından henüz âvdet eden tü- fekçi Boşnak Bökir Ağanın kula- gıoa iğilerek: — Bu ağa, burada kalacak. Cevap Kimse ilo konuşmıyacak. Efen- | dimiz Dedi ve sonra, irade buyurdular. İsmet Beyle Ahmet Celâlettin Paşayı çağır- | Vaktile tarassut ettirilseydi daha maıya — gitli. * Abdülhamit ( Dairet mahsusa ) dati olasında, bastonuna dayan- mış, ayakta du- ruyor. Çağırttık- Tarını — sabırsız- lıkla bekliyordu. Kapı açıldı. Ev- velâ ( Esvapçıba- gı İsmet Bey), sonra da ( Ser hafiye — Ahmet Celâlettin Paşa ) içeri girdi.. Her şeyde ve her- kesten hislerini saklamıya Abdülhamit, ge-' lenleri mümkün olduğu — kadar güler yüzle kar- şılıyarak ; — Galiba so- ğguk var. Üşümü- şe — benziyorsu- nuz. Diye — söze başladı. Birkaç saniye — böylece konuşarak heyecanını yendikten sonra ; — Garip değilmi?.. Hemşire- den şimdi bir. mektup aldım. Mahmut paşa sabahleyin köşkten çıkmış. Daha halâ avdet etmemiş Hemşire, fenâ halde telâşlanmış. (Ne yapalım?, ) diye bizden soruyor. Şimdi burası, bir imtihan oda- #na dönmüştü. Abdülhamit, «öz- lerinin ne tesir hâsıl ettiğini an- hyabilmek için dikkatla karşısın- dakilere bakıyor, bu meseleden haberdar olup olmadıklarını onla- cın çehrelerinden anlamıya çalış- yordu. İsmet Beyle Celâlettin pa- şa da, bünkârın gizli endişesini hissstmekle beraber susuyor; ona, #on sözü söylettikken sonra cevap vermek — istiyorlardı. Fakat bu hesaplarında aldandılar. — Çünkü Abdülhamit, birkaç saniye susa- rak onlarn yüzüne dikkatle ba- ktıktan sonra açıkça sordu: — Sirz ne dersiniz bu işe?.. Artık, bu suali cevapsız. b- rakmak mümkün degildi. Fakat İsmet Bey, daima olduğu gibi sükünetini muhafaza ederek önü- ne bakmakla iktifa etti. Abmet Ce'â'ettin paşa, cevap verdi: — Vallahi bilmem ki efendi- miz... Ferman — buyrulursa, şöyle el altından telâşsızça bir tabarri ettirelim. Süküt, tekrar birkaç saniye sürdü. Abdülhamit, elindeki bas- tonu, hafif hafif yere vuruyor; artık Ööfkesini ortaya dökecek sebep aradığı anlaşılıyordu. Gözleri, — birdenbire Celâlettin — Paşanın temerküz etti: — Taharri ettirelim diyorsun.. gözlerinde iyi olmazmıydı?. Bu adamın halini bilmiyormıydmız?.. Yalnız kendisi ortadan kaybolsa, bir şey değil .. Ahmet | | (Yine Beyoğluna gitmiş, Frenklerle ziflenmek için bir köşeye çekil- miştir, ) der, geçerdim, Fakat oğulları da ortada yokmuş.. Sabah- leyin ocaları almış, gitmiş, bu vakte kadar köşke dönmemiş. İsmet Beyle Celâlettin Paşa kendilerini zaptedememiş: -— A A, A, Diye birer hayret nidası çıkar rarak, ellerini ağızlarına kapamış, biribirlerine bakıyorlardı, * Evvelâ ( harem kapısı ) nda tüfekçilerin odasında ( ihtilâttan men) edilen harem ağası İsticvap | edildi. Bunun ifadesine Hazaran sabahleyin ( Seniha sultan ) n köşkünde şöyle bir hâdise geçmiş, | Sultan hazretleri, mutadı veçhle | (alalurka) saat ikiye doğru uyan- m ş.. Epeyce zamandanberi (zevci muhteremi Mahmut Paşa hazret- leri)le darğın olduğu için, yine bermutat yalnızca kahvaltı edi- yormuş. Ayakta duran hazinedar ustaya : — Paya, nerede?. Diye sormuş. Homedar usta, söyleyip söylememek — için kısa bir tereddüt devresi geçirdikten sonra, - — Şimdi hamamdan çıktılar, tuvaletlerile meşguldürler, aslanım. Demiş. Fakat bu kısa cevap, sultanı tatmin etmemiş! — Yanında kim varmış ? Diye tekrar sormuş. Hazinedar usta, bu suale birdenbire cevap veremiyerek ellerini oğuşturmuş. | Fakat, sultann israrına dayana- mamış; N hayet: — Şey, sultanım.. Salih Bey varmış. Kâtipleri, Demiye mecbur olmuş. Sultan, derhal elindeki mineli çatalı, altın kahvaltı — tepsisine ( Arkam var ( Gençler Ne Düşünüyor ? ( Baştarafı | inel sayfada ) Kemal Kudir B. diyor ki : — İnlalâp, — beşerin lâyk olduğu —yükselmeye — kavuşması için — şuurunun — alevlenmesidir. İşte Türk İnkılâbı da her İnkılâp gibi bu şuur alevlerinin toplu- loğudur. Fakat onu diğerlerinden ayıran büyük bir fark var: İhkılâbımız. büyüklüğü kadar seri, sürati kadar isabetli o muştur. Türk inkılâbndan başka hiçbir. ünkılâp bu kadar kısa bir zamanda dünle bugün ara- sında böyle büyük bir uçurum açamamış, açtığı uçurumu da insan — kafalarile — doldurmadan geçememiştir. Çünkü onların nlev- lenen şuurları hedefini zikzaksız tayin edemedi. Dünya bu kadar isabetli oku ancak Türkün ya- yında görebildi. Bu büyük harikaları sade Türk inkılâbında gören tarih, onu inkılâpların güneşi saymazsa nankör derim. Bu inkılâbın ve onu yaratanların isimleri bugün- kü neslin ve yarınki nmesillerin nur alacakları en büyük kaynak- tır. Tabiatın bir kanunu vardır: Yaşamak için kuvvetli olmak lâzım,, Nasılki ölüm yaşamağa kudreti kalmıyanları bu kanunun hükmüne göre seçer ve ayırırsa iktisadi sahada da buhran ayni işi görür. Buhranın tesirile yık- lan fert veya zümre çatıları, zamanın iktısadi ve içtimal şart- larına uyamıyan gayritabil varlık- lardır. Adımları cemiyet hayatile bir olan insanım buhrandan kork- masında bir mana ve sebep yoktur. Her insan mutlaka kutsi bir varlık tanır. Ben kendimi müs- tesna sayacağım. Hukuk Fakültesinde Konferanslar da, Hukuk talebe cemiyetinin terlip ettiği konferanslar Berisinin biri boisi, müdorris Musliliiddin Bugün saat 16,0 Adil Bey tarafından hukuk fakültesi konferans anlonunda verilecektir. Hatip «Türk gençliğinin mesuliyeti> mevzuu etrafında söz söyliyecektir. g Dugün ve bu a! MİL Lî Sinemada TRADER HORN “TÜCCAR HORN. film Anadoluya gideceğinden son gününden istifade ediniz. Matireler : 209 - 4W Akarm 9NN FAHİŞENİN BELÂLISI Aşk, heyecan, ibrotamiz ahlâkt film. Çarşamba gününden itib ren ALKAZAR'da Bugln ferdi ve cemiyeti ayrı | ayrı tetkik edersek her ikisinin da dayandığı temelin aile oldu- | ğgunu görürüz. Her bangi meslek veya mezhebin aile mefhumu üze- rino yaptığı tesir şu veya bu cep- hesinedir, esasına değildir. Onun ruhuna tesir edebilmek - için im sanlığın zihninden - her sahada - bütün yakınlık duygu ve bağla- rını söküp atmak icap eder ki bunun mümkün olmıyacağını da binlerce senelik tarih isbat etmiş- tir. Mümkün olacağını farz etsem bile hayırlı netice vereceğini hiç ummayorum. Hayattan korkmak mı? Çok tuhaf sual, Bence: ha- yattan korkanların zaten yaşamak hakları yoktur. Gaye, bir takım güçlükler mahsulüdürki insanlar onu yük- sek tanır. Gayesiz hayat düşüni- lemez. Her adım gayeye ulaşmak için bir harekettir. Şu halde insanların büyük bir şevk ile koştukları — güçlükler mecmuundan korkmalarını çok lözumsuz vehim sayarım. Yaşayış düşüncelerinde mul> telif şekiller tamımıyorum. Her yaşıyan varlık mahdut günlerini mes'ut geçirmek ister. Kullanılan vaşıtalar ne kadar çeşitli oluraa olsun netice birbirine benzer. Acaba istenilen saadet tahak- kuk eder mi? Evet, diyemem. Çünkü beşerin arzularına bayat bir hudut koyamamıştır. Her kafada başka bir kalıba giren bu mefbum —tam elin dokum duğu anda söner ve başka bir şekil alarak uzaklaşır. Onun için bende saadeti tutmak değil, ona daha çok elimi dokundye mak, kısaca: “Çoktan daha çok gaye toplıyan bir hayat,, isi oo İstanbat Betediyesi Tenab di Şılııı"!"gıîm 21,30 da Üç Saat Öpereti Sperde 27 tablo Yazan: Ekrem Reşit Bestellyon : ALBERT PREJEAN Georges Van Parys'in PARMİ LES FLEURS ; CEST PAS JUSTE arkılarımı ANNABELLA ile beraber GAİP ÇOCUK filminde tagamni edecektir. Seslerin en rublusunu, en — gürelini RICHARD TAUBER'i BİR AŞK NAĞMESİ büyük Elminde Perş mbe akşamından itibaran MAJİK'te işiteceksiniz. Arkası gclııyeı bl').);ülî('llılı':_:ılabılık kütlesi GİTTA ÂLPAR'I ARTİSTİK SiNEMASINDA KADIN SEVE Matade GİME L L Si iyeln. Bereisli b Bu Gilm yalnız bir bafta Ka opcahış'daki konlerana