Si Ağustos TİMURLENK —T0— Muharriri : 4 X4 sON —POSTA AA — Kaptanlarımızın En Heyecanlı Deniz Maceraları Dalgalar Kudurmuş, Fenerler Sönmüş- Kız, Hakan Hazretleri tü, Önümüzdeki Gemile Çarpışacaktık Kocamış! ge u — Kişil Ne oluyorsun, niye irsun ? O oca, çali bir kaboz . gibi müfekkiresini saran korkunç ha- yallerden sıyrılmıya — çalışarak kekeledi: | — Bittik, —yıkıldık, bundan sonra bize iyi gün yoktur. — Dur bakalım, yiğitim, da- ha işin başındayız. Gün doğma- dan neler doğar? — Uğursuz gecenin günü de l oğursuz. olur. Ben arlık — iyilik- | umuyorum, — kü Hük bekliyorum. Hayırsız kız. bizi yele verdi. — Kızın günahı yok, büyüye uğramış. a Hazır hocanın gözleri, yerin den çıkacakmış gibi, açıldı, bü- yüdü ve alık alık sordu: — Ne büyüsü avrat, düş mu | görüyorsun? Safdil kadın, müsbet bir ha- kikat hikâye edercesine anlatmı- i. Kız toymuş; ne er ğ:lırî:“ ne gerdek. Öyle iken | 'Timurun ihtiyarlığını ileri sürüyor- ! muş, tiksiniyormuş. Bu alsa olsa büyüden ileri gelebilirmiş! Kadın, | tahminlerini — kanaat — şeklinde | ifade ediyordu ve birçok misab | lerle “filânın kızına da nlnıaniış. me- dı,, gibi örneklerle hükümlerini te- yide savaşıyordu. Onun görüşüne | göre kıza büyü yapılması gayet tabil idi. Çünkü yavrucağız gü- | zeldi. Görenlerin aklımı başından alıyordu. Böyle bir hale, akıl perişanlığına uğrıyan gençlerden birinin usta bir sihirbaza yanı- Şıp efsun — yaptırması elbetle mümkündü. Binaenaleyh kızmak değil acımak İlâzımdı. ve vakit geçirmeden büyüyü bozdurmıya | çalışmak gerekti. Hızır Hoca, saf yürekli kar- gının, kızını korumak - kaygusun- dan doğan, bu manasız sözlerini sonuna kadar dinledi ve yalnız | bir noktaya mim koyarak onu | ele aldı: — Edepsiz kız, dedi, Sahip- kıran hazretlerini ihtiyar mı bu- layor ? | — Büyü bu, insana her şeyi | söyletir ! — Büyüyü, müğüyü bir tarafa bırak ta duyduğunu söyle: Hân için Tüvekkül, ihtiyar mı diyor? — Evet ! 'SON POSTA GELİE Ö RUKL OA UA Yevmi, Siyasi, Havadis ve Halk garetesi —— İ al: Eski Zaptiye | eşme sokağı 28-14 | — Telofön: İstanbul - 20203 Posta kutusu: İstanbul - 741 Telgraf İstanbul SONPOSTA ABONE FİATİ TÜRKİYE ECNEBİ 1400 Kr. 1 Sene 2700Kr. 750 , GAy 1400 , 400 » 3 « 800 ,, 150 , 1 300 , Gelen evrak gerl verlimez Hânlardan — mes'uliyot alınmaz cevap için meoktuplara (6) kuruşluk dul ilâvasi Tâzundır. Adrea değiştirilmesi (20) kuruştur. İdare: ,'_ " Gazetemizde çıkaa rekii ve yazıların Bütün hakları mahfus ve gazçtemize alttir. Diyordu — Demek ki o genci biliyor, ihtiyarı biliyor, onları tartıyor, ayırt ediyor! Yaşı oluz beşi aşmış olan kadın bilâihtiyar kızardı. Kendisi ogüne kadar böyle bir mevzu üzerine — zihin yormuş değildi. Kızının Timur için ihtiyar deme- sinden sopra bile tabiatin her mevcut üzerinde nöbetle yarattığı bu basit cilveyi düşünmemişti. Şimdi kocasının ağzından dökülen sözler, o yıllanmış kayıtsızlığı gide- riyordu ve gözlerinin önünde gençlikle ihtiyarlığın bariz fark- ları - dolaşmıya - başlıyordu. O, kızının bu farkları hbangi nümu- neye ve hangi mikyasa göre idrak | ettiğini Lilemiyordu, lâkin onun iyi düşündüğünü anlıyordu. Genç başka, ihtiyar yine başka idi. Karısının ezilip büözüldüğünü gören Hızır Hoca, ihanet gör- müş bir koca gibi ateşleniyordu. | Zira onun sükütundan, — kızıma hak veren fasit düşünceli bir ana günabı sezinsi ordu. Ana ile kızın düşünülmesi memnu olan bir mevzu üzerinde ittifak ettiklerini anlamak kendisini sinirlendiriyor- du. Maamafih parlamadı, teenni gösterdi ve sadece sualini tek- rarladı : — Susma avrat, konuş. Te- kül ne sayıklıyor ? Gençler kocalar, kötü mü olurmuş, diyor ? e — Öyle demiyor. Yalnız Hâ- kan Hazretleri kocamıştır, diyor. — Sen ne dedin ? — Er kişi kocamaz dedim! Hizir Hoca, sakalmı ayucuna | | Cebelittarıkı — geçtik. Deniz, ilet isoller ve — istirap nöşelerini o- üfuklarında — ararlar ve ittiraplarını önün — rengin pırilti da dindirirler. Bu sütanlarda, h ları denirde, mücndele, korku ve heyecan içinde geçen kaptanlarımıe zi maceralarını kendi ağızlarından dinliyeceksiniz. Ankara vapuranua kiymetli — "1918de Türkiye, Yuna- nistan ve Mısır- daki Alman Ba- kıyetüs süyufanu Reşitpaşa vapı- rile Hamburga götürüyorduk. Se- yahatimiz Malta- ya kadar çok rahat geçti. Fa. kat buradan son- ra korkunç dal- galarla karşıl, tık. Aıgıngdî gaların Üstünde gallana — sallana İki sonra Keyb Finstere girdik. Bu limandan sonra gemiciler arasında müthiş ve korkunç fır- tınalarile maruf olan Beyof Biski- ye vâsıl olmuştuk. Hava birdebire değişmişti. Barometre yavaş yavaş düşüyordu. Biraz sonra patlıyacak olan fırtınanın ilk alâmetleri gözük- gün korku ve zevk veren bir manzara görmedim. Ufukta turuncu alev- lerle — yamıp- — tütüşan neş, korkunç — bulutlar içineg“ p aldı, uzun bir lâhza düşündü ve | sonra kaşlarını çattı: Tevekkül — büyüye yoldan çıkmış, sapıtmış | Kadın, meş'um haberler âlın: kulmuş, — sularda yaratmıştı. Bu sırada rüzgâr bi- raz daha fazla esmiye başlamıştı. Gece yarısına doğru fırtına | çıktı. Berometre bi g — Bana bak avrat! - dedi - | ö eg n uğramadış, | dığı ve fena sözler duyulduğu | zamanlar yapılan harekeli yaptı, yakasını ağzına çekerek üç kere tükürdü ve mırıldandı: — İşitenlerden — irak, — dost | evinden uzak. Ne diyorsun kişi? Nur parçası çocuğumuza kendi dilinle leke mi sürüyorsun? — Lekeyi ben sörmüyorum, | kendi sürüyor. Erin gencini arayıp ihtiyarını beğemiyen kızın eteği temiz mi olur? — Deyme kişi, demel Tevek- kül, çiğ görmiyen çiçek gibidir. Süt emen çocuktan da paktir. — Sen yine öyle san, Ben yapacağımı bilirim. — Ne yapacaksın? — Biricik yavrumuzu, yetmişlik bir adama ihtiyar dedi diye kesecek misin? İlkin beni boğ, sonra ona sataş! Hızır Hoca kötü kötü güldü, karısını biraz daha yanına çekti, kulağına söyler gibi yavaş sesle bir şeyler anlatmıya girişti. O söyledikçe kadın titizteniyor, iti- raz etmek istiyor, fakat ağız açamıyordu. Hoca, mahrem hi- tabesini bitirdikten sonra elini karısının omuzuna koydu: — Bu, böyle olur, dedi, başka türlü olamaz. Beni asılımış, kızım çobanlara satılmış, ocağımızı yıkıl- miş görmek istemiyorsan bana uyacaksın, dediğim yapacaksın? ( Arkası var) | vallı düştü. Rüzgârın şiddetile güverte ve köprü üstündekiler öteye be- miye başlamıştı. Ben ömrümde o | | sabahki tulü kadar insana dehşet, so- | alâimsemalar | riye 'sıvmlumçmıya. denize yu- varlanmıya amıştı. Gemi za- bir insan halini almıştı. Korkunç ve devasa dalgalar ko- €a gemiyi denişîn Üstünde bir saman çöpü gibi oynatıyordu. Biran geldi ki, dümen ve makinecin idaresi güçleşti. Her dalga çarpışında dümen — rüzgâr üstüne alabanda olduğu halde yemi mukabilftarafa tokatlanmış gibi kaçı- yor, istikameti muhafaza imkânı kalmıyordu. Bazan dalgalar üs- tüne çıkan Reşitpaşadan — karlı dağlar gibi beyaz köpüklü dalga- lar arasmda bir gemi feneri görüyorduk.. Bu — vaziyet bizi iyice yoruyor, manevra mecburi- yetinde kalmamak için mümkün olduğu —kadar açık bulunmak lâzımgeliyordu. Bir aralık It:ğ'ı:âcdc bulunan bir motör yatağından kopmı denize — sürüklenmeden ::*:;l hığlııııbîlnilîi: Birdenbire müthiş iki dalga geldi ve alabura olan iki iskele parçalanarak denize uçtu. Gece yarısma doğru birden- bire elektirikler sünüverdi. Gemi zifiri karanlığa boğulmuştu. Kor- kunç birer ıslıkla her tarafı yala- yıp geçen rüzgâr elektrik telle- rini parçalamış, her iki dinamo- yu da bozmuştu. Bu karanlık gemideki Alman askerleri, müthiş bir vaveyla ve korku içindeydiler. Zifiri karanlık içinde derhal ihtiyat nizam fenerleri, — petrbl lâmbaları yakıldı.. Pusula yağ lâmbalarile temin - edildi. Fakat geminin baş tarafında - bulunan Müthiş bir facia atlatan Ankara süvarisi Salt Bey Kaptan ik_i kırmızı ve yeşil fenerin çe- kilmesi çok güçtü. Bu fenere nekadar yağ versek bir türlü muntazam yakamıyorduk.. Birdenbire baş taraftan bir tayfa bağırdı: — Silyon fenerleri söndü!.. Felâket!.. Bu bizini için en büyük, en feci akıbetti.. Bir geminin sılyonlarının işlememesi onu yüzde doksan dokuz tehlikeye atar. Böyle fırtınalı, 2zgın dalgalı ve zifiri karanlık bir gecede, fe- nersiz kalmak, denizcileri titre- ten bir hâdisedir. Bu sırada birdenbire karşıdan bir gemi feneri göründü. Gemi gittikçe bize yaklaşıyordu. Artık Reşitpaşanın dümeni de — tutmu- yordu. Denizde manevra yapa- mayorduk. Rüzgürin önüne kalı- miş olan diğer gemi bizi gör- İHiacatYapm | meksizin üzerinmize — geliyordu. Önü “mevelidiyetimizi biüdirmök için biçbir vasıtamız yoktüur. Ne fenerimiz, ne bir ışığımız ne de | düdüğümüz... O korkunç dalga gürültülerinde, rüzgâr ıslıklarında düdük işitilmiyordu. Facia bize, biz faciaya yaklaşıyorduk. Ge- milerin çarpışması, ikisinin kay- namasile neticelenecekti. Ben is- kele fenerinin yapılması ve çarçarça- |buk yerine konması için çırpınarak canla başla çalışıyordum. Tayfa çifte kırmızı fenerlerin yakılması ve çekilmesi ile uğraşıyor, fakat | bir türlü yakım:yorlırel):. Bir an geldi ki, korkunç, — feci, tüyler Ürpertici tehlike, önüne geçilemi- yecek kadar yaklaştı. Derhal dümeni sancağa alabanda ettir- dim ve bekledim. Facia gözüm önünde canlanarak uzuyordu: Mütbiş bir tarraka ve korkunç seslerden sonra, Reşitpaşa, biz ve Almanlar — bir anda denize kaynayıp gidiycruz. Biribiri üze- rine — binen bu iki — tekne bu korkunç fırtına gecesinin uğultuları, — canhıraş — iniltileri, feryatları, çığlıkları, çılgın gibi şaşkın ve perişan öteye beriye koşuşmalar ve yavaş yavas ke- silen sesler içinde denizin malı olacaklar, onun sinesine gömülüp gideceklerdi. Ben bunları düşünürken bir« denbire halâskâr bir ses duyuldu: — Fenerler yandı! Fener bir anda ışıldadı ve ön taraftaki gemi derhal dümeni alabanda etti.. Ve bize “T,, va- ziyetine geldi.. Kurlulmuştuk... — Sağımızdan ağır ağır açılan gemi, muazzam bir transatlantikti. Bu geminin Reşitpaşa üzerine binişini artık siz tasavvur edin. Eğer fener daha iki dakika yakılmamış olsa idi, feci hâdise- nin önüne geçilemiyecekti.,, Sait Bey kaptan sözünü biti- rirken ilâve etti: — Eğer biz gemiciler bu hâdiseleri — unutmasak, — imkânı yok bir daha sefere çıkmayız .. R. 5. | ak İstiyenler Çok Sıkıntı Çekiyor Vasıtasızlıktan _b'(.)ğ.an Müşkülaâtın Derhal Önüne Geçilmeli Bu sene memleketimizin her | tarafında, diğer senelere nispetle birkaç misli bulan bir meyva bolluğu vardır. Bunlardan mühim bir kısmı ihracata ve memlekete hariçten para kazandırmıya çok müsaittir. Kavun, karpuz, şeftali ve Üzüm gibi nefis meyvalarımız ihraç edilebildiği takdirde mem- lekete mühim miktarda eccnebi dövizi girebilir. Bu hususta bazı meyva tacirlerimiz ihracat için teşebbüse girişmişler, fakat mü- teşebbisler vasıta kifayetsizliğin- den dolayı çok müşkül variyet- ler karşısında kalmışlardır. Vazi- yeti hulâsa etmek lâzım gelirse, dünya buhramına rağmen hariç memleketlerde Türk meyvaları için müşteri bulmmakta, fakat ihraç imkânsızlığı kendisini göstermek- tedir, diyebilirir. Nitekim İsken- deriyeye — şehrimizden miktarda — şeftali — ihraç istiyen bir meyva taciri, birtakım müşkilâttan sonra bu teşebbüsün- den vazgeçmek — mecburiyelinde kalmıştır. Mesele şudur; Meyvahoşta iş gören ve Sa- pancalı — Mahdumları — firmasını etmek taşıyan bir müessese birkaç gün evvel İskenderiyeye doksan küfe | şeftali göndermiye karar vermiş ve orada müşteri de bulmuşlur. Şeftalinin burada okkası 3 veya 4 kuruş olduğu hülde İskenderi- yede 40 kuruşa — satılmaktadır. Bu müessese, mallarını Seyrise- fainin Ankara vapurile göndermiye teşebbüs etmiş, fakat ret cevabı almıştır. Çünkü vapurda iki tane buzhane vardır. Bunlardan birin- de geminin erzakı —muhafaza edilmektedir, diğerinin ise kayışı koptuğu için muattal bir halde- dir. Müessese sahibi ikinci depo- nun — kayışını kendisi — masraf ederek yaptırmak istemiş, bu Seyrisefain İşletme Mü- üne de —malümat — vemiş, müracaati neticesiz kaldığı için Müküre | mallar m gönderememiştir. Vazi- bir. müessesevin menfaati ndan değil, fakat memle- ket ihbracalı cephesinden düşü- nürsek ehemmiyetini derhal l:av.- rıyabiliriz. İskenderiyeye görteri- çürmiye kaldığını lemiyen — meyvaların mahküm. bir variyette da üave edei t