18 SERVETİFÜNUN Hüseyin Cahid Yalçındır. Büyük edibin Yedi günde çe- kan bu yaseından bir parçayı aşağıya alıyoruz ; «Buna kanun: kalbi durduğu zaman! der belki. Doktorlar, ihtimal ki, biraz daha sabrederler; fakat her halde ölümü bazı fiziyolojik vazifelerin kat'i su- retle durmasına bağlarlar. Belki şairler ve hayal ser venler: Hâfzalardan silindiği zaman, cevabını verirler. Fakat, bu hakiki, kat'i ve son ölümden daha gc bir ölüm vardır: Sağ iken ölmek. Ve asıl ölüm de budur. Ötekini duymaz ve bilmezsiniz. İnsanlarıt karanlık varlıklarında ölüm tecrübesi hiç yoktur. Bizden yüzbinlerce sene evvel yaşamış meçhul bir karanlık ecdadın âdetlerinden, göreneklerinden, tec- rübelerinden kalma miras kütlesi içine ölüm girme- miştir. İçimizde yüzbinlerce senedenberi sönmemiş, kesilmemiş bir hayat zinciri vardır. Daha bizim ha- yatımızda bizden peyda olan başka bir hayat, ezelden gelen bu yadigârı ebediyete doğru bir adım ilerletir. Onun için, ölüm korkusunu yalnız biliriz, fakat his- setmeyiz; düşünürüz, fakat anlamayız. Hiç bekleme- diğimiz bir anda gelen le ölüme en korkak insanlar bile meydan'o Fakat sağlıktaki ölüm ui gre hissedilen, azabı çekilen bir işkencedir. Bunun geldiğini, adım adım sokulduğunu, soğuk nefesile sizi sardığını, sizi bütün sevdiğiniz insan ve eşyadan ayırdığını görür ve kal- binizde duyarsınız. Hayat denilen bu yolculuğa çıktığımız vakit, ku- laklarımızda ihtirasların uğultusu, gözlerimizde ha- yallerin cazibesi, kalbimizde ümitlerin çırpıntısı bize sonsuz bir istikbal zannını verir. Fakat bir gün gelir ki... Fakat bugün ne vakit gelir? Belli değil, Fakat her halde o gün gelir ve etrafımıza bakarız. Koşu müsabakasına çıkinış &por- cular hedefe doğru ilerledikleri zaman, nasıl safları nın seyrekleştiğini görürlerse, nasıl geçtikleri mesafe üzerine yanlarındakinden bazılârını serperler ve ken- dileri hiç durmadan, hattâ etraflarına bakmadan, mukadder ve zaruri bir gidişle yollanna devam ederler- se bizde, bir an, etrafımızın tenhalaşmıya başladığımı garib bir ürperme ile hissederiz. Bu hayatta pek çok tanıdıklarımız vardı; akrabö- larımız, sevdiklerimiz vardı. Ne oldular onlar? Öldüler. Öldüler. Fakat ölen yalnız onlar mıdır) Tanıdık- larımızın Kepsile beraber biz de bir parça ölmüş değil miyiz? Hattâ hayatlarında bizim için pek l4- kayıt telâkki edilenler bile dünyadan eksilmelerile bizde bir boşluk açmazlar mı? Onların bıraktıkları hâtıralar bizim kalbimizde hiç bir boşluğu dolduramezlar. Her hâtıra ölen bir parçanın yakıcı bir izidir. En güzel günlerin hâtıra- darı bizim kalbimizde hiç bir boşluğu dolduramazlar. Her hâtıra ölen bir parçanın yakıcı bir izidir. En güsel günlerin hâtıraları bile. Hattâ bunlar nökadar tatlı dakikaları hafızada canlandırırlaraa arkasından pim duyacağımız iç çekmesi okadar derin, oks dar sürekli ve hazin olmuyor mu İnsan ne vakit ölüyor? Her halde yalnız ölmü- yor. Bütün bir devir ile, bütün bir büyük kafile ile beraber ölüyor. Damla damla, parça parça ölüyor ve her damlanın kendi ruhundan «ızıltısını duya duya ölüyor ve doya doya ölüyor.» Son Senelerdeki Operet Telâkkimiz — Başı 67 nci sayıfada — Halbuki makul olan herkes düşünebilir ki bizler gibi Avrupa kültürünü yeni benimsiyen ve her b hada bunu çok kısa bir zamanda kavramak mechu- riyetinde olan bir halka; bunun en güzel tarafların. 3 dan biri olan musikisini sevdirmek; musiki bile den- mesi eaiz olmıyan caz iz yapılamazdı.. Ben, bir operette ması lâzım gelen güzel muikiyi dinletebilecek bariz olarak Ymağ > lerini kabul ediyorum. Viyana operetlerinde de siki - Reşit Kardeşlerin istediği gibi - hafiftir. "Ye melodiler tekerrür eder. Caz gürültüsünden çok da- i ha fazla kulağa ve hislere münis gelen bu melir diler kolaylıkla ve sevilerek ağızlarda dolaşabili; Aradan seneler geçmesine rağmen bugün halâ Çer” daş, Mariçayı operet sevenlerimiğin daima zevki“ l hatırlamaları buna İyi a misaldir. 4 Geçen akşam Şehir tb kısınjiim Leylâ ve Mecnun öm teni, senelerin “© diği bir alışkanlıkla, yalnız bol bol gülmeği di“ i nerek gittim. Gerçe ümit ettiğim kadar güldü” li Fakat ayni zamanda, sönelerdenberi sahnelerimize İ operet olarak oynanan eserlerden bambaşka" ve 'ü mennilerime yaklaşan ilk yerli operetimizi le de sevindim. Leylâ ve Mecnun operetinin birtiiti perde açılışı; parlak ve göz alıcı elbiseleri de, hoş bahar şarkılarını şöyliyerek OHidrellezi (Okafjili” yan köylüleri ve genç kızlarıyla bana; daima zevüls andığım Kalman veya Leharin operetlerini hatırii tı. Hattâ bir an için, vaktile sahnelerimizde Türls Kuşu ismiyle oynanan (Wo, die Lerche smgit) "jr <> retini düşündüm. Eğer bugün aramızdan birkaç : kişi halâ Viyana operetlerinin güzel musikilerini — ” hatırlıyor ve eğer gene bir kısım İstanbullu Avrupa “ij musikisini seviyorsa bunu, Büyük Harbin Milovi» — çinden ve Fransız Tiyatrosunda temsiller veren Vi- * yana operet kumpanyalarından çok daha fazla; sie tlyatrolarında ire hattâ yok ül kadar az ve bozuk koro - kurist temeilieği e çamled bu zevki En ve şimdi hep- ik Dura yeller esen operet teşekküllerineş. 0: Birkaç genedenberi belediyemiz, halkımıza Av a rupa musikisini sevdirebilmek ci ucuz duhuliyeli” prayer verdiriyor. Gerçe salonu her za4 man dolmaktadır. Fakat menin ki konser salonanu dolduran beş, altıyüz dinleyici hiç bir za-. man bütün — > daha doğrusu bütün bir: Türkiye değild gün İstanbullu e mali kapiviladisile lm, | elik rumba ya «bay mısın, bayan mısın kâfir» mağmelefii Me rupa musikisi olarak dinliyor ve işin fecii, zev dinlediği ba saçmalardan sonra hakiki mrusikisini işittiği zaman mn, be gıkıcı Hiç şüphe yok ki bugün halkımızın mühim bir eğ seriyeti tiyatroya, konserden çok daha tehalükl gider. Her defasında dolu bularak sevindiğimiz kon- ser Sâlonunu tetkik edersek hemen daima ayni si- maları bulacağımızı ve üniversiteli yahut musikinaş gibilerimiz müwtesna, mühümce bir ekseriyeti de ehrimiz ecnebilerinin ve ekalliyet unsurlarının teş kil ettiğini görürüz. Bu vaziyet de açık olarak gösteriyor ki konservar