10 Sayfa ÇANAKKALE Enver Paşa 24 Martta Mühim Ve Şamil Bir Karar Vermişti 24 Martta Enver Paşa mühim ve şamil bir karar vermişti. Ça- nakkkaleye çıkacak — İngiliz ve Fransız askerleri Mısırda topla- nirken, o da burada bir kolordu teşkiline ve buranın mukaddera- tını vâsi salâhiyetle muktedir bir kumandana Mareşal Leyman Fon Sanderse vermiye karar vermişti. Leyman Eon Sanders bu mevklii memnuniyetle kabul etti. Fakat vazifenin çetinliğini müdrik oldu- ğu için, o sahada bulunan kıtaa- tın mümkün olduğu kadar sürat- le takviyesi lüzumunda : etti. Yeni — kumandanın — İstanbuldan Büratle Çanakkaleye hareketi, İngiliz başkumanının Londradan müstacelen Mısıra hareketine ben- zer. O da maiyetini hazırlamıya vakit bulamamıştı. Tayin edildiği- nin ertesi günü yalnız Türk zabiti olarak Kâzım Beyi ve iki Alman tabitini alarak hareket etti. Mai- yeti erkânının arkadan gelmesini tenbih etti. Şunu da kaydedelim ki, bir Alman yüzbaşısı müstes- na edilmek şartile, beşinci ordu erkânı kâmilen Türk olacaktı. Leyman Fon Sanders Gelibolu şehrine 26 Martta çıkacaktı. Derhal müdafaa tertibatını baş- tanbaşa değiştirmiyo karar ver- di. Hatıratında diyor ki : “ Benim prensibime muhalif olarak, kıtaat, eski bir usule tevfikan, hudut boyunda sıralanır gibi, sahil boyunca dizilmişlerdi. Düşman her tarafta az çok bir “mukavemet görecekti. Fakat ih- tiyat kuvveti olmadığı için bu mukavemetin devam etmesino imkân yoktu.,, Bu suretle her firkanın derhal tecemmüünü emretti. Sahilde yalnız ufak müfrezeler bulunacaktı. Leyman Fon Sandersin geldiği zaman, Türk kuvvetlerinin — Ça- makkalede nerede bulunduğunu tayin etmek mümkün değildi. Fakat kıtaat aşağı yukarı şu tarz- da dağıtılmıştı: — Yedinci fırka Bulayir hattımı tutuyor ve oradan asker — ihracımna karşı koymağa hazırlanıyordu. Bu nokta ile Suvla koyu arasındaki sahili de iki jandarma bölüğü muhafaza ediyordu. Suv- ladan Seddülbahire kadar olan kısmı dokuzuncu ve on dokuzun- cu fırkalar uühdelerine almışlardı. On dokuzuncu fırka yeni teşkil edilmişti ve Mustafa Kemal Beyin kumandasında —idi. Dokuzuncu fırkanın yarısı Buğazların Anadolu sahilinde Kümkale ve Yenişehire ayrılmıştı. Anadolu kısmında 11 İnci fırka vardı. Çanakkale şehrinde bir miktar asker vardı. Sahil boyunca da Üç jandc.. aa taburu dağıtılmıştı. Teknik noktai na- zarından bakıldığı zaman, Kum- kale, Seddülbahir, ve Yenişehir- de bulunan — kıtaatın doğrudan doğruya |kendi -kumandanlarının emri altında olmayıp, Boğazlar- daki istihkâm ve batarya kuman- danlarının emrine verilmeleri va- ziyeti bütün bütün — güçleştiri- yordu. Kara askerlerine tayyare tah- sis edilmemişti. Çanakkalede bu- lunan bir iki tayyare, istihkâm kumandanlığı emrinde idi ve ihliyaca kifayet etmiyordu. SON POSTA İngiltera Hükümeti tarafından Gazi Ez. no hadiye edilen esorin teretimesi. Çanakkalede Fransız ve İnglilz esirlerinden bir grup Karadeniz boğazları da dahil olduğu halde İstanbul ve Boğaz- ların müdafaasına tahsis edilen kuvvet dokuz fırkadan ibaretti. Bunlardan 3 üncü firkanın Ça- nakkaleyo — hareket emri 12 nisanda — verildiği halde, fırka ancak marlın — birinci haftası hareket edebilmişti. Bu fırka- nın — arkasından — bir — süvari kıt'ası gönderildi ve bu kıtaatın sevkinden sonra, Türk menabiine göre, Çanakkaledeki Türk kuv- vetleri 84 bin kişiye, bıhdğ olu- yordu. Bunların içinde derme- alma, silâhsız efrat ta vardı. 'akat silâblı ve mücehhez efradın 45 bini geçtiği muhakkaktı. Leyman Fon Sanders hatıra- tında i915 ilk baharında Çanak- kale mevkilerinin maruz kal müşkülâtı tasvir etmektedir. müşkülât ıoıırıdın görülmiı ve bu müşahedeye istinaden yazıl- mış olmakla bereber, İngiliz ha- zırlıklarında görülen müşkülât ile mukayesesi faydadan hali değildir. Alman Jeneralı, düşmanın en ziyade asker çıkarabileceği saha, Anadolu sahilinde Besika koyu olabilir. kanaatinde idi. Çünki burası) hem Bozcaadaya yakındı, hem de az zamanda buraya bü- yük bir kuvvet çıkarmak müm- kündü, daha birçok şerait bu noktadan — hücuma geçilmesini emrediyordu. Sahile yakın yük- sekçe mevkiler, sahile çıkan pi- yadeyi muhafaza için topçu ate- şine merkez vazifesi görebilirdi ; civardaki dere harekâtın icrasına mâni teşkil etmiyordu; yollar mun- tazamdı. En mühim müdafaa vası- taları Anadolu sahilinde idi. ( Arkııı var ) —a Türki yenm İswçresı E_lrmenak, Hava Ve Su .lti_barile Wçp_k»Cömerttiıf, Ermenak kasabasının umum!? manzarası Ermenak (Hususi) — Bizim kazamız Ermenak, Karaman ka- dar eski ve tarihi bir yerdir. Nitekim burada Karaman oğulla- rından kalma bazı asarı atikaya tesadüf olunur. Üç, beş sene ev- veline kadar bu kasaba metruk bir halde kalmış vo hiçbir yol yapılmamıştı. Fakat dört sene evvel Karaman Mut « Ermenak yolu yapılmış ve otomobil — işlemiye — başlamıştır. Bizim kasabaya girilirken binalar bir taraça manzarası arzeder. Daha aşağıda muazzam bir )ı.- şillik hâlinde ceviz ve ağaçlarının her tarafı k:ıplad iği görülür. Biraz ilerleyerek dik yokuşlardan yavaş yavaş bağlara doğru inilecek olursa muhtelif şekillerde çağlayanlar yapan bil- lür gibi berrak sular gözleri ka- maştırır. Burada çeşme göremez- siniz. Su — içmek — isterseniz bir çağlayana yanaşır ve orada kana kana soğuk — su içersiniz. Su okadar soğuktur ki elleriniz tahammül etmez. — Bu havalide hava gayet — güzel ve temizdir. Onun için halkımız kanlı ve can- hdır. Sanki tabiat bütün emeğini Ermenağa sarfetmiş. Suların akmasından — husule gelen tabil kayalıklar, yeşillikler, kayalar arasından akan köpüklü sular, muhtelif kuşların neşeli cı- vıltıları ayaklarınızın altından akıp giden bir ırmakçık, biraz ötede bir değirmenin hışırtısı, insana gayrühtiyari: “Ah ne şirin yerl,, dedirtiyor. Ben bir müddet evvel Yalo- vayı da gördüm. Fakat burası kadar tabii bulmadım. Diyebili- rim ki burası Türkiyenin İsviçre- sidir. — M.T. r Temmuz 23 ÂYE Bu Sütunda Hergün Muharriri: L&on Deutsch Mütercimi: Hüseyin Zeki KADIN GAZETECİ (') — Kahvaltınız hazırdır, Mazel... Jaklin gözlerini açtı, tekrar kapadı; sarışın başını biraz kal- dırdı, sonra tekrar - yastığın Üze- rine bırakıverdi. İzabel temkinle bekledi. İzabell Bu isim, ona pek yakışmıyor- du. O, sakin, ihtiyatlı, çalışkan ve sadık bir hizmetçi kadındı. Hiçbir şeyl derdetmezdi. Onun bu lâkaydisi, hayata fena nazar- la bakanlar için çok yerlede bir hüsnü misal olabilirdi. Bir iki saniye etti: — Gazetenizi de getirdim, matmazel... Bu kelimeler üzerine genç kız, hızla doğruldu: — Çabuk... Perdeleri açınız! Günün ziyası, odaya girer girmez, gazeteyi halecanla açıp baktı. Dudakları teessürle büküldü; — Hikâyem (çıkmamış... diye mırıldandı. mat- sonra ilâve Bu inkisar onu hırçın bir hâle koydu. Ah! Eğer hikâyesi çık- saydı, muhtelif şahıslar tarafından kim bilir nekadar takdir edilecekti! Jaklin, sadedilâne bir gururla tefekküre vardı... Uyuyan şehrin üzerinde şafak sökerken.. Sabah gazeteleri... Okuyucular: amele mütevazı memurlar... Fakir insanların evinde, elden ele dolaşan gazete... Zengin insanların evinde, efen- disinden evvel gazeteyi açıp ha- vadisi öğrenen erkek oda hiz- metçisi... Bütün yoleıılırııı. tramvaylarda, metrolarda, otobüslerde okuduk- ları gazeteler.. (Komik vak'alar ) şişman bir zat, yanındaki kız- cağızın sevimli çehresini herkesin gözünden gizliyerek, geniş, çarşaf gibi sayfaları açıyor; beceriksiz bir kadın, şayanı hürmet fakat mütecessis bir ihtiyarın yangözle gazetesine baktığını hissederek sinirleniyor; yerini değiştiriyor. Lâkin yanlışlıkla birisinin dizine ahımyor.. Kahkahalar.. Kavgalar.. lâ... Filânca — nezaretin — veyahut müessesenin yazıhaneleri: Memur içeriye giriyor, * masanın üzerine okkalı bir dosya koyuyor ve o gün yapacağı bir sürü işi düşünerek canı sıkılıyor; cebin- den gazetesini çıkarıyor, keyifli keyifli * Jaklin Lögran ,, ın hi- kâyesini okuyor... Cadde... Hikâyeyi bir yolcu okuyor ve otomobil (altında kal- maktan kendini güç kurtarıyor.. Diğer bir yolcu... O kadar dalmış ki, şuh, oynak bir matma- zelle burun buruna geliyor: “Par- don matmazel! ,, Erkek geriye dönüyor. Genç kizin Nahif hayali uzaklaşıyor... Jaklin gurula bunları düşü- l nüyordu. İııbclm akan bir su gibi ahenktar sesi, tekrar - İşi- tildi: — Matmazel hiç olmazsa kendine bir tescli bulacak. İşte mektuplar da... Jaklinin neşesi gine yerine gelmedi. Bununla beraber elini aile ocağından haberler getiren bir tarafa doğru uzattı. Jaklin yirmi beş yaşında idi. Ailesi, yirmi beş bin kişinin ay- ları ve seneleri bir nevi uyku ile geçirdikleri küçük bir şehirde oturuyorlardı. Burada büyük bir mağaza açmışlar ve bu sayede zengin olmuşlardı. Jaklin çocukluk devresinden kurtulduktan sonra, tahsilini s0- nuna kadar devam ettireceğini söyliyerek Pariste yerleşmiye ka- rar verdi. Hocası Matmazel Üni- ver bu kararı vermek hususunda en büyük âmil olmuştu. Matma- zel Üniver, en çok sevdiği tale- besinde, umumiyetle çalışmak; hususiyetle yazmak zevkini uyan- dırdığı için çok mağrurdu. Bu gururu boşa çıkmadı. Jaklin büyük bir meharetle hukuk ve edebiyatı bitirdi. Paris Barosuna dâhil olacağını ve boş zamanlarında da yazı ile meşgul olacağını söyledi. Babası Müsyü Lögran, kızının bu fikrine fena hâlde muarızdı. Annesi içini çehmeten başka bir şey yapamıyordu. Fakat genç kır zin arzularında tatlı bir inat vardı. Nihayet bir gün, Jaklin, payl- tahtın zaferine koştu, sakin bir mahallede küçük bir apartıman kiraladı. Ve, annesinin memle- ketinden getirdiği İzabel ile be- raber, Pariste yaşamıya başladı. İzabel sordu: — Niçin Matmazel gazeteci- likle bu kar alâkadar oluyor? Bunu, genç hanımı da bilmi- yordu. Kadınlar, fıtraten, daha ziyade, hayale ve herhangi bir roman mevzuu yaşamıya meyyal- dirler. Bir şilr, onların gözlerini kamaştırabilir. Hakikaten, niçin Jaklin gaze- tecilik mesleğine sülük etmekte böyle ısrar ediyordu? Bir sevki tabil, bir kuvvet, bir kudret, onu, doğrudan doğruya hayatı tekik ve tahlile sürüklüyordu. O, herşeyden evvel asri bir kızdı. Yeni yeni şeyler öğren- meyi, çetin işler başarmayı arzu ediyor, inlizama konmuş, düz, rahat yollardan yürümeyi hiç sev- miyordu. Biraz sonra kalktı, gitti; ça- lışmağa başladı. Bu defa, neş- rettirmek istediği, bir mekale idi. Ancak öğle üzeri işini bitirdi, Hazırlandı, başına zarif bir şapka geçirdi; sırtına - şimdi “ kürk , dedikleri - Tavşantüyü bir manto aldı ve dışarı çıktı. ( Arkası var )