| ; | B B , l | Nakleden: H. R. — Kımın Doktor: Semi Ekreme — Hudutlarda Berhtold —apansızın — sulhçu, sakin bir adam olmuştur. Rus sefirile öz iki kardeş gibi görüş- mektedir. Sefir kendisine Alman- yanın — harp maksatlarından şi- kâyet etmektedir: — * Halbuki bizim aramızda hakikatte büyükçe bir sul te- fehhümden başka bir şey yok. , Demektedirr. Berhtold kendisi- nia de anlattığı üzere bu müna- sebetler esnasinda Almanyanın lehine söyliyecek tek bir kelime bulamıyordu. Halbuki Almanyayı bu soa noktaya götüren kendi- sindea başka kimdir? Bugün Rus sefirinin yanında böyle — davrandığı gibi, yarın Fransız sefirini de bu zeminde serbest bırakacaktır. Hatta Fran- sız sefiri bizzat Almanya İmpa- ratorunun aleyhinde — söylendiği balde ! * Diğer taraftan Berlinden teb- gtaflar yağmıya başlamıştır. Tel- gralflar diğerlerinin tasavvur ve tasmim — ettikleri harbi şimdi şedit bir üslüp ile ve bihakkın istemektedir. Bu münasebetle Avusturyanın Rusyaya vermekte muztar kaldı- ğ Uânı harp notası resmen o ka- dar kaba ve müşevveş bir halde yazılmıştır ki bununla Viyananın harbe Berlin tarafından cebren sürüklendiği — gösterilmek isten- neiştir. * Fakat neden Fransa ile de münasebeti kesmeli? O kadar uzun zamandır. hars sahasında Viyana ile birleşmiş olan İngilte- reden niye ayrılmalı ? * Daha şimdiden binlerce Alman maktul olarak Habsburg şerefine hudutlarda — yatmaktadır. Ha buki Kont Berhtolt, her gün müttefikinin düşmanlarını kabul etmektedir, Hayfa ki Fransızlar siyasetlerini okadar ciddi tutu- yorlar. Ne pahasına olursa olsun Viyana ile münasebetlerini kes- mek istiyorlar, halbuki Avusturya buna hiçbir sebep ve illet bula- mamaktadır. Almanya ile harp başladıktan bir hafta sonra, Fransız - sefiri Viyanada soruyor: * — Avusturya Alsasa asker gönderdi mi, göndermedi mi? Berhtold — infial ile inkâr ediyor: — Aman yarabbi, kendisine böyle bir hareket nasıl isnat olunabilir? Fakat bu bususta Almanlar da bihakkin dirler: Müttefikleri şark harbine iştirak — edecek mi? Almanya kendi kendine bu suali sormakla beraber bitaraf memleketlerde Avusturyalılar birlikte ve dirsek dirseğe — olarak — harbettiklerini işaa ederler. TEM Umumi Harp Nasıl Patladı ?— MUZ Dövüşülürken Viyana, Almanlar. Habsburg hanedanı için bir haftadanberi siperlerde dövüşüyor, Fransız sefiri Dümen Viyanada gün geçtikçe tazyiki artırır. Suali- — Fransa İle Münasebatını Kesmemişsti hudutlarda — yatıyorlardı ni yeniden sorar, yeniden rahatlar, ve nihayet Avusturya askerlerinin garbe — gönderildiklerini öğrenir, pasaportlarını ister. Avusturya hariciye nezareti kedere garkolur. Yalnız Viyana şehremini - bütün şu devletliler alayının ne — mal olduklarını gösterecek bir meha- ret ibraz eder; demek Fransızlar bizimle harbedecezkler öyle mi, durun ben kim olduğumu şimdi onlara göstereyim, der ve şehre- manetinin — balkonuna — çıkarak halka şu yalanı ilân eder: — Pariste ihtilâl çıktı. Cüm- hur reisi katlolundu. * Bu sırada İngiltere seflri Vi- yanada Avusturya sefiri de Lou- Resminizi , HALİL MUZAFFER B.; Mü- dekkiktir. A- raştırıcıdır. Fotoğraf Tahlil Kuponunu 11 inci Sayfamızda Bize * Size Tabiatinizi SON POSTA 1914 Yazan: Emil Ladvig | | | | drada güya bir şeyler yokmuş gibi rahatlarındadır. Alman sefiri Prens Lihno- | vaki Londradan çıkarken Avus- | turya sefiri kendisini gara kadar | teşyi eder ve memnun bir vazi | ile kendisi kalmak — niyetinde | olduğunu söyler. Filhakika otuz gün daha kalmıştır, artık - şifreli telgraf çekmek imkânı — yok- tu. Bu esnada Grey ile ayrıca bir itilâf akti çarelerini mükerre- ren görüşmüştür. Kont Monsdorf: — “ Aramızda hiç bir türlü husumet bulunmaması daha eyi değil mi? İki zümreden birer dev- letin temasta kalmaması — arzu olunmaz mı? Diyordu. Fakat nihayet matbuat ken- disini çıkıp gitmiye davet eder ve Grey kendisine: (Arkası var) Gönderiniz, * Söyliyelim ... EMİN SAİT B.; Zeki ve so- kulgandır. Sür- atle mütehey- yiç olur, İyi söz söyliyebi- lir. Münaka- şadan çekin- mez, — yalnız fili mücadele- den — hazet. mez, münaka- şayı davet eden mesailin fikren ve sulhen halline taraftardır. Tenkit yapar, Din iradelerine uysallık Başkaları! mııu. daha mde kendi rinin kabul imesine ça- kâraır. — Mih- net vemeşek- kati — taham- mül gösterir rahatına pek düşkün değil. dir. — Bazan — eeyamn ae e ar r_' —a 5i kAYn Bu Sütunda Hergün Nakili : Ahmet Naim Kezbe_ınwı_n“ _Odası Dünkü Hikâyenin Hulâsası Eski Istanbul dersiâmlarından Abdülahat E£ aksi, — nalet, kötü huylü bir. adamdır. Bir uşağı vardır. Onu en haksız vesilelerle tazip, tekdir. eder. Fakat birçok sualler sorduğu halde uşağin göze batacak hiç bir kusurunu bulamıyor. Bugünkü hikâyemiz, efendile uşak arasındaki — ihtilâf sah- nesini şöyle devam ettiriyor. - e Dersiâm —Efendi — çıldırmak raddelerine gelmişti; yüzü mos- mor kesilmiş, gözleri korkunç bir sürette dışarı uğramış tel tel kabaran sakalı titriyordu. Fakat aklına birdenbire yeni — birşey geldi; mosmor kesilen yüzünde geçici bir tebessümün çizgileri gezindi. — Mektupları ne yaptın? Ce | vap ver bakayıml. Uşak hiç istifini bozmadan cevap verdi: — Cevaplarını dün akşam masanıza bırakımıştım. Ahat Ef, düşündü; uşak doğ- ru söylüyordu, mektupların ce- vaplarını dün akşam okuduğunu şimdi hatırlamıştı. Beynine sanki milyonlarca karınca dolmuş gibi kafatası gıcıklanıyordu. ağzından inler gibi bir cümle daha dö- küldü: — Sana, şu pis kemençeni gıcırdatma diye yüz kere tembih ettiğim halde bu sabah menhu- sun sesini yine duydum. Uşağın ablak yüzünde hande koşuştu: — İnsaf buyurun efendim | dedi. Daha dün akşam bin parça etmediniz mi idi? Ve İstanbul dersiamının kanlı dudakları tükürmek istiyormuş gibi buruştu ; titredi ve bu kalın dudakların arasından galiz bir küfür fırladı : — Tuh, hay!.. Lânet olası ! İki taraf ta bir lâhza sustular, Ahat Ef. kanlı gözlerini uşağın üzerinde — gezdiriyor, — şikârına nereden saldıracağını arıyan bir vahşi hayvan gibi, — etrafında dönüyordu. Birden bire durdu. Aklına birşey gelmiş gibi elini alnına götürdü; kırmızı yanaklı yüzünü hudutsuz bir sırıtma — kapladı; çürük dişli ağzından bir kahkaha boşandı; kırmızı yanaklı yüzüntü çerçeveliyen abanoz sakalı tel tel oynadı, tel tel sıçradı. Kendi kendine: “Ah ulan teres! diyordu.. Ulan teresi Girdin mi kapana? Bir sıçradın çekirge, iki sıçradın çekirge.. Şimdi buyur bakalım! ,, Ve uşağa, burnuna burnunu değ- dirircesine yaklaşarak teker teker bir — Ulan, sana Kezbanın oda- sının önünde dolaşma! diye kaç defa söyledim!.. Dün, yine, ora- larda... Fakat Müderris Ef, lâkırdısını tamamlamadan genç uşağın pen- be derili yüzüne sinsi bir tebes- süm işlendi; sonra, bu tebessüm genişledi; gözlerinde bir istihza şimşeği parladı; boğazından küs- tah bir kahkaha fıkırdadı ve orinı şişirdi;. Parmağını — Efendi! Efendil. dedi, hani gerçek olan Haktaalâ haz- retlerine malüm.. Kezbana gönlüm akmadı değil:.. Ammal.. Sizden, ön art yok ki... Sal ah geçiyorum, siz oradasınır; öğleyin bakıyorum, başbaşa... Uşak Efendinin kafasını sak- lamasından ve kaşı ile gözü ile işaretler yaparak neyi anlatmak istediğini bir tirlü kavrayama- mıştı; fakat insiyaki bir sabır- sızlıkla başmı geri çevirdi ve banımı Je yani Ahat Efendinin zevcesile burun buruna geldi. Uşağın kocasına söylediklerini ta- mamile duyan Hanimefedi fena halde sinirlenmişe benziyordu; yüz bir naş gibi sararmıştı, dudakları titriyor, açılıp kapanan burun deliklerinden — keskin — soluklar çıkıyordu. Uşağa bir kelime bile söylemeden kocasının — üzerine yürümiye başladı; biraz evvel köfte kızarttığı iri bir maşayı bavaya kaldırdı; — Kezban, ha! Dedi. Tuh.. Utanmaz, hayasız! Ben zaten.. O ne feci veyahut o ne gü- lünç manzara idi. O pür gazap Ahat Efendi nerede idi!.. Şu karısının — salladığı maşanın karşısında — bir. fino — köpeği gibi — geriliyen, — fersiz gözlü balmumu gibi sararmış adam, hiç biraz evvel gür sakalı titri- yerek asıp kesen Ahat EF. ola- bilir mi idi? Vaziyet gittikçe — komikleşi- yordu; dersiam cfendi gerile- dikçe, — kendisini — manyetizme eden müthiş maşa havada teh- ditkâr bir daire çizdi; sonra xa- vallının omuzuna bir gürz gibi indi. — Kezban ha!.. Ahat Ef, nin korkudan buyü yen gözleri, kadının elindeki silâha saplanmış yalvarıyordu: — Hanım, hanımcığım !, Vak- lahi, billahi, tallahi hepsi yalan hepsi yalan, hepsi... Fakat hanımın keskin bir çığlığı zavallının sözlerini ağzına tıkadı : — Sus11... Ve iri, ocak maşası kısa fasılalarla havaya kalktı ve indi : — OHFN — Kezban ha ? — OHU * Uzaktan, efendisile hanımımın harp oyununu seyreden - uşak, ahır kapısından girmeden evvel, iri ocak maşasının havaya kalkıp Ahat Efendinin omuzlarına inme> sini sayınıya başladı : — Bir, iki.. üç, dört, beş... sekiz.. on.. on iki.. on beş.. on altı.. Ocak maşası, Hanımıu sinirli ellerile, dersiam efendinin omu- zuna on yedinci defa inerkea, uşak sayı ameliyesini bıraktı: gözlerini açtı, yüzünün damarla- havada sallıyarak biraz evvel Efendisinin kendisine yaptığı ayni sahneyi tekrarladı: — Sana Kezbanın odasının de do diye kaç kere ::yhlodııı.' * Dhrıyiıo ’hıl.. Şlıl.. SON