Ab ABPULHAMİB N ASen GÜNLERİ İ ülhamidin Vasiyeti Mucibince Kefeninin İçine Ahitname Duası Kondu TT Sonra Allı, Yeşilli Atlaslarla 'îabu_tAunuaneçl;izine Başlandı! NAKILİ ZİYA ŞAKİR Her hakkı mahfuzdur Naşın karşısında, Hırkai Saa- ağaları, sol ellerinde buhur- danlar, sağ elleri hürmetle gö- güslerine konmuş, dindaranc bir tazim ve tevekkülle duruycı, gözlerinin ucile önlerindeki ibret Tevhasına bakıyorlardı. Hırkai Saadet dairesi, tarihi bir gün yaşıyardu. Bugün, veka- yile dolu, uzun bir saltanat dev- resinin son sayfası — kapana- caktı. Bütün — nazarlar — Ab- dülhamidin — teneşir — üzerinde yatan kapalı gözlerine dikilmişti. Naşa — sıcak — sular döküldükçe beyaz bir duman yükseliyor, buhur- | danlardan ödağacı ve amber ko- | kularına — karışıyordu. Etrafta, haşıane bir süküt hüküm sürü- yordu. Hizmet için girip çıkan- ların, hasırlar üzerinde, ayak ses- lerinden başka bir ses işililmi- | yordu. Ayak ucunda, direğin ya- nında, damatlardan iki zat, elle- rini — kavuşturmuşlar, — gözleri naşa matuf, ağlıyorlardı. Abdülbamidin, leneşir üze- rinde, kapanmış gözleri, ağar- mış saçları, çıplak vücudu ile bitabane yatışı, kalplerde — inti- bah hisleri uyandırıyordu. Bazan başı hirdenbire kayıyor, yanla- rına doğru düşen kollarile, ak ve perişan sakalile boynu gari- bane bükülüyordu. Nihayet, —naşının yıkanması bitti. Sarı, ipek işlemeli havlularla kurulandı. Tabut, yere indirildi. Teneşir, tabutun yanına getirildi. İçine — kefenler — serildi. Ab- dülhamidin — naşı, ihtimamla tabuta - indirildi. Beyaz kefenler arasında yatan zayıl, çıplak göğ- sünün üstüne ( ahitname duası ) konuldu. Yüzüne — bir ( Hırkai Sandet destimali ) örtüldü. Bu surctle, hayatının son zamanla- rındaki vasiyeli yerine getirildi, Kefen bağlandı. Tabut kapan- di., Artık tabutun techizine baş- Tanmıştı. Tabutun üstüne evvelâ bir yatak çarşafı, daha üstüne sırma işlemeli al bir örtü konuldu. Ayak ucuna lâciverde yakın çiçekli bir kumaş sarıldı. En üs- tüne Kâbe örtüleri kapandı ve en nihayet, zümrüt, yakut ve elmaslarla müzeyyen üç altın ke- mer, tabutun üstüne tokalandı. Tabutun başına ve kollarına da kırmızi ve Yeşil nakışlı şallar sarıldı. - Baş tarafa mihlanmış olan tahta parçasının üstüne ye- Şil atlas dolanarak baş cesame- tinde bir kabartı husule getirildi. Onun üstüne de Abdülhamidin kırmızı fesi giydirildi. (Şimdi — Abdülhamidin ipek- ler, şallar, sırmalar, kıymet- tar taşlarla müzeyyen tabutu) , onun hayattaki azamet ve salta- natına; ayni zamanda da Hırkai Saadet dairesinin gözleri kamaş- tıran, her tarafında renkler ve altın yaldızlar parıldıyan (ihtişam ve ülviyetine tevafuk) ediyordu. (Herkes çekildi. Yalnız, mü- zeyyen sütunlar, mülevven duvar- lar, parlak Jlevhalalar arasında, başı harem dairesine müteveccih bir tabut görülüyordu. Arzhane önünden bir ayak sesi işidildi. Damat paşalardan bir zat, kısa adımlarla ilerledi. Hırkai saadet duvarının köşesinde durdu. — El- lerini — açtı. Gözleri — tabula müteveccih kısa bir dua etti. * Hırkai Saadet kapısının — önü, gittikçe kalabalıklaşıyordu. Bu berrak şubat semasının güneşi, yavaş, yavaş ufka doğru ilerliyer ve her tarafa parlak bir ziya serpiyordu. Geniş meydan, büyük üniformalı mülki ve askeri zevat ile dolmuştu. Bunların arasında, beyaz ve yeşil sarıklarından do- lanan enli sırmaları omuzlarına doğru sarkan,, göğsü ve arkası som sırma ile işlemeli Kazasker- ler ve İlmiye *ricali görünüyor, siyah silindir şapkalarını ellerinde tutan sefirlerle bunların yanım- da bulunan büyük üniformalı Alman Avusturya — zabitle- rinin şapkalarındaki tüyler, uçu- şuyor, (helm)lerindeki — madeni kısımlar parlıyordu. Guruba yak- laşan güneşin — iltimaatına karşı bu insan kütlesi kımıldand:kça ber tarafta altunlar, sırmalar, pırlanta ve elmaslı nişanlar par- hyordu. (Hhrkai Saadet dairesinin ka- ve | pisi birdenbire açıldı. Bütün na- zarlar, kapıya çevrildi.) Bütün bu kalabalık, olduğu yerde dalğa- landı. Ve kapının ön tarafında toplandı. Arkada kalanlar, ayak- Tarının üstüne basarak yükseliyor ve büyük bir kalp heyecanı ile kapıya — bakıyorlardı. (Nihayet, elmaslı kemerler, sırmalı - kâbe örtüleri, al atlaslarla müzeyyen tabut, kırmızı fesi) kapıdan çıka- rıldı. Şimdi, eski ve yeni birçok devlet ricali -daha doğrusu: onun birçok dost ve düşmanı, Abdül- hamidin — cenazesi karşısında idiler. Bötün nazarlar tabuta dikilmişti. Tabut, Hırkai Saadet kapısı önüne, yüksek bir mevkie konuldu. Hamidiye camiinin kür- sü şeyhi, sırmalı yeşil esvabı, göğsünde pırıldayan nişanlarile tabatun önüne geldi. Etrafına, göz gezdirdi.. Gür bir sesla sordu: — Ey cemâağöti müslimin . Bu zati nasıl bilirsiniz?. O, zaman yüzlerce sadası yek ahenk yükseldi: — İyi biliriz.. Ve.. Ayni zamanda, bu ses- lerin üstünde bir sada yükseldi. — İyi biliriz.. Allah rahmet eylesin.. dindar adamdı. Heikes başını o tarafa çevirdi. Bu sözleri söyliyen, bir zamanlar Abdülhamide isyan eden Topçu Feriki Gürcü Rıza Paşa idi, Kürsü şeybinin sesi, tekrar işitildi: insan | edilecekti, İ | manı memuriyetini azami dürüstü ve — Yarın yevmi mahşerde.. Hakkın huzurunda da - böylece şahadet eder misiniz ?.. | Yine bir velvele dal galandı. | Hırkai Saadet binasının duvar- larına çarptı: — Ederiz.., ( Kısa bir fatiha bu merasime de nihayet — verdi.) — Tabut üçüncü Sultan ' Ahmeddin — kü- töphanesinin önünden dolaştırıldı. Arz odasının sağ tarafından ya- vaş yavaş geçirildi. Babussaadenin önüne getirildi. Tarihi bir ananeye riayet oluna- rak cenaze namazı burada eda (C Arkası var ) | Tefrikasııza lemas eden bir mektup aldım. Bu hususta bita- | raflığım hasebile bu mektubu aynen aşağıya kaydediyorum. ZZ. $. Gazetenizin 10 mart 932 tarih ve $84 numaralı nüshasında münderiç (Abdülhamidin xon gönleri ) unvanlı tefrikada merhum mabeyinci Emin Beye müteallık kısımdaki kuyudatın | kismen yanlış zaptedilmiş olduğunu gördük. Tarihi bir kıymet ve ehemmiyeti halz olan işbu tefsikanın hatasız olması inucibi arza olduğundan ber- veçhirir en sıhhatli ve hakiki malü- | matı. kaydediyoruz: Filhakika Emin Bey, hafif bir rabatsızlık geçirmiş ise dt tımarbane veya hastanede yatmamış ve bilâkis seyahatine devam etmiştir. Nihayet şabsi kaymeti ilmiye ve mezayası sayesinde edindiği meykü, son za- mana kadar mubafara elmiş ve za- Tiyakatle ifa etmiş olduğundan ilânı hürriyette en ufak bir sorguya bile çekilmemiştir. | Vazifesini kemali dürüsti ile ila eden bir xat olduğundan ( küfranı nimet) etmekliğine mahal kalmamıştır ki - şuhut ile müspet olduğu veçhile - son anlarına kadar vazifeşinaslığı takdir edilen bir zat bu suretle müttehem olsun... Evlâtları Birkaç Fıkra Bir Fen Bahsi Sınıfta: — Dünyanın döndüğünü keş- feden âlim kimdir, oğlum? — Hazreti Nuh efendim. Eski Bir Kura Muayenesinde Medrese talebesinden birine, muayeneyi yapan redif binbaşısı | sorar: — Köroğlu nebi midir, yok- sa veli mi? — Nebidir, efendim. — Öyle ise sen de buz. gibi askersin. Bir Şey Atacak Ama, Neyi Atacak? — Azizim, mükemmel bir iş kurdum. Öyle bir işki sene sonuna varmaz milyonu cebe atacağım. — Ya atamaz isen! — ©O zaman da kendimi hudu- da atarım. BİZİ M sanikma —a DAKTİLO Bugünün O dakikadan itibaren kendi | kendime dedim ki: — Dikkat et Keyser.. Şu süslü ve zarif pansiyon, o Tak- sim meydanındaki kibar — salon; bütün bunlar Zülfü Beyin yazıha- nesinden daha tehblikelidir. 4 Bu hislerimi, kalbimde uyuş- turmıya mecburdum... Anneme söyliyemezdim. — Çünki; meşru izdivaç hayatının bütün abval ve harekâtını eski türe ve an'anede arıyan annem, bugünkü vaziye- timi bile memnun olarak kabul etmiyro, — Zülbaharla aramdaki rabıtayı, evlilikle metreslik ara- sında, şüpheli ve çürük bir şe- kilde görüyordu. Ayni zamanda, bizi tanıyanlar arasında alevlenen dedikodulara göğsünü germek- ten de rahat ve huzurunu kaybe- | diyordu. Bir aralık Amca Beyle dert- leşmeyi aklımdan geçirdim. Fa- kat buna hacet kalmadan onun vereceği hükmü biliyordum. Zül- baharla derhal ayrılmak... Bu, çok kolay ve en kestirme bir yoldu. Lâkin.. o zaman, zavallı, annemin hali ne olurdu ?. En nihayet, düşüncelerimi bir noktada tespit ettim. Bir ân evvel, İstabuldan. çıkmak ve ya- bancı bir memlekette, ne olur- sam olmak... Bu fikrimi Zülbahara anlattı- ğım zaman © da bunu istiyor gibi göründü. Fakat, Mısırdan gelmesini beklediği bir arka- daştan bahsederek ona — inti- zar mecburiyetinde bulunduğunu söyledi. Artık, gelmesi beklenen bu arkadaşın, biran evvel muva- salatına dua etmekten başka ya- pacağım hiçbir şey kalmamıştı. » Bundan beş gün evvel Zül I bahar eve geldiği zaman onu biraz düşünceli gördüm. Bu hal, alelâde bir can sıkıntısından ibaret olsaydı, çabuk dağılması icap ederdi. Fakat böyle olma- d Hatta ertesi gün, düşüncesi daha ziyade aıttı. Bunun sebebi- ni sorduğum zaman, Mısırdaki pamuk — piyasasının — birdenbire düştüğünden biraz canı sıkıldığı- ni söyledi ve derhal — bahsi kapattı. — Halbuki, — beş — on gün zarfında anladığıma göre Zülbahar para işlerine © kadar ehemmiyet veren bir adam olma: dığından ve bilhassa son günlerde de kumardan fazlaca paralar ka- zandığından şüphesiz bu düşün- celerinin başka sebepleri vardı, Ben bunların tahlili ile meşgul olurken - dün değil, evvelki gün « Zülbahar — İstanbula indi, fakat çarçabuk avdet etti. Neş'esi de bir az yerine gelmişti. Böyle va- kitsiz dönmesinin sebebini sorunca: — Bu akşam, davetliyiz. Şiş- lide bir yere gideceğiz. Öyle zannediyorum ki yeni bir takım zevat ile tanışacağız. Bunların arasında ... Şirketi Müdiri Umu- misi de var. Rica ederim Kevser, şuna güzel bir oyun oynayalım.. Güya çok yüksek bir pokerci imiş ve karşısında mukavemet edilmezmiş. Sîyfı -8 Romanı AAAT 66 AAA Yaran: Z. Şakir Ben, bir az durgun bir halde sordum: — Nasıl bir oyun oynayalım? O, yapacağım işi çok ehem- miyetsiz gösteren bir tavırla o- muzlarını — kaldırıp — dudaklarını bükerek cevap verdi: — Pöh.. ne oyun olacak.. Meselâ; onu sen, çak iyi oyalıya- bilirsin.. meşgul edersin.. — Anlıyamadım.. Yine onun da kâğıtlarma bakarak mı? Öyle de olur ama.. Belki bu kâfi gelmez.. — Demek daha başka yapı- lacak şeyler de var?.. — Canım bir kadın isterse neler yapamaz?.. Ben öyle ka- dınlar tanırım ki, erkeklerine ka- zandırmak ve şüphesiz kendileri de müstefit olmak için öteki oyuncuların yanına oturur; meselâ dizini onun dizine dayamak, u- sullacık ayağına basmak, vakit vakit kolile dokunmak suretile onu kendisile alâkadar — eder. Oyuncu tabü, güzel bir kadının gösterdiği bu alâkaya lâkayit kalamaz. Bir taraftan oyuna de- vam etmekle beraber, diğer ta- raftan zihni karma karışık olur, muvazenesini kaybeder, kadına cüretkâr görünmek için (blöf) ler yapmak — ister. — sonra, —ayunu kaybeder. Bu sözlere ne cevap verece- ğimi düşünürken yürüdüm. Camın önünde durdum. Buğlanmış camın üzerine parmağımla karma karışık çizgiler yaptım ve sonra cevap verdim : — İyi.. çok iyi Zülbahar Bey. * Akşam olmuştu. İkimiz de bü- yük bir itina ile hazırlanmıştık. Zevcim ayakta duruyor, bana giy- dirmek için mantomu elinde tu- tuyordu. Şapkamı başıma yerleş- tirdikten sonra onun Önüne gel- dim, mantoma giyecektim. Sağ kolumu mantoya geçirdim. Fakat sol kolumu kaldırirken birdenbire sendeledim. Onun kollarının ara- sından yere kayarak, boğuk bir sesle inledim. Zevcim üstüme iğildi. Hem sarsıyor, hem de telâşla soruyordu: — Ne oluyorsun Kevser.. Ne oluyorsun .. Ayni inilti ile cevap Verdim; — Su.. Rica ederim, biraz su ver.. O koştu. Sürahiden su dol- durdüu. — Bardağı aldım, birkaç yudum içtim. Biraz kendimi top- lamış gibi göründüm ve sonra ilâve eltim: — Fenayım Behar.. Hem çok fenayım.. Gündüz. sana — kaç defa başımın döndüğünü söyle- memiş mi idim... Emin ol ki gide- c€ek halim olmadığı halde, batırın için hazırlandım. Beni bu gece affet... İstersen, sen de gitme,. Bu gece sen de istirahat edersin.. Zevcim beni kaldırdı. -Salona getirdi. Kanepeye oturttu. Elle- rini cebine soklu; gezindi, dü- şündü. — Nasıl olur?.. Mümkün de- ğil.. Söz verdim.. Aman Yarabbi.. ne talisizlik.. Asıl büyük oyun bu gece dönecekti, (Arkası var )