28 Ekim 1932 Tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6

28 Ekim 1932 tarihli Son Posta Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

ae a MATN A e AYAT YARSAŞMAŞADRDA > | ğ ; 6 Seyfa ASN İ | Dünya Hüdiseteri | 14 Senede A ı Gelebilen Bir Mektu; Tesadüfün çok acı ve garip cilveleri vardır. Bunu, Fransada bir hafta evvel geçen bir hâdise ile bir daha anlamış oluyoruz. Vak'a şudur: İnranson kasabası ahalisinden Madam Rişar, umumi harpte öldüğü bildirilen oğlundan bir mektup almıştır. bu — mektup kadma bir hafta evvel gelmiştir. Harbiye Nezareti vasıtasile oğlu- nun maktul düştüğüne dair resmi surette — haberdar - olan — kadin, | bunu, kaderin güzel bir müjdesi şeklinde telâkki ederek çıldırmış gibi mektubu okumuıya başlamış- tır. Fakat daha ik satırlar, bi- | çarenin bu sevincini amansıx bir şiddetle — kırmış — bulunuyordu. Çünki bu mektup harbin son senesi 1918 de postaya delikanlı barbe düşmüştür. Mektup, postaya verildikten tam | 14 sene sahibinin geçmiş bulunuyor, demektir. İdare İsrafları Viyanadan yazılıyor: Maruf Alman iktısatçılarından Eckhard isminde biri, Alman gazetelerin- şayanı dikkat bir istatistik ve bir tenkit yazısı neşretmişlir. Bu müharririn ka- naatine göre, bugünkü buhran, herşeyden evvel devlet işlerinde yapılan israftan ileri geliyor ve | olarak Alman Müzelerini Diyor ki: “Berlinde 50 milyona bir Müze yaptırıldı. Bina | tamamlanmadan — modası — geçti. Sonra bu idarenin başında bir umumi müdür, on dört müdür ve birçok mühim dereceli memur | vardır. Bu idare için senede üç küsur milyon mark tahsisat verilir | ve sonra müzeleri zenginleştirmek için senede yeni eserler almak maksadile ayrılan para — yarım | milyon markı geçmez. Şu halde, Alman müzelerini bir senede gezen ziyaretçilerin miktarı na- zarı dikkate alınırsa, beheri senede, Alman hükümeti- ne 3 mark 60 fevike mal oluyor. Niçin ? Ve muharrir ilâve ediyor : Eğer devlet işlerinde de iktı- olan verilmiş, girmiş — ve sonra maktul sonra eline den birinde misal ele alıye bunların sat ve ticaret zihniyeti bir parça hbâkim olmazsa bu çıkmazdan Çıkılamaz. İşsizliğe Çare! Berlin — Son günlerde, hemen bütün Alman gazetelerinde Kurt Hagen imzasile “Mübhim bir keşif,, unvanlı yazip bir ilân çıkıyor. Bu ilânın sahibi, iddia ediyor ki dünyanın büyük bir sıkıntı çek- tiği işsizlik meselesini balledecek çareyi bulmuştur. İddiasının esassız olduğunu ispat edene de, ismini - bildirdiği bir Bankaya koymuş olduğu ( 3000) markı mükâfat olarak vereceğini taah- hüt ediyor. Muvazenesi bir adamın hayal mahsulü adde- | dilen bu iddiası henüz hiçbir akis hâsıl etmemiştir. yerinde olmıyan | -— TAKVİM -— CUMA 41600-28- tcl TEŞRİN 932 n VG || Arabdi 2 - Çem.e ahar Rumi DA 15 - içi Teşrla » B3 Vekt | zti Jvava ıqınılll!ıDA.yıl - z |& |a 5a Weat (90 (e sal n? .A 31 D i2|1s 46 | Pirala 4s Yata | bir kürsü hocası | değil, | Fakat MEDDAH ANLATIYOR: “Aman Karıcığım.. Ben Ettim, Sen Etme. Beni Şu Felâketten Kurtar!,, Zavallı Adam.. Afyon Yuta Yuta Oynatmış! Kapıdan her başını uzatan bir | kere soruyordu: — Meddah var mı, meddah? Garson hyor: — Neredeyse gelir... Siz bu- yurun da... elden ayaktan karşı- Meddah Efendiyi, henüz or- | tada göremiyoruz. Tam saat 9 da boynunda mendili, elinde bastonu “Hay Hak! ,, Diye içeri giren şişman bir adamı gösterdiler: — İşte geldi... — Meddah bu mu? — Ta kendisi... Herkeste bir yer açma telâşı.. Ona yakın oturmak arzuları, * edep ve terbiye dairesinde asri hikâye ,, dinlemiye bazırlansın.. Meddah Efendi, kahvenin içii: dekileri alıcı gözile şö süzdükten Ve galiba çaktırmadan adetlerini gizlice saydıktan sonra ağır ağır yürüdü. Üç basamak merdiyenle çıkılır bir tümsekte, kendisi için konulan iskemleye gibi azametle yerleşti. Boynundaki mendili en- yüzünde — dolaştırarak sildi. Bir iki kere kesik kesik öksürdü. El çırparak: — 'Dolgunca bir kahve! Diye | | seslendi. hvesini içerken derin derin düşünüyor, arada bir bıyık altı gülüyor. Belli ki kafâsının içinde hikâyelerine bir geçil resmi yap- tırmakla meşgul... Artık kimse nefes bile almak istemiyor. Meddah, bir iki te- | kerlemeden sonra, başladı : — Efendim... Vakti evailde, Rumelihisarın Tekketepesi, dem mekle maruf semtinde zengin bir | kuyumcu otururdu. Hacı Tomruk ismindeki bu adam, İnatçı mı inatçı, cahil mi cahildi. Cahil de eçhel; müütecahil (?) bir herifti. Hacı Tomruk bir gün Bedes- tendeki ahpabını 2ziyarete şitti. Ahpabı, onu kapıdan karşıladı: — Mayutun Raer Efendi! Hetla alim, Fakiri ihya ettiniz. Hacı Tomruğun gözü ahpa- bının dükkânında Bbir levhaya ilişti. Levhada şu yazılı idi: “Ka- dınlardan kendini sakın! ,, Tomruk sordu: — Kadınlardan niçin sakına- | cakmışım? — Efendim, — tren tarifesi - hepsi değil ya - bazıları hilekâr olurlar... — Haydi oradan... Hiç a cin- si âtiften fena şey sâdır olur mu? — Tecrübesi kolay efendim... Tomruk büsbütün hiddetlenir: | — Peki.. Şimdi benim kırk | yıllık karım da hilekâr mıdır? — Hilekârdır, isterse, — hilenin demiyorum. âlâsını yapar. | Hacı Tomruk, tersyüzüne eve | döner. Karısını çağırtır: ] hilekârdır. dec | kürkümü B Hanım.. Baksana bana.. Buyur . kocacığım.. Sen hilekâr mısın? — A... o nasıl söz.. — Bilmem. Bütün er de.. Kabul etmem — Karı: Bana bak.. Hile nasıl olurmuş, — bana — öğreteceksin... Yoksa, talâkı selâse ve müsellese kadınlar — Haşal ile benden boşsun! — Aman kocacığım, | etme... — Çok Jâf dinlemem; bana mutlaka bir hil F adın, birçok israr ederse de eram anlatamaz, niha- yet, ğini yapmıya razı olur. Hazı Tomruk afyon tiryakisidir. Akşamlar: iki tânecik hap yut- madan uyuyamaz. Evin karşısın: daki tekkede bir ihtiyar derviş | var; bu da afyon tiryakisi Hacı ile derviş - biribirlerine o kadar benziyorlar ki bir elma- hacı Tomruük, yarısı derviş Mustafa.. Kadım, bir ak- şam kacasına afyonu yutturur. Pencereye oturup bekler. Derviş nın — yarısı afuyonunu yutunca hemen uşağı | Kastamonulu Mehmede seslenir: — Mehmell.. — Hendum... — Şu dervişi getireceksin.. — Aman ifendum.. İlin fıka- ra dervişten ne istersin... — Sen - karışma.. - Dediğimi YaP ı Mehmet, Derviş — Mustafayı omuzlar, eve gelir. Çoklan e ğgında sızan Hacı Tomruğun elk- bisesi dervişe, dervişin elbisesi de hacıya g iydirilir. Hacı Tom- ruk tekkeye, Derviş Mustafa eve.. Böylece bir becayiş yapıldıktan sonra, gece yurısna doğru Hacı Tomruk, ayazda esniyerek uyanır. Bakar ki, açık bir yerde.. — Allah.. Allah.. der, Zahir, bahçeye sırtlayıp eve giymeden çıkmışım... Hacr- Tomruğun - yatak - oda- sıudaki Derviş Mustafa da biraz sonra gözünü açar. Bakar ki, | döşeli dayalı bir evde, kuştüyü yatakta yan yatıyor. — Afyonu fazla kaçırmışım.. Hâlâ dalga geçiyorum.. Diye düşünür. Biraz sonra, kapı açılır, Tom- ruğun karısı Huriye Hanım içeri girer: — Kalktın mı kocacığım? Derviş Mustafa büsbütün ser- semler : — Ne kocası Hanım?.. Ben Derviş Mustafayım... — Sapitma efendi... Sen Hacı Tomruk değil misin? — Suphanallah... adın ne? — -Huriye'.:: — Derviş, düşünüyor: - “Dün- peki senin | açar: K | anlatır. | ba erenler... yapma | | gün Aradan böyle bir müddet geç: | muyordu. tikten sonra, karısı Huriye Ha- | | mm, nihayet insafa gelir. Tımar- yadaki ecri ve müsevvebatım yüzün- garbı, | den ahirete düştüm, bu karşım- | daki de buri olacak! Nihayet, kadın işi kendisine Sonunda da: — Dünyalığını unutmam... Ba- Sen keyfine bak... Der... Biz gelelim Hacı Tomruğa... kudan uyanınca ilk işi karısına nmek oluür: Huriye, Huriyel. Huriyenin yerine, — tekkenin | dervişlerinden bir ihtiyar karşı- | sına çıkar: Ne o? Baba erenler.. Bu gece tatlı bir rüya gördün gali- ba,, Huriye, Huriye diye sayıklı- yorsun, — Ne sayıklaması yahu., Ka- | rıimı çağırıyorum.. — Hadi.. Hadi.. Lâfi bırak ta kalk bize lokma hazırla... — Ne lokması — Tekkeye aş.. olacak? Uzatmıyalım, Haci Tomruk bu sözlerden büsbütün fitili alır: Ben Hacı Tomrukum.. Be- destende dükkân sahibiyim! Diye bağırdığı zaman yer gök inler. İş, şeyhe kadar dayanır. Çağırıp kendisine sorarlar: — Sen kimsin? — Sahibi Tomrukumn.. Şeyh emir verir: — Zavallı, afyon yuta yuta oynatmış. Kafasını teknenin içine sokup bir güzelce ıslatın ! Hacı Tomruk bar bar bağırir. Dinliyen olmaz. Tutup bir güzel falakaya çekerler. Yine nafile; herif: — Hacı Tomruğum, diyor da bir saha demiyor. Nihayet yaka- paça edip tımarhaneye koymak- tan başka çare bulamazlar. Hacı Tomruk, — timarhanede gözlerini şınlata dursun, -Derviş Mustafa hergün pazar kayığile Boğaziçinden Bedestene - gider gelir. Herkes, kendisini Hacı Tom- ruk zannet için mesele yok. Sahici Haci Tomruğa, tımar- hanede hergün sorarlar: Derviş Mustafa mısın, Hacı Tomruk musun? m Hacı Tomrukum! Deyince ba- sarlar sopayı... Zavallı Hacı, her- birkaç nöbet dayak yer. Ne lokması hanede Hacı Tomrüğü atar, bulur. Tomruk, karısını tanıyınca eline, ayağına kapanır: — Aman karıcığım.. Ben et- tim, sen etme... Diye yalvarır. Kadın, der ki: — Hekimler, bugün yine sana Dorviş Mustafa” mirii,; FlamıTonr ruk musun? Diye sordukları za- man : — Hacı Tomruk ta Teşrinevel 28 Kari Mektupları Garp |Eserlerine Muhtacız Bugün garbın büyük adamla- rının ancak — isimlerini tanıyoruz. Kafamızda bir ismihas kalabalığı var, Bu ilim adamlarının eserle- rini okuyacak münevverlerimiz çok az. Çünkü bu kitapları anlı« yacak kadar lisan bilenlerimiz, parmakla sayılacak kadar mah- dut. Bu adamları tanımak ihtiya- cile yanıp tutuşan biz münevver- ler ne yapalım. Maarif Vekâleti dünya şehirlerinin kitaplarını bu işte liyakali ediplerimize, muallimlerimize — tercüme ettire- mez mi? Öyle zannediyorum ki, küçük bir himmetle bu iş 15-20 sene içinde halledilmiş olacaktır. Vücuda gelecek kütüphane belki millt bir mahiyette olmıyacaktır. olan Ziyanı yok. Hiç olmazsa bundan sonra yetişecek nesil biraz eksik te olsa bu kütüphane vasıtasile bugünkü — nesilden daha iyi tanıtmak fırsatını elde eder. n işi Hem bu- teşebbüs- milli bir kü- sına bir hile yaptığını | tüpbanenin vücut bulmasına mâni değildir. Bilâkis bu işi de teshil eder. Bu hususta alâkadarların nazarı dikkatini celbetmenizi rica | ederim. Bir Mu llim Radyo Parazitleri Her akşam radyo dinliyece- ğimiz zaman araya telsiz muha- beratı girmekte ve radyo neşri- | yatını düzgün dinlememize mâni olmaktadır. Yirmi dört saatte | Derviş | ninin taklitlerini kim | İSİL'öaüE Tüdyü MükeDÜRÜ y pılmasa olmaz mı? Karflerinizden Oğuz Necc ——— oluyor? Ben - kırk- yıllık Bek- taşi fıkarası Derviş Mustafayımı dersin. Tomruk, — karısınn — dediği gibi yapar. Hekimler, bunu “akık | Tanmış,, diyerek serbest bırakır- Huriye Hanım, bir Mustafaya| afyonu bolca yutturarak uyuttuktan sonra tek- kesine gönderir. Kocasını da eve ahr. Tomruk dünyaya yeniden gelmişe Tekkede hibban,, dervişin etrafımı alırlar; — Geçmiş olsun baba erenler.. Derviş şaşırır: — Niye geçmiş olsun ? — Canım sen tımarhanede değil mi idin? — Ne tımarhanesi.. Tomruğun evindeydim. Biribirlerine bakışırlar: — Acaba yine oynatıyor mu? Fakat, tımarhaneye — giren derviş olmadığım anlıyarak sevi- nirler. Hacı Tomruk evine, Der- viş Mustafa tekkesine kavuştuk- ları için ikisi de memnun.. * Meddah, arayerde, Kastamo- nili Türkün, Acemin, Kürdün, Lâzın, Yahudinin, Rumun, Erme- yağitili, ikiz yesine çeşni katmayi de ünut- lar. gece, döner “mu- Hacı Meddah, dediğimiz bu zavak- lıların şimdiye kadar methettikleri kimseye ben rastlamadım. Adam çekiştirmiye - gelince - evelallah... O halde, neden, ne münasehetle atları meddah çıkmış? Ozasını bilmem. Bildiğim bir şey varsat Zeki bir meddah kendini » tatlı tatlı dinletmenin her — devirde yolünu buluyor. *A

Bu sayıdan diğer sayfalar: