Oylar ve Kişiler | | Bir yergici Bundan önce de söylemiştim, Kerim Sadi bugünkü Türk yazar- ları içinde en sevimlilerden biri - fir. Ne yalan söyliyeyim? bu “se- Simli, sözünü korka korka yazıyo- nkü kendisi bunu beğen - miyecektir; başkaları da o sözün, Kerim Sadi çatmasın diye söylenil- miş olduğunu sanacaklardır. Hayır, eskiden dendiği gibi, Kerim Sadi'- ye “rüşveti kelam” vermiyorum; diyebilirim ki onun bana çatma - sını pek İstemiyor değilim... Kerim Sadi'yi gerçekten sevimli bulduğum için söylüyorum. Her - kese çatan bir adam... Hem de ya- zılarını bir gazeteye, bir cönge vermiyor, forma forma çıkarıyor. Bu ufacık bitiğlerin çıkacağı gün- ler önceden kestirilmiş olsa onlar bir cönk denebilecek. Kerim Sadi için en iyi yol budur; çünkü o bir ik değil, bir yergici, bir “pam- ri âtaire” dir; bunu yazılarında çok doğru ve çok köklü kritikler G.madığı anlamında söylemiyo - rum; onun sözleri içinde çok ileri gidebilecek olanlar da var. Ancak Kerim Sadi'nin asıl iste- diği bu değildir. O, yeryüzünde, biç olmazsa bizim ülkemizde olup bitenlere öyle (o yukarıdan, soğuk kanlılıkla bakmıyor. İnandığı bir- takım oylar, prensipler var; her şe- ye onların (o arkasından bakıyor, onlara göre sıralıyor, onlara. göre doğru veya kötü buluyor. Kerim Sadi'de bir din adamının durumu var; o tenkit etmiyor, o çıkışıyor, kükrüyor. Karşısındakileri hak yo- la çağırıyor demiyeceğim; çünkü sesi hak yola çağıranların kandırı- <ı, tatlı sesi değil. Hayır, Kerim Sadi çattığı adamların, isteseler bi- le, onun uçmağıma (cennet) gire- miyeceklerini söylüyor. Hem de kükremesi es! a bildiğimiz din adamlarmınki gibi değil; çattık - larıma: “Ey günahkârlar, tuttuğu- nuz yol sizi hakka ulaştırmaz; ge- lin bu işlerden vazgeçin!,, demi - yor. O adamlara gülüyor. Hepsini de apdal yerine koyduğunu gizle- miyen bir gülüşü var... Kerim Sadi kükrüyor dedim; evet, ancak gü - lerek, alay ederek kükrüyor. Bizim ü.kemizin yolcuları içinde onun kadar kırıcı olanmı bilmiyorum. İşte onu sevimli kılan da budur; herkesi kırmağa, sonra yalnız bir yana çekilmeğe razı. Onda, belki; kendinin de bilmediği, bir adam - dan kaçarlık var. Bunun için de yalnız yergiler yazmakla kalıyor ve sanırım ki düşüncelerine, çattı. ğı kimseleri değil, dinliyenleri de çekemiyor. Kerim Sadi'nin yazıda tuttuğu yol en aristokratik yoldur: ancak kendi gibi düşünenlere 852 söylüyor, ötekileri hor görüyor. Onu bir örnek diye göstereme - yiz. Sevimli dedim; evet, Moliöre' in Alceste'i (merdümgiriz) gibi sevimli . Gerçekten kızan bütün a- damlar gibi sevimli. Ne yapalım ki böyle sevimli olmak istenecek bir şey değildir. Ah! Kerim Sadi da- ha az sevimli olsa da yazıları daha anlaşılır yazılar olsa! Humanisma için Bugün B. Haydar Rifat'ın Kse- nefon'dan çevirdiği Cümhuriyet'i aldım. “Dün ve yarın, kolek- siyonu bu yıl içinde Yunan ve La- i tefrika: 90 ——— ” — Görmüyor musun gazete ne di- yor? bak! serlevhaya bak! (Yarın ilânı mukarrer umumi affın şumü- lü nedir?) diyor. Demek ki af da- hs ilân edilmemiş. Fakat yarın i- ilecek. O halde bu gece ben işlesem, zabıta da, adli- bağlı kalacak!,, Nazmi baştan aşağı kulak kesil- mişti. Demek ki garda | sapladığı bıçak yanına kâr kalacaktı. İçinde bir ferah, bir sevinç belirdi. Bey- »ihi tazyik eden bir,2'in birdenbire isseder gibi oldu: — Şimdi. dedi — doğru A- rapkirliye gid. . O, dedikodu de- din mi bitirmiştir. Bakalım... Abi- din bey hakkında neler söyleye- cek? Tramvay Eminönüne kadar gidi- yordu. Oradan Sirkecive kadar deta gitti, Musul o hanıma; Kurtulan bütün Türk kadınlığıdır! Uluslar arası Kadın birliğinin başkanı, İstanbula ayak basar bas- maz, sevincini açığa vurdu: — Bizi İstanbula çeken “Ata. türk” ün yurdudur!.. dedi. Kendi kadınına kol kanat olan “Atatürk” ün sevgisini yeryüzü - nün bütün kadınları paylaşamasa- lar yeri değil midir? Bir takım hakların, istenmeden de verilebileceğini, Atatürk'ten öğ renen Avrupa kadınlığı, şimdi zim kadınımıza kıskanan deme - yim ama; en az imrenen gözlerle bakıyor. O Atatürk ki, Türk kadınını yü- celtme işini ilk günden programi - nın en başına koymuştu. Kurtardıkları arasinda, yalnız bütün bir ülke, bütün bir ulus, bü- tün bir tarih, bütün bir dil yok, bir de bütün Türk kadınlığı var. Bu kadınlık, varlığını ona borç- lu olmakla kalmıyor, o sıyasal ve soysal haklarına kavuşmasını da, tek olarak ondan biliyor. Atatürk olmasaydı, günümüzün tarihi ya - zıldığı vakit, Türk kadınına ayıra- bilecek iki yaprak bulamayacak - tik. Türk kadını, Atatürk'le benliği- ne kavuştu. Atatürk'te analığının ve iyi bir eş oluşunun övüncünü duydu. Türkün başına geçen başı taçlı- lar, kadını, köle diye pazarlarda sattılar. Kölelik kalktıktan sonra da kadın, bizde kölelikten kurtul. madı. Ayağı çedik pabuçlu, yüzü kıldan örülmüş peçeli, sırtı peşte- mallı Türk kadını; bugünkü yerini buluncaya kadar, ne'acı deneme - lere uğradı, ne büyük sıkıntılara düştü, ne korkunç; dönemeçlerden geçti; hep biliyoruz. Atatürk, onla- ra saylav seçme ve seçilme hakkı nı boşuna da vermedi. Türk kadı- nı, Türkün kadınıdır. Ve o da Tür- kün kanından ve canındandır. Di- şi oluşur bir ayrılış saydamazdı. Uluslar arası kadın birliği baş- kanı, Türk kadınını, kendi kadın- larının eremediği bir erince ermiş, görür de nasıl Atatürk adına bağ- lanmaz. Bütün yeryüzüne o örnek olan Türkün atası, son atalığını, kendi anası da onlardan biri olan Türk kadınına yapıyor. , Varlığıyle ve yaptığı ile övüne - lim! Salâhaddin kaçının türkçesi; huriyet bunların birincisidir. Güzel bir iş; bu işe girişenlere kolaylık- lar dileriz. Okullarımızda yunanca ve latin- ce öğretilmesi gerekliğini ne vakit söylesek birçok kimseler: “O dil- ler Avrupa'da da okutulmaz olu - yor” der durur. Bunlara fransızca 1935 adlı magazinin buraya son gelen sayısında Andr& Thörive'in yazısını okumalarını tavsiye etle - rim, Andre Thârive yunanca, la- tince okuyan çocukların günden güne çoğaldığını söylüyor. Sevin- medim desem siz de inanmazsınız. Nurullah ATAÇ Müellifi: Nazmi Şahap girdiği zaman iki esmer güzeller, merdiven başında şakalaşıyorlar- dı. Nazmiyi görünce biraz toparla- nır gibi oldular. Genç büyük bir lâ- ubalilikle uzun boylusuna yanaşıp çenesini okşadı: — Bizim ağa geldi mi? — İçerdedir Nazmi Bey.. — Peki şekerim. Bir dakika sonra Arabkirli gü- lümseyerek mesafirine el uzatıyor- uz — Aklın başma geldi | galiba... Ama geç kaldın... Banka hissele- rinden pek az kaldı. Kaç yüz liralık istiyorsun? Nazmi, hiç bozmadı: — Biraz alacağım... — dedi — Fakat Abidin bey ne oldu yahu! Arapkirli, yağlı bir müşteri ya- kaladım zannile memnun, ağız do. lusu bir kahkaha fırlattı. Ve sol gö- zünü kırparak; disa Ekmek ve su Hamur ekmeklerin çoğaldığın- dan şikâyet ediliyordu. Birisi & » lattı: — Yakınlara kadar epe; zelmişti. Son günlerde yeniden bo- zuldu. Bir aydan beri üstüste eve aldığımız ekmekler hamur çıkıyor. Kapıya getiren adama tenbih et- tik. Herif, omuzlarını silkti: Benim seçtiklerim, gene en eri... Öteki ekmekleri görseniz, hiç yiyemezsini!.. Ben söze karıştım: — Bizim fırın şeytan kulağına kurşun, iyi ekmek çıkarıyor. Fakat ötekiler de söze karışıp, bir ağızdan ekmeklerin hamurlaş- tığını söyleyince, ben azlıkta kal. dım. Derken, suların lâfı geçti. Arka- daşlardan biri, kaynak suyu niye- tine içtiğimiz suların çoğunun bu- lanek ve hattâ çamurlu olduğunu iddia ediyordu; birisi dedi ki: — Desenize bir atalar sözü da- ha değişti. — Nasıl? diye sordular. Güldü: — Eskiler, ekmek ilden, su göl- den derlerdi. Şimdi, ekmek hamur. | dan, su çamurdan oldu. Ben söze karıştım: — Merak, etmeyin, dedim. Kay: nak suları, gene gölden... Hem de, şu yanı başımızdaki Terkos gölün. den geliyor! KULAK MISAFIRI Oz Türkçe ile Bilmecemiz Osmanlıra karşılıklarını yazdığımız kelime- irkçe mukabillerini yazarak şeklimi- dü- manlara hediyeler veriyorazi iddet pazartesi günü akşama kı rdar, Yeni bilmecemiz 1723456789101 “Temiz duy Bayan Lâmin; Geçen sene Kızıltoprakta Pertev Pa- #anın köşkünde geçirdiğim dakikaları hiç | unutamıyorum. Ben halsiz, hemen hemen | hasta denecek bir vaziyetteydim. Kitap | okumaktan, uzun uzun düşünmekten yor gun pencerenin önüne uzanırdım. Yattı- ğım yerden sizin sokak üstündeki odanı- Zn üç penceresi görünürdü. Tatil zaman- larına tesadüf ettiği için evdeydiniz. Çok defalar dikkat ederdim: Yeşil robunuzla gelir, köşe penceresinin yanındaki fotö- ye uzanırdınız. Elinizde ya bir kitap, ya- hut bir örgü işi bulunurdu; fakat emin o- dun ki ben elinizde kitap bulunmaktan ziyade pembe işler bulunduğu zaman si- zi çok severdim. Teyzeme bir gün sor - dum: Demek ki sizin eliniz terziliğe de ya- Taşıyor. Bayan Lâmia... siz, serbest ve çok hisli bir genç kızsınız. Ben, doğru - sunu söyleyim, çok çapkın bir gencim. Sizin gibi dekolte bir vaziyette köşe pen €eresinin önüne perdeyi kapatmaya bile Tüzum görmeden yatan bir genç kızı öyle pek kolay kolay ihmal etmezdim; lâkin sizde pek inee, pek asil bir ruh vardı. Onun için ben, biraz da bir ahlâk mese- lesi telâkki ettiğim bütün içten gelen ar- zularımt boğdum, Yalnız, pencerede u- zaktan gördüğüm şoklinizle kanaat et- tim, Bazı defalar da sokaktan geçerdiniz. Yaz günleri beyâz tuvalet, beyaz iskarpin ve beyaz şemsiyeyle bu geçiş, bu jestler emin olun ki bir düşeste, bir konteste bi- le bulunmazdı. Bayan Lâmin sizi ben bir az Avrupa Bsanlarında yazılmış muhab- bet romanlarındaki © genç kız tiplerine benzetiyordum. Belki de bu biraz hayali çok sevdiğimdendir. Böyle sizi her gör“ dükçe kalbin çarpar, aklından türlü tür- lü fikirler geçirirdim, Bir gün bir mek- tup yazmak istedim. Sizi, bir sinema kah ramanı, bir yıldız gibi hikâyeli, omanlı bir sevgiye çağırmak istedim. Sonra vie- 'danım buna razı olmadı. İçimdeki temiz duygular bu hislerime karşı koydu, Kim bilir belki de siz, istikbali parlak, içtimai mevkii yüksek zengince bir Bayla evle- nip devamlı rün ve sevinç görmek ister- iniz. Halbuki benim size tattıracağım | zevk ve sevginin günleri otuzu, kırkı geç- miyecekti. Adalarda tutulmuş bir pan- SOLDAN SAĞA ; Taharri etme Sulp, Şedit, Havi 5. Elde taşınır. — Sicim 2. 5 — Büyük tencere 5, Geniş değil 3, 8 — Lerzet 3, Yemek 2 9 — Parlak değil 3, Dâm. Şebeke 2. 10 — Balya, ayar, mundil 4. Mi — Beygir 2, Falır, sevinç & YUKARDAN AŞAĞI 1 — Aşikâr 6, Cezire 3 2 — Nota 2, Yemin 3, Lahin 2. 3— Cart & 4 — Geride Kalan $ — Hakan 4. 6 — Ahzetmek 5. 7 — Yetişmiş 5: 8 — Büyük su kabı 3, Baygir 2. $ — Bir rakam 4, Sim 3, Şart edatı 2. 10 — No2. 1 — Vatan 7, Kolay değil 3. Mülliyetin yeni adı 8. , Kp — Tabii sen bunu bilmiyorsun. değilmi? — dedi — ah ne çapkın , ne yaramaz, ne külhanisin sen.. — Haydi haydi.. Ben zaten se- ni gökte arayordum. — Anlat ta şu işin aslını senin ağzından dinliye- lim. — Vallahi ben hiçbir bilmi- yorum. Sana bir gün gelmiştim ya.. — Evet... —O günden sonra ben Abidin beyin izini kaybettim. Burada de- gildim. — Olsun... Kızı Beyoğlu evleri- ne alıştırdıktan sonra baktın ki işi temizlemek lâzım, çekip gittin. — Ne münasebet... — Herkes böyle söylüyor. Ama oh olsun Abidine... başkasının na- musuna hürmet etmeyen adamla. rım sonu budur. — Mesele nasıl başlamış? Abi- din beyin hastalığı ile kızı arasın- da bir bağ mı var.? — Elbette var. Abidin bey Be- yoğlunda bir eve gider. O müthiş kadın tiryakisidir. Zevki için avuç dolusu para sarfederdi. Zengin ho- vardalarla iş gören ev sahibi kadın ona enson türeyen kızların re- simlerini gösterir. Bir de ne görsün (o Abidin... al- siyon odasında geçen heyecanlı dakika- lardan sonra çamlarda gezintiler, Çamli- manında sandal gezintileri, güneş penbe | ve turuncu renklerini yüzümüze ince bir tül gibi sararken kalplerimizde çarpıntı- larla biribirimize aşk ve sevgi yeminleri.. Sonra hiç... Uydurulmuş mazeretlerden, arzu edilmediği için alınmamış para me- selelerinden dolayı pek acı bir ayrılık... Ba ayrılık namus ve iffetin ziyan olma- sile de neticelenebilir; çünkü Bayan Lâ- min, aşk diye zamanın genç erkek ve kız larının burunlarını soktuğu bu kaynak pek bulandı. Bulanık, kokulu, pis bir bar taklık gibi bir şey oldu. Tabii siz benim gibi işi gücü kitap 0- makin söle ve sayda ektiğimiz İİ maktan başka bir şey olamayan, kıyafeti | | züğürtçe bir adamı belki de bütün bir sev gi ile sevmezdiniz. Sevseydiniz bile be nim gibi gururunu ve başını kadın emri- ne, tahakkümüne eğmeğe kaV'iyyen razı olmayan bir genci, sabahtan akşama ka- dar mektep aralarında körpe dimağlara bilgi tıkmak için uğraşmanıza, yorulma- mıza karşılık aldığınız parayı benim bo- fazıma veyahut üstüme başıma sarfet - mu? Üstüne bir fenalık gelir, ağ- zından köpükler boşanır, burnun. dan kanlar fışkırır, iskemleden dü- şer.. Düşüş işte o düşüş!.. Hâlâ ken dine gelememiş, bir — hastahaneye ytırmışlar ama, hangisi olduğunu | bilmiyorum. Kasasını açtı, içinden bir demet esham çıkarıp masanın üstüne koy- dai — Şimdi işimize bakalım. — de- di — Kaç tane istersen al! Nazmi gülmemek için kendini güç zabtetti ve yan gözle .na baka rak; — İki yüz liralık... kâfi mi? — Çık bakalım... Iki bin bile az. — Peki... Beş bin liralık ayır. Hafta içinde parasını tamamen tes- viye ederim. Bu palavra Arapkirliyi bir kat daha keyiflendirmişti; çenesinin yayları bir parça daha gevşedi: - O işte kazanan Rüstem oldu.. — dedi — koca göbeklinin keyfi yerinde... Malüma;o Abidinin kollektif ortağı idi. Hâdiseden bir kaç gün evvel büyük bir işe girme- ğe karar vermişlermiş. Abidin Av- rupaya gitmeğe niyetli olduğu için. gu meyi, arasıra da cebime bir kahve, bir traş, bir vapur parası koymağı düşün - mezdiniz, Acaba düşünür müydünüz Ba- yan Lâmia? İhtimal ki siz de Madam | Ştayeh'in: “Her şeyi bilen her şeyi hoş görür” düsturunu tatbik ederdiniz. Ne olursa olsun, zamanın kızları önle- rine gelen her, erkeği hemen benimseme- | ğe, kendilerini beğendirip — sevdirmeğe kalkıyorlar, Bilmiyorlar ki kıymetlerini düşürüyorlar, Bugün genç kız sinemada, pastacıda, şurada burada randevu verilip konuşulan, kostümü, vaziyeti ve hareket- leri yakından kolaylıkla tetkik edilen can lı ve kıymetsiz bir manken haline geldi. Onun içindir ki erkeklerin gözünde ka- dın küçülüyor. Halbuki © cemiyetler ve kanunlarm kadına erkeğe müsavi haklar bahşettiği bu devirde kadınların ve bele genç kızların bu hoppa hareketleri onla- rı düşürüyor ve bu; mensup oldukları kadınlık otoritesine 4:k aykırı bir iş o- luyor. Bir'kadın ve kız kendisini ne ka- dar ağır salar ve temkinli durursa erke- ğin nazarında o kadar kıymeti artar, Te- kâmül etmi ş erkekler namusta, vekarda fazla ciddi kadmları severler. Atalarrmı- m (ağır otur da batman gel) sözü de bu fikrin izeheder. Topluluklar içinde de- jenere mikroplarını yaşatmamak için si- sin asaletine hayran kaldığım temiz duy- mız gibi duygular lâzımdır. Bayan Tanrı sizin kıymetli ve öğretici başmızı küçük yavrularımızın üstünden eksik etmesin. Bu mektup size derin saygılarımın bir Bişanesidir. Sizin temiz duygularınız bu saygısızlıklarımı da hoş görecektir, Öyle değil mi efendim? — O. N. © Gebeliği SEPEBAŞINDA ŞehirTiyatrosu | ŞEHİR Tl TİYATROSU ezmeli meni , Bu akşam RALZAK Cemal Reşit. Lümi inat (20) di NN İn Komedisi 4 Perde Fransız Tiyatrosunda Bu akşam saat 20 de DELİ DOLU “ MİLLİYET" ABONE ÜCRETLERİ: Türkiye için — Haz LK L 3 eyliği 6 İİ Bugünkü program ISTANBUL * 18 Fransızca ders, 18,30 Jimnas Bayan Azâde, 18,50 Dans musikisi 19,30 Haberler, 19,40 Spor Eşref Sl file, 20 Orkestra; Plâk, 20,30 Bayan riye Tüzün, Demir Caz, 21,15 Son berler, 21,30 Radyo orkestrası, 22 RAH yo Caz ve tango orkestrası. il iz, 4por 2320 Dans musikisi. 345 Kh. BUDAPEŞTE 550 ma 18 Sözler, 18,30 Kontrebuz aletile 19 Sözler, 19,30 Orkestra, 20,15 Operet de Corneville, 22/40 Haberler, ingene orkestrest lâl. li, KOMA - NAPOLİ BARİ; 3148 konseri, 2245 Sözler, lar. STUTGA 19 Haftanm bahisleri, 19,30 Operet ri kisi. 20 Skoç, 21 Haberler, 21,15 Neş'e, kestra konseri (şarkılı), 23 Haberler, di eaileini, 1 i, 841 Khr. BERLİN 357 ms | 19 Plâk, 19,35 Bahri neşriyat, 20 Opet operet 23 Haberi berleri, Dans musikisi, Yarınkı program ISTANBUL: 18 Otel Tokatliyandan t ni, 210 Leipsig'deni , 2320 Münih'ten kış sporlari Masikili © program ferans, ağaç esat, 20,30 Bayan Nimet Vahit yano ile, 21 Opereti parçaları plâk, Son haberler, borsalar, 21,30 Radyo kostrası, 22 Radyo caz ve tango © raları, A ;KIN, GÜZELLİĞİN, VE BEYAZ PERDENİN KRALİÇESİ MARLENE DiETRİICH Bugüne kadar yarattığı filmlerin en güzeli olan KIZIL ÇARIÇE Şuheserier sahesvrile kalbletimiz! teshire geliyor. EE İttihadı Milli Paramount filmidir. Türk Sigorta Şirketi Herik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir n Merkezi idaresi ; Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. | Telefon * di Harp zenginlerinin ileri gelenleri, İ yani fırkanın fazla lütfuna uğramış İ olanlar bir kolayını bulup kapağı İ Avrupaya atıyorlar, Hepsi can kay- | gusuna düştüler. Abidin de epey gözdedir. Küçük bir memur iken yüz binlerce liralık tüccar oldu idi. — Buradeki işleri temin ida- re etmesi lâzımgeldiği için Abidin " nesi var nesi yoksa, hep ona dev- retmiş; baykal ye avaş yavaş çekip yazıl b salarına doldarmuş.Bu mesele olun ca, Rüstem derhal (o paraların üs- tüne oturdu. Bu da kâfi gelmedi, “ Abidin Bey bütün malları bana satmıştı, diyerek elindeki vesikala- rı, tapuları orlaya attı. Ypılan mu- vazaaya hakiki bir satış süsü verdi. Senin anlayacağın zvallı Abidinin ailesi sokak ortasında kaldı. — Şimdi. 4.4887 D 314 LR Hay hay şekerim... Kız!” jar Odada epey uzun bir süküt muştu. İşte beyninde bin bir Y rımlı bir bora esmiş gibi bu içinde bunalan Nazmi, bir $eY''İ lemiş olmak için bu limonataY” muştı. Kızlardan bir ses çıkmayın? rapkirli, eahamı tekrar kasas0) litledi, sonra anahtarları cebi yarak odanın kapısını açtı: — Kızlar! kızlar! — diye dı — bize iki limonata... Ve tekrar yerine otururken * dolusu bir kahkaha attı: — Tul, Bak hele bana da “| turdun be! Bugün Ramazan. | — Sahih mi? i — Sen de ne müslüm be can!.. hoş! Bizim Ar, müslümanlar da senin gibidi Ramazan... Bir saat sonra Musul hanı” — Rüstemin eline bakıyorlar. Sor. — Henimefendi bir dadı kalfa haline düştü... Kızı Calibe ise... — Rütemin yavısklumu olmuş. — Avrupaya niçin gitmek ii yormuş? — Şimdiki modaya uymak için... — Bana bir limonata içirir mi- bumde kendi kızmın resmi de yok | piyasadaki paniği bilmiyor musun? siniz? çıkarken hatırma bir sene €' Ramazan gelmişti. Bebek daki iftarlarm ihtişamı gözle" önünde belirince bir iki ker&i kundu. Ve hisestti ki sabahleY'