EE L UK SARAYLARINDA Çılgın Çiftler Ömer Hayyamın Etrafında Dansedip Duruyorlardı!.. Davetliler Şafqp, / Şarap | Di;'e Haykırıyorlardı ! Her hakkı mahfuzdur. — Evet Madam, malüm olan ve hatta ekseriya da tatbik olu- nan şeyler... Yalnız bir şey var ki, bütün bunları emsalsiz bir belâgatle, en kandırıcı misallerle söyliyen şairin, sekiz yüz sene evvel Asyanın ortasında doğmuş, bir çadırcının oğlu... * Bu anda, salon kapıları - açık- d. (Bil) her taraftan duyulacak derecede — yüksek — bir — sesle haykırdı: — Geç kalan bir misafir... Mister Ömer Hayyam. * Herkes sustu. Bütün gözler, kapıya doğruldu. Birçokları, ne Ömer Hayyamı, ne de onun ne olduğunu biliyorlardı. Fakat, kapının önünde, ucu göğsüne kadar sarkan sarığı, kırlaşmış sakalı, arkasında ipekli maşlahile bir adam görür gör- mez, bütün salonda müthiş bir alkış tufanı koptu. * Ömer Hayyam, etrafa neşe ve sürurla malâmal tebessümler saça- rak yavaş yavaş ilerledi. Salonun ortasındaki masanın önünde dur- du. Kalenderane bir hareketle, şarap şişelerinden birini alarak kadehe doldurdu. Halk, birden- bire ( Ömer Hayyam ) n etrafını almış, şimdi onu bibedel (Hüsün) lerden — mürekkep — bir kadın çemberi sarmıştı. Ömer Hayyam clindeki ka- | dehi, başının üstündeki avizeye doğra kaldırdı. Baktı. Kadehin içindeki şarap, sâf bir yakut parçası gibi parladı. Hayyam, tannan bir sada ile şu rübaiyi okumıya başladı: (| Ey benim dostlarım!... Ne zaman zevk ve sürur için de toplanırsanız.. Ne zaman yüzlerinizi neşe ve Petaretle parlalırsanız.. Beni de hatırlayımız. — Siz böylece neşe ve sürur içinde yaşarken - saki, şarabı eline alıp ta - size sunduğu vakit - beni de aklınıza getiriniz.. Bu biçare - Ömer Hayyamı da - ÜB — hayır dua ile yadediniz. | * Bülün davetliler; — Şarap.. Şarap... Diye haykırıyorlardı. Hizmetçilerin tepsi tepsi ta- gadığı şarap — şişeleri — açılıyor.. kadehlere — boşalıyor.. — tannan billür. sadaları, bütün salonda çınlıyordu. * Birdenbire Mister Vilson, ma- sanın Üstüne sıçradı. Elindeki şarap kadehini kaldırdı: — Ömer Hayyamın ruhuna... Diye haykırdı. Buna, yüzlerce verdiz — Hayyamın ruhuna... Kadehler boaşalıyor ve boşa- lan kadehler parçalamıyorrlu... * Orkestra, — çılgın havasına başladı. Çiftler biribirine sarıldı. Coşan, bağıran.. Neşe ve aşk ile biribirine sarılan çiftler, çılgın | bir raks ile (Ömer Hayyam) ın sada — cevap bir raks (Müstakbel Müstakbel hava harplerinde, '"ara harpleri gibi tayyarenin çok müessir bir silâh endişe ile kabul ettiği bir hakikattir. bu silâbın bizzat yapacağı tesirden ziyade mensup olduğu filonun ateşini tanzim ve idare kabiliyetinin ileri geliyor. Hele şimdi öyle aletler ki, bunun bir kısmı dürbün, öbür dediğimiz bir helyosta aletidir. Bir fazlalığından icat edilmiştir kısmı pırıldak Yazan: A. R. l etrafında dönmiye başladı. * (İris), yavaş yavaş kapandı. 11 Kânunusani 1927 Ziya Şakir — SON — Hergün Bir Rübai: | Farzet ki ben, günahlkâr bir kulum, yarabbi!, Ya, senin rızayı ilâhin nerede ?, Farzet - ki, * masiyetle - amma - senin nerede?, Sen bize ( Cennet ) i eğer bir ibadet bedeli olarak vereceksen; bu, bir alış veriş olur. O halde senin lütfu karemin nerede ?.. | benim — gönlüm kararmıştır; - peki ziya ve nurun Harpler- de Hava Vasıtaları- 'nın Verdiği Endişe Za İHARUNURREŞİT ERE 97 OU Yuccn: & , BAA Tarihin Esrarengiz Sayfaları Lâkin o boyile, © turfandalı- gile, o miniminiliğile böyle ma- ceralara altılması yine — hazin. Yengem onu nasıl buldu, - nasıl yola getirdi ve nasıl bu işte kullandı. Bunlar birer facia ve biz bu faciada iradesiz, şuursuz ve haysiyetsiz birer mevki sahi- biyiz. Yazık bana, yazık İbnül- hadiye, yazık Aliyyeye, Abbase, bu müselsel yazık- lardan birini Cafere tevcih et- medi. Rüya mı, hakikat mı oldu- ğunu tesbit etmekten âciz bulun- duğu karışık maceranın bütün kahramanlarını teşnie lâyık gö- rürken onu bilâ ihtiyar istisna ediyordu. 'Güzel dul, bu abuk- sabuk hasbıhalinde belki devam edip gidecekti. Nefsini, yengesini ve yeğenlerini tekdirlere, tevbih- lere bulayacaktı. Fakat Memlüke içeri girerek Emirülmümininin kendisini bekle- diğini söyleyince soğuk kanlılı- ğını takındı, bir minder üzerine konulmuş olan zarif bir sabahlığı üstüne geçirdi, halayığın rehber- liğile sofayı geçti, bir odaya gir- di. Zübeyde ile İnbülhadi orada idiler ve çok neşeli görüşürdüler. Abbase, yengesini yalnız gö- receğini umuyordu. Onun yeğe- nile beraber bulunduğunu görün- ce ilkin sıkıldı. Fakat İbnülhadide bir başkalık, doğrusu, daba Yukardaki pilot, tayyare gemisinden havalandık- tan sonra dürbünle bakarak dürbünün altındaki helyosto makinesile filoya işaret veriyor ve #ilonun ateşini idare ediyor. Alta ise yine kendi olucağı herkesin Bu endişe, ayni zamanda filosile pilot, bu dürbünle düşman filosunu tetkik ederken telefonla konuşuyor. helyosta aleti ile kendi filosuna düşmanın vaziyetini habar verebiliyor. Ondan do« layıdır ki sun'i sis, müstakbel harplerde, karada olduğu kadar denizde de en tesirli bir müdafaa vasıtası addedilmektedir. Şimdi bütün askeri lâbo- varlar, bu işle meşguldür. rusu gayritabiilik sezmediği için o sıkıntı çarçabuk geçti ve hat- lta içine bir ferahlık — geldi. Çünkü yeğeni, kendi rüyasına şabit — olmuş ve yahut Aliyye ile —arasında geçen — rüyanın görüldüğünü anlamış olsa bu ka- dar - sakin — olamazdı, muhak- kak heyecan gösterirdi. Güzel dul, böyle düşündü ve böyle tahmin etti. Halbuki İbnilhadinin gösterdiği sükün emre müstenitti ve zaruri gibi bir şeydi. O da, tıpkı Abbase gibi, uyandığından- beri ıstıraplar, helecanlar, endi- şeler geçiriyordu. Başka bir oda- da gözünü açar açınaz yatağın- dan fırlamıştı, Aliyyeyi aramıştı. Sonra sıkıntılı. düşünceler içinde terler dökmüştü ve nihayet yen- esine müracaat etmek İstırarın- a kalmıştı. Zübeyde, adeta kaytsız ve alâkasızdı. Muztarip müteheyyiç asılzadenin sözlerini hiç telâş ve heyecan göstermeden dinlıyordu. İbnülhadi, içini döküp boşalttık- yyeyi hakikaten görüp görmediğini söylemesi için yanık yanık yaptığı yalvarışa nihayet verdikten sonra fettan Emire dudaklarını kıvırdı: — Mesele, dedi, basit, Hatta çok basit. Ben size ilâç içirdim. Bu ilâcı içenler, — besledikleri emelleri tahakkuk etmiş görürler. Meselâ ben, ayni ilâcı içtiğim geceler, muhakkak zevcime mü- lâki olurum ve onun iltifatı ile sarhoşlarım. Gözümü açtığım za- man bittabi zevcimi bulamam. Lâkin onun bana verdiği hazzın bütün izlerini ruhumda yaşar görürüm. Demek ki sen Aliyyeyi düşünüyordun, rüyan o şekilde vücut buldu. İbnülhadi, kekeliye kekeliye sordu: — Ya Abbasenin rüyası? Ben onun da Cafere mülâki olduğunu gördüm. Zübeyde, çattı: —Aliyyeyi görmek, Aliyye ile sevişmek seni sersemletmiş. Çünki sayıklıyorsun, ne söylediğini bilmi- yorsun. Cafer burada değil ki Abbaseye mülâki olabilsin. Bu- rada bulunduğunu kabul elsek bile onun sarayıma girmesine, ailevi eğlencelerimize iştirak et- mesine ve görümcemle görüşme- sine imkân var mıdır? Sersemliği gider de düşün. Ben km n, Ab- base kim ve Cafer kım?.. Ha- yatımızı tatlılaştırmak — için eğ- İence tertip ettik. Bu samimi oyunları çirkin neticelere raptet- miye kalkışmak, hürmet hudu- dunu aşmak değil midir? İbmülhadi şaşırdı, itizar etmek istedi : — Hâşâ sümme hâşâ. Eğ- lencemizi, lütluf — buyurduğunuz mes'ut rüyayı suitefsir etmiyorum. Yalnız —müşahedelerimden sizi haberdar etmek istedim, Çünki çok tuhaf şeylerdi. İzahı mümkün olan şeyler, garabetini derhal — kaybedirler, goa, Abbase ile Caferin kü- çüktenberi arkadaşça ya- şamalarından — ihtimal ki — muğ- bersin yahut kendin de fark et- meksizin bu iki güzel genç ara- sında bir gönül rabıtası seziniyor- sun. — İlâç, —Aliyyeye — meylini ortaya attığı ve sana onu gös- terdiği gibi içindeki iğbirarı, sez- neşileri de - canlandır r. İşte Caferi görüşlin!n îelx)c AF ü kaşlarını — hafifçe var ) d "