10 Kasım 1934 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

10 Kasım 1934 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

dem Ş raşa'yı beğenen de var, beğenmiyen de; ben gidip görmedim, bunun için beğe- nenlerin haklı olduğunu sanmaktan da- ha çok hoşlanırım. Ben Ibrahim Hoyi Beyin Yaraşa'sm- dün bahsedeceğim. İbrahim Hoyi Bey bu emiri gene adını Yarasa koymakla iyi iş; çünkü Çek barriri Nerade'dn allığı hikâye, © adı ne Straus'ın, nede kimsenin malıdır, fakat zaman fena seçilmiş. Ibrahim Hoyi Beyi severim, edebiym- ta istekle hizmet eden bir adamdır. Ga- , mecmualarda bize garp, bil- hassa anglosakson milletler muharrir. lerini tanrtmağa çalışır. Bizde İngiliz, Amerikan romancılarmı, hikâyecilerini onun kadar tanıyan ve tanıtmak istiyen azdır. Garp edebiyatı denince haturnmı- za yalnız Fransız muharrirlerinin gel- mesi düşünce sınırlarımıza (daraltrveri- yor. Ibrahim Hoyi Bey buna karşı ko- yanların yalnız sözle kalmayip Oişede geçen'erindendir. Yalnız bu bile onun tevilmesine yetmez mi? Ancak İbrahim Hoyi Beyin seçtiği yazıcılar, öteden beri Pransızlar arasın- dan tanıdık'arımızı hiç de unutturamıyor. Niçin hemen söylemiyelim? Yarasa'daki yedi hikâyenin hiç olmazsa dördü, ilk yazıldıkları dilden başka dillere çevril- melerini doğru gösterecek bir say değil. Hermann Sudermann'n başında arifesinde bir itiraf, 1, Vömüiii yazıya Örnek diye alınabilir. Bir er kek bir kadını sevmiş; kadın da anu sev. miş, fakat yalnız bir arada (felsefeden bah i kaç, bir gece filosofa: “Karım bana ilk ve yegâne aşkının sen olduğunu söylemişti,, diyor. Zaten o da, karısı tarafından se- in acısını başka kadınlar ar- kasından koşmakla unutmağa çalışmış... Hiç de kendileri ile uğramıya o değmi yecek adamların başından geçmiş saç- ma sapan bir iş. Neruda'nın oYarasa'sı ile Macar Karoly Kisfaludi'nin “Görün- miyen yara,, sı okuyanlarla alay etmek için yazılmışa benziyor. Adamın biri kurtulmıyacak rini yapar ve öldükleri gün ucağına — evdekilere götürüp satarmış, bunun için de ona “Yarasa, demişler. (Bu hikâye İstanbul'da geçiyor; belki Abrahim Hoyi kitabına onun adını Öteki üç hikâyeye gelince, bunların biri, Edgar Pos'nun “Haykıran kalp, i (1) Hikâye tarımın en güzel örneklerin. dendir. Bunu evvelce bilmiyorsanız Ib- rahim Hoyi Beyin tercümesinden oku- yun. Belki Ibrahim Hoyi Beyin tercü- mesine lâzımgeldiği kadar bir ateşli he- zeyan, üslübu veremediği | dört taraf- tan sıkıştırılmış bir adamın çarpıntılı dilini taklit edemediği söylenebilir. Bu doğrudur; fakat hikâyenin güzellikleri yine anlaşılıyor. Gorki'nin “Bir sonbahar m in elbette en iyi Şi değil, fakmt o dört hikâye ç gibi tatar bir şaka da değil, » Ky Hoyi Beyin Bresila'lı mu- ir J. M. Machado de Assis'ten aldır © "Müşağın itirafları, bikâyemi hoşuma lu acemice yazılmış, fakat syi say- hikâye, Wuharvir bunda, ofe-di- sini öldüren bir adamın ilkin korku ve vicdan azabı duymasını, sonra cezasız kalacağını anlaymca yavaş yavaş için- deki ateşin de söndüğünü, hattâ efendi- sinden kalan parayı yemekte keyif duy- Milli tefrika: 9 dipte. .. Nazmi, sol elinin ince, u- s6 parmaklarını, gür kara saçla- rına daldırarak, alnından sarkan kulaklarınm üstünden taşan dağı- mik telleri kâh düzeltip, kâh büsbü- tün dağıtarak dolu dizgin kalem oynatıyor, bir şeyler karalıyordu. Her halde, bu tebeşir tozu ile do lu havayı yutarak ciğerlerini beton armeleştiren, gerinerek, eğilerek, uzanarak emektar redingotunun en son tahammüllerine çetin bir imtihan geçirten hocasının söyle - diği, gösterdiği ve yazdığı geek zerre kadar alâkadar değil zan gözlerini odanm bir köşesine daldırıyor, beyni ile göz bebekleri srasma kat kat perde çeken hülya- İs ve bir şey göstermeyen bakışla- rile tavanı, yeri ve a süzü- r, ku kalemi ile tepesini ve A ei; kâh asabi bir sal dırışla eline geçen bir sac tutamı- — Yaşları elliden yukarı saz ve söz ehli kimselerdi. Bir araya top- lans, haksız yere alaturka adını vefdiğimiz Osmanlı saray ve tekke mausikisinden bahsediyorlardı. Sö- zün kısası, eski tarz musiki üstat. larının meclisinde idim. İçlerin « den biri söze başladı: — Vallahi, ne yalan söyleyim, içlerinde çok güzel makamlar var. dı. O Acem aşiranlar, o Kürdi hi- cazkârlar, o şatıarabanlar, o ma hurlar, o ratslar, nehaventler, ney- di efendim... Ya o Hüseyni'deki in- celik... İnsanı, sarar.mı, sarardı!,.. Bir başkası söze karıştı: — Almış ele tamburu... Bir şehnaz saz semaisine başlamış.Sen gel de dinleme!.. > “Suzinâk,, ta sanki az mı güzel- e — Aman yegâh faslını unutma- yın... Benim en sevdiğim makam- lardan biri budur? Sözlerine karıştım: — İyi ama, üstatlar... Bu say- dığınız makamlar içinde bir tane türkçe yok!.. şatıaraban, mahar, rast, Ferahnâk, suzinâk, hüzam, ni- havent, şehnaz, yegâh, dügâh, se- gh... Bunların kimi arapça, kimi İarsça... Böyle melez musikiye a- laturka demeğe nasıl diliniz varı » yordu? Ses çıkarmadılar ama, içerledik- leri belli idi. Biraz sonra, gramofona getirip ağır bir gazel çalmağa başladılar. Birisi, beni mahçup etmek için sordu: — Bu hangi makamdan, bil ba- kayım? Omuzlarımı silktim: — Bilmem!.. ı O zaman hep birden yükletti - eri — Makametını bilmediğin bir musikiye nasıl dil uzatırsın? Biz, bu makamların üzerinde seneler- ce gezinmiş adamlarız. . . Artık dayanamadım: — Senelerce gezineceğinize bir makam bulup otursanız olmaz mı idi? Kulak MİSAFIRI ———— duğunu anlatmak istemiş. Fakat daha ziyade cürümden evelki vaziyeti anlat. mağa yer ayırdığı için asıl mevzu silik- leşmiş işte bu hikâyeye acemilik gös- teren bir hâl veriyor. Uşak öl dürdüğü efendisi için kilis» de dua okutturuyor ; (o Almanca || hikâyeyi Türkçeye — çevirirken Oo bayram o ye- rine yortu diyen Ibrahim Hoyi Bey bu Bresilin hikâyesinde ise “Kilisede mis ralayın ruhuma mevlât okuttum, de- mekten çekinmiyor. Bumu okuyunca in- sana gülme geliyor. n yazılarını, onun emeğine değ- mez. Ondan değerli yazıları dilimize çe- virmesini bekleriz, Edgar Poe'yu, Har. dy'yi, Conrad'i, Elisabeth devri tiyatro şairlerini bize tanıtsm ve bilhassa böyle birer hikâye a'makla bizi bir muharriri, hattâ bir millet edebiyatını tanıtabilece- ğini sanmaktan vazgeç. urullah ATA (9) Vak kürüphanesi, 301 kuruş. (1) Bu hikâyenin fransızca adı — In. gilizcesinin tam karşılıdır. sanırım — “ Le cosur rövölateur,, dür. Türkçede “Eleveren kalp, yürek,, , «Haykıran» dan iyi olurdu sanıcım. O ği İ dilimizle Hüseyin Rahmi... “Utanmaz Adam...” Hüseyin Rahminin en son çıkan romant... İbrahim Hilmi Beyin bastığı ve yaydığı bu 500 sayfalık bitiğ (1) beni düşündürdü: — İşte bir yazıcı ki el dedim, belki kırk beş yıldan beri, yazı » yor, Yazdıkları öst üste yığılsa, bo » yanu çoktan aşardı. Okuyucuları, kendisine o ka - dar yetiyor ki kimseden bir nes- ne beklediği yok. Heybeliadadaki yuvasına çekil. miş, karıncaları imrendirecek bir per me durmadan yazı yetiş tiriyor., Ve işin en güzeli, yazdıklarının bugün dahi okuyucusu var, Yarattığı (type) ler, öyle, (iype) ler ki, aradan yıllar geçmiş iken gene içimizde yaşıyorlar. Şıpsev - di'deki Meftun, Mürebbiyedeki Dehri Efendi; Muadelci Sevdada- ki Çerkes dadı, kolay kolay eski - yecek insanlar değildir. . Çünkü, bizim kendimizden, alın- mışlardır. Kamu (3) ya söyletip, onların sözlerini, gene Kamu'muza sevdi « re sevdire, dinletmenin yolunu bu- lan “çeşidi kendinde toplanmış;, (4) bu seçkin yazıcı, (edebiyatı cedide) ciler gibi, aykırı yoldan gitmedi. Istanbulda el dokunulma muş öyle bucaklar buldu, kimsenin görmek istemediği öyle yerlere 80 kulda ve bizim kendi gözgü (5) müzde bizi öyle iyi gördü ve bize öyle iyi gösterdi ki Hüseyin Rah. miyi okurken, hiç yanılmadan: — İşte yerli bir yazıcı?.. diyebi. firiz. Edebiyatı cedideciler ise, bizde yaşamıyan (type) lere boş yere can vermeğe çalışmışlardı. Onla - rın içinde de yerli roman yazma - ğa üzenmiş olanlar vardı. Fakat, bu 'yerli romanların dili o kadar çetrefildi ki sözlük (6) ün yardımı olmadan birçok yerle- ri antaşılmazdı. Hüseyin Rahmiyi, arasıra, (filosofi) (kriz) lerine düştüğü için hırpalayanlar olmuş. tur. Fakat, çok okumuş bir adam için, karıştırdığı bitiğ'lerden üç beş kırıntıyı, yazıları arasına'ser - piştirmek büyük bir suç sayılma - malıdır. Bir yazıcı ki kendi yağile ken- di kavrularak yazgacını, kırk beş senedir, kamu yığınları içinde do- laştırıyor, o yazıcı, bütün yazıcıla- rımız için örnek olmalıdır. Hüseyin Rahmiye, kamu'nün ver diği saygı ve sevgi ile dolu karşı- lık, bütün yazı yazanların ülkü (7) südür. M. SALAHADDIN (1) Bitig - kitap, (2) Yaztcı - Mu- barrir, (3) Kamu - Halk (4) Çeşidi kendinde toplanmış - Nevi © şahsa münhasır (5) Gözgü - Ayna (6) Söz- lük - Lügat, (7) Ülkü - ideal, MELİYER CUAN CSI 19 en Ii si Öz dilimizle |) Oz Tür Türkçe ile Bilmecemiz Şiz Mümeeeii doğru halledenler a- kurada birinciliği: caddesi Lâleli türbesi karşı- sında 5 numaralı apartımasn ikinci kat ta Münira Zaim Hanım, ikinciliği; Yesikköy Sami Bey kazanmışlardır. İdarehanemize teşrif ederek hediyele rini almaları kendilerinden rica oki - Yeni bilmecemiz 1234567891011 UEORAAYRM -5 Osmanlıca karşılıklarını yazdığımız kelimelerin öz türkçe mukabillerini şek- limizin boş hanelerine yerleştirerek “Mil | Hiyet: bilmece memurluğuna, gönderi - niz. Doğru halledenler arasnda kur'a çe- keceğiz ve kazananlara hediyeler vere - ceği Müddet: Pazartesi günü akşamına ka- dardır, Soldan sağa 1 — Millet (4), Felek (4). 2 — Beygir (2). Birader, heraşire 4 — Merhamet etmek dest (2). $ — Arzu, can, ruh, (3) 6 — istifham (2), Zahmet (4). 7 — Istifham edatı (2), Nezaket (3). iptida (3). 8 — Bir meyva (5). Tstifham (2). 9 — Belde, vilâyet (2), Nota (2). rabıt edatı (2). 10 — Lisan (3), Sert (4). Yama (2). 11 — Esp (2), Aferin , varol (4). Yukardan aşağı 1 — Kasa değil (4), tohumdan son- ra (4). 2 — Emmekten emir (2), sıfat yapan bir edat (2). 3 — Cennet, tayaran ötmek (5). dahil (2). cephe , kırmızı (2). 4 — Alem, dünya (4), duman lele “i (2). 5 — Hücum (4). Ayıp, melik, kemi. ğin içimdeki (4). 6 — Lâhim (2). kabile (3). ka - mer (2). 7 — Cereyan etmek (5). uzak nida “ (2). 8 — Nota (2). hariç (3). in — Hesna, çok güzel (3), 10 — Cedde, büyük valide (4), (0. 11 — Tir (2). bir adet (3). (6) ar isimleri lir Doktor HORHORUNİ Bilcümle zabitan ve talebeler mecca- nen muayene ve yarım ücretle teda- wi edilir, Eminönü Valide kıraatha- mesi yannda. Telefon: 24131. Dr. IHSAN SAMI Gonokok Aşısı Belsoğukluğu ve ihtilâtlarma karşı çok tesirli ve taze aşıdır. Divamyolu Sultan Mahmut türbesi No, 189. Sig Telefon £ 7 . i oyya İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Herik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz, ortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galafada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. Karı koca salli Cemil Nadir karısı Müjgüna sordu: — Eh, bu akşam sen İşek sinemasına gitmiyecek misin? Müjgün tereddütsüz cevap verdi: — Elbette gideceğim, gideceğim ama sen no yapacaksın? — Oh, ben mi? Benim vallahi o kadar çok işlerim var ki... Cemil Nadir iki kolile havada geniş bir kavis yaparak işlerinin azametini bu suretle de ifade etti. — Peki, hiç dışarıya çıkmıyacak mi- “ın? — Ne mümkün, evde oturup evvelâ şu faturaların arkasını almak istiyorum. — Cemil, o kadar da işe düşp bunal- ma! Çık biraz hava al... İnsan azıcık ta kendi sıhhatini düşünür ayol... Cemil Nadir derin derin içini — çekti. Sonra başını salindı , — Sahi hakkın var karıcığım, dedi, belki şöyle taksime kadar uzanırım. Fas kat #en geç kalıyorsun, sinema nerdey- s0 başlayacak. Müjsün aynanın karşısına geçti. Pud- ra kutusundan çıkardı la acele acele yüzünü getirdi, rujunu düzeltti, Şapkasını iliş- — Vallahi, sesnsiz sinemaya gitmek te pek tuhaf oluyor, dedi. — Arma da söylüyorsun Müjgün.. Küçücük kız değilsin ya, koca kadınsın... — Ben yokken hep beni düşüneceği- ei vadet... — Şekerim, benim senden başka ki- mim var ki kimi düşüneyim? Müjgân bu vadi de aldıktan sonra, ko casını elle selâmliyarak bir serçe hafif- iği ile merdivenlerden uçtu, gitti, 'Uç dakika sonra Cemil Nadir de par- desüsünü ve şapkasını “giymiş, evden çıkmıştı. Falrat bu çıkışı öyle taksimde hava alınak için falan değildi. Doğru Me- Hihaya gidiyordu. Bur Meliha bir gün ev- vel uslu oturacağını vadedip apartımanın da randevu aldığı bir kadındı. Şimdi bir çok kadınların da garsoni- yeleri var. Iktisadi buhranm kemirdiği meteliksiz âşıklara bir dam altı, Sâk bir oda, bir sofra vesaire lâzım... Cemil Nadir bu randevudan hetn mem- nundu, hem endişeliydi. Memnundu, günkü Meliha kalm dudakları ve zayıf vucudu ile çok hoşuna gidiyordu. Endi- şeliydi, çünkü evleneliden beri ilk defa karısma ihanet ediyordu. Hattâ kaç defn barlara, şuraya buraya gittiği zaman, ar kadaşlarının iğvasma rağmen , karısına sadık kalmıştı. Fakat bu defa, işte ayak- ları günaha doğru yürüyordu, içinden: — Adam sen del diye düşündü. Karı- atmak, onu sevmemek demek de Insan nasıl lokantada yemek ye Melihanın apartımanıma varmıştı. Ka- pinn önünde durdu. Bir müddet düşün- dü. Tekrar içimden: * — Adam sen del dedi ve zile bastı. Cemil Nadir bir dakika sonra pişman ha da yapayalnız alin tilalseğ 5 Akşan hava kararmağa «başlamıştı. Gece, siyah bir çadır bezi gibi şehrin ü- zerine gerilince, Cemil Nadir hemen gi- yindi, Melihanm apartımanından çıktı. Hakikaten pişman olmuştur 4.4887 EW Bugünkü progrâf ISTANBUL : 18 Fransizen ders. 18,30 (Yeni yamız hakkında mücmel bir file su Cemil B. Spiker sıfıtile şirke) mına. 19 P'üâk ile orkesra. 19,40 ve borsa bültenleri. 21,30 Radyo Tango orkestraları. 545 Khz. BUDAPEŞTE 550 mt J8, Mürababe, 1838 Hurma bab ui Müsahabe, — 1945 Plâk, pelin 72,5 Ericdl'in idaresinde opera ork 825 Khx. BUKREŞ 364 13-15 Gündüz plâk neşriyatı, 10,15 Orkesiranm devamı, (20 2920 Yeni plâklar, 20,45 Konlerane, Lebarın Çareviç operet iz 223 Kha, VARŞOVA 1348 mer son iki ksrmı. 1,30: Dans musikisi. dan bahseder, durur. Caddeden çelirken, lar ve tramvaylar durdu. Üzeki faiye otomobiinin durmadan ç: çapası duyalda. Yangı ver. Ae ei Cemil Nadir geçenlerden bi: — Acaba nerde efendim? — Vallahi iyi bilmiyorum beyfi ama, galiba ışık sineması yi İşik sineması mı? Cemil Nadifi den bey'i attı. Sağdan, soldan, tahkikatmı genişletti. Evet, Işık £İ sımda,filmden evvel bir yangın gıcı olmuş, fakat itfaiye galmedeği dürülmüş, Filmi tatil etmişler. Cemil Nadir geniş bir nefes aJâ8İ karısınm da çoktan eve dönmüş ğını hesapladı. Şimdi bu kadar mı ona nasıl izah edecekti? Yalasi masını da unutmuştu, « — Yangına koştum. O yüzden — Vallahi, bugün de çok ye emele ra ldelki çıkarmıyordu. ik — Iyi ettin de sinemaya gi emil! dedi, — Yal! neden? — Film pek leötü idi — Yok canım... — O kadar kötü ki, şimdi ban desen anlatamam. — Allah, Allah, bu kadar kötü — O kadar kötü... Sonra bu ya gidenler yok mu? Vallahi biğ abilik yola — Sen galiba ışık sinemasının. saat evvel yandığını bilmiyorsufm. Müjgân sapsarı kesildi ve ötriyerek bir koltuğa oturdu. — Nerden geliyorsun? a Müizüin hınçkırıklarla ağlamağf” .casının şışmanlardan hoşl &iği için, ondan gizli doktora Banyoya girmiş. Cemil di yi ki, diye düşündü, dektof ike e da mesel Melih Bey birinin apartımanma gitseydi. Müexlili Nazmi Ea nı bukle yapar gibi şehadet parma- ğına sarıyor, sonra gene birden, €- lektriklenmiş gibi aradığı yayı bul muş ve üstüne basmış gibi canla - nıyor bir yıldırım süratile çizgili bir defterin bir sayıfasını, iki sayı. Fasmı, üç sayıfasını dolduruyordu. Mualim ilmine mağrur, eserine hayrandı. Gözlerini bir türlü tah- tadan ayıramıyordu. Neden a elindeki tebeşir parçasını kü in üstüne bıraktı. Kalm bir püskülün ağırlığı ile beli bükülen hasırsız fe | sini arkadan avuçlayarak sol kaşı- üstü Galiba bu vazi - esin suratını tale- belirir pu oldu. diledi düzel- terek yavaş yavaş döndü. | nizi tavsiye ederim. Hatbuki bu hali bir hayli gülünç- tü. Ekle fesinin ve elbisesinin ne tarafına dokunmuşsa orada avucu- nun ve parmağınm izi kalmış- tı. Çalı tahtaya abandığı i - çin redingotunun alt düvmesinden eteğinin ucuna kadar üç parmak €- ninde bir kısmı bembeyaz kesil - mişti. Hele fesinin tam (önünde parmakları havada bir el izi vardı ki bir sorgucu andırıyordu. Bu ha- li ile muallim efendi Tunus Beyi- nin büyük üniformasını aşırıp sr- tına geçirmiş bir Mithat Paşa dev- ri valisine benzemişti. Üzerine kır düşmüş top sakalı - »ım iki yanını kabartan pala biyık- larını elinin tersile sıvazladı. Bur- bi ii ucunu ovalıyarak, kaşıya - rak: — Bu muadele cebrin bir hârika sıdır... - diye homurdandı - Her hangi bir meselede sarih bir netice elde etmek istediğiniz zaman bu pratik ve Kestirme yoldan yürüme Nasıl esası kavrayabildiniz mi? — Evet hocam.. — Kopye ediyorsumuz değil mi? Evet — Oradan görebiliyor musunuz? İsterseniz şu ön sıralardan birine geliniz. . — Teşekkür ederim “öfendim. Buradan görebiliyorum. Hoca, a derece yumup sirei sele ve İçi çok iyibir Hürü hizesttiren bir tatlııkla, bör şefkatle konuşuyordu. Fakat Naz- İri sesinde edepsiz bir taşkın - kelimelerle cevap veriyor, fakat bu cevaplar burundan gelen homurtuya benze- yen öyle garip bir sesle çıkıyordu ki, biraz dikkatli bir kulak, onun , Kıs sesini... An i ko Ama hoca bu ei farkına Yaramıyordu. Onun aklr, fikri şim- di burnuna gitmişti. Genzine dolan tebeşir tozları bu burunun içini ka- şındırıyor, hazret genzinde tatlı bir gıcıklanış hissediyordu. Şöyle ra - hat rahat, ağız tadile bir aksırsa; — Oooh! - diyecekti ama, tale » besinin karşısında aksırıp gülünç olmaktan, çekiniyordu. Fakat bu aksırış mukadderdi. Bütün o burun ovalayışı, kendini tutmağa çabala- yışı hep boşa gitti. Genzindeki te- beşir tozları, kapsülü delinmiş, teş almış bir barut hartucu gibi bir den bire infilâk etti. Burnun içinde ne varsa önüne katarak dehşetli bir fırlatışla iki delikten boşalttı, attır — Haaap... Şuuuu! |; O anda hocanın muazzam göbeği Şam rakkaselerine parmak ısırta - cak bir boplayış ve çalkanışla burnuna vurmuş ve bu vuruşun te. sirile gözlük havada perendeler a- tarak rahlelerin arasına düşmüştü. Artık olan olmuştu. Yüzü kıp - kırmızı kesilen ve gözleri yaşaran hoca, bir enfiye tiryakisi hazzı du- yarak derin bir. — Ooooh! çekti, Sonra, dudaklarını yalayarak, sakalını sıvazlıyarak, burnuna da- yadığı kocaman bir mendile gerine gerine sümkürdü, Bu harikulâde manzaranın biri- cik seyircisi olan talebe, (o çapkın çapkın gülümsemişti. (Büyük bir tembellikle yerinden kalktı. Lâkayt bir hareketle gözlüğü aldı,hocasına uzattı, Muallim kendisini o mazur göstermiş olmak için: — Efendim... Sınıf küçük bir oda... Her derste böyle aksıraca- ğım geliyor. Kendimi güç tutuyo - rum-diye söylendi.Bu kadar toz yu tarsa hangi insan aksırmaz? Hee Haklısmız efendim. Müsaade lerseniz şu pencereyi aça; da oda biraz havalansın... Ra ir gin rada ebenin m tekliften memnun kaldığını #4 rir bir çabuklukla © odadan" Bu sırada talebe de yavaş pencereye yaklaşıyordu. Karşıki ajtartımanı meki dar bir sokak ayırıyordu. B nun göbeğinde olduğu ve di rış ötede ana cadde ile biri€ halde bu sokak, Erenköy 4) lerinin bahçeleri arasında tozlu yollar kadar sessiz © Yalnız bu beş katlı ap tımda, küçücük bir dükkâ şan ve kuyumculara kadife * elmas mahfazaları yapan bi ri arasıra tahta rendeliyor ve E# gürültü olarak aricak bu oi! çıkan talaşların hışırtısı Talebenin gözüne çarpan İi partımanın üçüncü katında Wi pencerenin önünde adının il kocaman bir R. ile başla; A j / f yl

Bu sayıdan diğer sayfalar: