“ıo M SON POSTA Cenup Denizlerinde Bir Seyahat Macerası Altın Peşinde.. Uç Serseri.. Üç Milyoner Fakat tam bu esnada salona inen merdivenin kenarında ya- bancı bir adam eli peyda oldu. Bu el koyu renkli idi, âdeta eldivenliye benziyordu. Hemen bir saniye sonra bu elin sahibinin kolu, başı, omuzları ve gövdesi de göründü. Salondan güverteye çıkan bir insan değildi, kocaman bir may- muna benziyordu. Sahilde vaziyeti tetkik etmek- te olan Makar hakikati derhal anladı: Güverteye çıkan alelâde bir maymun değildi. Avustralyada yaşamış - olanlar bilirler:Bu memleketin ormanların- da orangotan cinsinden, fakat on- dan çok büyük ve zekâ itibariledir ki insana çok yakın bir mahlük yaşar! Bu, onlardan biri idi. Ve uzaktan ormana çekilmiş, vahşi bir hayat yaşıyarak iptidaileşmiş cesimülelüsse bir adama benzi- yordu. Bu manzara karşısında Makar © derece büyük bir şaşkınlık geçirdi ki (Viyar) a bağırarak dikkat etmesini hatırlatmayı bile ihmal etti. Viyar elân manevilâ ile cam pencereyi açmıya — uğraşıyordu. Ve güverteye çıkmış olan mah- lüku ancak hafif bir gürültü işi- terek arkasına döndüğü zaman gördü. İkisinin arasında çok kısa bir mesafe vardı. Viyar korkmadı, eğer dehşete kapılarak elinde tuttuğu manive- lâyı yere düşürseydi, muhakkak hakkında daha iyi olacaktı, zira maymunun ona dokunmadan sa- hile atlayıp kaçması ihtimali vardı. Fillakika hayvan sahilde gezerken gemiyi görmüş, içinde ne olduğunu anlamak merakile güverteye çıkmış, salona girmişti. Ceki salonun merdiveninde boy gösterdiği zaman çekilip | gitmek üzere idi. Fakat Cekiyi görünce bütün bunların siyahi tarafından kurulmuş bir tuzak olduğuna hükmetti ve adamcağızı bacağından tutarak aşağı çekti, | öldürdü, şimdi tekrar kaçmak Üzere idi. Fakat tam o anda güvertede Viyarın ayak sesini işitmişti. Hayvan iptidai bir insandı ve kendisinde iptidai bir insan ze- kâsı vardı. Bir müddet durdu. Sonra yukardan aydınlık camı- nin — zorlandığını — işitti. Baktı salon — merdiveninin — methali serbestti. Bir. hamlede yukarıya fırladı. Evet sahile atlayıp gide- cekti. Fakat Viyar elinde tut- makta olduğu manivelâyı kaldı- rıp hayvanın üzerine atınca iş değişti. Demir parçası mayınunı ağrzına isabet etti. S Makar sahneyi sahilden sey- rediyordu. Fakat iki rakip yek- diğerine © kadar yakındı ve Maka- rın elleri de o derece titriyordu ki, ateş etmiye cesaret edemedi, Maymun Viyarı iki kolunun arasına aldı, koltuk altlarından tutarak, kızgın bir anne hareke- ti ile havaya kaldırdı. Şöyle bir sarstı. Sonra olduğu yere bıra- karak küpeşteden sahile atladı. Viyar bırakıldığı yere boylu boyuna serilmişti. Öksürüyordu. Bir aralık sağ elini sol böğrüne götürdü. Fakat tek bir kelime bile söylemedi, hatta Makara Sile bakmadı. ! dafa Melâhat Muharriri Stakpool —- 72 —- NGeminin İçinde Hiç Kimsenin Hatırına Gelmiyen Müthiş Bir Facia Cereyan Etti Beynine bir duman çökmüş gibiydi, elini sağ böğründen ayı- rarak serbest bıraktı ve o ande hareketsiz kaldı. Ölmüştü. Makar tam bu sırada güver- teye atlamıştı, bir taraftan aya- ğının ucunda hareketsiz yatan cesede, bir taraftan da maymu- nun kaçıp gittiği istikamete bakıyordu. Birkaç dakika vaziyeti tama- mile kavrıyamamış gibi durdu. Viyar'ın öldüğünü henüz bil- miyordu, ancak onun yanına diz çöktüğü zaman anladı ve ©o za- man müthiş hakikati bütün acı- lığile idrak etti. (Viyarja — ceketinin düğmesi kadar ehemmiyet verdiği yok- tu. Fakat Viyar öldükten sonra Ceki de aşağıda ölü veya yaralı olarak bulunnrsa kendisi atalete mahküm olmuş demekti. İşte ehemmiyet verdiği ve düşündüğü nokta bu idi. Biraz gayretle gemiyi yalmız başına yürütebilirdi, fakat bin- lerce kilo altını gemiye kadar taşıması mümkün müydü? Elbette hayır! Makar bir elektrik seyyale- sinin sürati ile bu noktaları düşündü, fakat üzerinde dur- madı, hemen ayağa kalkarak sa- lon kapısının merdivenine koştu. Bir dakika durarak dinledi, son- ra yüksek sesle: — Cekil Cekil diye bağır- mıya başladı. Cevap alamadı. Tekrar etti: — Ceki! Cekil ( Arkası var) İyi Süvarilerimizden Fa- zilet Hanım Anlatıyor Küçüktenberi Biniciliğe Meraklı İdim, Bu Hevesimi Yeni Yerine Getirebildim Sipabi Oca- — ğının tertip ettiği yarış ve binici- lik müsabakala- rında muvaffaki- yetile nazarı dik- kati — celbeden kadınlarımızdan biri de Fazilet | Hanımdır. Geçen — İhsan Şükrü Har nım ile görüştü- ğümüz zaman süvariliğe büyük bir kabiliyeti olan bu hanım- efendi, bize 13 senedenberi bu vadide çalıştığını söylemişti. Bu defa da Fazilet Hanım- efendi ile görüş- tük. Fazilet Ha- nım, bize binici- liğe nasıl alıştı- ğanı şöyle anlattı: “—Henüz mektepte iken bazı sporlarla meşgül — oluyor- dum, Son zaman- larda da Sipahi Ocağında, Bini- cilik Mektebi tarafından açılan kursa iştirak ettim. Takriben dört ay kadar evvel, bu hususta bilhahssa — benimle — ihtimamla meşgul olan hocam Cevat Beyden pek çok şey öğrendim, bu müd- Fazlilet Hanım hepsnden — daha — heyecanlıdır. Vakit müsait olduğ takdirde bu sporla meşgul olmak en büyük zevkimdir. Şimdi, gün oluyor ki det zarfında ilkbaharda başlıyan | dört, beş saat bıkmadan çalışı- söylemek isterim ki; bence, at sporu, diğer spor — şubelerinin yorum, Bu spor, benim, küçüktenberi heves ettiğim bir idman şubesi idi. , Bu Sütunda Hergü-n YAZAN: /smet Hulüsi  YE Ne Yapalım Kısmet — Şu kızı hayırlısile başgöz etseydik!.. Nefise Hanımın — hayatında istediği bir tek şey vardı, kızını hayırlısile başgöz etmek. Dürdaneciği artık yirmi yaşı- na gelmişti. Tam gelinlik çağı; şimdiye kadar birçok kısmeti çıkmıştı, amma Nefise Hanımın gözü tutmamıştı.. Geçen senenin kasımında mü- meyyizin oğluna az mı istemiş- Anası ayrı gelir, dadısı ayrı gelir, oğlan kapının önün- den geçerken kafeslere bakıp manalı manalı içini çeker. Hatta Mümeyyiz Bey bile bir gün bak- kalda Nefise Hanıma: — Kırk — yıllık komşuyuz; siz bizden, biz sizden incinmedik. Şu kızını oğluma alsak ta şimdi- den sonra daha içli dışlı olsak ne olur?., Demişti, Fakat Nefise Haniım bir türlü bu taleplere peki, diye- memişti.. Mümeyyizin oğlu fena bir delikanlı değildi Daha on dokuz, yaşında olmasına rağmen Evkaf Müdürlüğünde kırk beş lira maaşı vardı.. Amma ne yapsın ki bir tanecik dürdanesini de birden- bire önüne gelen ilk talibe de veremezdi yal.. Rahmetli efendi öldükten son- ra onu ne güçlükle büyütmüş- tül.. Üç ayda bir aldığı on iki lirayı boğazına mı — yedirir« sin?.. Üst baş mı yaparsın, şükür Aliha ki Dürdane şimdiki kızlar- dan değildi.. Yoksa bu ane kadar zor tahammül edebilirlerdi.. Dürdane.... Bu ismi söylerken Nefise Hanımın yüzünde bir te- bessüm peyda olurdu, nasıl olma- sın, darısı dostlar başma, bu za- manda böyle bir kız çocuğu olmak ne mürüvvetl.. Öyle zammne kızlari gibi sine- maydı, danstı, diye sokak sokak dolaşmaz; yüzünü, gözünü boya- maz; hatta bir kere komşu mu- hasebecinin kızı “ saçını kese- yim ,, demiş te ona bile razı ol- mamıştı.. Fakat bu bahis nasılsa Nefise Hanıma çok tesir etmişti. Ya ma- azallah Dürdane aldanıp ta © canım, lepiska saçlarını kestirmiş olsaydı, fino köpeği gibi saçak saçak karşısına çıksaydı.. Nefise Hanımın — muhakkak — yüreğine inerdi.. Hınzır. sokak — süprüntüsü, onun pırlanta gibi kızını da ken- dinemi — benzetmek istiyordu.. Kabahat kızlarda değil, ana, ba- bada, tevekkeli kızı kendi hava- sına bırakırsan; ya — davulcuya ya zurnacıya varır dememişler.. Zaten rahmetli söylerdi. — A,hanım sen onları bir de benden sor, muhasebeciyi benka- lemden tanırım, ben bugüne bugün masraf mukayyidi Refik Salisi- yim amma onun gibilerin yüz tanesini cebimden çıkarırım. Zaten karışım da Nefise H. tanırdı.. Mahalleye eski pabuçla geldiklerini unuttular galiba.. Kızı yüz göz kir içinde, hele şimdi kurumundan durulmıyan sümüklü -| oğlu, elinde gaz tenekesi, sabah- tan akşama kadar, durmaz din- lenmez, çeşmeden su getirirdi.. Tevekkeli sonradan görme gâvur- dan dönme demezler, ne olsa bir | hallerini belli ederler. Oğlan şimdi büyüdü, Allah düşmanlara böyle evlât nasip eylesin. Geçen akşam geçiyordu, yanında kendisi gibi bol paçalı pantolun giymiş birisi. — Monşer, fan, fin, fon.. Diye frenkçe konuşuyorlardı.. Dürdane — pencereden — bunları görmüş te utancından kıpkırmızı kesilmişti. * Nefise Hanım görüşünde ya- nılmamış, fakat düşünüşünde ya- nılmıştı. Dürdanenin kızarmasının se- bebi büsbütün başka idi. Muha- sebecinin, genç ve yakışıklı oğlu Nihatla aralarında herhalde bir gönül — macarasının — başlangıcı vardı. Zaten Nefise Hanımın muha- sebeci ailesi hakkında sui zan- da bulunması kendinin de böyle bir şeyden kuşkulandığına delâlet ediyordu.. —Kuşkulanıyor - fakâat bir türlü ihtimal vermiyordu. * Şerendip adasındaki Havva ile Cidedeki i birleştiren Allah, iki komşuyu mu birleştiremiye- cekti? Gel zaman, git zaman derken alev saçağı sardı.. Nefise han- mın biricik Dürdanesi annesine açıkça meseleyi anlattı.. — Ben Nihatla evleneceğim. Nefise Hanım bağırdı, ağladı, fakat nafile, Dürdane artık hiç-« birşey dinlemiyordu. — Ben Nihada varacağıml. — Sus kız, saçını, başını yo- larım, yüzünü gözünü tırmalarımz * Nefise Hanım yolmıya vakit bulmadan, kızın saçlarını ber- ber kesti, yüz göz tırmalan- madan beyaz, kırmızı, — siyah renklerle boyandı.. Dürdane zaten çirkin kız de- ğildi, bu halile bir kat daha gü- zelleşti. Nişanlandılar, — nikâhlandılar, evlendiler. dılıqefin H. yavaş yavaş yumu- Şâr — Ne yapalım kısmetmiş ! Diyor, damadını pek fazla sevmiyorsa da seviyor gibi gözü- küyor. Kızının kolsuz elbise ile erkeklerin içine çıktığını işittiği zaman: — Bütün dünya böyle!.. Tesellisile kendisini avutuyor. Fakat bütün bunlara rağmen üzüldüğü bir şey varl.. Damadı ne de olsa evlâdı sayılır!. Kendisine: — Annel.. (8 Demesi tabit bir şey, fakat muhasebeci ile — karısınımn da, oğullarını taklit edip — Annel.. Demeleri yok mu, öyle fena tesir ediyor ki.. Muhasebeci aile- sine karıştıktan sonra, o da ken- disine biraz çeki düzen vermiş; eski başörtüsünü atmış, pek mu- hasebecinin karısı gibi değilse bile yine biraz yoluna gelmişti.. Dür- dane de başgöz olduktan sonra artık kendine de belki bir talip çıkardı, olur ya neler ummuştu; neler olmuşu. Ah şu muhasebe- cile karısı ihtiyarlığını yüzüne vurur. gibi; — H. demeseler berşevs razı olacaktı.