Dünya Hüâdiseleri Arı Zehiri Mühim Bir İlâç Halini Alıyor Paris Fen Akademisine, bir kadın kimyager tarafından çok şayanı dikkat bir keşif hakkında izahat verilmiş ve keşfin tecrü- beleri yapılmıştır. Bu keşfi yapan kadın, Madam Fizaliks'tir. Yap- tığı tecrübelere göre arı ve en- gerek yılanının zehirleri yekdi- gerine — karşı kurtarıcı — birer serom — vazifesi görmektedirler. Madam Fizaliks, bu — tec- rübelerini fare ve kobay de- nilen —hayvanlar üzerinde icra elmiştir. Bu tecrübeler, arı veya yılan zehiri alınarak bir solüsyon halinde, yahut bu zehir ısıtılarak aşı yibi kullanmak suretile yapıl- mıştır. — Bilhassa —arı zehirinin tıp âleminde büyük hizmetler görmesi — bekleniyor. — Çünkü yine bazı tecrübelere — göre, bu zehir, romatizmaya — çok kuvvetli bir müessirdir. Bu va- dide en iyi neticeleri bir Alman doktoru almıştır. Bu zebirin diğer bir tesiri de kanser şişleri üzerin- de görülmüştür. Arı zehirinin husule getirmek istidadında bu- lunduğu tesir, ateş husule getirmek ve mabali! iltihap tevlit etmektir. Bu hassa, kanserin ilerlemesini durdurmakta ve matlup netice, bu suretle temin olunmaktadır. İngiltere Veliahti Şaşırdı Gösterilen alâka © derece fazla oluyor ki, İngiltere Viliahti Prens dö Gal için bir yerde gezmek, halk —arasına çıkmak adeta bir azap oluyor. Bundan birkaç sene evvel — Amerikayı ziyarete giden veliaht Amerikan Mis ve Misislerinin hücumu kar- pısında, bir defa, bir duvardan atlayıp firar etmiye mecbur ol- muştu. Prensin Avrupada uyan- dırdığı alâka Amerikadakinden farklı değildir. Onun içindir. ki, İngiliz veliahti yaz tatilini geçirmek hususunda cidden müşkülât çeker. İyi ha- valar gelince nereye gideceğini tayin etmek onun için bir mesele olur. Prens dö Gal, bu sene, her vakit çektiği müşkülâtı, dostla- rından birinin kendisine öğrettiği bir usul sayesinde halledip atlat- mıya muvaffak olmuştur. Bu dostunun tavsiyesi üzerine Veliaht, hususi kâtibi vasıtasile Avrupanın muhtelif plâj ve eğ- lence şehirlerinin belediye reisle- rine birer mektap göndermiş ve Lınınlıül'mi geçirmek Üzere şehir- ine gelecek olursa halk tara- fından rahatsız edilip edilmiye- ceğini sormuştur. Prens dö Galin bu mektubuna, hiçbir plâj şeh- rinin belediyesi müsbet cevap werememiştir. Yalnız - içlerinden Biyarriç şehri Belediye Reisi istenilen teminatı vermiye amade olduğunu bildirmiştir. Diğer şe- hirlerin böyle menfi bir cevap yermeleri, ayni zamanda kendile- rini çok müteessir etmiştir. Çün- ki Prensin ziyareti demek, şehrin kasalarına birçok paranın girmesi ve onun bulunduğu yeri öğrenen- lerin o şehre hücum etmeleri demekti, Prens dö Gal bu cevabı alır almaz busyaz tatilini Biyarriçte geçirmiye karar vermiştir. İngiliz Veliahti, bu intihabından cidden memnundur. Çünkü Biyarriç halkı, onun — varliğı ile hiç alâkadar olmıyarak kendi hallerinde eğle- nip vakit geçirmektedirler. Biyar- SON POSTA İSTANBULUN BAĞLI DİYARI Çeşitli Üzümlor Arasmda. Salimları Makasla Kesmek Zevkli Oluyor Bakarsan Bağ Olur Bakmazsan Dağ Olur Arabamız, Edirnekapısının ya- rim saat ilerisinde böyük bir bağın kapısından içeri girdi. Des- | , tursuz bağa girilmez derler amma, arabacının şaklıyan kırbacı, bir nevi destur yerine geçmişti. Arkadaşımla birlikte salıncak- ların kurulduğu meydanda dola- şirken bağın sahibi Remzi Efendi, koşa koşa yanımıza geldi: — Hoş geldiniz Beyler!.. — Hoş bulduk... — Amma, kusura bakmıya- caksınız... Çok kalabalık günde geldiniz... Remzi Efendinin hakkı vardı. Adamcağız, bizimle meşgul olmak değil, nefes alacak vakit bula- mıyordu, Çardak - altlarında ta- raf taraf kurulan sofralara üzüm yetiştirmek kolay iş değildi. Denizde kum, Remzi Efendi- nin bağında müşteri... Bir zamanlar “ asmalarda üzüm, yosmalarda gözüm...,, diye bir şarkı çıkmıştı. Asmalarda üzümü gelip bu- rada görmeli. Öyle salkımlar var ki tartılsa mübalâğasız üç dört okka gelir. Hasırların — üstüne yangelip çakıştıranların ne haddi var, ne hesabı.. Üzüm bir tarafta, Üzüm kızı bir tarafta.. Doldur, doldur iç! Remzi — Efendi, bir — aralık tekrar yanım.za geldi: — Aman kusura bakmayın.. dedikten sonra adamlarına ses- ’ lendi : — Beylere iyisinden — üzüm getirin.. Hiç burada üzümün fenası —- riçlilerin bu alâkasızlığı o dere- ceyi bulmuştur ki - nihayet geçen gün ufak bir hâdisenin husulüne bile sebep olmuştur. Ogün, Biyarriçe bir hokkabaz gelmiş bulunuyordu. Yaz orta- sında böyle bir eğlenceyi nimet bilen halk, adeta hokkabazın bu- lunduğu gazinoya akın ediyordu. Bunların arasında Prens dö Gal de vardı. Fakat herkes resmi siyah el- bise giydiği halde Prensin sırtın- da spor elbisesi vardı. Bu yüz- den gazinoya kabul edilmedi, | geri çevrildi. Fakat yanlışlık an- laşılıp ta arkasında bin bir ricacı koşturulduğu zaman Prens yüzü- nü —buruşturarak — şu — cevabı verdi: — Herkes gibi muamele gör- mekten memnunüum. Fazla ısrar etmeyiniz! fakat bu cevap, acaba samimi miydi? ea | Üzümünü bulunur mu? Önümüze konulan tabakta elime bir salkim misket Üzümü geçti “Yeme yanında yat,, dedikleri mutlaka bu olacaktı. Remzi Ef. nin Nümune bağında çeşit çeşit üÜzüm var. Dinlemiye üşenmezseniz size beş on tanesini sayayım: Atkulağı, saçayağı, mahımı- dağa, cambaz, kırmızı tilkikuyru- ğu, Hamburg — misketi, dim- pat, ruümiştina, kadın parmağı, Amasya, hora, nurunigâr, hacı- balba, beyaz Vodina, — şufka, zeynel, hurma, — siyaherenköy, | Tırnavo, Euça, Aleksandriya mis- | keti... Daha birçok cinsler söylediler amma, hatırımda bu kadarı kaldı. yede bağını sorma derler. Ben de ayni şeyi biraz değiştirerek tekrar edeceğim: cisini — Üzümünü ye de sormal! hattan anlıyorum ki şu üç dört sene zarfında Topkapı ve Edirnekapı haricinde kurulan bağlar, (700) dönümden fazladır. İstanbulun — Üzüm ihtiyacının yarısını bu bağlar, şimdiden te- min ediyorlar. Bir iki sene sonra Tavşancıl çavuşlarının pabucu da- ma atılacak galiba., Remzi Efenci, elile gösteriror: — Şurada Münzevi dedikleri bir yer vardır. Elli sene-evveline kadar Münzeviden, ta Avaz kö- yüne kadar bütün buraları çe- peçevre bağlıktı. Araya mubarebeler, yangınlar girdi. Bağlar, bakımsızlıktan, birer birer ortadan kalktı. Elli sene sonra, bağcılığı bu mıntakada yeniden canlandırıyoruz. Bu yüz- den, hem arabacılar beş on para kazanıyorlar, hem biz geçiniyo- ruz, hem de İstanbullular, ağız tadile üzüm yiyorlar. Biz böyle konuşurken çardak altlarındaki müşterilerin sipariş- a | ruyor. Remzi Efendinin verdiği iza- | leri biribirini takip ediyor : — Üç okka siyah misket!.. — Bir okka da bize.... — Amrnavutbayıldı iki tane... Sordum: — Arnavut bayıldı da nedir? Üzüm mü?. Remzi efendi güldü: — Üzüm değil... Kavun... Sonra izahat verdi: — Bu kavunun asıl adı miri kavunudar. Arnavutbayıldı ismini koyan benim.. Bakınız nasıl: Bir gün, müşterilerden biri, ka- vun istedi. Olgun bir kavun seçip gönderdim. Bizim müşteri ömründe böyle kavun yememiş. Beni yanına çağırdı; konuşma- sından Arnavut olduğunu anladım: — Aşkolsun — sana... — dedi, bayılttın Arnavudu... Etraftakiler — gülüşmiye baş- ladılar: — Arnavut bayıldı, Arnavut bayıldı... O günden sonra, ben de ka- vunun adını “ Arnavutbayıldı ,, koydum. Amma, bazı Arnavut müşterilerin buna canı sıkılıyor: — Arnavut bayılmaz diyorlar. Ben de o zamatı anlatıyorum: — Arnavut, korkudan değil, kavunun tadından bayıldı, -diyo- rum. Bu cevap hoşlarına gidiyor. Remzi Efendinin bağında sa- kımları kendi ellerile kesmek istiyen meraklılar pek çok, Bun- lar, bağ sahibine yalvarıyorlar: — Makası bize ver, kendimiz keseceğiz!. Remzi Efendi, başlarında du- Onlar da beğendikleri salkımı — koparıyorlar. — Yalnız, bağda anaforcular da eksik değil. Bekçiler görmeden avuç - avuç üzüm yiyenlere rastlıyorum. Ba- zıları buna da kanmıyor, Üzüm tanelerini, biribirlerinin suratına fırlatarak akılları sıra eğleniyorlar. Üzüm — muharebesinden Üstü başı leke içinde kalan bir cem gâver, kütüklerin arkasına siper alarak hasmına sesleniyor: — Al sana bir kırk - ikilikl.. Al bir kırk ikilik daha... Fırlattığı şeyler ceviz. büyük- lüğünde iki üzüm tanesi... * Öteki, uzaktan “ Vay başım!,, diye haykırıyor ve arada bir, sahiden vurulmuş gibi sırtüstü yere seriliyor. Bakarsan bağ olur, bakmaz- san dağ olur derler. Remzi Ef. nin bağı da bakım- h bir bağın verimi ne olabilece- gini bir bakışta ziyaretçilere öğ- retiyor. Bu civarda Remzi EF, nin Nümune bağından başka, Şerif Bey isminde müteşebbis bir memurun, daha ilerde Zi- | göre müşteri buluyorlar. Eylâl '!fl v iĞ Kari Mektupları Şakalorea İmtihanları Ve Bir Temenni Maarif Vekâleti Bakaloren imtihanına girmek hakkını dörtten üçe indirdi. Bu yüzden on bir sene mektep sıralarında dirsek çürüten bir talebe, bir ihmal ve« ya talisizlik yüzünden üç imtihan- da da muvaffak olmadığı takdirde ebediyen Lise mezunu — olmak hakkını kaybediyor. Bu felâkete uğrıyan bedbahtların adedi ma- alesef az değildir. On bir sene imtihana tâbi olarak sınıf geçen bir efendi üç imtihanda da kazan- maması bir şey bilmediğine delâlet edebilir mi? İkinci, üçüncü imtihan- da da kazanamıyan kimse, dör- düncü, beşinci imtihana da girer- se memleket ve millet bundan ne kaybetmiş olur ? — Bunca scne efendi olarak yaşamış bir talebe ufak bir ha- tası yüzünden sefalete terkedilirse bir fayda mı temin edilir ? Hayatın — pahalılığı, — iktısadi buhranın hüküm — sürdi bir srada fakrı zaruret içinde yav- rularını on bir sene ilim yuva- sından ayırmıyan zavallı babaların bu çok elim vak'a karşısında duydukları hüzün acaba onların ârlıklarının — bir. mükâfatı mıdır ? Bu husta alâkadarların naz rı dikkatini celbetmenizi rica ederim efendim. Aankara Erkek Lisesi mezun- 4 !ır:nd.ııı M A, Hisar İskelesinde Bir Hâdise Dün Hisardan İstanbula geç- mek istedik. Vapura 15 dakika vardı. Gişe açılmamıştı. Gişenin önünde mütemadiyen bekledik, fakat gişe açılmadı. Nihayet va- pur geldi. Yanaştı gişe açıldı. Hemen bilet almak istedik. Fakat memur geç kaldığımız için bilet veremiyeceğini söyledi. Vaktinde bilet gişesini açmi- yan ve kendi kabahatini bizim üzerimize yüklemek istiyen me- mur efendinin bu harekeli hak- kında alâkadar makamın nazarı dikkatini celbederiz. — A.H. Bir Buçuk Ayda Gelmiyen Bir Havale Çorumdan Kütahyaya tahvili memuriyet ettim. İzmitteki akra- balarım 2 ağustos 932 tarihinde Çorumdaki adresime bir posta havalesi gönderdiler. — Aradan bir buçuk ay geçtiği halde hâlâ havaleyi Aalamadım. — Yoksulluk içinde bu paraya intizar etmek- teyim, posta idaresinin bu hu- susta nazarı dikkatini celbederim. Kütahya Ziraat Bankası Muhasibl Ahmet Fuat vv AM raat Odası azasından sabık Polis Müdürlerinden Ziya Beyin, merhum Halit Paşanın biraderi Sami Beyin de bağları var. Ve bunların hepsi bakımlı bağlar... İstanbulun hemen yanıbaşın- da kurulan bu bağ mahallesi, bu mevsimde haftanın — hiçbir günü boş kalmıyor. Saz, ağı, yiyinti, — içinti, eğlenti, salıntı, çakıntı, ne isterseniz var. Hatta söylediklerine göre bağa cuma- dan başka —günlerde gidenler, daha çok istifade ediyor, daha iyi eğleniyorlarmış. Şişliden, nişantaşından, hatta Boğaziçinden bağda üzüm yemiye gelenler olduğunu işitiyorum. Allah bağına göre üzüm verir, derler. Bu bağlar da üzümlerine YAf