I İleri, geri edebiyat Yolların sesi mecmuasnın ağus- tos 1934 tarihli sayısında genç bir münekkit, o Muammer Lutfi bey “bugünkü edebiyatımızın dünkün- den geri,, olup olmadığını araştırı- yor ve düne nisbetle haylı ileride olduğu neticesine varıyor. “Araş - tırıyor,, dedim, fakat bu sırf sözün gelişine uymak içindir; çünkü Mu- ammer Lutfi bey, alimane bir eda takınmak arzusuna rağmen, araş - tırmıyor, aramıyor, O sadece yar! doğru, yarı yanlış o birtakım kati bükümleri sıralamakla iktifa edi- yor. Hükümlerinin o doğrularını ve yanlışlarını birer © birer seçmeğe kalkacak değilim; fal “Eski edebiyat sanati bilgi kudreti aranmazdı,, dediği za- man insan okuduğuna inanmr yarak duruveriyor. Asıl bunun ak- doğru olduğunu, yani eski €- debiyatımızda şairin, zamanınm a- şağı yukarı bütün ilmi ile mücehhez olması beklenildiğini hepimiz bi - lir. Ama onlar arabi, (o farisiden, medrese ilminden başka bir şey bil mezlermiş; ne yapalım? rının ilmi bilhassa o imiş. öyle ilim, malümat sahi mecbur tutulmaması bizde çok ye- ni bir şeydir; zaten bu şairin ese - rinde bilhassa şahsi tecrübelerinin, hulyasının akislerini aramaktır ki bu da bizim eski edebiyatımızın he. men hemen hiç tanımadığı ferdi- yetçiliğin mahsulüdür. Muammer Lutfi beyi zamanın - dan soğutmak, onu bugünkü edebi- yatın dünkünden geri olduğuna ik- na etmek istemiyorum. Bugünkü edebiyatımız dünkünden ileri mi? Hiç zannetmiyorum; o ancakonu dünküne tercihte ben de Muammer Lutfi beyle beraberim. Bugünkü edebiyatımızın dünkün den ileri veya geri olduğunu ispat etmek çok şükür şade boş olmakla kalmaz, tamamile imkânsızdır da. dır, çünkü geri, ileri tabir- manaları hiç vazih değildir, hattâ biribiri ile pek alâkası olmu - yan manaları vardır. Sırf sanat hu- dudu içinde kaldığımız zaman “ile- ri", aşağı yukarı “mükemmel”, ya» ni istihdaf olunan gayeye en yakın onunla kaynaşmış demektir. Yaşı- yan şairlerimizin eserleri, kelime- nin bu manası ile, bir Nefi'nin, bir Naili'nin kasidelerinden, gazelle - rinden nasıl ileri olabilir? Edebi - yatımız şimdi bir araştırma hâlin- dedir; bu araştıran sanatkârların eserleri mükkemmel olmak şöyle dursun, o eserlerde gaye bile he - nüz pek belli değildir. “İleri”, bir başka manasında, za- manı aşmış, yarının hayat felsefe- sini taşıyan demektir. Bu manada dünkü edebiyatımız için “ileri, de- mek de, “geri,, demek de pek doğ- ru olmaz; çünkü o hayata karışmak bayatı tasvir etmek istememiştir; tamamile idealis?'tir, yani ideal bir güzelliği, ideal bir hayatı tası miştir. Hem bunu etrafa örnek teklif etmemiştir, reel hayata tesir elmek iddiası yoktur, © yalnız ve yalnız fikridir. Zamanından ileri veya geri deği'dir; şüphesiz onun itikatlarını, peşinhükümlerini taşır, fakat onları bilmeden © aksettirir. Bugünkü edebiyatın hayattan ileri o'duğu ise — eserlere baktığımız zaman — öyle kolay kolay iddia e- dilemez. Bilâkis edebiyatımızda, Fikirler ve insanlar Plise Edebi “Romanı: 6 5 ATEŞ BÖCEKLERİ Yazan: Nezihe MUHİDDİN yanık yanık haykırıyordu. Hacer acıklı bir garipseme duydu. Belki genç kalbinde duyduğu bu ilk ha- yat ıstıraplarından biriydi. vE Necat, Hacerin elinden bu kadar çabuk sıyrılabileceğini ümit etme- mişti, Caddeye fırlay: atlaması, bir oldu. İç yordu. Türbede tramvaydan in, Koşarak mecmuanın idarehanesine İ uğradı. Arkadaşlarile gazeteden, şuradan buradan konuştuktan son- ra Beyoğlunda bir pastacıda birleş- mek üzere onlardan ayrıldı. Hızla Babrâli yokuşunu inerken besap- lıyordu. Cebinde tam yirmi üç lirası vardı. Sultanhamamında bir mağa- zaya uğrıyarak bir (e eldivenle bir kravat almağı düşündü. Elbet Be. yoğlundan çok daha ucuz tedarik edebilecekti. O taraflarda hangi mağazaya girse bemciyar oldüğünder Va mutpaşa sinmiş gibi tiksi- niyordu. Halbuki ucuz almak onun için en müreccah bir hareketti. Ni- KULAK EEE BE hdi yAFıRü İki Birini çekiştiriyorlardı. Çekiştir- dikleri adam ansızın — içeri girdi. Hepsi sustular. Yalnız içlerinden Biri, atıldı: — Azizim, açıkçasını — söyleye yim mi? seni çekiştiriyorduk. Oteki bozuldu: — Ya?.. teşekkür ederim. Ne di- yordunuz? — Iki yüzlüdür.. diyorduk. Hafifçe kızardı, fakat kızdığını belli etmedi: — Ben de sana bir şey sorayım. Çekiştirilen adamın çekiştirildiğini | yüzüne karsı açıkça söylemeğe ne- derler? yüzlü - yüzsüz... — Müsaade ederseniz, ben söy- İeyeyim: Buna dünyanın her tara- fında yüzsüzlük derler. Sonra, kelimelerin üzerine ba- sarak ilâve etti: — Ben; yüzsüz olmadansa, iki yüzlü olmağı tercih ederim! Kulak MISAFIRI —— — ———— hayata uyamamak, onun kadar sü- ratle değişememekten müztariptir. Hayır, bugünkü edebiyatımızı dünkünden ileri saymanın kabil ol- madığını zannediyorum. Fakat yi- ne onu tercih ettiğimi (o söyledim. Niçin? Evvelâ şunu kaydedeyim ki bu tercihim pek “fili,, değildir, yani bugünkü şairlerimizin | şiirlerini dünkülerinkinden daha çok veya daha zevkle okuduğum yoktur. Mükemmelin, yani gayesine yaklaş- mış, ona ermiş şeylerin — biz o ga- yeye iştirâk etmesek bile— üzeri- mizde çok büyük bir tesiri vardır; bir şair olsaydım elbette ki bir Nefi, bir Nedim gibi yazmak istemezdim, ! çünkü onların gayesine, onlarm güzellik telâkkisine iştirâk etmiyo- rum; o gayeyi, o telâkkiyi bir dala- let diye karşılıyorum. O şairlerin dillerindeki sunilik bana düşün- düğüm zaman — fena gelir. Fakat eserde gayeden, güzellik telâkki - sinden, dilden de başka bir şey var- dır: sanatkârın ustalığı, Kendi fi- kirlerimizde birer koyu müteassıp değilsek, gözlerimizi yalnız kendi içimize çevirip kalmak istemiyor- sak, bizimkinden başka, hattâ ona| düşman fikirlerin müdafaasında gösterilen ustalığa da hayran ol - | mamamız kabil değildir. Bedii zevk dedikleri de belki bu ustalığa | hayranlıktan başka bir şey değil - | dir. Şiir okuduğum zaman eskileri yenilerden fazla okurum. . Yenileri tercihim sırf “nazari, dir; onları beğenmem lâzım geldiğini muhakememle anlarım, çünkü on- lar benim de iştirâk ettiğim telâk. | kileri söylüyor, söylemek istiyor. e onlar zamanımın adamları- ir. Muammer Lutfi bey de bugünkü edebiyatımızı, içine sırf kendi de karıştığı için, gayeletini benimse - için dünküne (tercihettiğini söyleseydi, bir diyeceğimiz olmaz- dı; fakat bu işe alimane bir eda ka- rıştırıyor, bir ispat sürü karıştır - mak istiyor. Bu, ona davasını, da- vamızı kaybettirebilir. Nurullah ATA hayet Eminönünde küçük bir ma- gazaya girerek bir ( eldiven aldı. Dükkündan çıkarken tarında âde- ta bir ihtiraz vardı. Arkadaşları tarafından görülmekten ( çekini- yordu. Ne olursa olsun kravatı Be- yoğluna bıraktı... kta arkadaşlarma randevu verdiği pastacıya girdi. Selimle, Cevat onu bekliyorlardı. Yanlarına. oturdu arkadaşları ona | bir kahve ısmarladılar. Fakat Ne- cat burasını pek hakir ve münzevi | buldu, O yüksek ve isimli salonlar- | da görünmeği istiyordu, Arkadaş- | larını Turkuvaz'da çay içmeğe da- vet etti. Hep beraber kalktılar, aşa- ğı doğru yürüdüler, Olyonun önü- ne doğru bir grup şık, Şen ve şuh gene kadınlar yallışiyörde Ale, rında sarışın simalar çoktu, Giyim- leri, yürüyüşleri, dudak boyanma- lârı, saçlarının renk ve ondüleleri Necat bayıldığı sinema artistleri- ne benziyordu. Genç şair heyeca- Bından kızarmıştı. Hanımlar O) yonun vitrini önünde (durdular, ILLIY Bulgaristanda Kerim ağalar! 324 yılı sıralarında Selânikte bir kayıkçı Kerim ağa vardı. Öldü isa tanrı yarlığasın (1) sağ ise çok ya- şasın, doğrusu büyük yurtseverleri- mizdendi. Avusturyadan alışveriş yapma- mağa ilk ant içildiği gün Kerim a- ğa başta idi. Donanma için para toplayanla - rın başında da onu gördük. Yeğinliği (2) kabarınca adamca- dızın önüne geçilemezdi. Dilediğine savaş açmak, diledi- ğile barışıklık yapmak elinde gibi idi, O bilgisizliğile öyle sözler söyler- di ki çoluğu çocuğu höngür höngür ağlatırdı.“ Kaburga kemiklerimiz- den gemi yaparak çiğerlerimizi yel- ken gibi şişirip Giridi almağa ö- zendiğimiz günlerde Kerim ağa en büyük başkanlarımızdan (3) biri olmuştu. Sözü böyle ayağa düşüre düşüre sonumuzun neye vardığını hep biz liyoruz. Şimdi bakıyorum, bazı komşula- rımızda Kerim ağanın örnekleri be- lodi. İkide bir ağzı ispirto kokan bir Barbanın seti geliyor: — Edirne bizimdir, bütün Trak- ya bizimdir! Gospodinlerin emeği- ne acırım. Çünkü denenmiş bir nes- neyi yeniden denemeğe kalkışıyor- lar. Bir budun (4) içinde hangi gün ki söz ve iş, kayıkçı Kerim ağalara kadar iner o budunun başı bir sivri taşa gelmesinden korkulur. Bulgar komşularımız bana kız - masınlar: Komitecilerinin ikide bir gemi azıya alıp bize saldırışları Ke- rim ağanın yanına bir sürü baldırı çıplağı toplayıp Akdenize yumruk sallamasına çok benziyor! M, SALAHADDIN Ci) Yarlıamak — Rahmet etmek, (2) Yeğinlik — Hamiyet, (3) Başkan Reis. (4) Budun — Millet. İma SARAY (Eski Glorya) sineması de yeni mevsim için kapıları açıyor. İlk proğramda : Büyük artist DOUGLAS FAİRBANKS”, zevcesi Mary Pickford'dan ayrıldık. tan sonra çevirmiş olduğu en büyük filmi olan ASRI ROBENSON Muazzam ve muhteşem filmini takdim! İkinci balkon ve 50, lüks balkon (2395) iyatlarda tenzilât : fotöy 30, husus 70 kuruş. EL CUMAKIESİ U BILUL 134 TI de öyle misiniz? Benim üezirmde güzel bir ses, dehşetli bir te- #ir yapar. Güzel bir ses beni benliğim. den uzaklaştırır. Bana cinayetler yap- Lrabilecek bir kudret gibi geli ses Allahın insanlara bahşetti; bir fıtrat ki insan bununla melekleşi- | yor. İnsanlıkla ulühiyet arasında bir mevki alıyor. Bilmem ben güzel sese böyle vurgunum. İnce bir kadın sesi in tanı raşelendirir, Bülbül ile karganm | farkı nedir? Bilmem size de öyle mi gelir? Güzel bir sesin sahibi de güzel olur. Yani Al- lah hançereye o sesi koyarken insanın kaşma, gözüne, dudaklarma velbâsıl ber tarafına bu sese yakışan bir güzel lik te ilâve eder, Sesi güzel | olanın kendisi de güzeldir ve (mutlaka bu, böyledir. Gerçi güzel sesli bir çok çir- kin kadınlar yok değildir. Fakat istis- na kaideyi bozmaz. Ve bu bir kaide, tabiatin bir nizamıdır. Dahası var, Ben güzel sesli | çirkin de tanımadım hiç. Çizgi itibarile bir | kâdın çirkin de olsa güzel sesi onu der- hal çirkinlikten ayırıp güzelleştirir. yah, kuzguni tüylü karga sesile çirki bülbül sarı, hasta rengine rağmen s6- sile güzeldir. Bilmem siz de böyle mi düşü; nüz? Fakat Nuri de benim gibi düşü mür. Nuri kim diyeceksiniz değil mi? Nu- ri, benim hikâyemin kahramanıdır ki onu henüz tanımıyorsunuz, şimdi size tanıtacağım. Nuri gümrükte memurdur ve güzel #esli bir kadınla evlenmek ister. Ba- zan güzel bir sesin insana felâket ge- trebilmesi ihtimalini asla düşünmeksi- | zin o, dişisinin sadece güzel bir hip olmasmı ister. Alt tarafını düşün- ü Nuri de kanidir ki güzel de güzeldir. Güzel sesli kadınların şarkı söyledik eri bahçelerin müdavimidir. Hattâ on- lardan birini gözü tirmiş. Omun- la evlenmeyi bile düşünmüş te. Onu bir gece masasına davet etmiş. Konuşmuş. Fakat bir iki defa böyle konuşmaların- dan onun akidesi bozuk bir kadın ol duğunu, başkalarının da masalarında ikramları kabul etti 'karşı,, diyemiyeceğini an - a taşındı. ikten hafta içinde bir gün de me- zuniyeti vardır. Bu mezun günlerinin birinde ağır ağır çarşıya öteberi alma- ğa giderken kafesli ahşap bir evin ö - İ nünden geçiyordu. Derinden bir ut e- 12 Eylöl çarşamba alışamı tam esat 21! sine refakat eden ince, rakik, hisli, ve #akrak bir 508 işitti ve durdu dinledi. Dinledi, dinledi ve çarşıya gidip ge- Tinciye kadar hep o 60» kulaklarında ayni şarkıyı tekrarlıyor gibi idi. “Ba kşu dilber kadına saçları yandan atmış, Dönüşte gene ayni ses bir başka $ | kı söylüyordu. Gone durdu ve dinledi “Kalbimde hazan bülbülü va: Kendi ken: — Hazan bülbülü değil, bahar bül- bülü var, dedi. Artık her gün işe gideren o evin ö- nünde yavaşlar, dinlerdi. İlkönceleri a- İttih adı Milli Türk Sigorta Şirketi Htrik ve hayat üzerine sigörta muameleleri icra eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi ; Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. Telefon : ŞAN besinin & i dayalduz — Bonjur Selim! Bu ne dalgın- ık 2. Selim döndü. Cevat gülerek: Yavaşça Necatın kulağına fısıl- dadı: — Bizimkiler!, Birdenbire mağazanm önünde bir kaynaşma ve fıkırdaşma oldu. Genç erkeklerle gneç kadınlar tek- lifsizce biribirinin elini sıkarken dudaklardan hafifçe kahkahalar fışkırıyor, nükteli ufak tefek şaka- lar beliriyordu. Necat yanlarında hayran ve şaşkın bakıyordu.Genç kadınlarm işimi İâubalilik, bu kibar şuhluğuna bayılıp kalmıştı! Selim meftun ve meshur nazarla" rını göstermek istemiyen henüz a- ber arkadaşmı hanımlara takdim etti: — Genç şairimiz Necat... Bey. Necat isminin (o arkasına yeni bir ünvan takmıştı. Hürmetle ha- nımların ellerini sıktı genç kadın lar yeni tanıdıkları gence karşı da ayni iltifatı ibzal (etmekten geri kalmadılar, Necatın nazarı dikka- tini en çok celbeden (limon sarısı saçlarmın parlak dalgaları, sağ ka- yal ire kavisine kadar mübalâ- ile indirilmiş siyah zel tazenin md ark 4.4887 çük beni Güzel sesli kadın İ vücudu üzerinde 05607 çukurlaşarak yanmdaki- ne eek la şeyler fısıldadı- ğını sezdi. ız tek kelimeyi tedebildi: Mi — Bodler 1... , ,Bodlerin meşhur bir Fransız sa- iri olduğunu biliyordu. Demek şiir- lerini Bodlerin şiirlerine benzeti- yorlardı. Haberi olmadan * iştihar etmişti. Duyduğu gurur çok coş- kundu. Hanımlar zaten ona hiç ya- bancı mumamelesi yapmamışlardı. İsmini şüphesiz tanıyorlardı.. Bod- lerden bahsdecek kadar malümat sahibi, şen neşeli, kibar kadınlara karşı derin bir hürmet duydu. Hele en güzellerinin bu iltifatı genç a- damı saadetten çıldırtıyordu. İsim- siz bir hissin ılık ılık © kalbinden damarlarına doğru yayıldığını duy- du.. Selim genç ( hanımlara teklif etti gidiyoruz.. Be- iz? Kumral bir kız ezik fakat hoş bir telâffuzla; —Mümkün değil — dedi — biz al tı buçuk alıma davetliyiz. Ak- şam yemeğini de Tokatliyanda yi- receğiz.. — uzun narin arka» “ dönerek ilâve ettir — Siz isterseniz Selim Beyle be- rabor ,, Necatm vüreği carnte. Yüzünü rasıra fakat sonra her gün & bir başka şarkıyı utla söylediğini işit- meğe başladı Evet bu kadın tam Nurinin işe gide- ceği veya işten döneceği saatlerde eli- ne utunü alıyor ve şarkı (o söylüyordu. Nuri de durur, başı önünde bu güzel sesi dinlerdi. Belki de Nurinin durup dinlediğini hissetmiş te onun için söy- lüyor. Belki değil, muhakkak bu böyle olacak. Zira her gün ayni saatlerde bu sarkılar tesadüf olamaz ya, Gel zaman, git zaman Nuri bu sese âşık oldu. Deli gönül bu. Aşk öyle bir şeydir ki baykuşun gözüne âşık olanlar bile vardır. Nerde kaldı ki güzel sesi seven Nuri, güzel bir kadm sesine âşık olma- sn. Bahusus bu güzel ses kafes ardın- da namuslu bir kadına aittir. Nuri öteye soruşturdu. Bu kız hakkında herkes: Vallahi görmedik. dediler. Herkes methediyor. Kadınla: — Temiz bir ev kadınıdı vinde her taraf tertemiz, ütülü. Perde- ler, örtüler mis gibi sabun kokar. Emsalsizdir vesselâm. Brode yap - maktaki mehareti şayani hayrettir. Gü zel ut çalar, Elinden dikişin âlâst gelir. Giydiklerini hep kendi biçer ve diker. Pişirdikleri yemekleri Tokatlıyan ahçı- 4: bile pişiremez. Daha ne. Daha ne ol- sun yani? Bir kadın için O bunlardan başka daha ne meziyet aranır?. — Yalnız. eteğinin ucunu — Çirkin midir? — Yok canım o kadar çirkin de de- E igüzel istemiyor, Elverir ki olsun. Sesi güzel kadının kendi de gü- zeldir. Bahusus çirkin de olsa güzel ses onu güzelleştirir. Evlenmeğe karâr verdi. Düğün h zırlıkları ile meşguldü. O kadar vetiyeler basıldı, her şey kararlı Günlerden salı. Düğüne bir gün mış. Gece saat dokuzdan sonra k çalındı. Kapıyı açtı. Tanımadığı kıran ta bir adam: — Sizinle konuşmak istiyorum, dedi. — Buyurunuz! Bu yabancı misafiri alt kattaki oda- ya aldı. Yorgun bir adam tavrı ile dturdu. Bir müddet düşündü. Dalgın dalgın durdu ve: — Gerçi pişmiş aşa su katmak gibi bir şey... diye söze başladı. Vessize hiç bir şey ifşa edecek değilim. — Yalnız. ben müslümanım. Kendim için bunu bir vazife bildim. N — Alacağım kızdan mı bahsedecek-| ? Evet. — Pek geciktiniz. Artık her gey bit- iştir. Yarım değil öbürgün evleniyo- Ne de olsa dön - — Oğlum çok çirkin. Hayret bu zamana kadar bunun bu kadar çirkin olduğunu Nuriye kimse söylememişti. — Canım, dedi. Güzel olmadığını ben de biliyorum. — Resmini getirdim. Bendenizin de bir kerimem var. Birlikte çıkmış bir fo- toğrafları vardır. İ Cebinden bir kart çıkardı ve Nuriye uzattı. Nuri resme bakar bakmaz gözlerini kapadı ve resmi örti Çünkü orada gördüğü resim, insan bir kurbağa kafası idi, | Nuri evlendi mi dersiniz?. Hayır! Er tesi gün kimseye haber i Antalyadaki kardeşine gitmek üzere | vapura bindi. Alt tarafı ne oldu? Onu | pe siz sorun ne ben söyliyeyim. Makbule ADNAN nım acaba hangi grupa dahildi?. Narin kız Selime cevap verdi: — Bizim de niyetimiz oraya gel- mekti.. Yarım saat işimiz var.. Son- ra orada birleşebili Gençler, hanımlarla veda ederek ayrıldılar. Bir iki adım — attıktan sonra Selim, Cevada takıldı: -— Suzan bugün — enfesti değil mi? — dedi— Necat o Suzanın kim olduğunu hemen anladı. Öbürlerinin isimle. rini pek belliyememişti ama Suza- nı tamamile biliyordu. Sarışın gü- zel kız.. Gözlerinin akına kadar | kıpkırmızı oldu. Kızgımlığını belli etmemeğe, işi pişkinliğe vurmağa | mecbur oldu. Kurunu vustai kıs- kançlıkların böyle kibar mond âle- minde sökmiyeceğini biliyordu. Bu- na rağmen içinde ince bir damarm koptuğunu duydu. Arkadaşının küs tah ifadeli şakasmı bir türlü affe- | demiyordu. İster istemez Cevatla | Selimin lâkayit hareketlerini, ser- best tavırlarını taklit etmeğe ken - dini cebrederek çay salonuna gir- diler, Bir masanın kenarındaki kol- tuklara yerleştikten sonra arkadaş- larına ü iyen saati teftiş ediyordu. İçindeki ku- runtu, gözlerindeki intizar çok müt , hişti. Acaba Suzan hangi kafileye çok beğenmiş olduğu sarışın ha- | mensuptu? Buraya gelecek Bugünkü program ISTANBUL ; 1830 plük neşriyatı 1930 Türk musiki neşriyatı, Saliye hanım, Refik, Fikret ref Şefik bey dan Stüdyo caz ve tango Khz, VARSOV, konser, 2040; im 19 Fransızca de Tahir hamza ç 2. a1 | 24: Dans musikisi, 24,05: Masal Temsil, ): Londradan maklen lokantadan naklen konseri. 845 Kk. BUDAPEŞTE, 55 Orkestrn refal Radyo orkestrası, fon solo, 2345; Pİ i, 24301 Dane plâkları Lİ - BARI gi 21,10: Plâk. — Murahabe. 21,45: Mp parçaları. 22,39: Senfenik konser, MİLANO - TORINO - FLORANSA, 45; Mi S0? 20,15 Haberler, 20,35 Piyano isi, 45 Holzer radyo erke m. 2350 2? devem sezi eri, 20,30 21,10 Eski klasik da” 950 Khz, BRESLAU, 316 m. 20,05 Harmonik ko: 21 Haberler, KONIGSRERG 291 m. ' Mürabel riyatı, 22,10 A Neş'e sma ir arkadaş ünlite, 73 Hinberler, 23,30 dana parçaları, Asrın umdesi “MİLLİYET” ör sağl mpi cnat edili i Gini kabul etmez, KARADENİZ cumartesi postasi| ERZURUM. yapuru 8 Eylül CUMARTESİ 18de rıhtımından kalkacak, İnebolu, Sinop, Samsun, Gi son, Trabzon, Rize, Hopa Dönüşte bunlara ilâveten P* zar, Sürmene, Fatsa ve Ünye uğrayacaktır. (544) 5957 AYVALIK SÜR'AT YOLU MERSİN vapuru 8 Eyi CUMARTESİ 17 de Sirkeci rıhtımından kacak ve Ayvalık yolunun vi” tat iskelelerine uğrayarak 5» mir'e gidip dönecektir. (8497 EE ERESSİRE İZ t a2 t raber karşı karşıya birkaç girecek mi idi? Salonun çıldıkça yüreği ağzma Koridorda yaklaşan kadın leri, tatlı bir ümidin kanat! ruhunu okşıyordu. Dakikala” dıkça sabırsızlığı artan gen$ bir türlü merakını (teskin suali arkadaşlarıma sor: Acemi ve toy bir utangaçlık rip bir korku bu suali sormağ” ni oluyordu: ? — Suzan hanım da gelecek ile €! i yrd di VA A va Arkadaşlarının kendisi ceklerine emindi. Fakat yi z Bu teklifsiz arkadaşlarım &ü Yali de bu kadar çekinecek De V ös Fakat ya: — Gelmiyecek la” lerile beraberdir diyecek, 9. #a?!.. Böyle bir cevaptan ko” du. ; Baş uçlarma dikilip derin ” verans yaptıktan sonra n€ lerini soran garson ii şurken Necatın önüne hai tu. Fakat birden bir cv! ; Başını kaldırmcn üç zarif mantonun koyu gölgesi Pİ ibi etrafını sarmıştı,e ut sarışın çehi dı!... Bütün kani AR rr İİ ERİ Ğİ Ne