—XTT GA Cenup Denizlerinde Bir Seğahat Macerası Altın Peşinde.. Uç Serseri.. Üç Milyoner Saji hiç beklemediği bir da- — kikada mağlüp olmuştu, hareket- — Biz kalmıya mahküm olmuştu, ne | —— yapacağını şaşırmıştı. Bir dakika düşündü; gidenleri takip etmek mümkün değildi. Arkalarından bağırıp çağırmak ta bir işe yaramazdı. Olsa olsa çok iyi silâh kullanmasını bilen — Makarın bir kurşununu celbe- derdi, Sandal derenin dirsek teşkil ettiği noktada mazardan kaybo- — lürken Saji el'an düşünüyordu: ye Derede başka kayık yoktu. — Diyak kabilesinin bütün efradı bu satte denize avlanmıya çıkmışlar- dı. Kimseden imdat istiyemezdi. Binaenaleyh derenin kıyısımı — takip etmekten başka çare yoktu. — Fakat aksi gibi Saji bu kısmı hiç bilmiyordu. Vakıa 'ormanı karış — karış tanırdı, avucunun içi gibi k bilirdi, yalnız aksi tesadüf bu sahili — hep dereden kayıkla geçmiş, ka- — Frasına ayak basmamıştı. Bununla — beraber bu bilgisizliği onun ham- lesini durduramazdı. Mademki dere yanıbaşındaydı, yolunu kay- betmesi ihtimali yoktu. Yol ilk dakikalarda kolay başladı. Fakat çok geçmeden | zorlaştı, Dikenlikle, çalılıkla dolu | — bir sahaya girdi. Fakat Saji bu güç sahada —kolay yürümesini | —— biliyordu. Müşkül kısmı çabuk atladı — ve — çok — geçmeden kanfr ağaçları ile dolu olan kısma geldi. Fakat bu kısımda on beş yirmi adım yürümemiş idi ki birdenbire ayaklarının altın- da toprağın göçtüğünü hissetti, — düştü etrafına tutunmıya çalıştı — İsşe de muvaffak olamadan bir — kuyunun içine düştü. ğ Ormanın bu kısmında derisin- — den istifade edilecek vahşi hay- — vanlar yaşarlardı ve sık sık sü içmek üzeze derenin bu kenarına G — inerlerdi. b Papu kabilesi efradı da bu — hayvanları avlamak - için dere kenarına bir sürü tuzak kurmuş- lardı. İşte Sajinin içine düştüğü kuyu bu tuzaklardan biri idi, baş- tarafı dar, dip tarafı geniş ve derin — Şdeta şişe şeklinde bir çukurdu. Fakat Üstü çalı çırpı ile ve za- — manla az çok sertleşmiş toprakla — Örtülü olduğu için Saji'nin gözü- ne çarpmamıştı. Delikanlı başına gelenin ne olduğunu derhal anladı ve bir — müddet kıç üstü kaldıktan son- ra ayağa kalkarak başını kaldır- diı, çuküurün — medhaline baktı. Bir hayli yükskte kalmıştı, şimdi — graya kadar nasıl çıkacaktı? Elteri ile kuyunun cidarlarını yokladı. Kum şeklinde killi bir — topraktı. Vakıâ kâfi derecede — mertti, fakat yine oyularak basa- mak — şeklinde — kullamlabilecek — kadar sertliği haiz değildi. Saji vaziyeti anladıktan son- ra elini beline götürerek bıçağını yokladı. Bıçak yerinde duruyor- — du. Bunu anlamak ona biraz ce- saret verdi, yere oturarak düşün- - miye başladı. — Bu tuzağı vücude getiren adam muhakkak çok emek ve — goök zaman sarfetmişti. Filha- — kika kuyunun başı ve dibi dar, — fakat orta tarafları bir fıçı veya —ŞT MET T TT T D | Makar İle WViyarın TTT AYT AU — SON POSTA — 76 — Giderken Sandal İle Beraber Kayığı Da Götürmeleri Sajiyi Aciz Bir Vaziyette Bırakmıştı sürahi şeklinde genişti. Toprağı bu şekilde kazmak, cidarları yı- kılmasına meydan vermeden ge- genişletmek, sonra da ankazı muhakkak sepetle yukarıya çı- karmak az iş değildi. Evet şimdi Saji bu baş ve dibi dar, fakat karnı geniş çuükurdan — nasıl çıkacaktı. Çi- kurun duvarlarında birer oyuk vücude — getirmek, sonra bu oyuklara — basarak — yükselmek mümkün değildi, ayaklarını iki metre genişliğinde açamazdı. Şu halde ne yapacaktı. Birdenbire titredi. Omuzuna bir cisim temas etmişti. Elini arkasına götürdü. Bu bir kuru daldı, kuyunun ağ- zından aşağı sarkmıştı. Toprağın üzerinde sarmaşık şeklinde bir ağaçtan geliyordu. Delikanlı derhal ayağa kalktı. İ Yılanlara En Fazla Düş- manlık Gösteren İnsanlar İtalyanın Kokullo İsmindeki Kasabası, Bu dal sayesinde kurtulabilirdi. Bu Sü;undâ rHergün YAZAN: Esat Şefik Zavallı Handan! Onu çok iyi hatırlıyorum. Sonbahar rüzgârları yaprakları sarartarak, gözleri yaşartarak ve saçları dağıtarak nasıl esip geçi- yorsa, o da öyle hayatımdan ge- çip gitti. Bugün kalbimde zaman Dalın sağlamlığını muayene etti ve| zaman sızlıyan bir yaradan başka memnuniyetle geniş bir nefes aldı. Evet dal kuru — olma- sına rağmen delikanlının zayıf vücudunu — çekebilecek — kadar kuvvetliydi. Saji iki eli ile ip merdiven şeklinde — kuru dalı — tutarak, ayaklarmı kuyunun — mukavves cidarına dayıyarak yükselmiye çalıştı ve yükseldi. Fakat tam kuyunun — methaline — yetişerek elleri ile kenarını yakalıyacağı sırada dal koptu, — delikanlının tekrar kuyunun dibine düşmesini mucip oldu. Maamafih bu sukut daha fena bir netice vermedi: Herhangi hir uzvu kırılmış veya berelenmiş değildi. Teşebbüsünü bir başka şekilde tekrar edebi- lirdîâ Tekrar oturdu. Tekrar dü- ü : ( Arkası var ) Uzun Hayvanlara En Çok Düşmandır Boyunlarına yılan asarak İtalyanın Abrüz Vilâyeti da- hilinde şirin bir kasaba vardır ki, adına Kokullo derler. Fakat bu kasabanın garip bir adeti ve se- nede bir defa tekrar edilen bir yortusu vardır! Sen Dominik yor- tusu. Dominik isminden de anla- şılacağı veçbile bir azizdir. Bu zati şerif, bir gün bu kasabaya gelmiş ve bir çocuğun bir kurt tarafından parçalanmak — üzere olduğunu görmüş ve hemen kur- da emretmiş: — Çocuğu bırak! Kurt itaat etmiş. Ayni zamanda kasabaya bir diş hediye etmiş. Bu diş, köpek- lerin ve zehirli yılanların 1sırma- sına karşı son derece müessir bir ilâçmış. O gün, bugün, bu kasaba, senede bir defa “yılan yortusu,, gezen Kokullo çocukları yapar. Bu yortudan birkaç gün evvel bütün halk kırlara dağılır ve müthiş bir yılan mücadelesi baş- lar. Kim çok yılan öldürür. ve yortu günü Sen Dominikin hey- keline asarsa ©o derece sevap kazanmış olur. Halk bununla da kalmaz. Azizin heykeli ölmüş yılan- larla kaplanır, bu soğuk hayvan- ları sallandıracak yer kalmaz. O vakit mahalle çocukları, öldür- dükleri yılanları boyunlarına asar- lar. İhtifal heyeti, bu suretle so- kakları dolaşırken kasabanın bü- tün veremli ve dertlileri de yolla- ra dizilirler, Sen Dominikten şifa isterler ve çok defa, iddiaya gö- re, arzularına nail olurlar. Deni- lebilir ki bu kasaba insanları, yeryüzünde yılanların en büyük düşmanıdır. birşey yok.. Bütün bunlara rağmen mazi ne tatlıdır? İnsan hayatının geç- miş günlerini acı bile olsa, anmak ihtiyacını ne kadar derin hisse- diyor. Tatlı bir yaz meltemi denizin düz sathını kübük - kırışıklarla buruşturuyor, ve uzaklarda gün batıyor.. Biz. küçük, ince bir kotranın içinde rüzgârlarla yarı- şarak güneşin battığı tarafa doğ- ru uçuyoruz. Beyaz yelkenlerimiz rüzğârla dolmuş, kotra küpeştesi su ile bir hizaya gelecek kadar bir tarafa yatmıştı. Büyükadanın arkasındaki ıssız Tavşan adaların- dan dönüyorduk. Akşam güneşinin kızıllıkları, oynaşan küçük dalga- cıklara vüruyordu. Denizlerin ortasında bir sev- gili ile başbaşa kalmak. Temiz ve yosun kokan bir hava içinde tuzlu su serpintilerile slanmak ve sonra sizin için mukaddes olan bir vücudün yakın varlığını hissetmek ne büyük zevktir. Bunu yalnız hayatını denize vekfedenler, onu anlayanlar, de- nizin esrarlı cazibesi içinde se- verek — yaşayanlar — ve ıstırabını yine denizin hırçın dalgalarına, nihayetsiz derinliklerine gömen- ler bilir. * Handanın — gözleri — uzaklara dalmıştı. İkimiz de susuyorduk. Beni korkutan müphem bir hisle ruhum sıkılıyor, müthiş bir şüp- he kemiriyordu. Bugün saatlerce gezmiştik. Fakat Handan çok az konuşmuş, bakışları mütema- diyen ya uzaklarda veya denizin derinliklerinde kaybolmuştu. Acaba ne düşünüyordu? Çıl- gin neş'esi, bol kahkahaları ni- çin sönmüştü? *“Ölüm erenlere malüm olur- muş,, derler. Bunu “ayrılık âşık- lara malüm olurmuş,, diye söle- seler daha iyi olmaz mıydı? Rüzgâr artıyor ve kotramız dalgaları ezerek daha fazla uçu- yordu. — Handan çok mu yoruldun? dedim. Ne düşünüyorsun!.. Gözlerini denizden kaldırma- dan cevap verdi: Çok mühim şeyler.. Senin aklına gelmiyen şeyler düşünü- orum, Bir kakaha attım : — Sen daha çok mühim şeyleri düşünecek yaşta değilsin, dedim. Başını kaldırdı. Yanakları pembeleşmiş, nazarları soğumuştu. — Handan, dedim, yanakların kızarmış.. Sana ciddi durmak yakışmıyor. — Pek mühim bir karar ver- dim, dedi, itraz etmiyeceksin ve sebebini sormıyacaksın.. Peşinen kabul ettim.. fakat ©, ümidimden çok fazla ciddi idi. — Nişanlanmaktan — vazgeç- tim, dedi. Hayatımı bir erkeğe bağlamak için yaşımi daha çok küçkk buluyorum. Hayatı daha iyi anlamak için uzun bir zaman hür yaşamak istiyorum. Rüzgür sesini boğuyor, keli- meler kulağıma mırılti halinde geliyordu. Kalbim isyan ediyor, haykırıyordu. Fakat ağzımı açıp bir kelime söylemedim ve sebe- bini sormadım. Kadın kalbine zincir vurmıya kalkanlar; hayatı anlamıyan, mes' ut yaşamasını bilmiyen, bir gün izzetinefislerinin ©o zincirle bo- gulduğunu görmiye mahküm za- vallılardır. Handana sadece müstehzi ve acı bir kahkaha ile cevap verdim. Sonra suhile geldik.. Elini siktım. Sesimi titretmeden, tees- sürümü belli etmerlen : — Allah selâmet versin! dedim O, istediği hürriyete kavuştu. Hayatı anlıyabildiği tarzda anladı. Bende, hafif bir kırıklık bıra- karak geçen grip hastalığı gibi epey zaman çektim. Kalbir çok ağrıdı, fakat şimdi iyiyim! Zavallı Handan!. 14 İsimli Kadın Mıhkem;îdmleiıl_ Sıralarken Umumi Bir Hayret Uyandırdı 14 İsimli Kadın Paris, 30 (Hususi) — Paris mahkemelerinden biri bir mesele hakkında şahadette bulunmak üzere bir kadını mahkemeye celbetmiştir. Hâkim kadına: — İsmin ne? diye sormuş, kadın da şu cevabı vermiştir: — Matild, Madlen, Margrit, Elen, Hanriyet, Mari, Eliz, Ma; delen, Janet, Elizabet, Roz, Vi- yölet, Jorjet ve Alistir! demiştir. Mütemadiyen isim sayan ka- dının karşısında kulaklarına kadar kızaran hâkim hiddetle: Şimdi seni tevkif ettiririm. Heyeti hâkimeyi tahkir etmenin demek — olduğunu — anlarsın! ne Sana, — mahalledeki — kadınların ismini sormadım, kendi ismini söyle! demiştir. Kadın hiç istifini bozmadan ve hiçbir cevap vermeden çam tasından çıkardığı nüfus tezkere- sini hâkime uzatmıştır. Bu kadın doğduktan sonra 14 defa vaftiz edilmiş ve her defa- sında kendisine bir isim verilmiş- tir. Bu isimlerin hepsi de sıra ile nüfus tezkeresine kaydedilmiştir.