MILLIYET PAZAR - A - MİLLİYET PAZARTESI KRONİK Manyetizmacılar ve Hekim er Bilmem gazetelerde gordunuı mü? tlak ayakl ve dizl Fransada saylavlardan biri i Ma- dok k lâ lirdi. B sonra liye bakanından bir sorgu sormuş: Man- | iki elinin p: ını h idesi yetizmacılardan kazanç vergisi alınırken nıılar hekimlerle kıyas edilerek, manye- ların hekim diplı nin üzerine götürür ve baş parmaklarının ikisi de sabit kaldığı halde, öteki pam-nak— halde, kendilerinden hekim diye vergi a- Imndığı doğru mudur? demiş. Fransız Maliye Bakanı haberin doğru olduğunu tasdik ettikten sonra, sebebi- ni de anlatmış: — Bu son yıllırdı, demı;, larla h midesi üzerinde daire çi- zer ve hastayı yavaş yavaş okşardı. Bu sırııda tatlı bakışlı gözlerini de haıunın dikerdi. Ameliyat tam ki na gelince, hastaların bazısı bir acı, en çoğu bııyuk bir keyif duyar, fakat her- halde h lık geçer... yahut geçmiş sa- manyı kacılı daha her türlü buyuculer pek çok turedı. Bunlar eçek dolusu para kızııuyorlır Onlann kızıncındın devlet için bir ver. l devlet h yılırdı. Yakışıklı manyetizmacının şöhreti art- tıkça her hastayı ayrı ayrı tedavi etme- ğe vakti kalmadığından, — z toptancı tuc- carların yaptıkları gibi i bu mılınım bıı-ıkmık doğru olamazdı. Fakat kazanç vergisi kanunu yapılırken manye- tizmacılar ve büyücüler hatıra gelmemiş, olmuştu. Toptan tedavi de şöyle olurdu: Büyük bir çamçağın dibine cam kırıkla- rı ve demir parçaları — konulur, onların sonlar için bir sınıf ayrılmamıştı. Maliye şarapların boş ,ıgelerı, içerlerine su ko- memurları düşündüler, bunlara gelen- ırurını de, bir m önce İi iş olan lerin, görünüşte hasta ol lar bile, d , iki Sıra l dızılırdı. Bınıı- hakikatte fikir * astaları olduklarını an- | ci dalei e$ TARİŞTÜ” İK ladılar. Hastalar.a me;gul olan ç SI nıfı da hekimler olduğu için manyetizma- cılırı ve lıııyuculerı lıekuıılerın kızınq » v ü mak için doktor dıplomııı almak lııım olduğunu biliyorum. Fakat hastalara ba- kan kimselerin ellerine diploma olup ol- madığını aramak vızifeıi maliye memur- lırını ait değildir lar, kendile- rinin böylece l'ıckun sınıfına yazılmış ol- larından pek ziyade keyiflenmişler olsa gerektir. Kazanç vergisi makbuzu dok- tor diploması demek olmasa da, gene hü- kümet tarafından — verilmiş bir vesika sayılır. Maliye memuru bir adama dip- loması olmadan hekim deyince o adam hekimlik yapmakta büsbütün haksız sa- yılamaz. Vaktıle, lıtıııluıldı da buna benzer bir vaka i işti: Genel önce Hastel tasına, ikinci ıırıdıEîlırın ıfulan çam- çağin kenarına doğru k îr D : * N (— Öz dilimizle | Adlarını ne çabuk unuttuk ? İçine ara sıra bizim gazetenin de karıştığı birkaç gündeliğimiz Yunan ayaklarması başladığı gün- denberi, sözü geçen yerlerin adını yanlış yazıyorlar. Kondilisin ordu- su Siramca suyunu geçerek ilerili- yormuş, Ksanti de sessizlik (sü- kün) varmış. Larisa, ayaklananla- rin eline düşmüş. Stramcanın Bulgar Makedonyasın da küçük bir kent olduğunu; ne de çabuk unuttuk. — Geçilen suyun Strumca değil Stroma suyu oldu- ğunu anlamak için haritaya şöyle bir bakmak yeterdi. Ksantinin bil- diğimiz İskeçeden başka yer olma- dığını Larisaya, Tsalya yenişehiri d mi idik? Dün denecek kadar Çamçak yarısına kadar su ile doldurul- duktan sonra, üzeri delikli bir kapakla kapanır, fakat — deliklerin her birinden bir tel çıkardı. Çamçağın etrafına sıra- lanan hastalar bu telleri acı duydukları yerlere tutarlardı. Mesmer kendisi leylâk renginde bir elbise giymiş, en ağır pahada tenteneden boyunbağiyle ıuı[ııımış oldugıı hılde, kısa bir geçmişte, bü - saydığımız yerler, Türklerle dolu idi. Üzerle- rinde, bayrağımız dalgalanırdı. Na- sıl oluyor da; bu kadar aykırı yan- lışlıklar yapabiliyoruz? Anlaşılan dünü çabuk unuttuk. İyi bilelim ki; dünü yarına kendini sağ- hastaların etrafında dolaş eder ve hep o tatlı bakışlı gözlerile her birini ayrı ayrı süzerdi. Bütün ameliyat sırasında makineli bir piyano da en bay- gın havalar çalınırdı. Mesmer'in yetiştirdiği manyetizmacı- lardan biri bu çamçak usulünü galiba çir- kin gördüğünden, Paris meydanlarından birindeki büyük bir ağaca manyetizma kendisini yalancı hekim dıye tanıtınış olan bir adamı seferberlikte yanlışlıkla sahici hekim diye askerliğe alırlar. Sa- vwoş bittikten sonra, yalancı hekim evinde mahsus yaptırdığı güzel bir camlı dolap içinde sakladığı üniformasını doktor dip- loması yerine îoyarnk sahiden hekimlik yapmağa kalkışır, Bereket versin ki, sağ: hk müfettişlerinin yaptıkları bir yokla- mada yalancılık meydann çılmr da dıplo- ©o ağaca bir ip sararak ipin ucunu — İstanbulda bazı kimselerin vaktile kapalı çarşının Nuruosmaniye ka- pısında, kırmızı uzun kuşağı ilkin ağaca, oradan da kendi bellerine doladıkları gi- bi — kendilerinin ağrılı yerlerine dolar- lar ve böylece hastalıktan kurtuldukları- nı sanarlardı. Paris'de şımdıkı n manyetizmacıların mas-z lıekımın y Çüh | iin tf en birinci Cui çi ıhaımdan olsa da, kâğıt üzerine ya- zılmış doktor diplomasının yerine geçe- mezse de, ma.lıye memurunun verdiği ka- zanç vergisi makhıııuııu diplomadan a- mü, yoksa ağaca ip do- lamak usulünü mü tatbik ettiklerini ga- zeteler ıoylemıyorlar Fakat halkın da i âdeti değiş dıkçe, şimdi Almanyadan gelecek manye- many' kendilerini yırmak kolay olmay Fransa- daki sağlık müfettişleri manyetizmacıla- rın ve büyücülerin ılıılıkııılıruu lupıt- mak i: ler bile güçlük ç kl: sanıyorum. Zaten mnnye(ızmıalır, kendileri dip- lomasız olsalar da, pirleri olan Mesmer'in diplomalı bir hekim olduğunu, onun da bu sanati icat ederken büyük riyaziyatçı Newton'un keşfetmeiş olduğu “cazibei arz,, kanununa dayandığını iddia edebi- lirler. Vakiâ, bütün manyetizmacıların ilmi hâlini teşkil eden ıııqhııı- Mesmer Afo- rizma'arının birincisi İngiliz âliminin ınyledıiı gibi, “;&yuzünddd ı:uıııılıı', yeryüzü ve onun üzerindeki canlı cisim- lerin hepsi biribirleri üzerine karşılıklı tesir yaparlar.,, sözüdür. Mesmer, her- kesin tanıdığı bu kaideden — türlü türlü neticeler çıkarark, en sonu olan on altın- ct neticede, bu tesir sayesinde her türlü hastalıkların teşhis ve tedavi edilebilece- ğini söylemiştir. Yalnız — o on altı kai- de arasında, kendisini taklit edecek olııı- lırın bı helnm dıplom.ııı ılmnlın lâzım dan, şimdi- ki manyetizmacılar, pirlerınm unutmuş olduğu bıı kaideyi kındıleı-i icat etmeğe cesaret edemeımşlerdu' | Manyetizmayı icat eden Mesmer esa- sen Al li bir hekim olmakla bera- ber, kendi memleketinde icadını beğen- dırenıedıgıuden 1778 yılında Paris'e gel- miş ve orada yerleşerek pek çabuk şöhret hulrnuşku Bır lırnfun fılnrce unf bir adam old sevdirmiş, bir taraftan da süslü ve güzel bir erkek olduğundan o vakitki Paris ba- ! yan'arının da pek teveccühünü kazanmış- | tr. İlk zamanlarda hastalarını birer birer tedavi ederdi. Bunun için de hastayı kar- şısıma oturtur, kendi ayakları ve dizleri / Milli tefrika: 127 Hindli veya Meksikalı diye — gösteren türlü türlü manyetizmacıların her taraf- de, lamca bağlayamaz. İçimizde yaşa- yanlardan eski “Rumeli,,yi karış karış tanıyan kimseler var. Stro- mayı, Stramca; İskeçeyi — Ksanti yazmağı bu yaşayanlara karşı bir saygısızlık saysak, yeri değil mi- dir? z ş Salâhaddin GÜNGÖR Oz Türkçe ile : E Bilmecemiz o l karşılıkl. dığ kelime- lerin öz türkçe karşılıklarını yazarak şekli - ve kesip “Milliyet Bilmece memurluğuna,, gönderiniz. Bil; halled. Hi kadk mizin boş hanelerine yerleştiriniz i doğru çekiyor ve h l Müddet: Bugün akşama kadardır Yeni bilmecemiz 384 56.7-83:9.1014 Gadiesk tan oraya gidecekleri şüphesizdir . 1 z Fransız Tiyatrosunda : i £ BU AKŞAM s Saat 20 de 5 Z UÇ SAAT 6 3 perde 7 Yazan : Ekrem Reşit. Besteli- 8 yen: Cemal Reşit. 9 ! ızsa | HÜ M B B . ni m l LIRLI a K Spahi Ocağından: Ocağa Başkan seçilmek için 29-3-935 cuma günü saat 16 da toplantı yapıla- caktır. Saygılı âzamızın bulunmalarını dileriz. ülliyet Asrın umdesi “MİLLİ Y E T” tir. ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye için Hariç için L.K. L. K. 3 taylığı 6 ” 12 Gelen evrak geri verilmez.— Müddeti geçen nüshalar 10 kuruştur — e ve matbaaya ait işler için müdiriyete mü- racaat edilir. Gazetemiz ilânların mes'u- liyetini kabul etmez. — “Ettdlü fi sakilgusün ke lülü.. ün, Rılben biyüsafihilünneşim Fe- | yeskutu, Ettayir yekra, Elgadır Sahifeten, - Errih yektup, Vessehap yünekkıtu,, Sonra bir Fatih dersiamı gıbl — kolunu kaldırıp şahadet parmağını sallayarak; — Manâ murat olundukıı. .— dedi— tercümesi de ayaen şu imiş: Muellıfı— Nazmi Şehab — duğunu unuttu. Bu eli kokladı. Son ra dudaklarını bileğinden ta dirse- ğgine kadar kızın ılık derisine sür- dü; — Adımn ne senin? — Zahide. — Fakat ne yapıyosun? Gö - rürlerse mahvoluruz... kalk.. çekil! Ve birdenbire kitabını yere çarpa- rak sinirli sinirli ; — Ne bedbahtım! ne bedbahtız! — d-dı — bız mekteple cemıyet a — *“Yaprakları içinde inci taneleri gi- — bi duran çiğler, yaprakları sallan- Ü 1 ıkça düşüyorlar. Nehir kâğit gibi.. “Rüzgârın yazdığı satırlar bulutlar- — Gdan düşen damlalarla noktalanıyor — we kuş okuyor.,, Kolunu kaldırınca ipek entarisi- bol — yeni dirseğine _lııdış ğm ve gızlı harbin kurbanlarıyıı Öyle enerjik bir sesi vardı ki Naz minin hovarda tarafı derhal kay- İâoldu, arkadaşlık damarları kabar- Kız sesini perde perde yükse; e- rek devam cdivordu: ya her sene vilâyetten fi- Amerikan cubu- SOLDAN SAĞA 1 — İhtilâl (10) 2 — Olta (2), Şan (2) Esâr 2. 3 — Çok değil 2, Nezir, vait 4 4 — Umumi 5. 5 — Sersem 4, Kabahat 3. 6 — Amca 3, Beyaz 2. 7 — İstifham 2. Hançer 4. Düp 3. 8 — Genişlik 2. Akıl 2. 9 — Ekilecek yer (5) 10 — Hususi 4. Rabıt edatı 2. 11 — Ap 2. Hayret nidası 2. YUKARDAN AŞAGĞI 1 — Gurup 5. Istifham 2, Halis 2. 2 — Olta 2. Zayıf 4. 3 — Valide 3, Esmekten emir 2, 4 — Hup, dilber 5. 5 — Akıl 2. İsimleri sıfat yapan bir edat 2. 6 — Millet Meclisi 5. 7 — Trakyada bir nehir 4, Para dolabı 4. 8 — Şart edatı 2. Nota 2. 10 — Rabıt edatı 2, Küçük su 3, Beyaz 2. 11 — Gışa 3. Bol değil 3. Köpek 2. Ben, Mekanisyen ve bir de tel- siz telgrafçı Saygona gidiyorduk. Yolda tayyarenin makinesinde bir arıza oldu. Karaşiye inmeğe mer- bur olduk. Paristen istediğim par- çalar gelinceye kadar, en aşağı on iki gün buri burada kalacak- tık. Bristol otelinde oturuyor, vakti- mi tayyare istasyonu ile otel arasın- da gamlı gamlı geçiriyordum. Be- reket versin, üçüncü gün, oturdu- ğum otelin barında tayyareci Ted- preise'a rastgeldim. Beni görünce ©o da sevindi: — Madem ki daha on, on iki gün buradasın, Karaşide hiç kalmıya- lrm, Bombaya — gidelim. Burada insanı eğlendirecek bir şey yok. Seyahatimiz topu topu dört gün sü- rer. Benim de Karaşide kalmağa hiç mecburiyetim yoktu. Arkadaşla- rım pekâlâ tayyare ile mukayyet olabilirlerdi. Teklif de cazip bir şeydi. Hemen ertesi gün şafakla bera- ber Endos nehri üzerinden uçuyor- duk. Ted'in tayayresi iki kanatlı ve iki kişilikti. -" *örü sessiz oldu- ğgundan içeride rahat rahat konu- şabiliyorduk. Arkadaşımın yol üs- tündeki yerler hakkında verdiği malümattan çok güzel istifade edis yordum. İlk uğrağımız Ahmied Abaddı, orada bir gece kaldık. Arkadaşım dedi ki: — Yarın Bombaydayız. Tam kok ,tey saatinde Tacımahal otelinde o- lacağız. Bombaya inmeden “Sü- küt kulesi,,nin üstünden uçarız. O- rasını da görürsünüz.. “Süküt kulesi, — Hindistanda Zerdeştilerin ölülerini çırçıplak bı- raktıkları etrafı — yüksek duvarla çevrilmiş bir mezarlıktır. Arkadaşım izahat da verdi: — Bunlar bir zamanlar İran- ,dan Hindistana — hicret etmişler. . Kendi ırklarına başka unsurları ka- rıştırmak istemezler. Hep kendi a- ralarında kız alıp verirler. Musevi- rırde olduğu gibi iş kabiliyetleri ü ı,rıkulndedır Çalışkan, girgin ve zekidirler. En büyük ticarethaneler oplırm elindedir. Bütün bu asrilik- Terine rağmen, en iptidaft ananeleri- ni de muhafaza ederler. Ölülerini kartallara, kargalara, çaylâklara yedirirler. Dedim ki: — Bu usul herhalde Hindulerin ölülerini nehirlere atmalarından daha iyi.. —. Evet ama, ne de olsa bizlerin tuhafımıza gidiyor. * * * Ertesi gün saat ona doğru Bom- bay görünmeğe — başladı. Şehrin alçak kısmı deniz kenarlarını sar- mıştı. Daha arkada tepemsi bir şey gördük. Arkadaşım: — İşte Süküt kulesi! dedi. Az sonratam — kulenin üstüne gelmiştik. Alçaktan turlar yapıyor- duk. Yukarıdan — bakınca tersine çevrilmiş bir kuyuya benziyordu. Fakat aydınlık bir kuyu? Güneşin tepeden gelen bütün ışığı içerisini aydınlatıyordu. Ted dedi ki: — Taliimiz varmış, bir defin me- Kulede bır facıa — Fransızcadan — rasimine rastgeldik. On, on beş kişilik bir kafile, ön- lerinde bir sedye kuleye doğru ge- Tiyorlardı. Ted anlattı: — Şimdi bunlar cesedi papasa verecekler ve artık ölüyü düşünme- den evlerine dönecekler.. Papas ta cesedi çırçıplak soyacak ve zaval- Ir bir iki dakika — sonra kartal ve çaylâklara ziyafet olacaktır. Tayyareyi tam kulenin hizasına getirmiştik. Orada ömrümün sonu- na kadar ıınutamıyacıgım bir man- .. .. Evgünkü program İSTANBUL: 18: Fransızca ders. 18,30: — Dans musikisi. plâk. 19,10: Opera Freichutz - Eber plâk. 19, Haberler. 20: Keman solo - Bülent Tarcan; 20,30: Kitar solo - 21,15: Son hagerler, 21,301 Bayan Bedriye Tüzin Radyo caz ve tango or“ kestraları. 223 Khz. V AR Ş O V A, 1345 m. 17,45: Piyano birliğile şarkılar. 18: Çocuk nöşriyat. 19: Muhtelif. 19,45: Plâk, — Sözler 20,35: Salon — musikisi. 20,50: — Film revüsü 21: Hafif musiki. — Haberler. 22: Fransız . 23: Reklâmlar. 23,15: Dans musiki: si. 24: Sözler. 24,05: Dans. 1: İngilizce konfe rans. 175 Khz. MOSKOVA,1724m. 17,30: Fırka neşriyatı. — 18,30: Edebeiyat. 19,30: Karışık konser. 22: Almanca neşriyat. 23,05: İngilizce. 24: Macarca. 832'Khz. M O S K O V A, (Stalin) 361 m. 17 Senfonik konser, 18,20: Moskova operi sından nakil, 22,30: Dans musikisi, 24: Büyük Moskovadan nakil. Khbz. LELPZI1G,382 m. 18,20: Oda musikisi. 19: Ökonomik neşriya 19,10: Sözler. 19,30: — Plâk, 20: Almı Kak zara ile karşılaştım. Gördüğü şey bir kadın cesedi — idi. Etrafta duvarlardan ve ağaçlardan yüzler- ce yırtıcı kuş, bir anda kuleye doğ- ru hücum ettiler. Besbelli bir cese- din geldiğini anlamışlardı. İlk dav- ranan kuş cesedin üzerine bir kuür- şun hıziyle atıldı. Bir de ne göre- yim? Ceset kımıldanıyor. Üzerine saldıran kuşlara karşı kendini mü- dafaa ediyor. Fakat bu hücum ve müdafaa çok sürmedi. Butun kuş- lar vü üzerine üşüşmüşl, Herbiri de ağzına birer parça et ıl- dıktan sonra oradan uzaklaşıyordu. Arkadaşım da bu manzarayı gör- dü: — Vay canıma! dedi, kadın ölü değilmiş.. Tam süratle Bombaya geldik. İlk işimiz telefona koşmak oldu. Fakat iş işten geçmişti, değil kadı- nı kurtarmak, cesedinde fethimeyt ameliyesi bile yapmak kabil değil- di. Çünkü kuşlar bir defa saldırdı mrı, on dakika sonra vücutta kemik- ten başka bir şey kalmıyordu. Bana bu hikâyenin sonu « Kara- şiden tekrar geçişimde gene Ted- di te, 21: Habe 21,10: — Neşeli operet ve sesli film mu d, 23: Hıbırlıı'. spor, 23,20 Şarkılar. 24; Gece konseri, 545 Kbz. BUDAPEŞTESS0m. 18,50: Hava haberleci. 20: Konferans. 20,2 Plâk konseri. 21,20: Sözler. — 21,40: Çingene müsikisi, 22,40: Haberler. —23: Org konseri. 23,50: Bachmanna salon kuarteti. 1,15: Son haberler. 841 Khz. Berlin 357 m . 19: Sözler. 19,30: Plâk, 20,20: Karışık mu- siki. 20,40: Aktüalite. — 21: Haberler. 21,10: Sözler. 21,30: Solistlerin birliğile küçük rad * yo orkestrası. 23: Haberler, 23,20: Yaylı saz lar ile Beethoven konseri, Khz. LANGENBEBERG,d56m. 19,45: Haberler ve aktüalite, 21,10: Ezgiler (şarkılar.) 23: Haberler. 23,20: Ilza Livschakol orkestrası. 23,45: Gece konseri, 686 Khz.BELGRAD,437m, 18: Orkestra birliğile popüler ezgiler. 19,25: Sözler. 19,30: Almanca ders. 20: Reklâmlar. ve plâk. 20,15: Haberler. 20,30: Ulusal neşri- yat. 21: Zagreb operasından nakil. Khz.STOKHOLM,426m 18,05: Akordeon. 18,30: Sözler. 18,55: Plâk 19,55: Sözler. 20,30: Piyano konseri, 21: $öz ler, 21,30: Popüler ezgiler. 22; Reportaj. 23: ÖOrg konseri, < Yarınki projram İSTANBÜUL: 18: Almanca ders, 18,30: Jimnastik - Bayan Azâde, 18,30: — Muhtelif saz ve ses musikisi parçalar - plâk. 19: Haberler. 19,40: Piyano ve viyolonsel solo, Cemal Reşit 20,30: Demircaz, 21,20: Son haberler, 21, Radyo orkestrası, 22: Radyo caz ve tango or- kestraalrı . preisene anlattı: — Meğerse, dedi, kocasının in- tikamı imiş. Karısının kendisine ihanet ettiğini öğrenmiş. Bir gün kendisini narkotik ilâçlarla uyut- muş ve ölü gibi bir hale getirdik- ten sonra bu tecrubeyı tatbik et- miş. İlk kuşun hücumunda kadın kendisine gelmişse de, o zamana kadar iş işten geçmişti.. SEM IIPIEI(' Sihirli bir sema altında aa Perşembe Matinelerinden itibaren —3 Srkın şimdiye kadar sinema perdesinde görünmiyen yeni bir diyarı... BOSNA SEVDALARI Türkçe sözlü ve şarkılı şiir ve musiki sinemasında bir aşk macerası... ile yoğrulmuş bir eser... Bu film Perşembe TANGOLITA yaratanlar GİTTA ALPAR ve gününden itibaren İzmir ELHAMRA sinemasında da gösterilecektir Büyük bir sabırsızlıkla beklenen filmi GALA müsameresi önümüzdeki Çarşamba akşamı M E L E K sinemasında Musikisi PAUL ABRAHAM tarafından h Senfoni'nin Sehubert'i ) dir. Bilet satışına başlanmıştır. Tel: 40868 (Savoy Otelinde Balo ) temsili ( Bitmemiş y ş olan bu şah; HANS JARAY İTTO; Afrika atlasında çevrilmiş muhteşem bir eserdir. SAR BK ğgudur derler gönderirler, Ayva fi- danıdır derler gönderirler.. Bilmem ne fasilesinin en güzel kokulu çi- çeğidir derler gönderirler. Ve bun- ların I';ış birisi tutmaz Nazmi Bey. ? — Evet.. Çünkü nümune bahçe- sinde yetişen fidan büyümek ve. meyve vermek için nümune bahçe:- sindeki toprağı ve oradaki alâkayı ister. Halbuki nerede o bahçe.. ne- rede buranın tarlaları?.. — Bizim için de meseleyi bu ba-., kımdan görmelidir. Bir takım ide- alistler iktidar mevkiine geliyorlar. Bize mekteplerde bir başka yaşayış tarzı, öğretiyorlar. Başka bir göz- le hayatı görmeğe başlayoruz. Baş- ka bir kafa ile ve şüphesiz bugün- kü cemiyetin çok iyisini idealize e- derek çıkıyoruz mekteplerden. Fa- kat sonra; B Dü * * . * » — Sonra bizi başı boş bırakı- yorlar. At köpeği denize, yüzmek öğrensin diyorlar. Ve biz köpekler bir türlü yüzmek öğrenemiyoruz. Hayır.. bizi serbest bırakmamalı. Biz, çok pişinceye kadaâr bir kon- trol altında kı.lmnhyız Gencı di- rektifsiz. 'rşat k onu öldürmek demektir. © Nazmi - bu. kizm ağzım- da, Tekirdağındaki genç erkânı- harp yüzbaşısı konuşuyormuş san- dı... Gencleri saran derdi ve mek- teplerden fışkıran yeni kudretlerin &emiyete karşı giriştikleri sonu ka- ranlık mücadeleyi düşündü. Bizzat kendisi bu mücadele - nin kurbanı değil miydi?. Diplomasını eline alır almaz. mektep la alâkı ti Ve tecrübesiz genç cemiyet adı ve- rilen lâğımın içine — girince bir — kulaç atmağa bile mu- vaffak olamamıştı. Düşünün bir ke re? Anadoluya niçin gelmişti ve Anadolunun neresinde, niçin bulu- nuyordu? Erkânıhırp yuzhaşnmm sözle- rini tekrar işitir gibi oldu. “Nazmi bey ben denize atılmış köpeklerin içinde bir tanesini bil- miyorum ki yüzmek öğrenebilmiş olsun.. Onlar boğulurlar.., Zâhidenin — birdenbire kolunu kavraması onu dalgınlığından kur- tardı. Ve kız başımı gence yaklaş- tırarak; — Beni kacıramaz mısın? — de- di — Kaçır beni!.. At var.. param da var... Kacalım Nazmi Bey bu- radan.. Boş durmak istemiyorum. B'» gümüs merdiven mi benim na- | sibim ve kıymetim canım?.. Dört, çoculklu bir köy&e olsam gam yeu <ra yavaş yıuqntwrıve_yıümwu miyeceğim. İşte direktif yoksullu- İTTO; Çöl hayatına aid hakiki vekayii mıuıvverdn İTTO; Örijinal, ihtiraslı, heyecanlı bir filmdir. İTTO; Memleketini kurtarmak için harbeden bir kıdıınıı hakiki tarihçesidir. İTTO; Hakiki, ve lsiz bir Bu Perşembe akşamı AY de da gösterilecektir. —HÇi Zahideden sarih bir randevu al- dığı için ne yapacağını, nered? ğunun fenalığı. Hiç ol bir di- rektif beni buraya gelmekten alı- koyabilirdi. Belki gene bu traflara gönderilirdim. Fakat hiç olmazsa elli kilometre ötede h lıktan inim inim inleyen bir köye gitmiş olurdum. Köyde çocuklar hoca bek Ieye dursunlar, mektebin yetiştirdi- ği hoca “Ettayrü yekra,, diye diye gümüş merdivene hazırlansın. Ah, hayır... Nazmi bir kadına değil, bir ide- al arkadaşına uzatır gibi elini u- zattı. Zahide bunu sıkar sıkmaz ki- tabını alıp yürüdü. — Bu akşam... — Bu akşam hemşire.. O akşam, beni yatsıdan sonra, ağanın evinden çıkarırlarken kay- makam; — Ben.. — dedi — biraz dolaş- mak istiyorum.. ne dersiniz? — Ne diyeceğim.. kaçma derim. Sanki kaçsan arkandan kovalayan mı olacak? Hayır.. yalnız bana bir fenalığın dokunur; atıverirler işim- den., Artık südüne havale.. — Korkma kaymakam korkma.. İyi süt emmişizdir biz. . Ve kaymakamı ahıra tıkmca ev- / velâ biraz açıklarda dolasmış son- duracağını bilmiyordu. Ağanın ye* mekten sonra verdiği tükürükle sarılmış uzun bir sigarayı iğrene- rek dudaklarına iliştirdi; yaktı. 0 anda bi ikinci katındaki kü- çük bir pencereden bir kibrit yınll sönüvermişti. — Acaba o mu idi? Tesadüfen bir başkası da yakmış olabilirdi bu kibriti.. Ne yı[.u)'ln" diye düşünürken, ağzından, kendi îıide nasıl olduğunu anlamadan ir; — Ettayrü yekra.. — fırladı — Pencereden derhal cevabı gel- di: —- Elgıdır Sahifetün.. Bir sut sonra.. Ve Zahıdenin kıfau çekildi. pencere kapandı. O anda her kolu na ikişer elin yapıştığını, kocaman ve nasırlı bir avucun, ağzını ka- padığını, ve ahırın arkasına doğru sürüklendiğin? — gördü. Ne bağr bildi, ne debel sed bİl' fayda geldi. Beş dakika sonra sık! ııkı Lnglııımış, ağzına hıı- mcn(llı W ştu ve bir dört nala koşan bir atın yukletıhmçtı- gElNdEndr İ? eierino