Pik rler ve insanla | Dil taklidi Mizah yazılarını okuyun, tiyatro- larnmnızın komedislarını seyredin, ah- bapları arasında boş « konuşur diye tanmanların sözlerini dinleyin tuhaf- bi baş baş taklitte, bilhassa dil tak- inde aradığımızı görürsünüz. Bu, hayatımız için oldukça ağır bir çok zordur. Çünkü karşısmdakini gül dürmek istiyen adam için taklit en ko lay vastıalardandır, insan oğlu da ko- laylıktan çabuk çabuk vazgeçemez. Taklide gülenlere bir diyeceğim yok; taklit te, her anormal şey gibi, bizi tabii olarak güldürür. Bir Rumun; bir Arnavudun... türkçe konuşurkenki talâffuzu, ilk hayret anı geçtikten son ra, bizi güldürmiyebilir, karşımızdaki adamın ağzından kelimelerin Türk ta laffuzundaki şekillerinden başka bir şekille'çıkmasını bekleriz, ona alışı riz; fakat Rum, Arnavut... olmuyan bir adamın onları taklit ederek konuş masma birtürlü alışamayız onların konuşmalarında bizim onlar hakkın - daki bilgimizi tatmin etmiyen, demek ki bizi daimi hayret hâlinde bulundu- ran bir şey vardır. Onlara gülmemiz sadece bir hayret gülmesidir, gıdıklan dığımız zamanki gülmemizden - zekâ bakımından - büyük bir farkı yoktar. Hayır, taklide gülenlere bir şey di- yemeyiz; fakat taklitten hoşlananlar, onu arıyanlara zevk sahibi diye bak- mak pek kabil değildir. Mademii mi- zah yazılarımızın, komedialarımızın çoğunda taklidi görüyoruz, demek o - kuyucular ve seyirciler içinde onu teş- vik edenler çoktur. Insanın eğlenmek, hoş vakit geçir. mek kadar (abii, teşvik edilmeğe de- ğer hiç bir arzusu yoktur. Teşvike de- ğer, çünkü güzel şeyler yaratılmasına dimizden ezen ağırlığı altından uyumadan sıy- rılmak demektir. Eğlenen adam, hiç ol mazsa eğlendiği müddetçe, otrafma hâkimdir, âdeta bir ilâh olur. Fakat takditle eğlenmek istiyen, | tıpla uyutu- cu maddeler kullanarak realiteden sıy- rılmak istiyen gibi, kendi kendini mü rakabeden vazgeçiyor demek değil midir? İnsanlık, yani düşünen mah lük olmak haysiyetinden feragat edip bir başkasına teslim oluyor sayılmaz kendine karşı bir cürümdür. Ramazan yaklaşıyor, elbette bu yılda Şehzadebaşında veya başka bir |: tarafta oynıyacak bir orta oyunu kasm panyası bulunur. Orta - oyunu, hiç ole mazsa şimdiki hali ile, sarf taklide da- yanan bir eğlencedir. Bir akşam gi - | din ve oyunu değil, oyuncuların şahıs- lasını seyredin. O adamların İcafaca zavallılıkları içinize bir hüzün çöktü- rür, artık sözlerine gülmekten utanır. iz. Onlar nasıl kafanızı eğlendire- bilir? Gülüyorsanız bu sırf hayrette olduğumuzdan, yani karşınızda olanı iyice anlamadığınızdandır. Orta - oyunu taklidin en saf şek - Edir, bugün rağbotten haylı düştüğü için aktörleri asıl hüviyetlerini iyice saklayamadıkları için misal diye onu aldım. Fakat dikkat ederseniz her dil taklitçisinin kafaca bir orta - oyunu ile bir olduğunu görürsünüz. Bir kere taklit, bu nevi taklit, yaratmak heve- sinden uzaklaşmak demektir; taklitçi kendini realiteye esir eder, makineleş mek, fotoğraflaşmak ister. Taklidine bir tuhaflık unsuru daha katmak iste- diği de olur, yalnız söyleme tarzı de- Milli tefrika: 2 — İşte evin plânı, Kaybede - yim deme! çabalamış, Tikkatiz yapmış... Icabmda, belki lâzım olur diye, odalardaki yük - lüklerin , mutfağın, kömürlüğün yerleri bile ayrı ayrı gösterilmiş. Yanında bir de saat cetveli var. Öğleye doğru, boş bir vaktin o - İursa, atla tramvaya... git, etrafı bir gözden geçir! Dar sokağa bakan bir pencereden bahsediyor, orasi- nı mimle. Haydi bakalım, Gene yurdun turnayı gözünden... Arif! — Emret amuca ! — İşin şeker mi şeker... Deme... — AL... işte mektup. Okur, an- ilarsın! Rüstem ( evlâdım... Senin .biraz dikkatli ie lâzım, Oz ben yan çiziver. Bana iie ee bizi mantara bas- kırmak istivorla: > << Durer nün <4 Öz dilimiz! | Ne mutlu size Ankaradan dönen izcileri, dün bayrakları önünde, geçerken gördüm. Arslanları kıskandıracak kadar dinç ve gürbüz gençlerden topalnan bu iz- cilerin, adım atışları, tek bir yüreğin" çarpıntısına benziyordu. Gazinin temelini attığı toprakta, kafası örümceklenmeden ilk yeşil dallar, yarının nt şenlendirecekler, diye di Ve sonra, kendi kendime: — Ne mutlu size en Türk rare ları... dedim, öyle bir yurt iş yaklarınız bukağıda... Gözleriniz, her yanı görüyor, kulaklarınız her sesi işitiyor. Siz, bizim gibi, yabancı çizme ler altımda, karıncalar gibi ezil ne olduğunu bilmediniz. İyiyi kötüyü seçmeğe başladığınız çağda, (Masta- fa Kemal) kurtardığı ülkenin bekçili- ğini yapıyordu. Oz yurtta kendi bayrağını göreme- mek acısını hiç biriniz tatmadınız. Siz, yalnız bagünkü Anharayı tanı yorsunuz. Bilmezsiniz ki © Ankara, on beş yıl önce kara bir toprak yığını ti Orada gördüğünüz silindir şapka- kılar içinde öyleleri vardı ki, yurdu böy ie şenletinceye kadar adem oğlunun çekebileceği sıkıntıların en ağırlarına katlandıdar. Gün oldu ki, en güvendik Bütün Türklük, tuzlu bir çölün orta - sında kalakaldı. Fakat bu ürküntü (1) günlerinin arkası çabuk alındı. Büyük kurtarıcı, her yana Yeti; bi buraya da yetilşi. Sonunu hepimiz biliyoruz: Yenil » miş Osmanlıdan, yenilmez bir Türki - ye yarattık. On beş yıl önceki odsuz (2) ocak- sız Ankaranın yerinde, masallarda ol- duğu gibi biten genç, güzel ve sevimli Ankaraya, açık bir alın, sevinç dolu bir yürekle gittiniz ve o mez (3) artmış olarak dönü; Ey Türk delikanlıları, ne mutlu size!. M. SALAHADDIN daki sile kabristanına İelimişir —— —— —— ğil, söylediği şeyler de ayıkırı olabilir; taklidi sadece öbür meziyetlerini da- ha kolayca belli etmek için kullanır. Fakat bu da alkışalnmağa değmez, çönkü yine kolaylığa başvuruyor de - mektir, yine ona kapılabilir ve kendi- ni mahvedör. Zaten hiç bir büyük ko mik sanatkâr dil taklidine üzenmemiş Ur; romancılar arasmda tasvir ettik - leri şahısların talâffuz tuhaflıklarmı da göstermek istiyenler olur, bazı ti - yatro muharrirleri piyeslerinde bir ve ya iki kişinin hususi bir talâffuzla ko- ruşmasını arzu eder; fakat bunlar ödeta sonradan konma şeylerdir ve kaldırılmaları asıl eseri bozmaz. Bo zarsa eserin değeri yok demektir, Dil taklidi a Aristotetelos ile bora» ber sanatin bir taklitten başka bir şey olmadığını kabul etsek bile - taklitle- rin en iptidaisi, hemen hemen herke - sin elinde olanıdır. Sunat yaradanı tak İt etmek, yani sadece bir, iki buutla iktifa etmeyip hem cisim, bem de ruh yaratmaktır. Sanatkâr daima tek, eş- siz olmak hevesindedir; bunun içindir ki herkesçe yapılması mümkün, hattâ kolay olan hiç bir şey onun varmak istediği şey olamaz. Sırf mihaniki bir sey olan dil taklidi bunun için de bir sanat değildir. Narallah ATA Müellifi: Nazmi Şehap kık bir genç, nefes alır gibi hafif bir sesle: vr — Peki amca... diye mırıldan - dı — Öbüründen bir ( haber yok mu? — Var... Bak o taraftan taliin açık, Apartıman emrindedir. Üç ay hık kirasını vermişler . Kapıcıya da onluk bir kâğıt sıkıştırmışlar. Yak nız terzinin hesabmı bu hafta ke. sebileceklerini bildiriyorlar, Fır - tmayı geçirdin artık, uzun etme! — Geçti ama... Deldi de geçti, Az kalsın zatürreye tutulacaktım... Şaka değil... Tam © bir haftadır fa söylemedim mi? “Ben evde ya- yorum, al şu anahtarı, git, odam- da kal!,, demedim mi? Zatrâlileri elbet*» bu kullarma ihsan buyur - dukları cevabı ynutmamışlardır. |, rak, muhaverenin mevzuunu anlamak is- MİLLİYET ÇUMARTESİ Kadınlar anlaşılmaz Ben boş vahitlerimde Beyoğlunun ol- dukça İyi pastahanelerinden sayılan *Hoş yuva,, ya gider, orada sütlü bir kahve içerken gazeteleri de gözden ge- çiririm. Benim başka bir karakterim var- | dır: Etrafını dama tarassut etmek.. İn- sanların fiziyonomilerine dikkat eder, içtimai Ezinç evli veya mesut olup olmadığını,hülüsa geçirdiği hayatı zihnen hesaplarım.Bu swretle bir çok insanları gul yaben tanırım. Onlar beni tanımazlar. Bunlardan kimi bence tüccardır, kimi ko- misyoncudur, kimi tefecidir, kimi apart mas“rınm geliri ile yaşar. Acaba haki. katte de öyle mi, malüm değildir.Yalnız ben bu suretle kendimi meşgul etmiş 0- harum, Yine günlerden bir gün oturuyordum. "Hoş yuve,, Ya tovaleti biraz oskice, u- zuoca boylu, ne güzel, ne çirkin, fakat ilk vehlede insanda sempatik tesir bira- kan bir kadın girdi. Karşımda masaya o- turdu, Bacak bacak üzerine koydu. Bir aralık gazeteye dalmıştam ki, şak- vak bir kahkaha duyup başını kaldır. dan. Bu gülen genç kadındı. Karşısn- dn orta yaşlarda bir adam oturmuştu. Görüşmeğe başladılar. Çok göçmeden kadınm kahkahası söndü, gö: daldı. Yüzündeki batlar endişeli bir mâ dh. Artık gazetenin arkasından kendil rini hasıl bir dikkatle tarassut elti tahmin edersiniz. Yeni gelen adamım ha- şin tabistli birisi olduğu suratından ve | tavırlarından belliydi. Bir yumruğunu | dizinin üstüne koynuş, kadına kısa çüm- ielerle sert sert bir şeyler söyliyor, o söyledikçe kadın daha muztarip oluyor. du. Hoş Yuva,, o saatte pek tenha oldu- İn için alâkamı bu kadmla erkek ziya- desile celbetmişlerdi. Kulak kabartıp er- keğin sözlerinden bir iki kelime kapa- tiyordum. Ne oldu bilmeyorum. Erkek çole geç- meden i re ayağa kalkarak masanm üstündeki kahve fincanını şiddetle mermere vura- tak parçaladı ve o hiddetle çılap gitti, Kadın pek meyus ve yalnız oturuyor. du, Herife o kadar içerledim ki, hemen arkasından atılmak istedim. Fakat bel. ki başka bir vazife hissile mi nedir, ka- dın elbisesine sıçrayan kahveleri sil mek için bir mendil uzatmağı ve onu te. selli edecek şöyle bir kaç kelime söyle eği rümeip buldum. Kadn, gösterdiğim bu nezaket ©s6- rine karşı çok mütehassis oldu. Ben de bundan cesaret alarak müsaadesile ya, Bina oturdum. Teselliyetkâr sözlerime daha başka bir balâvet vermeğe başla. Bendeniz bekârm. Bir kadına birlikte otursam, muhakak onu mes'ut etmek İ- gerson kızın yardımı ile telve lekelerini silmeğe çalışıyordum: — Doğru söylemiyor muyum banıme- fendi? Bir kadın erkekten başka ne bek- ler? Ben söyledikçe kadının gözleri tatir laşıyor, kim bilir hangi bir saadet bülya- sına dalıyordu. — Meselâ, dedim, siz benimle olsanız, iyi dediğiniz bir olmaz. Güzel bir apart- manam var, oraya yerleşsek fena mi7 — Tabii böyle hayat iyi olmaz mı? — Tuvaletleriniz daima tamam olur. Eh, şöyle böyle ikimizi geniş idare ede cek servetim de var. Razı olur musu- nuz? —Vallahi beyefendi, bir kadınım bu ha- | dm Yu hayata Fazı olmaması mümkün değil. Fakat. Artık telveler | temizlenmiş, garson kız gitmiş, kadın da söylediklerim aca- ba doğru mu? diye tetkike başlamıştı. En nihayet kanaat hâsıl etmiş olacak ki: — Ben bedbaht bir kadınım beyefen- di, doğru söylediğiniz imansam. Size namusum üzerine yemin ede- sim, — Öyle ise burada hiç durmıyalım, uzak bir yere gidelim, orada daha rahat — O: ne Ganssadığ efendim?.. O ne gurur! “Issız gecelerde ben, as- faltları arşınlamaktan zevk duya - rım...,, gibi şair herzeleri dudaklar rınızdan eksik olmuyordu. Her ne hal ise... Şimdi senden bir ricam var. —r. — Şu bizim Recainin yarmdan sonra hali harap. Yeri yapıştır. mağa çalışalım dedik, bardak büs- bütün kırıldı. Vail düzeltin. ceye kadar bu arkadaşı sana ema- net etmek istiyorum; ne dersin? — Emrin başımla beraber am - ca. — Buiştebitti... Doksan beş! Temiz ve parlak tırnaklı bir par- mak, güderi kaplı küçücük defte - rin kenarları yaldızlı yapraklarını çeviriyor; durmadan konuşan Da- vudi ses, üst dudağı kıvırcık tüylü ince bir bıyıkla kararmış bembe - yaz dişli bir ağızdan çıkıyordu: — Doksan beş! Dar ve loş taş merdivenin basa- maklarında çapkm bakışlı bir genç oturuyordu; henüz hiç dayak ye - memiş bir külhanbeyi fiyakasıyle doğruldu: — Buyur ağabey... — Yarn saat yedide istasyonda 3 TEŞRİNİSANI o 1934 GÜZELLİKLERİN BUTUN GÜZELLİĞİ ALTım SAÇLı — ALTIN SE JEANETTE MAC DONALD ve RAMON NOVARRO KEDİ ve KEMAN Öz Türkçe ile Bilmecemiz Osmanlıca karşılıklarını yazdığımız kelimelerin öz türkçe mukabillerini şek- Emizin boş hamelerine © yerleştirerek (Milliyet bilme memurluğuna) gönderi- Biz. Doğru hajledenler arasında kur'a çe kerek kazananlara hediyeler vereceği-. Bilmecemizin müddeti pazartesi akşa- muna kadırdır. Yeni bilmecemiz 12345678 91011 Soldan sağa ve yukardan aşağı 1 — Nevi (8) Arazi gayri münbi- te (5). 2 — Ruzgür (4). Nisa, refika (4). 3 — Handan (3). Sahra (3). 4 — Hecalet (2). Nota (2). İstif ham (2). Rabrt edatı (2). 5 — Bir kış yemişi (7). 7 — Ebeveyn (7.) l — Ti: (2). Genişlik (2). Hâkim (3) Nota (2). 9 — Bait (3). Zaviye (3). 10 — Cadde (4). Bir prinç yemeği (4). 11 — Beddun, İnkicar, el ölçüsü (5). Bir tuvalet aleti (5). ME ŞEHİR TİYATROS'İNDA Saat 20'de ŞehirTiyatrosu > MADAM iii JEN p 1 Yakılır Vüye Vükteryen Sardu ve Benil Mora Tercüme eden Seniha im p 8263 Eski Fransız Tiyatrosunda Bu akşam saat 20de YARASA OPERET 3 perde, Beateliyen Yohann Strausa Tercüme eden: Ekrem Raşit. Fiyatlarda büyük tenzilât in ————— | konuşuruz, anlaşırız. Size hayalımı ala» tarım, Derhal kalktık. Şimdi ümit ederim ki, kadın içinde yuvarlandığı bedbaht bir | hayattan, mev'ut ve mesut bir hayata kavuşacağını düşünüyordu. Gözleri yi- ne eski tatlılığını, dudakları eski tebes- sümümü almıştı. Fakat daha iki adım atmamıştık ki, kadın birdenbire durdu. Sarardı. Ne ol du diye dışarıya baktım. Deminki adam, vitrine başını dayamış, kadına gel diye işaret ediyordu. O zaman kadm hafif bir tereddüt geçirdi. Sonra hattâ yüzüme bile bakma dan, birderibire kapıya, eski hayatına, 65- ki beğbahtlığına doğru yürüdü . almasak) Ama tam yedide. .. — Peki ağabey... Sinemadan çıkar çıkmaz soluğu Sirkecide alı- rım, — Yavaşşş. .. Sabahm saat ye- disinde hangi sinemaya gidiyor » sun? Fiyakalı genç suratını ekşitti: — Öğleden evvel ha?,. — Tabii, .. Neye öyle ağzını bir karış açtın? Hayret mi ettin? Beyaz dişli ağız bir saniye ka - dar durdü. Sonra şakrak bir kah - kaha ile karışık devam etti: — İlk trenle inmek İstemesinde- ki sırra ben de akıl erdiremedim doğrusu, .. Otur bakalım. İrfan! — Buradayım... Alnından, kulakların üstün - 'den, şakaklarından fışkırıp taşan bol've kıvırcık sarı saçlarile kafa- sı, makas mevsimine yaklaşmış bir Merinos sırtını andıran uzun boy- lu bir genç, bir köşede ayakta du- — Bostancıdan altı buçuk treni- ne binecek... Demek ki senin de yediye beş kala filin Haydarpaşa- da bulunman lâzım. Gara girme! hazar ER telgraf di- Filmlerin en güzelidir. GEEEMEEMEMEEEEEMMERRERRE Bu senenin en büyük muvaffakiyeti 4 KADIN ASLA UNUTMA Sevenlerin ve sevilenlerin filmi MİLLİ SİNEMADA 5 Teşrinisani önümüzdeki Pazartesinden itibaren başlıyor. Pek yakındal BOR) (Ostrowsky) nin meşhur i nından muktebes, eşi bi maz bir Rus trajedisi Bugünkü program ISTANBUL: 18 Fransızca ders. 18,30 Plâk ile s0- lolar ve klâsik parçalar. 20 Spor muta- habesi Eşref Şefik B. tarafından, 20,30 Anadolu ajansı haberleri. 21,20 Dünya haberleri, Borsa bülteni. 21,30 Stüdyo | İ orkestra ve caz ve tango orkestraları. 823 Khz. BÜKREŞ, 364 m. . j Deniz yolld IŞLETMESİ ı Karaköy Köprü Tel. 42362 — Sirkesi Mühürdei Ham. Tel 22740 MERSİN YOLU İNEBOLU vapuru4 İl Teşrin PAZAR günü saa! da Mersine kadar, (7346) fit musiki. ve koro konseri. Zi, 2Zı Senfonik könser. 2245: OE Reklim ve konser, 23,15: Dans m 545 Khz. BUDAPEŞTE ,550 m. 16,20: Piyano konseri. 19: Ze Haberler. 23300 O “.. STOKHOLM, 425 m. 1855; Plâk. 1955: masikisi. 21: Klâsik dansı musikini. 23: vi LÜKSEMBURG, 1304 sa. Fransız akşam. 21,35: Orkestra. 22: Dünya kekerleri 2âJM Oyörelerden yardan, 22484 » Musahabe, Karadeniz yoli ERZURUM vapuru 3 İl Teşrin CUMARTESİ gi saat 18 de Hopaya kadan, (7341). AYVALIK YOL! MERSİN vapuru 3 İkinci rin CUMARTESİ günü! 18 de İzmire kadar. (7348) 713 Ka. ROMA AZI m 18,15 Karışık komser, 1918 Müsahabe, 1028 Spor nan Mürmbabe. lik, 21 Har , piâk, 7120 Tagannili karık konser, 2810 infak erkene kapar MILANO-TORİNO.FLORANSA TRIYESTE 1810 Tagannili konser, 1855 Mesahabe, | 20 Münahahe, pik, 21,48 Beltagor, isimli pi | yen, Prag 470 m j yeli ecri pekiyi 1815 Mühabe, m PU. 1555 Amele meşriyatı, 1905 Ah Jİ mum tahıllât Bahçekapı, Em #anca akniliyet neşriyatı, 1955 Haberler. 7010 Maker barde erefteden konar, 2100 yeten Buniası karga İzset lounot'nun eserlerinden La Colombe > isimli 23,35 Caxband. I - Kimyager 'HÜSAMEDDİN. Tam idrar tahlil 100 kuruştur.) situ Milli Türk Sigorta Şirketi Hürik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icraey! Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Unyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. Telefon £ 44887 Do: ) teşkilâtı başmurakipliğinde İstanbul Otomobilciler ve Şof örler Cemiyetinin müddeti idare heyetinin yeniden intihabı üç günde yapılacaktır. İkinci Teşrimin altıncı salı Ogünü saat 10 da Taksim stad daki Cemiyet merkezinde intihaba başlanarak saat 16 ya kadar oğlu Ciheti, Ertesi Ç; günü saat 10 dan 16 ya kadar İstanbul ti taksi mahallerinde ve 8 nci Perşembe günü saat ondan on kadar cemiyet merkezinde rey to planacağından alâkadarlarım rini vermek üzre hazır bulunmalar 1 lüzumu ilân olunur. (4304) zum görüyorsun — Sen sinirli herifin birisisin. , . Gene o çarpık çeneli Amerikan Ko leji talebesi peşine takılmış bulu - nur. Kendini tutamaz, oğlana sal- dırırsın. Eğer bu işi bir defa daha sarpa saracak lursan benden pa- s0! Bulandırdığın suları o durult- maktan bıktım artık. — O halde Kadıköyden altıyı kırk bir vapuzuna binerim. Üst gü- vertenin kıç tarafma çekilir, uzak- tan dikiz ederim. Haydarpaşaya gi- dip direğe dayanmağa ne o lüzüm var? Trenden çıkınca vapura bine- cek değil mi? — İyi düşündün. Doksan Beşin de senin de epeyi fırtınalı birer gün geçireceğiniz anlaşılıyor. Dikkatli davranın! On dokuz! Bak az kal- sn unutuyordum. Lâcivert bir çar- şaf giyecekmiş. Eldivenli Her zamanki gibi be; Fatihe gidinceye kadar yüzünü hiç açma- yacak ve sen de hiç yanma yanaş- mayacaksım. — Amma tuhaf şey... Neye böy- ? — Ne bileyim ben... Ona sor! On dokuz! —Alâ... Numaran ei — Yüüz yirmi sekiz, Zi; tekin bey! Peki ama yavru na söyliyecek bir şeyimiz — Niçin? — niçin mi? Ya verdiğin doğru değil, yahut o kün — Sansar mi var? — Evet... Çilli suratlı çocuk on beş var ya yoktu. Aldığı cevap cüne gitmiş olacaktı ki, bi laklarınm ardıma kadar ki hattâ ağlıyacak gibi oldu. © 'göze bakarak dudaklarını titrete: — Sansar mı varmış... tekrarladı — Bu sansar d de ne oluyor?