Her hakkı mahfazdur. Testici, Hayyamın bu rübai- sindeki nükteyi anlamak — için bayretle onun yüzüne bakarken Hayyam, üzüntülü bir çehre ile yürümüştü... * Hahyyam, evine geldi. Mehtap onu kapıda istikbal etti. Omuz- larındaki maşlahı alırken, yüzün- deki merareti serdi. — Seni, biraz mükedder cö- rüyorum. Dedi. Hayyam, teessürle ve şu rü- baiyi söylemek suretile Mehtaba cevap verdi: w,f.r_.!.,/x AREM AĞT (Bir çömlekçinin dükkânına girdim; gördüm ki, — adamcağız, tezgâhınım önünde durmuş, testi- ler ve ibrikler yapıyordu. — Fa- kat bunları yapmak için kullan- dığı çamurun toprağı neden mü- rekkepti, biliyor musun?.. — Pa- dişahların kafalarının ve dilenci- lerin azalarımn — ayni toprakta çürüyerek biribirine karışan zer- relerinden... — | Ve sonra, Mehtabın elindeki maşlahı alarak bir tarafa savur- du. Onu belinden tuttu. Yüzüne mestane bir tavurla uzun uzun baktı. Sağ elini Mehtabsmu , beline doladı. Yavaş yavaş revaka sev- ketti. Revakın, erguvanlar ve sal- kımlarla müzeyyen kısa duvarının kenarına sedefli bir müasa kö- nulmuştu. Masanın üzerinde - bir sürabi ileşarap billür bir kadeh vardı. Hayyam, Mehtabı oraya ge- tirdi. Elile masayı gösterdi şu rübaiyi söyledi: d&,fın_,ı'.ıf;.'iı(ıî J_r;ı:u'- ı/(.f'ç.& Y ,,/mı,—fwı— Li — Gel;.. Günün birinde, — senin ve benim | toprağımızdan bir çömlekçi çömlek yahut testi yapmadan evvel, şu sürahideki şaraptan birer kadeh doldur. Bi- rini sen iç; birini de bana ver.) Mehtap; hayatın” büyük felsi- “Tesinden istifadeye şitap etti. Ka- KA J n dehi doldurdu, Hayyama verdi. x Bu esnada, sokakta bir gürül- tü işitildi. İkisi de revakın kena- rina gittiler. İğildiler. Sokağa baktılar. Gördükleri manzara pek müessirdi... * Sokakta... * yarı bir adam, genç bir esiri dövüyor, ve yakasından sü- rükliyerek — götürmek istiyordu.. Esir ise, ağlıyor, yalvarıyor, © adamın ayaklarına kapanıyordu. * Hayyam, sabredemedi. Koştu. Sokağa çıktı onların karşısinda durdu. Müteessir ve öfkeli bir çehre ile esiri döğen adama sordu: — Bu adamı ne dövüyorsu- nuz?... Adam, cevap verdi: — Bu, benim kölemdir. Ga- yet nefis şarap yapmak san'atini bilir. Fakat şarap yaparken ba- | bamdan kalan kıymettar bir. kü- pü kırdı. Ben de ceza olmak üze- re esir pazarına götürüp (İrgat- başı) ya satacağım. Hergün - sır- tında taş taşısın da benim inti- kamım alınmış olsun... Hayyam; bu merhametsiz ada- mihn esire terlip ettiği cezadan pek müteessir oldu. Hemen esiri kolundan tuttu. Kendi tarafına | çekti. Herife sordu: — Söyle, kaça satacaksın?... Herif, bir lâhza durdu, kula- ğgmn kaşıdı, düşünür gibi oldu. Ve sonra cevap verdi: — Yüz dinar... Hayyam koynundan çıkardığı dolgunca bir keseyi herifin önü- ne atarak: — Al sana iki yüz dinar... Dedi, ve sonra kemali minnet ve şükranla ayaklarına kapanan esiri yerden kaldırdı. Elinden tut- to. Evinin kapısından içeri soktu. Bu esir de, (Şamil) idi... * Mehtap, ta bu faciayi gör- müş, müteessir olmuş, kapıya kaoşmuştu... Acıyarak esire bakarken, Hay- yam Mehtaba döndü. Esire ye- mek, elbise ve saire verilmesini söyledi. * Mehtap esiri alıp götürürken Hayyam arkasından bakıyor. Be- şeriyetin ihtirasına kurban olan bu gence karşı kalbinde derim bir merhamet duyuyordu. (Aradan bir hayli zaman ıecmi!"—l Vezir, Nizamülmülk, odasına geldi, köşesine olurdu. Nâsır, bü- “yük bir nezaket ve terbiye ile, vezirin dınııc |ıhm m geri Hayyam Kırbaçlar Altında Dö Bir Esiri Acıyarak Kurtardı Bu İşkence Goren Esır Genç “Şamıl,, d vülen Yazan: A. R. muniyetle baktı.. Elile işaret ede- rek yanına çağırdı. Onun hizmet ve sadakatinden pek memnun ol- duğunu ihsas edecek vaziyetler- le memnuniyetini anlatarak, sır- tını okşadı.. * Nâsır, sadakat ve dirayetile efendisini memnun edecek suret- te çalışırken; Şamil de bütün gayret ve liyakatini gösteriyor; efendisine nefis lar — hazırlı- yordu. Adeta, temiz birlâboratu- ara benziyen küçük bir şarap- hanede çeşit çeşit küpler ve tes- tilerdeki şarapları bir nisbetimu- ayyene dahilinde birbirine karış- tırıyor, Nefis bir şarap hulâsası yapıyordu. Kolları, hemen hemen çıplatı. Sağ kolunun, pazusına yakın bir yerde derin bir yara nişanesi | görülüyordu... Bu esnada Mehtap, alçak bir sandalya üzereinde oturmuş de- rih derin düşünüyor ve ara sıra kaldırdığı: gözleri daima Şamilin kolundaki yara nmişanesi üzerinde saplanıp kalıyordu. CArkasi var) —— Hergün Bir Rübai: (Biz, Hakanın tacını ve Şahın sorgucunu alıp satanlardanız. Biz, ipek sarığı bir tek ney nağmesine feda — edenlerdeniz. -Birçok gösterişçi zahitlerin elinde bulunan, balbuki hakikatte- tezvir ordusunun €n büyük delili olan tesbih yok mu? Bir gün bakarsın ki onu da bir kadeh şaraba satıveririz. ) Nedir, Bilir Misiniz? Bu ismin sizde uyan- dırdığı hayal ile haki- kat arasındaki teta- buku öğrenmek iste- “ mez misiniz? * 30 Sene .evvel bizi idare edenler ,, 1,1 / Tefrikamız yakinda başlıyor j Bugünün GA S NENLEREENE Y n — Beni siz istemişsiniz efen- dim?.. - Daktiloyum.. İdarenizde bir iş istiyorum Cevabını verdim. Ozaman ba- şini — kaldırdı, siyab gözlerinde; |garip bir huşu- | net, manasız ve sahte bir gru- run iltimaatı vardı. Önündeki Bloknota baktı. — Adın ne senin?. Diye sordu. Kısaca söyledim. — Kevser... O, ne kılığıma ve ne kıyafe- time bakmadan, her patronun ve hatta biraz evvel kapıda duran cinsiyeti meçhul kapıcının bile dikkatle tetkik ettiği cinsi me- ziyetlerimden hiçbirile alâkadar olmadan yine başını kâğıda eğdi: — Bir (tercümei hal) ini yaz da, bir mektupla bana müracaat et. Demekle iktifa etti. Va Teşrininani Sabırsızlıkla benden cevap bekliyen Hikmeti, bugün bizzat gördüm. Ona, birçok teşekkür ettikten sonra, sordum; — Peki.. Siz nerede - çalışı- yorsunuz? Zavallı Hikmet, — omuzlarını kaldırdı. Kemali dürüsti ile; — Henüz kendime bir iş bulamadım. Birkaç yerde ümidim Bakalım?. Cevabını - verdi. Bu cevaptan fena halde mü- var. | teessir oldum; ve tekrar sordum : — Pekâlâ amma.. Beni nasıl erleştirdiniz ? Hikmet buna da açıkça cevap verdi : — Eski arkadaşlarımdan bir zat vardı. Bugün çok yüksek bir mevkidedir.. Onun nüfuzundan istifade ettim. Önüme bakmıya mecbur ol- dum. Elinde bulunan bir nüfuz DAKTİLO baktı. Parlak ve | ve küdreti doğrudan doğruya benim için istimal eden ve ken- dini hiç düşünmiyerek büyük bir feragat gösteren bu temiz kalpli ve mert adama karşı kâlbimde birdenbire derin bir minnet ve ' muhabbet duydam. * Hıkmel bu hareketile beni ; çok müşkül bir mevkide bıraktı. Şimdi ünümde duran ekmeğe adeta onun elinden gaspedilmiş nazarile bakıyordum. Bir gün lâkırdı arasında bir annesile iki kız kardeşi olduğunu ve onları geçindirmiye mecbur bulunduğunu — söylemişti. Eğer Hikmet uzun müddet iş- bula- mazsa bunları ne yapacak.. Bu <zavalhların karnını nasıl - doyura- caktı. Eğer vazifem, Hikmetin şahsi- yet ve kabiliyeti ile tekabül etse, hemen Müdürü Umumiye giderek vazifemi ona terketmiye bazir olduğumu söyliyeceğim. Fakat bu | mümkün olmadığı gibi, bunun manasını anlata bileceğime de im- kân göremiyorum. Onun için “bu büyük minnet yükünün altında uile ezile yaşamıya- mahkümüm, 18 Teşrinteani Bursabah, vımvaılı idayeye giderken gözüme birdenbire Hik- Romanı Z. Şakir met ilişti, Tokatlıyanın kıpısını;ı önünde, otomobile binmiye ha- zırlanan gözlüklü, şişmanca bir zat ile konuşuyordu. Bu zatı derhal tanıdım. Bu yaz (Veliefendi) at yarışlarında uzak- tan göstermişler ve onun ne ka- — dar kudretli bir şahsiyet olduğu- nu da gsöylemişlerdi. İki yarış arasında — kalabalığa — karışarak dolaşırken, onun — bir. atı sevdi- ğini görmüş, hayvanlara hu ka- dar muhabbet — gösteren bu munis ve şefik ruhlu adamın, şüp i hesiz pek iyi bir kalbe malik olması lâzımgeleceğine hükmet- miştim. Tramvay süratle geçtiği için Hikmetle o zatı, ancak birkaç saniye görebildim. Hikmetin elini — tutmuş, sıkıyor, mütebessim bir çehre ile ona bir şey söylüyordu. — O zaman intikal ettim ki: Hikmetin (eski bir arkadaş) dediği, nüfuz ve kudretini benim lebime istimal ettiği, bu zattır. gider gitmez, kalem âmirimize müracaat ederek pek mühim bir iş için iki saat müsaade istedim. Bu müsaadeyi alır almaz, hemen İstanbul tarafına geçtim. O zatın idare ettiği mali müesseseye yit- tim. Kendisini görmek istedim. İntizar salonunda — birçok zi- yaretçiler vardı. Herkes sırasını bekliyordu. Teşrifatçılık vazifesi- ni gören genç kâtibe yaklaştım: — Beyefendiyi beş dakika görmek istiyorum. Bir mücssese- de memur olduğum için izin ala- rak geldim. Fazla beklememe imkân yok. Acaba beni derhal kabul edebilirler mi? Lutfen so- rar mısımız?... Dedim... kika sonra gelerek; — Buyrunuz. Dedi. Ben, © zatin muhteşem — iş odasına girerken, içerdeki zi- yacetçi de çıkıyordu. Bu suretle , tamamen yalnız kaldık. O, ayakta duruyor. Beyaz ve yuvarlak gözlük camlarının arka- | sından, sabit, munis ve mütebes- sim nazarlarla bana bakıyordu. Ben büyük bir heyecan içinde bulunmakla — beraber, mümkün olduğu kadar sakin bulunmuya gayret ederek, derhal ona yak- — laştım. Ve serbest bir tavırla: — Beyefendi!.. Müsaade buyu: rür müsunuüz, elinizi öpeyim ve size borçlu olduğum teşekkürü bu suretle olsun ödemiş olayım?... O, birdenbire — cevap veııııedı. Biraz daha gülümsedi. Halim ve ağır bir söyleyişle — Alfedersiniz.. Sizi tanıya- madım efendim. Buyurunuz, otu- runuz. Dedi. Masanınm önündeki ka- nepeyi gösterdi. Oraya oturdum. Taaa, baştan başlıyarak, her şeyi olduğu gibi anlattım, Tuhaf değil mi? Okadar düzgün söylüyor, bütün hadisatı okadar canlı ve hakiki bir şuret- : Derhal karar verdim. İdareye î i | İ 4 Kâtip gitti. Bir da- — te tasvir ediyordum ki, söylerken — adeta © andaki talâkatime ken- — dim bile hayran h'.lıyorduıu. > VAzkası var ) 2