K —129— Kâzım Kara Bekir Paşaya bilmecburiye Trabzon yolunu ihtiyar edeceğimi bildirdikten sonra arabaya bindik. Meşhur Kop dağlarını aşarak dört günde (Bayburt) a vardık. Bu seyahat çok müşkil, zahmetli we tehlikeli oldu. Bu zahme- tin ve tehlikenin derecesini anlatmak için şunu söyliye- yim: Bizden bir gün evvel Erzurumdan — hareket eden kafile bu Kop dağında kar fırtınasına - tutulmuş ve| tama- men donarak ölmüştü. Mer- keplerile birlikte yol ke- narında cesetleri yatıyordu . Bereket| versin bizim seyaha- timiz esnasında fırtına kesik miş ve kar durmuştu. * (Bayburt) ta yenice bir kah- venin odasına yerleştiğimiz za- man Allaha şükrettik. Ertesi — sabah Askeri şube reisi Kay- makam Abdullah Beyi görmiye gittim. Kâzım Kara Bekir Paşanın elimde açık bir emirnamesi - / yardı. Bunda: — Seyyahatimizin temin ve B teshili — emrediliyordu. Şube reisine bu emirnameyi yösle- rerek (Bayburt) tan (Trabzo- ma) kadar vesaiti nakliye te- darikini rica ettim. Şube rensi: — Hayhay, dedi. Fakat bizim arabamız yoktur, kam- yonlarımız vardır. Kamyonla- rıtmız da Trabzona gitmişlerdir, avdetlerinde sizi yolcu ederiz. Fakat bu kamyonların ne — zaman — dönecekleri malüm değildi. Burada, bir iki, belki de üç hafta bekliyebilirdik. Halbuki ben bir an evvel — yola çıkarak İstanbul tarikile Ankaraya gitmek istiyordum. Bu sebeple ( Bayburt ) ta yolcu taşıyan yerli arabacıları görerek beni Trabzona götür- — mek için ne istediklerini öğ- Ö genmek — merakına — düştüm. — Hiç sıkılmadan: — 45 lira dediler. Ağzım hayretle açık kaldı, Biraz pazarlık etmek istedim. Fakat arabacılar — söyledik- leri Frakam — üzerinde —ısrar “ettiler. Bittabi hiçbir netice — almadan — kahvemsi — otele döndüm. Ertesi sabah uykudan henüz uyanmış idim ki emirberim — içeri girerek: Bir inzibat — zabitinin / beni görmek istediğini haber — verdi. — Pekâlâ, buyursun, dedim. Zabit içeri girince selâm — vererek: — — Efendim, dedi. Mevki — kumandanının emrile dışarı — gçıkmamanızı tebliga geldim.Halk arasında sizin aleyhinizde bir galeyan vardır. Bir fenalıga — maruz kalmanızdan - korkul- — maktadır. - Bu cümle Bayburt denilen — Türk şehrinde, ve Türkçe TANBÜLDANİ Tz DA A || Arabacı İle Pazarlığa Girişince Ağzım Hayretle Açık Kaldı... YAZAN: M. KÂZIM olarak — söyleniyordu. Buna rağmen bir saniye içinde ka- fam bulandı, söylenenin mâ- nasını anlıyamadım. — Acaip ben Türk değil miydim, Türkiyede bulun muyor-| den bir sıçrayış sıçradı, bir mıydım?Evet burası böyle idi. Fakat ohalde bu cümlelerin manası ne idi? Kendimi bir an içinde senelerce dolaştığım ecnebi memleketlerin birinde farzettim. Evet bu, başka tür- lü olamazdı. Maamafih kendi- mi çabuk toplıyarak sordum: — Bu galeyanın sebebini ne imiş? — Bilmiyorum. Bu sual ve cevap içinde gözlerim karşımda duran za- bitin eline ilişti. Bir elinde beş yerine altı parmak vardı. Bu müşahede bana derhal muhatabımın bence yabancı olmadığımı hatırlattı. Bu zat benim rüştiyede — hüsnühat hocamın oğlu idi, sordum: — Siz Abdürrezzak Efen- nin oğlu değil misiniz? Zabit bu buluşa hayret etti: — Evet! — Ben sizin babanızın eski bir talebesiyim. Şu halde dos- tuz demektir. Buna istinaden sizden soracağım: Bu emrin altında gizli olan sebebi lütfen bana anlatır mısınız ? Zabit sualime — doğrudan doğruya cevap vermedi. Yü- zünün buruştuğunu görüyor- dum : — Valllahi doğrusunu bil- miyorum. Galiba işin içinde bir fenalık var! İşin içinde bir fenalık oldu- ğu malüm. Fakat bu fenalığın ne olduğunu ve nereden gel- diğini anlamak lâzım ! — Siz Mevki kumandanına selâm söyleyiniz. Böyle durup dururken kendi kendimi hapse koyamam. Dışarı çıkacağım. Bayburt halkı beni tanımaz, hiçbir korkum yoktur. Zabit selâm vererek çıktı. Yalnız kaldığım zaman kendi kendime düşündüm: — Bu, ne demekti. Hiç ta- nımadığım Bayburt halki ba- na düşman olmuştu. Ben bir vatan haini değildim. Vatanı- ma döndüğüm zaman bekle- sem beklesem teşekkür bek- lerdim. Mücazat değil. Ohalde? Ohalde bu iİşte mutlaka bir yanlışlık vardı. Bu yanlışh- ğı derhalde| anlamalıydım. Ta- bancamı 'cebime koyarak s0- kağa çıktım. (Mabadi yarın ) İtalyada Bir Yangın Roma, 16( A.A ) — Am- lafi hâkimi tariht kliseye ya- kın bir binada bir yangın zuhur etmiş olduğundan ve kliseyi de yakmak tehlikesi mevcut bulunduğundan Na- poli itfaiyesinin muavenetini istemiştir. SON POST O gün, Vasfiye Hamıme- fendi, güzel bir öğle yemeğin- den sonra, bir bivan üstünde uyuklamıya — hazırlanıyordu. Hizmetçi içeri girdi ve bir misafir ismi söyledi. Vasfiye Hanımefendi yerin- doğruluş doğrulduki hizmetçi bir adım gerilemiye mecbur oldu: Nadire mi gelmiş? Nadire Şükrü, ki bundan üç sene evvel, kocasını ve çocu- ğunu bırakark, başka birile kaçmıştı. Ondan sonra haya- tından biç kimse haber ala- madı. Şaşılacak şey! Burada ha?.. Çok tuhaf, çok acayip! Vasfiye Hanımefendi, he- men: — Buyursun, dedi. Ve gözlerine on beş sene evvelki tazeliğinin bütün dik- katini doldurarak kapıya bak- tı. İçeriye giren Nadire, genç, boylu, sarışın, güzel bir. ka- dındı; fakat solgun yüzünün hafif boyaları altında ve haleli mavi güzlerinin! oyuklarında acı, yorgun bir mâna vardı. Şapkası pek sade ve mantosu, bu sonbahar günlerine göre pek hafifti. e Vasfiye Hanımefendi gü< lümsiyerek : — Sefa geldin yavrum, de- di Şöylenyakınınz " otuesbas kayım? Nadire oturdu. Bakıştılar. Vasfiye Hanımefendinin me- rakı gözlerinden o kadar belyş liydi ki, Nadire Şükrü, sorgu3 ya suale meydan kalmadan vaziyetini anlatmayı muvafık buldu ve başladı: — Bilmem hakkımda ne- söylüyorlar,| fakat ben yine size Şükrü Beyi niçin bırakıp kaçtığımı anlatmak — isterim. Kocam kibirli, yalnız kendini düşünen, haksız bir adamdı. Sebepsiz... ve... ve.. insanı boğacak derecede müthiş bir kıskançlığı vardı. Beni haksız yere, kaç defa, Ulvinin met- resi olmakla itiham etti. Halbuki Ulvi benim yalnız hoşuma giden bir adamdı, bir dost. Başbaşa kaldığımız za- manlar beni sevdiğini söylü- yordu. Hepsi bu kadar. Fakat kocam öyle ileri gitti, üstüme öyle fena şeyler yordu ki ca- nıma tak dedi. Bir gün Ulvile karar verdik ve onunla beraber alıp başımı seyahate — çıktım. Onun biraz parası vardı, be- nim de bıraz. İkimiz de paramı- zın çoğunu harcadık. Darlık başladı. İnsan sıkıntıya katlanır amma ya biribirini çok sevmeli yahut başka bir ümidi olmalı değil mi ? Bizde ikisi de yole tu. Biribirimize ağır gelmiye başladık. Nihayet gürültüsüz ayrılmıya karar verdik. O İzmirde kardeşinin — yanına gitti, ben de buraya geldim. — Eh... Şimdi ne yapıyor- sun yavrum? Nerede oturu- yorsun? Bir yardıma ihtiyaem varsa elimden geldiği kadar yapayım... Belki maddit bir sıkıntı, fllân?.. ——— —: ——— —— ——— I Bu Sütunda Hergün Muharriri: Server Bedi ——— ) Nadire kızardı. — Hayır hayır, hiç birşeye ihtiyacım yok, akrabamdan birinin yanında oturuyorum, rahatım, — iyiyim, — teşekkür ederim. - Oyloyıı... doğrusunu söy- le bana... Şükrü Beyle ara- nızi bulsam olur mu? Belki Cadix, 16 (A. A.) — İspan- de bana bunun için geldin. — Hayır, kat'iyyen bunun için değil, ben ölürüm de bir daha Şükrüye boyun iğmem. Fakat başka birşey var. Benim çocuğum var, küçük “ Alp ,, ım. Diyecek- siniz bana ki çocuğun pek geç aklına gelmiş. Evet, hakkınız var, çocuğuma karşı suçluyum ben... Fakat bunu tamire çalışacağım. Hiç olmaz- sa arada bir yavrumu gör- meliyim. İzin verirseniz bu- rada görürüm. Sizden ricam bu, Hamımefendi. * Ayni gün, Vasfiye Han- mefendi, Şükrü Beyi yazıha- nesinde görmiye gitti ve ona mescleyi anlattı. Heyecanlarını daima gizle- yen Şükrü Bey hiçbir hayret göstermemişti. Meseleyi - so- nuna kadar dinledikten sora, bakiki duygusunu hiç belli etmiyen bir sesle dedi ki; — Bu kadın, aradan üç sene gibi bir zaman geçtik- ten sonra çocuğu olduğunu hatırlıyor. Zavallı yavrucak... Anasının bir seyahate çıktığını söyliyerek, üç sene, zavallıyı nasıl oyaladım, onüu yalnız ben - bilirim. Ben sırf bu çocuğun hatırı için mahke- melere koşup ta talâk davası açmadım. — Yine yavrunuzun hatırı için bu kadını — affetmez misiniz ? — Affetmişiz ne olacak? Buraya mı gelecek? Yine be- raber mi yaşıyacağız? Asla! Benim haysiyetim var. Çocu- ğunu görmek istiyorsa gör- sün. Mani olmam. Hay hay, size gönderirim, görür. Vasfiye Hanımefendi, yu- muşak, — titrek, içe —geçen tatlı bir sesle Şükrü Beyi razı etmiye — çalışti, — böy- le, büyük suçlardan sonra, yuvalarına dönen kadınların fedakârlıklarını ve eskisinden fazla yararlıklarını anlattı ve âdeta yalvardı: Çocuğun ha- tırı için, çocuğun saadeti için. Şükrü Beyin ruhunda bü- yük bir kavga başlamış gibiy- di. Nibayet, yüzü düzeldi, göleri tatlılaştı : — Pekâlâ.. dedi, ne yapa- hm? Gelirse gelsin.. Olmuştan bitmişten bahsetmeyiz, herşeyi sineye —çekeriz, — yavrucağın hatırı için! Yarım saat sonra, Vasfiye Hanimefendi, kendi evinde Nadireyi buldu. Ona meseleyi anlattı. Genç kadın sıçradı : — Ne?.. Ben yine Şükrü ile beraber mi yaşıyacağım? Allah göstermesin! Benim hay- | SİNEMALAR (|| ALKAZAR — Manuelâ ' | ALEMDAR — Yanık kalpler İN Önümüzdeki m ARTİSTİK — Sevil Dansözü akşamından î:hr::;b. ASRİ — — Fakır milyoner HAMRA sinemasınd Şen insanlar ELHAMRA — Partsli Kahvael ETUVAL — Car kıralı Tamamen İspanyolen mükemmel öper retinde dünyanın birinci dansörü | FERAH — — Altına hücum GLORYA — Sarı odanın esrarı KEMAL B. — Mukaddes dağ MAJİK — — Son büyük MELEK — — Farlsli Kahveci ROSİTA MORENO'nun MİLLİ —— — Busenin kıymeti raksettiğlui görecek ve Rio dejanciro OPERA —— Varşeva Kalesi mill? tiyatrosuna mensup ŞK — —— klamödiyelür ROBERTO REY'i Üsküdar Hâle — Aşk resmi — geçidi ve birçok İspanyol yıldızının taganni ettiğini — dinleye- ceksiniz. İspanyada Grev yanın cenubundaki demiryollar şebekesinde çalışan işçiler bu akşamdan itibaren grev yap- mıya karar vermişlerdir. Tramvay işçileri 48 saatlik bir grev ilân etmişlerdir. Bir- çok kimseler tevkif olunmuş- tur. Pek yakında | MELEK sinemasında | siyetim varl| Vasfiye Hanımefendi, Şükrü Beyi razı etmiye çalıştığı gibi Nadireye de uzun uzun dil döktü, âdeta yalvardı: Çocu- gun hatıri için, çocuğun saa- deti için. Nadire içini çekti : — Ah, dedi, peki, ne ya- payım ?.. Kabul ederim.. Tek yavrum anasından ayrılmasın. Onu saadeti için. Evet, bütün bunlar çocuğun, küçüğün, yavrunun, yavrucağı- zın hatırı için, saadeti içindi; bu doğru.. Fakat, Nadire için de, Şükrü için de, biraz, mazi- nin derslerinden istifade ede- rek daha mes'ut yaşamak için değilmiydi? Tabloları ve musikisi DÜN- YANIN bütün GÜZELLİ- ĞİNİ mündemiç muazzam film... BİR HARİKADIR. & MAURİCE CHEVALER'nin | MELEK ve ELHAMRA sinemalarına takdim ettiği arisli Kahvecil filmini seyretmekle temaşa- kiran bermutat bugün de öğleden sonca hoş iki saat geçirecektir. İ Çünkü, PARİSLİ KAHVECİ filminde herşey şendir. Bu sene fevkalâde muvaffakiyet kazanacak olan bir Alman opereti KIRALIN GÖZDESİ (Die Foersterehristi ) H j* ( Viyana erasından ) İRENE İGER ( Ni- Mümessilleri: — Sözee Sermaadan ) MENE, SISINGER Çüt 5 ErO"R'Y'A du FEVKALÂDE BİR TEMAŞANIN HARİKULÂDE MUVAFFAKIYETİ E. A. DUPONT'un eseri AF LA NT İK İlâveten: Pathe Jurnal No 7 Bu akşam Saat 9,30 da MAJİK SİNEMASININ Büyük Galasında Dünyanın en meşhur mugamnisi AYÇL C J O LASADIN SON ŞAHESERİ OLAN ONU ŞARKİLE SÖYLE filminde kendisini dinlemeğe gidecek haklı teshir ve tehyiç edecek ve teessürden — titretecektir. Bütün sinema meraklıları herhalde bugün ASRİ SİNEMANIN zengin programını görmek arzusunda — bulunacaktır. CİNSİ LÂTİF, Sidney Chaplin ve Betty Balfaur tarafından eğlenceli bir komedi. FAKİR MİLYONER Richard Talmadge ve Constance Howard tarafından bir dram. Bugün saat 16 1/2 matinesinde ve her akşam ZENGİN VARYETE NUMARALARI