Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
MİLLİYET CUMARTESİ 16 ŞUBAT. 1935 - Uylar ve Kişiler 1! KİTAB ÜZERİNE Dostoyevski diyor, daha doğru- su romanlarındaki kiş'lerden biri- ne dedirtiyor ki : “ Kitabı oku- makla kitabı cildletmek : bunlar medeniyetin, biribirinden çok baş- ka iki konağıdır. Bir ulus önce, yavaş yavaş okumağı öğrenir ve bu — söylemek ister mi? — bir- kaç yüz yılda olur; ama daha ki- taba özenle bakmaz, önu ciddi bir şey saymaz. Kitabı cildletmek, bu kitab saygısına bağlıdır ve bir u- lusun okumağı sevmekle kalma- yıp bundan başka onun ehemmi- yetini de anladığını gösterir. Rus- ya daha bu çağa girmedi. Avrupa ise çoktan beri kitablarımı cild- letiyor., , Büyük romancı bunu yazalı alt- mış yıldan çok oluyor (fransızca- ya Les Possödös veya Les Demons adı ile çevrilen, türkçede de ise ne ad vermek gerektiğini bir türlü tkestiremediğim roman 1871 de bitmiştir); şimdiki Ruslar kitab cildletmeğe başladılar mı? bilmi- yorum., Bizim okumak çağına girmiş olduğumuz bile çok su gö- türür. O kadar okumuyor ve oku- mağı o kadar ciddi saymıyoruz ki başkalarının okuduğuna da bir türlü inanmak istemiyoruz. Ta- nıdığım, sevdiğim, fakat yazıla- rından hoşlanmadığımı bilen bir şair, benim şimdiye kadar yirmi otuz kitab bile okumadığıma, haf- talrk fransızca gazetelerle geçinip gittiğime sımsıkı inanıyor. Böyle sanmasının iki kaynağı vardır: biri kendini beğenmesi : kendisi e!hette ki en büyükler kadar bü- yük bir şairdir; ben biraz olsun Shakespseare'i, Homeros'u okumuş olsaydım kendisi ile onlar arasın- da pek fark olmadığını görür- düm; mademki görmüyorum, de- mek ki onları da okumadım (ken- disi onları elbette okumamıştır; cünkü fransızcadan çevrilmiş bir *t'yatro piyesinin üzerinde adı var- sa da, işi bazan Paul Valery'den dem vurmağa kadar götürürse de ava dilinden başka dil öğrenme- miştir). Benim arasıra olsun oku- duğuma inanmamasınm bu kay- cak birkaç kişi tanırım, ileri gitmek sayılabilir; ancak büsbü- tün yanlıştır da diyemeyiz. Çok ileri gitmektir, çünkü bir kütübhane sahibi olmak bir para işidir. Büyükçe bir odanın dört du- varını kaplıyan raflarda irili u- faklı, yumuşak veya sert cildli ki- tablar... Tanrı bilir ki bunu hiç bir raya değiş Ama dünyanın en pahalı otomobili bi- le, böyle bir kütübhanenin yanın- da güldürecek kadar ucuz kalır. Büsbütün yanlıştır da diyeme- yiz ; çünkü her sözü olduğu gibi almak gerekmez ya! “ Kütübha- nesi olmıyan kimse,, demek hul- yalarında bile ona sahib olmıyan, kitabı sevmiyen, onun değerini anlamıyan kimse demektir. Böyle- lerinin sayılmasını ben de doğru bulmam. (Bunu söylerken kimse- yi gücendirmekten korkmuyo- rum ; çünkü kendilerini saygıya değer bulmadığımı öğrenip de gücenebilecek olanlar zaten bu yazıyı okumazlar. Ben de kendi- leri ile konuşurken sayar gibi gö- zükmesini bilirim.) Kitab okumasını severim ; her alınan kitabı okumağa borçlu ol- madığımızı da bilirim. Hattâ oku- mıyacağımı pek iyi anladığım hâlde aldıklarım da vardır; cok değil, gücümün yetebildiği kadar. Elimden gelse okuyabileceğimin yüz mislini satın alırdım. Kant'ı da, onun ancak elli sayıfasını oku- yabildiğini söyliyen Spencer'i de (belki W. James) okumak öyle kolay, her babayiğitin göze ala- cağı işlerden değildir. Ama bir kütübhanede onların bulunması gerekmez mi? Benim gibi onları daha almamış ölanlar utanıp ağ- lasalar yeridir. Onları, bilmediği- niz bir dilde bile bulsanız alm : kendi kendinize karşı saygınız artar. Âz şey mi? Medeniyetin cild merakr mer- halesine daha eremedim; umudu- mu kesmiyorum, Ancak kötü kâ- geda basılmış kitablardan nefret n- ör üzerinde durmağa değ ğ cünkü pek şahsidir ; kendisinden başka kimseyi, beni bile alâkadar etmez. Öteki kaynak ise daha genel dü- şünceler çıkarılmasına elverişlidir. Anadan doğma köre rengi anlat- mak niçin olamazsa o da benim, veya herhangi bir kimsenin oku- ,Masıma onun için inanmıyor, Ken- disinde bulunmıyan bir istek baş- kasmda niçin bulunsun? Hem o- kuyup da ne olacak? Kendisi oku- ımndnıı da güzel şiirler yazabil- miş, kendisini tanıtmağa erebil- iş ya! Bir yığın kitab okuyan- ların başı göğe mi yetiyor? Ha- yır, hayır, kimse okumaz; okuyo- ruz diyenler gösterişi seven, her- kesi aldatmak istiyen bir takım züppelerdir. (Ne yalan söyleyim? ben de, aldandığımı pek iyi bil- mekle beraber içimden, tâ içim- den,den, musikiyi sevenler için böyle düşünmekten pek uzak de- ği im.) Burhan Toprak, “ Kitab seven- ler cemiyeti ,, kurmak istediği günlerde : “Kütübhanesi olmı- yan bir kimse saygıya değmez ,, gibi b'r seyler söylerdi. Belki tam böyle değildi de buna benzer bir sözdü; herhalde bunu üzerine ala- ederim : bir insan göz nuru dö- küp yazdıklarının kirli gibi duran bir kâğıt üzerine basılmasına na- sıl razı olur? Kitab, okunsa da, okunmasa da, yüze gülmelidir. Ça- mura düşmekle elmasın değeri a- zalmaz mış; doğru, doğru ama onu çamurlu çamurlu alıp takmas- sınız ya! Silersiniz; platin, altın üzerine geçirtirsiniz. Yahya Ke- mal, şiirlerinin kendisinden izin- siz basılmasından çok kötü bir bi- çimde basılmasına kızdı; belki şiirleri kadar değerli bir düşünce. L Öz dilimizle î Eğlence ve boğaz derdine düştük! Sinemalar, hemen hergün ağız ağıza dolu... Operet de erken gelin boş dalye bul! yor. “Şehir tiyatrosu,, da kalabalıktan yana ötekinden aşağı değil. Beyoğlunda, bu yakınlar birkaç eğlenceyeri daha açıldı. — Barlar, gene eskisi gibi işliyor. Ayakta is- pirtolu içki içilen yerlerde akşam- ları omuz omuzu sökmüyor. Balık pazarındaki “meyhane,,ler: — Ah, on bire kadar açık kala- bilsek... diye dizlerini dövüyorlar. Şurada burada, yeniden mezeciler ortaya çıktı. Geçen gün, kilosu 18 liraya havyar satan bir dükkânın önünde alıcılar, arka arkaya dizil- miş, sıralarını bekliyorlardı. Yağcılarda lüle lüle kaymaklar, pazarlıksız, kapış kapışa - gidiyor. Kısacası lüks dediğimiz malların satışında, eğlence âadı- verdiğimiz şeylere karşı düşkünlüğümüzde hiçbir değişme yok. Üç adımda bir aş evi varken, yeni yeni piyaz- cılar, köfteciler ortalığı kapladı. Ancak öteyanda,sözgelişi, kundura yapıcıları, ayda yedi gün, kendile- rine zor iş buluyorlar. Geri kalan günleri, sırtüstü yatıp, yahud eller cebde dolaşarak geçiriyorlar. Terziler; ateşsiz mangallarının |külünü eşeleyerek, arpacı kumrusu gibi düşünüyorlar. Manifaturacı- lar, üstüste yığılan çeşitlerin önün. de, uyku kestiriyorlar. — Sorunca hepsinden şu karşılığı alıyorsunuz: — İş yok!... Pek iyi amma,kara havyarcı, me- zeci, meyhaneci, aşçı, neden iş yok demiyor. Ben bunu çok düşündüm, en da buldum: İ larda bo ğazlarına ve eğlencelerine düşkün- lük arttı: Büyük savaşta dört yıl süren aç« lığın acısı bugün çıkıyor. En züğür- dümüzün evinde bile kaynayan bir çorba ve bir fasulye tenceresi var. Elimize geçeni gırtlağımıza veriyo ruz. Üstü başı düşünenlerimiz, git-. gide azalıyor. Kazanç — yollarının tıkandığını söyleyerek, önüne gele- ne derd yanan satıcılar, hiç çekin- meden giyim kuşam satıcılığını bı- rakıb işi yiyim içim — satıcılığına dökseler, iyi ederler. iv Bir kunduranın, altına pençe vu- rub dayanıklılığını arttırmak, bir kumaşı, tersine çevirerek bir o ka- dar daha giymek, kolaylığı var. Fa- kat kursaklar, hergün yeni bir azık arayor. Kör boğaz;, doymak bilmiyor. Es- kiden karınları tok ve sırtları pek olunca, insanlar başka şey aramaz- lardı. Şimdi ise, tok bir karın, bütün eksiklikleri unutturuyor. Bir lok- tığım bu günlerde bile o kaygu- sunu haklı bulmaktan kendimi alamıyorum. Çok seydiğim Dostoyeveki'nin Les Possödes'sini şimdiye kadar okumamıştım. Kitabın, asıl konu- dan belki uzak (iyice bakılırsa pek uzak değil) bir sözü beni bu darmadağın düşüncelere sürükle- di. Kitab kenarına -yazı yazması- :;ı sevmem, onun için buraya yaz- rım, Eseri karşısında — duydukları- ma ve bir hirka çağını arkaya bı- mı değil, şahsı için beslediği rakmalı yalnız lok: peşindeyiz. saygı ve sevgiyi unutmağa çalış- | Bu lokma ister suda — kabartılmış kuru ekmek lokması, isterse, hav- yara bul! $ laze fr la olsun. Salâhaddin GÜNGÖR Dr. Hafız Cemal Dahiliye mütehassısı Cumadan başka günlerde saat (2,30 dan 6 ya) kadar- İstanbul | Divanyolu No. 118. | Muayenehane ve ev telefonu: 22398, Kışlık telefonu 22519. LAK Hdi _ MMiYAFiRi Yananı allâh görür... Bugünlerde, ya yanar bir kibrit çöpünden, ya devrilen bir mangal- dan, ya söndürülmesi unutulan bir sigaradan, ateş alıb yanan ihtiyar kadınlar çoğaldı. Bir ay kadar ön- ce böyle birisi, diri diri yanmıştı. Geçen gün de bir başka ihtiyarcık, ağır birkaç yanık yarası ile güç belâ ölümden kurtuldu. Arkadaşlardan biri: — Bu ihtiyar hatunlara böyle ne oluyor? diye sordu. Birisi atıldı: — Ne olacak? dikkatsizliğin kur banı oluyorlar. Sen yanar mangalı odanda bırakıb uykuya dal,.. ya- hud, titrek ellerinle ateşin yanın- da, kibrit çakmağa kalkış... Sonu budur e'bette... İlk söz açan arkadaş murıldan- dı: — Yananı Allah görür, derler ama, bugünler o da görmez — oldu galiba.. Öteki atıldı: — Yananlar, kersli kenmdilerini görüb gözetseler daha iyi ederler. Kulakmisafiri KEk a Bugünkü program 175 Khz. MOSKOVA,IT7i4m. 17,30: Sözler. 18,30: — Kızılordu neşriyatı, 19,30: Sözler. 21: Konservatuvardan nakil. 22: Almanca neşriyat. 23,05: Fransızca neşriyat. — Spor haberleri, 24,05: İsveç neşriyatı. 832 Khz. M O S K O V A, (Stalin) 361 m. 17: Oda muüsikisi. 18,20: Bir operadan nakil. 22,30: Dans musikisi. 24.05: Sorgulara cevap. 223 Khz. VA R ŞO V A, 1345 m. 18: Popüler orkestra konseri. 18,30: Şarkı- lar. 18,50: Sözler. 19,15: — Piyano konseri. J — Konferans. 20,30: Piyano - viyolonsel kon- seri. — 20,50: Spor. — 2l: Viyanmdan nakil. Şarkı, dans ve papüri. 21,45: Haberler, 22: Sen fonik konser. — Reklâmlar. — 23,15: Dans. — Sözler. — Dans. 686 Kbz.BELGRAD, 437 m. 19,30: Orkestra birliğile popüler şarkılar. 20: Reklâm, plâk. 20,15: Haberler. 20,30: Ulu- sal neşriyat. Z1: Radyo orkestrası. 21,30: Plâk. 21,40: Sırb şarkıları.. 23,10: Haberler. 24: Plâk Khz. P R A G, 470 m. 16,55: Asker bandosa, — Sözler. 18,05: Düa konser. — Sözler. 18,35: — Plâk. — Sözler.. 18,55: Amele neşiryatı. 19,05: Almanca neşri- yat, — Haberler. 20,15; Caz. 20,50; Doktor ö- gütleri, 21,05: Bratislava radyo orkestrası. — Sözler. 22: Operet musikisi. 23: Haberler ,23, Plâk. 23,30: Hafif akşam musikisi. Khz. LEİPZİG,382 m. 19,20: Breslavdan nakil 19,50: Hafi ha- ber icmali, 20: Sözler. Genel yaşayışa ald. 21: Haberler, 21,10: Karmaval neşriyat. 23; Haber- Ter, 23,30: Dans musikisi. 545 Khz. BUDAPEŞT E,550m. 18,30: Opera örkestrası, 20: Sözler. 20,30: Plâk. 21,30: Karışık neşriyat. 22,30: Haber- ,50: Çingene musikisi. 23,05: Salon or- 24: Caz orkestrası. — 24,35: Çingene .. 1,05: Soön haberler. TEPEBAŞINDA ŞEHİR İstanbul Betidiyesi ŞehirTiyatrosu » SİLATROSU ğ rşamba TU UNUTULAN H ADAM Fransız Tiyatrosunda 6 Tablo azan: NAZIM HİKMET 1029 DELİ DOLU opereti oynayacaktır. 812 Göz Hekimi Dr. S. Şükrü Ertan Birinci smıf mütehassıs (Bâbıali) Ankara caddesi No. 60 Nurullah ATAÇ (N')t tefrika: 104 — Yazımız .. Gönderelim.. Derhal bir kâğıda — acele acele beş on satır karaladı. Kapının üst *aynasında bir yarık vardı, oradan &.Üd ilül leri kesilmişti ve memurlar daire- ye gelmiş bulunuyorlardı. Yatakta tenbel tenbel gerinerek bir iki kere esnedi. Gözlerini tava- uzattı. Sonra rahat bir nefes alarak | na dikmişti. Sağ elini kaldırarak yatağına uzandı ve bir haftadanbe- | tahtaları saydı: ri ilk defa olarak kirpikleri biribi- y aç Hepsi altı tane... ne dar oda rine değdi uyudu: Ha imiş bu böyle.. Müstantiğe yazdığı / İçinde sarsıl, bir ümid, bir son cümlesi şöyle bitiyordu: nikbinlik belirmişti. Bir zıplayışta « . Binaenaleyh, İstanbuldaki | yataktari kalktı. teşkilâttan hakkımda aranacak ma- lümat meseleyi aydınlatmış olacak- tır... Bu vesile ile de hürmeflerimi tekid ederim efendim,,. Evet İstanbul onu biliyordu. Is- tanbuldaki gizli teşkilâtın , hakkın- da göndereceği malümat bu mese- leyi, bir tırpan gibi kökünden hal- ledebilirdi. Bunu iyi düşünmüştü. spey uyumuş - o'acak- — Aaa.. ne arayorsun sen bura- da? Gözüne, yatağın başucu ile pen- cere arasındaki boş yerde, çömel- miş oturan ve iki eliyle yüzünü ka- payan Süleyman ilişmişti. Onu a- yağile dürttü: — Heey.. ne arayorsun burada? Kalk bakalım... ayağa kalk!.. Fakat şaşı ayağa kalkacağına, a: sıl larak şapır şapır kunduralarını öp- meğe başladı: — Aman Nazmi... Aman Nazmi! — Canım nereden geldin sen? — Geceyarısı buraya naklettiler. Sebebini bilmiyorum. Gayet hafif bir sesle söyleniyor- gu. İşitilmekten korkuyordu gali- &.. Genç geri geri çekilerek ayakla- rını onu kollarından tutub zorla kaldırdı. O zaman şaşı nın yüzünde dünyanın en sefil ağ- layışını seyretti. — Canım.. ne var? — ne oluyor- sun? — Aman Nazmi.. Benim karı- mın, iki çocuğumun hayatı senin elindedir. Gayet hafif bir sesle söylemişti bu sözleri de... ve nefes alır gibi de- vam etti.: — Eğer çantanın benim olduğu- nu öğrenirlerse beni öldürürler. Nazmi güldü; — Benim olduğunu mu söyleme- mi istiyorsun? O zaman — da beni öldürürler. Kanun bu işte gayet sa- rihtir. Harbde casusluğun cezası i- damdır. — Ya çocuklarım.. ya karım on- ların hali ne olur? — Orasını bilmem. — Çok paran - Vars 2 Seni ömürlerinde bir defa bile ha- tırlamağa lüzum — görmezler. Gel keyfim gel yaşarlar. Yook eğer pa- ran yoksa... O zaman sürüne sürü- ne ölürler. Herhalde Şehab Bey kendilerine bakmaz. Şaşı sırtını duvara — dayayarak bir müddet sustu, sonra derin bir, “aah...,, çekerek; — Eğer İsmet — sağ olsaydı — aah... İsmet sağ olsaydı! — diye mırıldandı — — İsmet mi ? — Evet., ne iyi kızdı İsmet.. O onları sokak ortasında bırakmazdı fakat ne çareki bomba onu alıb gö- türdü. Şimdi onlara kim yardım e- der? İsmet... Nazminin birden bütün sinirleri gevşeyivermişti. İsmet... Mevkuf bulunduğunu da, dünya- nım en iğrenç hir zannı altında bu- lunduğunu da, hayatının tehlike- de olduğunu da, bu şaşı Süleyma- nın göz göre göre yaptığı alçaklı- ğı, ve sırf onun namussuzca inkâr- ları yüzünden başının bu — belâya girdiğini unutuvermişti. İsmet.. Yeşil iki büyük göz belirdi göz- lerinin önünde... ve gözleri, birden- l Tam takır Murad Çakır Ali, mahalledeki kahvede fincanın telvesini de temizledikten son- ra, yanındakine: — Ben gidiyorum Murat, dedi, böy- le durmağa gelmez. Bakalım bugün de hangi enayiyi işleriz. Çakır Ali yaman yankesicilerden - di. Onun için, hırsızlığın çeşnisi ve çe- şidi de yoktu. Hangisi işine gelirse o- nu yapardı. En kolay çalıştığı saha, Karadeniz- den posta vapurlarının geldiği günler- di. O gün vapurdan çıkanları birer bi- rer gözetler- ve tam bir mütehassıs sı- fatile her birine numarasını ve ondan sonra da kendi kararını verirdi. Istanbula gelen yolculardan Çakır Alinin gözüne kestirdiği adam kimse, zavallının kurtuluşu yoktu. Hiç aklına gelmediği bir zaman ve mekânda cüz- danı cebinden sırrolur, — neden sonra farkına varıp polise haber. verse ve de paralarını muntazam senetle ler, ondan sonra şehir sokakların j ğüslerini açarak püfür püfür, rabât O P hat gezerlermiş. — Adın ne? diye sordu. — Murat, tam takırlaydan rat... ., n — Amma da tam takır hak. " çığım, sen ne iyi soy adı seçmi yorsun be?.. ğ Murat, saf bir adamdı. “Tuki kır,, uydurmasını kendisi de be&*” öksürükle karışık bir gülme içinde ” rini sallayarak: a ö — Dur, dur, gidelim oraya, , ti: Ustümde üç yüz elli lira kadaf | ra var., Yalnız bir şartım : Ne # ne kadar kendi paramdan istersefi — meli. — Elbet.: senin paran değil —| Onun alacağı emanet parasi... Ya liradır, ya iki liradır. B Kahveye vardılar. Murat alt V Çakır Ali yakal, dahi, üstünde suç delili brrakmaz, - mahkemelik olmaz- dı. O gün gene kahveden kalktı, rıhtı- ma uzandı: Karadenizden — vapur gü- nü... Rıhtıma geldiği zaman geçiktiğini anladı: Çünkü vapur çoktan yanaşmış, el aRtl N ei M bile başlamışlardı. Tam o sırada yaya kaldırımının ke- narında bir adam gözüne ilişti. Haline bakılırsa, o gün vapurdan çıkmış yol - culardan biri olacak. Mübarek zat, öyle de oturmuyor, kuşağından — çıkardığı yeşil kâğıtları herkesin gözü nünde bi- rer birer sayıyor. Çakır Ali adama bir baktı. Olur mu bü be? Sokak ortasında para saymak ulü orta küfür etmek gibi bir şey... Bir münürmbetini götlüp. yakl Meshabiz b : Fi n şeri, y — nere- den? Oteki Lâz şivesile cevap verdi: — Bırak Allahı — seversen, demin vapurdan çıktım, mallar bir tarafta kal- dı, ben bir tarafta kaldım. Bilirim bu Istanbul »ne uğursuz yerdir. Hani pa- valar da eyvallah diye selâm verip gi - derlerse... — Sen korkma yahu... Dediğin gibi hiden tüt HEreğ eli tur. Benden arkadaş nasihati istersen paranı emniyet altına al... Kuşaklı hemşehri Çakır bön bön baktı. Gözlerinde para İstan- bulda nasıl emniyet altına alınır gibi bir sual vardı. Fakat Çakır Mehmet, adamcağızın bu müşkülünü hemen hal- letti: — Sen kalk, benimle beraber — gel. Ben sana emniyetli adam gösteririm. Kuşaklı hemşehri ilk önce, bir te- reddüt geçirdi. Fakat Çakır Mehmet bütün talâkatini diline vermişti. Is- tanbulda bankalara bile emniyet olmaz- mış. Dışarıdan gelenler, mal mülk sa- AA hibi adamlara ufak bir faiz mukabilin- İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Herik ve hayat üzerine sigorta muameleleri îcra.eyl eI J' Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. A ral, birer liradan yüz Hirali?. | paket çıkardı. Kahve — sahibine | Acele bir kâğıt imzalandı. Çakif de kahve sahibi de bu işe pek hit olmuşlardı. Fakat dünya bu! olur? Ne çeşit insanlar var? Çakır Ali kuşaklı hemşehriniâ © yetini bozmamak için beraber ©17 çıktı : ? — Sana ne zaman, ne kadar "| lazımsa, gel al paranı... Bu ” sân cebinde yüzlerce lira taşır Otuz, otuz beş adım yürüm! ki, Murat şöyle bir durakladı. larına götürdü: — Yahu , dedi, —unuttum "j semtte on paralar yok.. Gideyim ”j Çakır, adamcağızın fikrinde 'V atıldı: j — Yirmi lira lâzımsa ben V? yahu... Biz namuslu insanlarız, * gi Mâse, Hirayi gözden çıkarmıştı. Elini P# lon cebine attı. Iki adet onluk V" — Hay Allah sizlerden razi * |i diye uzaklaştı... » » * * Çakır Ali kahveye döndüğü F y sormağa vakit kalmadı. Kahveci l — Ulan, ben de seni kurnaz biT sanırdım. Avlandın be... — Nasıl avlandım? rin yalnız üstünde ve altında ra var. Gerisi kâğıt... Gözünü çıp bakmadın mı? Çakır Ali gözünü dört açıP l Yüzlük destelerin içinden boş * birer birer yere düştüler. y — Vay anasını, — dedi, bu, V baskın çıktı. ğ Bi iğ 'Telefon : — 4.4887 <- sl4 H i seçmez oluverdiler. şına ; g. T SEĞE Tamse | — Seninki artık böbürlefü Diye mır A İ Akat g 'ı: —i dödiüz - ? koyuîıeyıuğmı attı. Dört bir tarafı- " Ve sonra kendi kendif? nı çeviren yalnızlık, arkadaşszlık ve şefkat yoksulluğu ile bozulan sinirleri, bu hatırlayışla en son ta- hammüllerini de kaybedivermişler- di. Bir geceyarısı evinden çok uzak- larda, karanlık bir sokakta kalmış beş yaşında bir çocuk gibi hüngür hüngür ağlamağa başladı. Ikindiye doğru nöbetçi polis oda kapısını açtığı zaman onu yatağın- da uzanmış ve şaşıyı yerde oturur buldu: — Haydi efendiler.. — dedi — kalkınız. Nazmi son derece lâkayid bir ses le sordu: — Müstantik mi çağırıyor? — Hayır... tevkifhaneye nakle- diliyorsunuz. — Yaaa.. . Gayet tabii bir iş yapıyormuş gi- bi b iyesi ile palt ve kü- çük valizini aldı. Süleymanın arka- sından yürüdü. Öyle dalgındı ki, onu gören uykuda yürüyor zanne- debilirdi. Polis, bu durgunluğunun — Hep böyle oluyorlar: Tj bağırıb çağırıyorlar. Son'& vekkül geliyor üstlerime-- Hapishane müdürünün girdikleri zaman o kâtibif” ğımnın doğurduğu — taydaf mekle meşguldü. Yüzlerin” dı bile.. Yalnız; - eli — Paranız varsa tesliri Nazmi bu sözleri — d! Süleyman kulağına eii“b" — Paran var mı ? 'Jâ u cüzdanı ve €“” i kardığı bir kaç lirayı müd . u- — Sayınız efendim... Polis elindeki defteri zalatıb odadan çlw gözlerini pencereden £' yet konağına dikmiş V€ dırmış gitmişti. Odadâ kün oldu. Müdür parP kef rükleye tükürükleye P