No. 3457—372 İLİSTİRE'YE, yalnız hâtıralara, girdi- iğin gibi girebilir S sin: o ruhunla. Öyle şehirler vardır ki, on- lara çok basit bir surette rastlarsın, insana rastlar gibi. Basit ve namuskâra- ne... Selâm verip, hâl-hatırı- nı sorduktan sonra, Onu, mümkün olduğu kadar ta- UYANIŞ SEHHİRI.EHER.: SILISTRE nundan eteklerine kadar bağlamış... İşte bütün süsü... İştedaha ötede, elbise- sini medenileştirmeğe çabalı yor: iki üç ahşap evin ara- sına yersiz ve terbiyesizçe bir apartıman sıkışmış. Bol paçalı, siyah,yerli malı ku- maştan dikilmiş bir pan- talon üstünde, kareli ve açık renkli İngiliz kumaşın- dan eklenilmiş bir yama- nımağa çalışırsın... Bazan ! hükümlerin yanlış olabilir... Yazan: er taşıyor... Çünkü sevilen kadına ben- : olda, tok ve haylaz zer: yalancıdırlar. C a vit Y ama ç Tuna, bitmiyen o şarkısını İyi ve bir ekmek kadar sıcak bir hayat bulduğunu zannettiğin bazı şehirlerde, itinalı bir O araştırmadan sonra görünüşü keşfeder- sin... Çünkü şehirlerni de ha- yatı, tıpkı insanlarınki gibidir: ha- kiki ve yalancı. Silistireyi keşfetmedim. Böyle bir iddiam yoktur. Tarihin torbasına, bu birkaç (Odüzine asırı yükletmiş- tir. Kalemimin yardım ettiği kadar, birkaç yüz satırda, bu cami ve şa- ir dolu şehrin gölgesini çizmeğe çalışacağım. Silistireyi, bana hayalımın en gü- zel tesadüfü takdim etti: Orada do- ğuşum. Ve oradan kalbimin dalına ağır çiçekler yasnamış, ayrıldım. Şimdi de, bakışlarımda, hayatımın en güzel senelerini çerçiveleyen ve yalnız bu şehrin hususiyeti olan günlerin gümüş sevinci var... Silistireye, ninemin yatağına gi- rer gibi girdim. Ve ne söylenirse, söylensin, şehrin ortasındaki üç sinema avazı çıkarcasına o bağır- dıkça, bağırsın, Silistire, şehir olmazdan önce, bir yataktır... Senelerin elleri, üstünde birkaç kahvehâne, birkaç kırtasiyeci, bir kaç pastacı ve birkaç meyhâne unuttuğu bir yatak... Fakat bunlardan uzak ve hür, ihtiyar şehir, suyun şekeri yokettiği gibi, günlerini, senelerini ve insan- larını sessizce eritiyor... Tayyareden bakılırsa : büyük bir mezarlıktır sanki... Oruç günü ka- dar büyük bir şehir ve bunun için de Asya ve Avrupanın tükürdüğü her bir dinin, bir ibâdet evi... bir me- zarlığı... Bunların etrafında küme küme ağaçlar ve evlerin üstünü örten koyu yeşillik... Şehirin etra- fında meccani olmak itibarile de, görülmeğe değer bir manzara var- dır: sabaha kadar yanan mumlar, Bunlar, kiremit yapan büyük ocak- lardır... Fakat tayyare ile seyahat etme- ğe pek alışmadığımızdan ( ölümü peşin getirmek şakası olan bu çe- lik sineğin kovuğuna, bugüne kadar, hiç girmedim) Silistireyi, en yük- sek yerinden, yâni Bayraklı Cami- in minaresinden, seyredebilirsin... » Dar, ve ihtiyar bir kızın ağzın- daki dişler gibi seyrek olan yüz ba- samak çıkılır... Gizli ve küstahçasına korku piresinin yüreğini ısırmak zamanı yaklaşınca, ufak ve kenar- larını yılların çelik dilinin yaladığı kapıdan, balkon gibi bir yere sıy- rılırsın... Tahminen, yerden, yirmi, yirmi beş metre yukarıdır burası... Etrafta ,belki bir gün, Ziraat için müsaid olabilecek, on, on beş hektar bir arazi üzerine yaslanmış, Silistire hüsnüniyetle sırıtır... Sokakların oboncuklarını boy- mırıldanarak, şair ve ço- cukları coşturup, ilerliyor... Daha aşağıda küçük bir kız kadar süslü, bir cami: Kurşunlu. Şehrin orta- sında, bir köy ağası gibi bağdaş kuran, gotik tarr- daki büyük kilise: Ortodoks kated- rali, Çanı, her pazar, tenbel talebe- leri sevindirir... Karşısında selâmlaşmayı seven ve damarlarında birkaç litre sıcak kan olduğunu iddia eden, ünifor- mah kızların lisesidir... Yanında ise sekiz köşeli yıldızlı tahtadan yapılmış üstünde (iyr) resmi olan sahnesinden saksofonun kıvf rak âhenkleriyle herkesin birayı öptüğü lokanta... Garsonlar terbi- yelidir ve beyaz giyinirler... Burada hergün şehirin müddeiumumisi ve her pazar gazete satan çocuklar, yemek yeyip caz dinler... Ve, daha ötedeki o Everestin bir parçası zannedilen bina Milli Bankadır, her yaz leylekler üzerinde konaklar... Ondan ötedeki de, Silistirelilerin her niyeti gibi yarım kalan bir bina: Lise. (Köylüler buna, “ Fasulya binası, derler, Çünkü bu binanın yapılması için hacminden on on beş defa daha fazla iâne toplan- mıştır... ( Fasulyanın fiyatı yüksekte iken, her köylü bunun için yarım araba fasulye vermiş|.. Silistire, şiir şehridir... Sonbaharın, paslı dişleriyle yazı kemirdiği (Obayır kalçaları, şirin kanatlarını, şehrin daima memesi üzerinde uyuttuğu ruhlara, büyük ve derin gözlü şairlere, takmıştır... —Devami son sayfada