Dünya Hüâdiseteri Macaristanda Dilencilik 4 Mesele Oldu | YUŞA TEPESİND_E NELER GORDÜUÜM Peşte'den yaziliyör: İktısadi ;Yusa Aleyhisseıâm Şımdî Boyi ve siyast buhranın bir icabı ol- | mak üzere “Matatistanda " ve bi | hassa Peşte'de dilencilerin adedi | gün geçtikçe artmaktadır. Mev- | istatistiklere göre bunların | miktarı elyevm yalnız Peşte da- hilinde 200 bini bulmuştur. O | süretle ki sokağa çıkıp ta kısa bir mesafe katederken on, ön beş dilencinin — müracaatına — maruz | kalmamak — mümkün — değildir. | Bu hal, Macaristan da bir nevi dilencilik san'ati doğurmuştur. Halbuki bunların siçinde ha- kiki fakirler mevcut olduğu gibi sahte dilencilerde vardır. Peşte | belediyesi, bunlarla — mücadele edebilmek için bir usul vaz'e!- miştir. Dilenciye sadaka vermek | Istiyenler, para mukabilinde be- lediye memurluklarından muhtelif kıymette birtakım matbu kâğıtlar almaktadırlar. Bu kâğıdı sadaka mukabilinde alan dilenci paraya tahvil edebilmek için yine bele- diye memurluklarına ibraz etmek mecburiyetindedir. Bu suretle dilencinin hakiki bir fakir olup olmadığı kısabir tahkik neticesin- de derhal meydana çıkmaktadır. Aç Kalan Papaz... Birçok — neş'eli — maceraların kahramanı olan — İngiliz papazı Davidsonun akıbetini bu sütun- | larda size nakletmiştik. Papaz- | hıktan ayrılmasını müteakıp atıl- dığı garip hayata dair bazı taf- silât verebilmek için geçmiş hâ- diselerin kısa bir hulâsasını yap- mak lâzımdır: Papaz Davidson, genç ve güzel kadınların papazıdır. Ne- rede hafifmeşrep bir kadın bu- hlursa, Davidson cenapları o ka- dını hak yoluna davet etmekten | hoşlanırdı. Papaz Davidson ihti- yar ve vakti geçmiş insanlara vaz ve nasihat ederken kimse görmemiştir. Davidson okadar yufka yü- rekli (!) bir papazdı ki bu gibi kadınlardan yersiz, yurtsuz ka- lanları kendi odasına alarak ge- ceyi geçirmelerine müsaade ede- cek kadar merhametkârlığı ileri götürmüştü. Bu hal, aleyhinde birtakım dedikoduların çıkmasına sebep oldu. Nihayet mensup ol- duğu kilise mahkemesi papaz Davidsonu sorguya çekti. Gerek papazı ittiham edenler, gerek apazın müdafaa şahitleri, bir ayli çekiştile. Bu arada bir kadin ortaya çıkti ve papaz Da- 'i::'oııdu ittiham etti. Kilise mahke- n le onu rahiplikten çıkardı. Şimdi bu adam aç ve sefil bir hnldç ortada kalmıştır. Davasını temyiz etmek için parası yoktur. Paparz olmadan evvel aktörlük yaptığı için davayı temyiz et- meyi temin edebilecek parayı bulmak maksadile bir çare dü- şünmüş ve hemen tatbik — et- miştir. Bu çare şudur: Sabık papaz Davidson bir ya hçi almış, eski *Yunan filozofu Diyojen gibi çırılçıplak soyuna- rak fiçinin içine girmiş ve meş- hur İngiliz plâjı Blekpul'da ken- disini teşhir etmiye başlamıştır. Meraklı kimselerden aldığı para- *Jarı biriktirerek temyiz masrafını çıkarmıya çalışmakta, bir taraf- tan da fıçınm içinde itiraz lâyi- hasını yazmaktadır. Amerikada Serseri Çocuklar Nevyorktan yazılıyor: Amerika mesai nezaretinin bir istatistiğine göre bugün çekilmekte olan buhra- nın bir neticesi olmak üzere bütün Amerikada serseri bir hayat geçiren 200 bin çocuğun mevcut olduğu tesbit edilmiştir. Bu biça- relerin barınacak yurtları yoktur. bir işin olmıyacağını için alay ederiz: — Balık kavağa çıktığı zamau, değil mi ? Geçen cuma günü, vapurumuz Yuşa tepesinde ağam eğleniyor Balık kavağa çıkmaz, deriz ve | anlatmak S Anadolu kavağına yaklaşırken bu | mesel hatırıma geldi. Tesadüf bu ya.. Sahilde Ağzına kadar pala- mut istif edilmiş bir balıkçı - ka- yığı duruyordu. Yol arkadaşıma takıldım: — Hatırlar mısın, dedim, sen- den Fiytarihinde bir şey istemiştim. Sen de: “Peki... Olur. Yalnız balık kavağa çıksın da — öyle.., demiştin. — E. Ne olacak? Sahildeki — balıkçı gösterdim: kayığını | — Ne mı olacak? İşte balık | kavağa çıktı, yap vadini bakalım. Anadolukavağından sonra va- pur, sütlüceye uğruyor. Arkadaş- la birlikte niyetimiz Boğaziçinde eski usül bir Ilâmelif çevirip dönimekti. Fakat Sütlüceye — yanaşırken bende tuhaf bir arzu uyandı: Yuşa tepesine çıkmak!... Arkadaşa fikrimi açınca: — İşin mi yok, " Allahım “'se- versen... dedi, bu sıcakta Yuşa'a nasıl çıkılır ? — Eğer seni, bir adım yürü- tirsem -o zaman söylersin !.. — Demek, tayyare — hazır- ladın ? — Tayyare değil amma, çe- mender... — Şimendifer mi? — Birazdan görürsün... Anha minha, bizim ahbabı kandiırıp Sütlüceye çıkardık İskele önündeki bahçeli gazinoda millet yiyip içip hora tepiyor. Bu öyle bir vur patlasın, çal oynasın Ale- mi ki, bir benzerini başka mesire- de bulamazsınız. Bir kere, muhit, serbestçe eğ- lenmiye her yerden daha müsait.. Teklifli birine rastlamak - ihtimali yok... Göz alabildiği kadar bütün dağlar sizin... Ne karışan var, ne görüşen.., Sulak bir yer iİster- seniz, tabyaların — ilerisinde, ceviz ağaçlarının gölgelediği — seddini Üstüne çıkıp fisebilillâh şarıl şa- ril akan lirsiniz! subaşında yerleşebi- Ne ayak bastı parası var, ne hasır kirası.. Yok, eğer dolaşmaktan üşen- mezseniz, rahvan Yuşâ elinizde... bir merkebe tepesine " kadar Arkadaşım, zilen merkepleri atlayıp çıkmak arka arkaya göstererek gül — Çemender dediğin bunlar | mı? Ben, şimendifer anlamıştım. — Merak etme dedim, menderler, böyle yokuşlarda şi- var. Ben evvelâ gözüme kestirmiştim. — Atlıyacak — oldum. Arkadaş itiraz etti: — Yooo... Kur'a onu çekeceğiz! | Kavga dediğin bundan çıkar!.. — Pekâlâ, öyle olsun... Cebimden nikel çıkarıp fırlattım. Yazı olacak, Ne dersiniz, yazı isabet etme- gelirse, eşek — benim sin mi? Süslü eşekte arasında paylâşılamıyan bir sev- gili gururu seziyorum. İkide bir, kişneyip duruyor. Yokuşu hızlı hızlı tirmanmıya başladım Arkadaş, arkamdan sesleniyor: — Hızlı gitme. yahu... Ye- tişemiyorum... j — Ne yapayım... galiba işi pek acele... Gülüşerek — atbaşı beraber « pardon - eşekbaşı beraber yo- kuşu çıkıyoruz. Birkaç dakika sonra “Abıha- yat,, suyuna gel Bizimkinin -— TAKVİM —— ÇARŞAMBA 10.Güx « 14 — EYLÜL- 932 War 131 Raml | su içmeliyiz! | büsbütün çe- | İgittikçe dikleşiyor. Bütün haşmetile| | hatıra gelir. İn cin top oymyan bir yirmilik | iki rakip | 'Halk Burad_a Öbek Öbek Çadır Kur-' muş Yeyip İçiyor, Gül Kari Mektupları 'Maili İnhidam üp Eğleniyordu Bir Ev | Evvelce Belediye tarafından Cihangirde sokakta (17 ) numaralı hanenin büyük duvarı altından gelmiştir, | yıktırılan Kumrulu zamanla geçilmiyecek bir teker müÜruru hale Taşları teker | yola düşmektedir. İleride vukua çilmesi Ben eşekten atladım: — Burada bir bardak olsun — Ne suyu bu? — Abıhayat... — Bir bardak derken, Üç, dört, beş bardak oldu. İç bre iç.. Mübarek su, ne olur azıcık şişkinlik “verse... “Adi üstünde Abıhayat.. Hele parasız oluşu, cana can katıyor. İstanbulda — şişesi beş — kuruşa içtiğimiz sular hatırıma geldikçe, ne olur ne olmaz midede bulun- sun diye bir bardak daha yuvar- hyorum. Abıhayat suyundan sonra, yol önümüze serilen Boğazı seyrede- | rek, gidiyoruz. Galiba böyle ya- rım saat kadar yürüdük. Nihayet | Yuşâ göründü. Yuşâ diyince, bir dağbaşı ıssız. bir dağbaşı.. — Fakat. bu mevsimde, siz gelin de bu Tssız dağbaşının halini görün.. Yuşada ilk gözüme ilişen, sıra sıra çadırlar oldu. Aman efendim, bu çadırların. önü, âdeta bir mahalle kahvesi olmuş.. Grup grup toplantılar.. — Hasene hanımcığım.. Sizin kaç gün oldu ?. — Vallahi.. hemşire.. — günü- nü hatırda tutamam ki. Dur bakayım, çarşambadan çarşam- baya sekiz, perşembe dokuz, cuma on... Öyle ya, tamam on gün.. 1 — Bizim daha dördüncü gü- nümüz... Sizin anlıyacağınız, Yüşâ, bir kamp karargâhı olmuş. Birçok aileler, pılıyı pirtiyi toplayıp buraya göçmüşler. Birisi diyor ki: — Aman efendim.. Ne rahat | çevrilmiş azametli gelecek bir kazaniın önüne ge- hususunda Belediyenin nazarı dikkatini celbetmenizi rica ederim. Kumrulu sokak 46 No. lu hanede Karilerinizden Cemal Gebzede Güzeller mahallesinde E. Neşet Böyet Hakkınız herhalde dur. Bir istida ile müracaat ede- rek hatırlatırsanız — İsabet mahfuz- etmiş | olursunuz. x Bakırköy — Çimönto Beşler Fabrikasında Mongenin köyünden — Sadık | Fikri Beye: Teveccühünüze teşekkür ede- riz.. Bu vadide — neşriyatımıza devam edeceğiz. Selâmlar. —— — şımarık bir kız var. Durmadan ip atlıyor. Amnesi; dolaşıyor : — Yine yorulacaksın Saniye.. Terlersen karışmam ... Kızın bütün neş'esi üstünde : — İstanbula indiğim gün tar- tılacağım.. A.. Valtahi — dehşetli şişmanladım.. Bursa için Uludağ ne ise, İstanbul ve Boğaziçi için Yüşü tepesi o imiş. Kampa çıkanlar, dehşetli memnun : — Birkaç övün yemek yiyo- önünde, — arkasında; | ruz, bana mısın demiyor... Âdeta obuar olduk burada... Bizim — arkadaşla — “ Yuşâ,, Peygamberin — merkadi — olduğu rivayet cdilen mezarın başına geldik.! 6 metre uzunluğunda, 2 metre genişliğinde etrafı duvarla bir mezar.. Mezarın az ilerisinde yıkık bir cami var. Camin yanında da fstü kapalı bir kuyu görünüyor. Ben, bu altı metre uzunlu- gundaki kabri göstererek : — Şimdi, dedim, Yuşâ Aley- hisselâm, minare gibi boyu ile ayağa kalkıverss ne yapardın? Bu sözü, yanıbaşımızda duran bir genç düymuş. Bize doğru geldi: “— Efendim, diyor, bu dağa Bizanslılar zamanında Yürios dağı derlerdi. Dağın civarında Jüpiter Yürios namına bir mabet bina edilmişti. * 1924 senesindeki hafriyatta sonfadan, mabedin üzerine inşa edilen Jüstinyen kilisesinin plânı ile milâttan evvelki devirlere ait bazı eserler bulunmuştu. Yuşa Aleyhisselâmım mezarının burada bulunduğunue söylerlerse de ne dereceye kadar doğru olduğu kestirilemez.,, Yuşadan ayrılırken, arkadaşım gülüyor: diyorlar, uyku uyunuyor, bilseniz.. Tahta- kurusu yok, sivrisinek yok.. Hele sıcak hak getire.. Ben sordum: — Serin olmuyor mu? —A. Serin de söz mü? Battaniyelere sımsıkı sarınıyoruz. Kampa — çıkanlar — arasında, — Vilâyet hudutları dahilinde yepyeni bir mahalle.. Yuşa ma- hallesi.. — Evet, dedim, yalnız yazık ki geç haber aldık. Yoksa, bik seydim temmuz girer girmez, kendi hesabıma ilk işim bir ikl ay için bu mahalleye taşınmak olurdu... »4