AA YARTN . Tab L AY e SA , ut Öd Kokuları Ve Tehlil, Tekbir | | Sesleri Arasında İlerliyordu Halk: Allah Taksiratını Affetsin, Diyordu NAKILİ ZİYA ŞAKIR Her hakkı mahfuzdur — 281 — Ortakapı geçilirken, muhrik bir sada yükseldi. Şazili gâhının (zakir başı) sı, bir (Na't) okumıya başlamıştı. (Berberiye) ikliminin ezeli pir ve mürşidi olan Seyyit Abdüsselâ- mın, ruüh ve aşkından - feyzalan bu ateşli çöl dervişi, tiz ve oynak sıbiyelerle okuyordu. — Mevlevi — dervişle- rinin ağır, — fasılalı - tevbitleri de bu tiz ve yanık arap ferya- dma, ührevi bir. membadan ak- seden, uhrevi bir cevap oluyordu. der- arapça cidden güzel Babıhümayun ile ortakapının arasındaki meydan, mahşer gibi kalabalıktı. Vükelâ ve Mütemayiz zevatın ailelerine mahsus ara- balar, sefaret erkânile ecnebi zabitanının otomobilleri, hıncahınç dolü idi. Birçok hanımefendiler, arabacıların - yerine, — arabaların Üstüne — çıkmışlardı. — Çoğunun siyah peçeleri açıktı. * Askeri müze önünde, Mehter takım saf bağlamıştı. Bu safın baştarfında, cesur Türk dilâver- lerinin yalın kılıçlarına zafer yol- ları açan ve Mahaç, Budin gibi daha birçok düşman kalelerinde dalgalanan rengârenk zafer san- caklart yükseliyordu. Yeşil ve kırmızı şalvarlarınm Üstünde sırma işlemeli saltalarım dan taşan çıplak kollarını göğüs- lerinin üstüne çaprastlıyan Yeni- çeri timsalleri, heybetli kavukla- rinı eğiyor, sanem verir çibi duruyordu. * Babıhumayundan, Sultan Mah- mut türbesine kadar, cenazenin geçeçeği yola asker dizilmişti. Bu asker saflarının arkası, İkarinca gibi kaynıyan halk ile dolmuştu. Ayasofya meydanının iki sıra ç- marları üzerine çıkan insanlar, rengârenk bir karga sürüsünü an- dırıyordu. Ayasofyanın. Divanyolu- nun bütün evlerinde, pencerelerin kafesleri sürülmüş, hepsinden de renk renk kadın başları taşıyor; evlerin damları ve taraçaları adam almıyordu. Abdülhamidin tabutu, — teblil ve tekbir sadaları, havaya koku serpen öd ve buhur dumanları arasından geçerken, bütün bu kaynaşan halkın arasından: — Allah taksiratını affetsin. Tememnileri yükseliyordu. Tabut, nihayet Sultan Mah- mMut türbesinin önüne gelmişti. Şimdiye kadar bati bir surette devam eden: — Huwu... Huuu... sesleri, ar- tık sıklaşmıştı. Tabut, bu beyaz mermer türbenin büyük ve yaldızlı pen- cerelerinin önünden geçerek kö- şeyi dolaştı. -Artık kapıya yak- laşmıştı. O zaman, © sıklaşan tehlil sadaları, büsbütün biribirini takip ederek adeta, — müselsel bir zikir halini aldı. — Hu, hu, bu, hu... Ve sonra; — İllal-laaah. Dedi ve... Durdu. Tabut, bütün kendisini teşyi edenleri dışarda bırakarak türbe kapısından girmiş, (Sultan Hami- di Sanijnin bu, son - saltanatlı alayı da, bu suretle hitama er- mişti. 4 Sultan Mahmudun, ağır - şab- îResmini:ı' Bize Gönderiniz, | R * !Size?lzbiutinizi Söyliyelim. HÜSEYİN B. ; Soğuk — değil- dir. Fül ve hareketleri | e kendisini sev- dirir. Fili mü- <cadeleden gü- rültücü ve kavgacı — obk maktan müç- teniptir. An- laşmıya tema- yül eder. Eğ- lenceyi dansı veya raksı sever. B BÜRHANETTİN B.; Zekidir, Daha ziyade | iyi şeyleri taklide tema- | yül eder. Ra- | hatma — fazla düşkünlük gös | termez. Hür- riyetini — fazla sever, takyide taraftar — de- gildir. Parayı H HASAN BASRİ EF. ; Uysaldır. Başkalar ının kurduğu işte çalışır. — İşle- rinde aceleyi ihtiyar — eder, Menfaatleri üzerinde fazla tevakkuf — et- mez, ince ve derin — düşün- miye taraftar ve serbesi Ü sarfeder. değildir. Eğlenceyi şeyleri fazla sever. H 5 İZMİRDE BERBER KEMAL EFENDİ: (Foğrafının dercini iste- miyor) Kısmen girgin ve gözü pekçedir. Sert ve barit muame- leye karşı serkeşliğe ve muka- beleye temayül eder. Menfaat- ve israftan — sakınır, şıklığa ve intizama riayet eder. lerini bilir ihata parmaklığın örtülü sandukasını eden altın yaldızlı biraz gerisinde, bir mezar kazıl- | Abdülhamit, buraya def- larla mıştı. nedildi. çıkmış, türbe Bu, önde Herkes dışarı kapısı — kapanmıştı. loş | kubbenin altında; Sultan | Mahmudun, biraz geride ve sağ- da Sultan Azizin, kalbe heybet | | ve haşyet veren cesim sanduka- larile, küçük bir toprak yığının | dan ibaret olan Abdülhamidin ı mezarı görünüyordu. ( Arkası var ) K am , Bir Hal Şekli Küçük Nurten beş yaşında kardeşi Ahmet te üç yaşındadır. Biribirini delicesine bunun içindir ki biribirile evlen- | severler ve | meye karar vermişlerdir. Fakat çocuk meselesinde uyuşamazlar. Çok defa ikisi hakkında karar vermiye alışan Nurten, ihtilâh şöyle halleder: — Ben kazların anaşı, sen de oğ- lanların babası olursun! Bir Teselli Küçük Abmet, ayaklı bir bardak karmıştır. Kazanın ilk he- yecanı geçer geçmez dayaktan kurtulmak ve etrafı teselli etmek ister: — Bereket ayağı kırıldı!. İskoç Hasisliği İskoçyalılar hasisliklerile meş- hurdurlar ve bir Iskoçyalı hak- | kında şu fıkrayı anlatırlar: versin ki — yalnız Ecnebi bir şehre gelen bir | İskoçyalı otelde bir oda kiralar. Odanın — pençereleri - civardaki meydanlığa ve meydanlığın orta- sındaki saat kulesine — nazırdır. Saati gören oçyalının ilk ha- | reketi, cebindeki saati çıkarmak ve durdurmak olur. Samimi Bir Cevap Ali çavaşun karısı ölmüştü. | Komşuları Ali Çavuşu taziye et- mek istediler. Dediler ki: | — Müteessir olma, Ali çavuş, [ inşallah öbür dünyada kavuşur- | sunuz! ! Karısı bakkındaki hislerinin anlaşılmadığını gören Ali çavuş İ şu mukabelede bulundu: l — Malüm a dağ dağa kavuş- maz insan insana kavuşur. Fakat şimdilik aramak niyetinde deği- lim. | varlığımın üzerinc, Fotoğraf Tahlil Kuponuna 11 inci Sayfamızda bulacaksınız. DAKTİLO Bugünün Romanı H 68 BO Yazan: Z. Şakir Karakoldan karaköla gezerek Merkez Memurluğuna — geldik. Muhtelif - istievaplarda — kâmilen zevcim meyzubahs oluyor, onun mazisine ait malümatım olup ol- | madığını, izdivacımızın - şekil ve sureti, izdiyaçtan sonraki - tarzı hayatımız soruluyordu. Her suale, hiçbir şey sakla- madan cevap veriyor; kumar | iptilâsından başka hiçbir fena- hığını görmediğim Zülbaharı, gör- düğüm ve anladığım gibi tasvir ediyordum. İsticvabım, çok uzun sürdü. Geceyi merkez memurluğunda nezaret altında geçirdikten sonra | eresi gün müddelumumiliğe sev- kolundum. Dar ve karanlık ko- ridoru geçerken gözüme küçük bir kalabalık ilişti. Dikkatle bak- | tim, Ânnem, amca bey ve sabık patronum fabrikatör Hacı Bey | orada durüyorlardı. Birden başım döndü. Haykı- rarak anmemin üstüne atılmak istedim. Fakat, düşmüş bayı- mışım... * Kendime geldiğim zaman, bir | hasta bakıcı alnımdaki ıslak bezi değiştiriyordu. Meger, yirmi dört saat baygın kalınışım, Hem tıbbi, hem de adi? bir ve ihtiyaca binaen hiç t ettirilmedim. Ni- hayet, dördüncü gün, tekrar müddeiumumiliğe — götürüldüm. Kibar, halden anlıyan bir zat evvelk birçok teselli verdikten sonra, yine isticvaplara başladı. Burada da birçok defa tekerrür eden cevapları, bir defa daha tekrar ettim. Ve nihayet, şu acı hakikati öğrendim. Meğer, zevcim Zülbahar Bey, beynelmilel meşbur bir dolandı- rıcı imiş. Son zamanlarda İtalya- da büyük ve mütecasirane bir vak'a yaptıktan sonra — Mısıra kaçımış, bir. müddet —maske- ler altında kendini saklamış. Fakat takibata — mukavemet edemiyerek evvelâ Pireye, dan İzmire, İzmirdea de İstan- bula kaçmış.. Her gittiği yerde gayet temiz görünerek saf ka- dınlara — hulül — eder. Onlardan birini ya, zevce veyahut metres olarak yanma Bu suretle kendisine daha sağlam ve daha ciddi bir vaziyet verir. Yavaş yavaş © rzavallı kadınları elinde bir âlet gibi kullanır, akıl ve hayale gelmiyen dalavereler çevirir.. Başı sıkılınca da kadımı bırakır kaçar, gidermiş. Nitekim şimdi de onun burada büviyeti keşledilmiş. Tevkifi için takibat yapılıyormuş. O, bunü anlamış ve o kumur gecesinin sabahı bir semti meçhule kaçmış. lüzüm kimse ile ihtil ora- alhır.. Masumiyetim anlaşılmakla be- | diğim bu son ve raber, ban esbaba binaen mev- kufiyetim devam ediyordu. Zaten derhal — tahliye etseler de ne olacaktı 7. Artık ben, eski hüviyetimden o fakir, temiz Kev- serliğimden — tamamen — ayrılmış bir insandım. Ruhan ve hissen tamamen değişmiş, eski masum simsiyah bir nisyan perdesi çelkmiştim. Tev- kifhaneye girdiğim dakikada mev- | kuf kadınlar cetrafımı aldı, yeni- | vardı | cik olsun bana den bir isticvap başladı. Hem de nasıl?. Merkezlerde ve Adliyedeki istintaklardan daha ince ve daha keskin süallerle... Bunlara cevap vermiye mecbur olmadığım için kısaca hiç bir maceram olmadığını söyledim ve bu sözümde ısrar ettim. — Fakat onlar, dinlemek ihtiyaçlarını söylemek ihtiyaçlarile | defetmiye başladılar. Hepsi de başlarından geçenleri anlattılar.. Bunları dinledikçe, kalbimin eski masumiyet hislerinin birer birer koptuğunu duyuyor, her tür- lü ar ve bicap perdelerini yırtarak pervasız birer sefil olan bu haya- sız kadınlardan ziyade, bunları bu hale getirmiye sebep olanlara lânet ediyordum. Hepsinin acı bir macerası ve bütün bu maceraları yaratan da, hep başka in. — rdı. Bunlar da hayata atıldıkları za- man sarsılmışlar, — bocalamışlar, düşememek için çok uğraşmışlar.. Fakat sonra? Öyle bir ihtiras dalğasının — tazyikı — karşısındaj kalmışlar ki, nihayet, düşnüş- ler, ve bin parça olmuş- lardı.. — Şimdi mevcudiyetle- rinde hüküm süren varlık, yara- dılışlarındaki masum varlık değil. Cereyan ve hâdiselere derhal uyuve- | ren, şuursuz. ve düşünceden aza- de bir yaşayış.. İşte o kadar... Annem bazan: — İnsanın, —alnımın çatlamıya görsün... Derdi. Demek ki, çatladıktan sonra bunlar, bu, hayatın her şeysine -bilâ perva uyan kadın- lar gibi olunuyordu. Şu halde, ben ?.. Acaba şimdi ben de, on- ların muhitine düştükten, onların fasit ve mütereddi havasını te- neffüs ettikten sonra onlar gibi mi olmuştum ?.. damarı * Bunları düşünürken, gardiyan geldi. Amca beyden bir mektup ge- tirdi. Amca bey, bu faciaya biraz da kendisinin sebep olduğunu ileri sürerek uzun uzun özür diledik- ten ve bunu telâfi için var kuv- vetini sarfedeceğinden — bahset- tikten sonra, (maruz kaldığımız asıl büyük felâketten dolayı sizi teselli edecek söz bulamıyorum) diyordu. Asıl büyük felâket... Bu, ne olabilirdi?... Tali ve mukaddera- tımın yarattığı bu müstekreh va- ziyetten daha büyük bir felâket tasavvur olunabilir. mi?... Meğer, varımış... Tahkikat neticesinde masumi- yetim tamamen tahakkuk cttiği için, serbest kalmıştım. Tevkifa- ne karısından çıkıp ta almıma saf ve bür hava çarpar çarpmaz ilk düşündüğüm h olda : — Nereye gideceğim ?... Evvelâ, anneme koşmak, ver- meşum ıshıraplan ine kapanmak inciye - kadar ağlamak lâzımdı. Zavallı kadın, şimdi kimbilir nekadar mustaripti? Nekadar mustaripti ki, bir kerre- memişli. Öm- çük bir mu- uz kalmamış dü, belki 'de sız kadınlar dolayı onun ell ve kendimi aff k ründe kimsenin en ahazesine bile olan bu vekarlı evlâdını, kahpe ve | arasında görmek istememişti ( Arkası var )