Meçhul Bir Adam Çalmıştı Hâdise Bir Şımşek Gibi Etrafa Yayıldı BO GASi — İyi amma, bunun korkunç neticelerini düşündün mü? Ta- savvur ediniz bir kere bu aleti bir cani eline geçirecek olsa.. Sözünü — bitiremedi. Profesör onu teskin etti: —Merak etmeyiniz. Dedi. Mese- lenin o cihetini hiçbir cani duy- mıyacaktır. Bilirim ki, siz Efendi- ler, benim ricam üzerine keşfimin ancak esaslarmı ve gördüğünüz tecrübeyi yazarak bunun daha büyük mikyastaki kabiliyetlerini ima bile etmiyeceksiniz, değil mi? Gazeteciler çıkmak üzereydi- ler. Karton birdenbire geriye döndü: — Şu kâğıt baskısını berabe- rimde götürsem olur mu? dedi. | Bittabi bunda bir hile olmadığinı ben biliyordum. Fakat tahrir mü- dürlerinin ne inanmaz mahlüklar | olduğunu siz - bilirsiniz. Profesör Grantam: — Hay hay! götürebilirsiniz. Dedi. “Hakikt ve fennt her keşif, akla gelebilecek ber türlü mu- ayene ve tecrübelere müteham- mildir. Ancak sizden şu kadar rica ederim: — Yazdıklarınızda kuvvel hayaliyenizin gemini biraz “çekiniz. , İdarehanede Yarım saat sonra Karton Adarehaneye gitmiş, ögrendiklerini ve gördüklerini hararetle tahrir müdürüne — anlatıyordu. Tahrir müdürü Kartonun anlattıklarını sükünetle dinliyor ve yaprak c- garsını yakmakla meşgul oluyor- du. Nihayet kibritini söndürdü ve Kartona döndü: — Hulâsa, azizim, Doktor Grantam bir iddiada bulunuyor ve sizleri kandırmak için biraz da göz boyacılığı yapıyor., dedi. Karton kızdı : — Ne göz boyacılığı, azizim, dedi. “|Böyle gürültülere pabuç birakmak — meselesine — gelirsek, ben senden de Üstünüm. Amma herif gözümün önünde şu kâğıt baskısın — göze görünmez bir bale koydu diyorum sana!l,, Tahrir müdürü düşünceye dal- dı ve dalgın dalgın çenesini ka- şımıya başladı: — Ne ise,, dedi,, birinci say- Fada bir sütunluk yer verebilirim Amma işin bütün mes'uliyetini profesör Grantama — bırakmayı tnutma azizim. Deli şakasına alet olmak istemem. Karton hâlâ kızgınlığını muha- faza ediyordu: — Yıllardanberi —adamakıllı bir mevzu buluyoruz. buna da deli saçması diyorsun. Şu otar- duğumuz, bina tutuşsa o havadisi yazmak « için bile itfaiyenin tebliği resmisini bekliyeceksin, değil mi? Alimlerin Hastalığıl.. — Eh, olabilir. ya. Ferdam Göze Gorunmıyen Adaml Grantamın Aletîni ğ Aleti Çalan El, Bununla Kalmamış, Profesöre Tecavüz de Etmişti günü yangını tekzip etmekten daha iyi değil mi? Azizim Kar- Karton, haberi alır almaz derhal darülfünuna koştu. Orada gazeteci Bornezla polis memurlarını buldu | cak olan aleti hakkında yazi | yazmayı düşünüyordu. ton. Bu âlimler arada sırada bir | beyin fırtınası geçirirler. Bu da o fırtınalardan biri olsa gerek. O akşam makalesi neşredilip te okununca, Karton da tahrir müdürünün bu fikrine iştirak eder gibi oldu. Şehrin diğer gazeteleri de bu mesele için epey yer ayırmışlardı. Fakat hepsi de | kendi gazetesi gibi ancak profe- sörün iddiasını yazıyor, hazır bulundukiarı - tecrübeyi tasavvur ediyor, fakat bunların doğruluğu | hakkında hiçbir mes'uliyet kabul etmiyorlardı. Çünkü Nevyorkun bütün gazeteleri mazide, böyle bir takım fenni şakaların maskarası | ağızları İ olmuşlar ve bir defa yanmıştı. Gazetelerin Neşriyatı İntişar eden gazetelerin hepsi de Profesör Grantamın, görün- memezlik tevlidi hakkında ziya huzmelerinin inhinası esasını iyi kavramışlardı. Bunlardan banları diğer fizik profesörlerinin mütalea- larına bile müracaat etmişlerdi. Bu âlimlerin ekserisi, Profesör Grantamın fen sahasındaki şöh- retine hürmetkâr bulunmakta ve fakat keşfini ve nazariyesini ne tenkit ne de müdafaa ediyorlardı. Ancak Profesörün ziya huzmelerinin | güneşe doğru inhina ettikleri iddi- asını teyitten başka birşey yapmı-| yorlardı. Maamafih bunların hep- ' gi de, karilerin kısımı azamı da profesör Grantamın keşfinin, ha- kikt bile olsa, ancak laboratvar tecrübesinden ibaret olduğuna ve ameli sahada hiç bir kıymeti ol- madığına kani bulunuyorlardı. Halk İnanmıyor — Karton, bu işin de halk tarafından artık modası geçmiş diğer yalancı ve sahte fen hava- dislerine benzetildiğini görüyor ve fena halde kızıyordu. Profesör Grantam, — bütün suallere karşı vaki olan beyana- tında keşfini teyit etmekten baş- ka birşey söylemiyordu. Bütün | bu inanmamazlık karşısında Kar- ton köpürüyor ve profesörün bir İşin bu ciheti yazılmazsa, keşfin havadis | olarak kıymeti birkaç güne kadar sönecekti. Fakat Karton düşünüşünde aldanıyordu. Çünkü ferdası sabah telefonu çaldı ve Karton ahizeyi | kulağına koyunca uyku mahmur- lağu derhal zail oldu. Telefonda | konuşan Tahrir müdürü idi. — Allol Karton sen misin? Grantamın keşfi havadisini sen yazmıştın deği! mi? Öyle ise şimdi derhal Amerika Darülfünununa koş. Hüviyeti henüz meçhul birisi Profesör Grantama — tecavüzda bulunmuş — ve profesörün yeni keşfine ait bir makinesini çalmış!,, Profesörün Aleti Beş on dakika sonra Karton, | © gün ikinci defa olarak Ameri- ka darülfünununun fizık binasının koridorlarından geçereken, sabah ziyaret ettiği odamnın — önünde bir insan birkintisi gördü ve a- dımlarını sıklaştırdı. * gazetesinin adami Bornz orada idi. İki resmi ve bir de sivil polis memuru vardı. Karton yaklaşınca — hepsi — ona döndüler. Bornez: — İşte Karton da benim gibi tecrübelerde bulundu. O da am- latsın Veyt, dedi. Veyt denilen polis memuru | Kartona döndü ve onu selâmladı. zaten eskiden | Karton, tanıyordu. Veyti Bu, mahmur bakışlı, hareketli ve durmadan, dinlenmeden yavaş yavaş sakız çiğneyen bir adamdı. Karton hemen sordu: — Ne imiş 0? dedi. Profesör SERSİZ “Hem Grantam nerede? ne | olmuş ? ,, (Arkası var) İspanyada — Fırtına Madrit, 25 — Madritte şidetli | bir fırtına olmuş, tufan gibi yağ- murlar yağmış, damlar uçmuş, parmaklıklar sökülmüş, —ağaçlar | insanı bile görünmez hale koya- | kökünden çıkmış veya kırılmıştır. doğru | Meşhur İtalyan roman ve ve tema- şa muharriri Pirandellonun bugün | güzel bir hikâyesini dercediyoruz. Pirandello, dünyaya edebi kud- retini teslim ettirmiş bir şahsi- | yettir. Darülbedayiin geçen sene | temsil ettiği “Altı kişi muharriri- ni arıyor, piyesi de bu zatın eseridir. Bu hikâye üç gün de- vam edecektir. Yorğun yM ile, çatık kaşları ile ve hızlı adımlarla iğil görenler birkaç saniye eçhyğ;:—ı lar, başlarını çevirip onu bir müddet gözlerile takip ediyorlar. Başındaki şapka wk fena duru- yor; sanki bir başkasının şapka- sını giymiş ve yılm © şapkayı bir hııluıı öyle biç dikkat etme- yerleştirmeden koyuvermiş; o ııplıının altından saçlar darma dağınık bir surette her taraftan dışarıya çıkmışlar. Deli değildir; hayır. Bütün | işleriniz altüst gittiği — zaman şapkanızi başınıza nasıl koymuş i Abele Nono; onu İyi tanıyor ve niçin böyle şaşkın ve dalğın yürüdüğünü biliyorum. Daha geçen güne kadar kü- çük bir kızcağızın, kendi kızının, elinden tutarak yine böyle hızlı adımlarla yürüyordu; yavrucağın, zaif vücudu ile, narin bacakla- rile kendisine yetişemiyeceğini, ayağı takılıp düşeceğini veyahut onun koluna asılıp sürüklenece- gini babası düşünmüyordu bile. Beş yaşına rağmen fazla büyü- müş olan ince vücudu ile, gür, kıvırcık — saçlarını İyi örtmiyen yün kasketi ile, donuk yüzünün erile, küçük çocuk babasının ya- nında âdeta uçuyoz, küçük adım larile onun adımlarına yetişmiye çalışıyordu. Kımgıı arada sırada başını kaldırıyor, iri, yorgun göz- lerini babasınm yüzüne doğru | çeviriyor, onun hiddetinin geçip geçmediğini anlamıya çalışıyordu. O, yavrusu kolunda böyle her zaman, akşam üstü, büyük anmeyi ziyaretten dönerken daima hid- detli yürür, hiç konuşmazdı. Ba- zan kızcağız babasının dişlerinin giıcırdadığını, küçük elinin onun iri avucu içinde eaildiğini, kemik- lerinin fena halde acıdıklarını hissediyor ve © zaman babasının çok hiddetli, çok meyus olduğunu ınlıyordu Elinin çok acımasına rağmen kızcağız sesini çıkarmıyor, | babasının istemiyerek — ve hiç farkına varmadan onun - elini acıttığını — biliyordu. Bu kadar kederli olması ve onun bilmiyerek | elini acıtması için her halde | kalbinde — büyük — bir — yara olduğuna — hükmediyordu. hakika, eve döndükleri zaman daha merdivenleri çıkmadan ba- basının cebinden mendilini çıkar- dığını ve onu hafifçe gözlerinin ve yanaklarının üzerinde gezdir- diğini görüyordu. Babasının ne için bu kadar meyuüs olduğunu, sonra sokakta her kesin nazarı dikkatini celbe- decek- kadar hiddetlenmesinin sebebini kızcağız iyice anlaya- mıyordu. Fakat göz yaşlarının büyük annesi için aktıklarını ve | kızgınlıgın sebebinin de annesi olduğunu biliyoruz. Kmiıı annesinin ne suretle adamı bu kadar hiddet- a:;l:gunun gidip aynada bir bakın! ortasında parıldıyan iri siyah gözl- Fil. | Bu Sî;uhâ;*Hergün Yazan: Luigi Pirandello Türkçeye çeviren: Şemsi Talip YABANCI lendiıdıgını anlamak için zihnini yoruyordu. Annesi çok gözeldi ; çok kırmızı, alev gibi kırmızı idi; babasının yüzü ise donuk, renk- siz, hemen hemen yeşilimsi idi; bir karanfilin sapı gibi yeşil.. Kız- cağız, annesinin kendisine bak- madığı dakikalardan istifade ede- rek onu tetkik ediyordu. Anne- sini şüpheye düşürmemek için çok dikkat >etmiye meçburdu. Genç kadın mütemadiyen gölüyor, müstehzi nazarlarla kocasına ba- karak acı bir kahkaha ile gülü- yordu. Annesinin böyle gülmesinden küçük çÇok müteecssir — oluyor, meyus ve mükedder, boynunu eğiyordu. Etrafında her şeyin döndüğünü, odanın, — eşyaların, evin ııuqutılılınnı. işığın azak- dığını hissediyor, biraz iri olan ön dişlerini gösteren küçük ağıı açık böylece birkaç — dakika | sessiz. ve sakin duruyor, soka- ğın gürültülerini dinliyordu. Son- ra birdenbire Aannesinin kanlı dudaklarını görüyor, keskin na- zarlarının — kendisine müteveccih olduklarını hissediyordu. Oh; © dakikada o gözler ne kadar fena, o bakışlar ne kadar sertti. Babasının bütün o teessürü- nün sebebi her halde o sert bakışlar, o çılgın kahkaha olma- hydı. O kahkayı bazan gecenin süküneti içinde, birdenbire uyku- dan uyandığı zaman işitiyor, üçük :yuı:ıkglm zelzeleye bu- tulmuş gibi titrediğini hissedi- yordu. Annesinin bu acı kahka- hasını çocuk ilk defa, daha ebe- veyni ile ayni odada yattığı ra- manlar işitmiş, o gürültünün te- siri ile birdenbire uyanımca, ev- velâ korkunç gölgeler tarafından sarıldığını, — erildiğini hissetmiş, sonra, gece kandilinin sönük ve titrek ışığı altında, annesinin ve babasınin, yatak üzerinde biribi- rinin boğazına nnlıııg. kavga et- tiklerini görmüş, b meyus gözleri ve annesinin çılgın gülüşleri onu yorganının altında nekadar ağe latmıştı. O gece çocuğun sabaha kadar hıçkırıklarla ağlamasi üze- rine ebeveyni evvelâ onu teskin etmiye, sahiden kavga etmedik- lerini, şaka yaptıklarını anlatmıya çalışmışlar, göz yaşlarının dur- madığını görünce, ertesi gün onun odasını değiştirmiye, onun rata; kendi odalarına bitişik ınç odaya nakletmiye mecbur olmuşlardı. Fakat birkaç gün sonra annesi yine kavga etmiş, onu yatağından kovmuş, bu sefer adamcağız, kabahatli gibi, bitişik odaya çocuğun yatağına geçmiye mecbur olmuş, kızcağız da annesi- nin yanında yatmıya başlamıştı. Oh; annenin sıcak yatağında, onus kolları arasında, vücudunun sıcak kokusunu — hissederek — uyumak küçük için ozaman ne büyük bir saadet idi. Çocuk evvelâ annesinin çılğın, fena gülüşü ile bu hiç bekleme- diği şefkati arasında büyük bir tezat hiııediyordn: sonra, ekseriya sabahlı leyin uyandığı zaman lmn- disini yine bitişik odadaki ğın nde, yün Iu!tıniyıl.ü arasında — yapayalnız bulunca o | zaman sukutu hayale ııgndığııı. annesinin —ona — nasıl ettiğini, onu, hiç ıumdızıııl ve kındır:îuıı nefretle ve hiddetle görüyordu. (Arkası var)