Polis romanlarına dair Bu hafta içinde iki polis romanı okudum ve ikisini de, gece uykum- dan feda ederek birer hamlede bi- trdim. Yamda bırakırsam muam - mayı merak edip rahatımın kaçma- sından değil, kitabı ertesi gün ele alamamaktan korkuyordum. Çün- kü, doğru söylüyorum, her polis ro- manı okudukça, içimde bir utan - ma duyarım. Niçin utanıyorum? Vaktimi boş geçirdiğim için mi? Hayır, her in- sanın hayatında polis romanı oku- maktan da lüzumsuz meşguliyetler vardır ve manın zevkini temin edenler ki belki asıl bunlardır. Ça- lışniliyi tatlı kılan, herkes için de- ilsâde, insanların çoğu için, 80 irahat ümididir. Vakti- mizin bir kısmını boş şeylere sar - fettiğimiz için ulanmak doğru de- gildir; yoksa insanın faydanın e- siri olması lâzımgelirdi. Polis romanlarını okuduktan sonra utanıyorum, çünkü hepsinde de muharrir âdeta kari ile alay edi- yor. Bu hal, Edgar Poe'nun “Mor- gue sokağında iki katil,, ve “Çalın- mış mektup,, isimli hikâyelerinde, ani polis romanı tarzının en yük- sek nümunelerinde bile vardır. Mu harrir meseleyi - içinden çıkılmaz , derecede karışık diye tasvir ettik - ten sonra (birden bire onun gayet Mbasit olduğunu ispat ediverir. Ed - gar Poe'nun öbür ikisi kadar be - ğenilmiyen bir hikâyesi, “Marie Roget muamması,, bence daha gü- zeldir, çünkü onda mesele karışık olduğu gibi halli de karışıktır; mu- harrir basit bir işi, karileri şaşırt- mak için mahsus karıştırmamıştır. Basit bir meseleyi karileri şaşırt- mak için mahsus karışık gibi gös - termek... Bu, polis oromanmın mahiyeti iktizasındandır; (o çünkü muharrir elbette hikâyesini anlat- mağa başlamadan evel sonunun ne olacağını bilir; aranan katil ise ka- tilin, hırsızsa hırsızın kim olduğu- nu bilir. Onu aradığını iddia etme- si yalandır. Onun için muamma yoktur, gayret yoktur; muamma kari için vandır, gayrete mecbur o- lan da odur. Böylece muharrir ken- dine, kariine nisbeten bir üstünlük temin etmiş olur, Ama tamamile i- tibari, sahte bir üstünlük, Hani bir yahudi hikâyesi vardır: Kohen sa- bahleyin sapa sağlam kalkıp işine gitmiş, fakat bir saat sonra ölüver- miş; Blum, Kohen'in karısına bu felâketi bildirmeğe memur edilmiş. Kapıyı çalmış ve kadma: “Müte - veffa Kohen'in evi burası mı?,, di. ye sozmuş. “Burası Kohen'in evi a- ma Kohen sağdı di. — Ölme- diğine bahse gi; ,. Polis romanı muharririnin kariine karşı üstünlüğü de, © Blum'un Kohen'in karısına karşı üstünlüğü gibidir. — Bakm ben ne kadar akıllıyım, böyle karışık bir muammayı çabu- cak hallediverdim. — Elbette, be- yim, muammayı kuran sensin. Fransa'daki © Prince meselesi, meşhur polis vomanı muharrir Si- 'nönon'dan karilerin intikamını al. dı, onun da muamma halletmekte mahareti olmadığını gösterdi. Bir gazete onu, katili aramağa memur etmişti, işin içinden çıkamıyacağı- nı üç gün içinde itiraf (o ediverdi. , — Her hırsızlığı yapardım. A « lr da geldim geleli yapmıyor- — Seni Bursaya kim getirdi. — Hani şey yok mu? Tanımaz mısınız? Hani cephede ayağı kesi- len bey amca zabit var, genç zabit.. Tahta bacak olmak için £ gittide yollar kapanmış hâlâ gelmedi. İşte © getirdi. Çok uzaklardan getirdi. Benim de babam cephede kaldı da onun için getirdi, Tercüman bunları harfi harfine ilim Sn iki zabit çatık kaş- larını düzelitiler ve ğa tatlı baktılar. si Bacağı kesilen genç zabitin ana- sına küfreden ve şivesi türkçe olmı yan polis ayakta duruyordu. İki Yunan zabiti bir an bakıştı, lar. Vatan cephelerinde bacağını bırakan genç Türk zabitine ve ca mını bırakan Sansaros'un babasına hürmet olsun diye Sansarosun eli- ne beş drahmi verdiler ve serbest bıraktılar. Fikirler ve i Bundan çok derin bir hakikat de çıkar: insan oğlunda hemcinsinden üstün olmak arzusu o kadar kuv - vetlidir ki nihayet kendi uydurdu. ğu yalanlara da inanır. La Roche. foucauld'nun ruhu, Simânon'un ba- şına gelenleri duydu ise kim bilir ne kadar hoşlanmıştır! “Marie Roget muamması, nda bu utandırıcı hal yoktur (o dedim; günkü o hikâye uydurma değildir, hakikaten öyle bir cinayet olmuş, Edgar Poe sadece isimleri ve yeri değiştirmekle iktifa ediyor. Muam- mayı kendi kurmamış, mevcut bir muammayı halle çalışmış, muvaf - fak olmuş, yani bu işte sahiden, hi- lesiz bir üstünlüğü olduğunu gös - termiş. Yine o muharririn “Altın hikâyesini pek sevmem, fa- kat “Kriptografia,, (Şifre çözmek fenni) isimli makalesine bayılırm; çünkü hikâyede kendi tertip ettiği bir şifreyi çözüyor, yani muamma kendisi için mevcut değil, halbuki makalesinde dışarıdan gönderilen şifreleri, yani hakiki © muamaları nasıl çözdüğünü anlatıyor. “İnsan kafasmm kurduğu her - hangi bir muammayı yine insan ka- fası elbette halledebilir.,, Bu, hiç şüphesiz çok doğru ve çok kurtvetli bir görüştür; fakat bunu söyliyen adam, yani Edgar Poe, nasıl olmuş da bu hakikatin hikâye ile anlatıla- bileceği zannına düşmüş? Madem ki hikâyede muammayı tertip eden de, halleden de hep bir adamdır, o hakikati hikâye (ile ispat kabil değildir. Halbuki polis romanları- nın menşei, o Âmerikan şairinin o sözüdür. Fransız münekkitlerinden Ro - bert Brasillach geçenlerde bir po- lis romanından bahsederken asıl mücrimin.muhavriyin © gösterdiği değil, büsbütün başka bir adam ol- duğunu ispata çalışıyordu. O ro » manı okumadını, onun için muhar. ririn yanıldığı hissi her karide uya- nıyor mu bilmiyorum; öyle ise po- lis romanında bir yenilik var de - mektir, Vaziyet aksine dönüyor: kari muharstire nisbeten bir üstün- lük elde edecek, utanmıyacak, if. tihar edecek. Tamamile mevhum ve yine muharririn yardımı ile el. de edilmiş bir üstünlük mü diye - ceksiniz? Hiç şüphesiz; fakat polis romanlarından daha fazlasını bek. lemek, yani onların muharrirle ka. ri arasında iki müsavi adamın ko- nuşması halini almasını O istemek pek fazla olur. Buna vâsıl olunca İ polis romanı olmaktan çıkıp sadece bir roman olur. Polis romanlarında ya muharririn, ya kariin aldanma- $i şarttır; ben kari o olduğum için benim değil, muharririn aldanması- nı tercih ederim. Yeni okuduğum iki kitabın biri, M. Nosl Vindry'nin La böte hur - a çok karışık, meraklı, titreti- ci biz roman, fakat doğrusu tama- mile lüzumsuz. Öbürü M. Pierre Vöry'nin M. Marcel, des Pompes funöbres isimli romanı öyle değil; onda polis vakası ehemmiyetsiz a. ma ölümle bir alay var ki insana Nazım Hikmet'in Merhum'un hane si'ni hatırlatıyor. Okumağa, hatır- da kalmağa değer; bazı sayıfaları okunmağa da lâyık. Nurallah ATA Yazan: AKA GÜNDÜZ -— Sakın hırsızlık edeyim deme! İşte o zaman seni Şarşıdaki çınar ağacına kol çivileriz, Sansaros odadan çıkmıyor! — Hadi, evine git! Sansaros dik dik polisin yüzüne bakıyor ve yerinden kımıldamıyor! — Neye gitmiyorsun? — Ben hırsız olduğumu söyle - dim. Çıkarsam bu polis beni tutup döver, 1 — Bir şey yapmaz, korkma. — Nasıl yapmaz?! Büyük hanı- ma öyle kötü lâflar söyledi, © öyle şeyler yaptı ki. — Büyük hanım kim? — Hani beni buraya getiren ba- cağı kesik zabitin anası, İşte o, Cadı Türk diye yakasma sarıldı Ee kur...» i Yunan zabitinden birisi çocu- Zun sözünü yarıda bırakıp yüzüdü ve pos bıyıklı polisin surata bir aa br #ey söylemedi, Öteki zabit polisin omuzundan DELEYEE Komşu Yunanistanda Tek dil konuşurlar. Bir soydan- dırlar. Ancak © aralarında geçim yoktur. Yurt işlerinde üç kişinin bir iş üzerinde toplandıklarını göre - mezsiniz. Herkes kendi böleğinin (1) kuyruğuna yapışmış, durma“ dan başka bölektekileri yere vur - mağa çalışır. Kargaşalıktan ordu da payını al- mış. Onbaşılara, çavuşlara varınca- ya kadar, ordunun ne kadar başı varsa, kendi başlarına buyruk ke - silmişler. Herkes biribirinden kuş- kulanır. Herkes biribirinin ayağı- na çelme takar, herkes biribirine pusu kurar. İşte bugünkü Yunanistan!.. Duyuyoruz ki orada işler gene karışmış. Vuran tutanı bilmez ol - muş. Törü (2) adamları © şaşırıp kalmışlar. Birer birer iş başından gekiliyorlarmış. Bunun böyle olması sözün ayağa | düşmesindedir. Us (3) w eren de ermiyen de iş- lere karışırsa sonu böyle olur. Ne mutlu bize ki sözü ayağa dü. şürmedik. İşleri aramızda öyle paylaştık ki, kimsenin Buyığı (4) kimseye geç. in ortada en küçük Bundan dolayı ne kadar öğün - sek yeridir. Başımizdakiler, var ol- sunlar! M. SALAHADDIN (1) Bölek — Fırka. (2) Törü — Hü. kümet. (3) Us — Millet. (4) Bayık — Hak. (5) Budun — Mület, Bugünkü progr: İSTANBUL; 18,30: Plik © meşriyatı. 1 Fransrzen deri, 1930: Türk musiki neşriyatı: (Fahire hamam, Saliye hanım, Refil ikret beyler.) 21; Eş ref Şefik bey tari m konferans, 21,30: Stüdyo caz ve tanı rkentram, 545 Khz. BUDAPEŞTE, 550 m. Zi: Operetlerden parçalar. 22.20: Haberler, 22.40: Sigan musikisi, 73.10: o Hava raporu; 25.50; Bertha #hlon takımı, 686 Kis. BELGRAT 437 m. a 20,48:5Plâk. Zi Plâk, z1,10: Slav müsiklei, 2215: Musahabe, 2245: Knherler. 23: Serp ales | yazı (karışık neşriyat.) 2450: Dans plâkları 223 Khz. VARŞOVA, 1345 m. 20,151 Dana plâkları, 20,50: Sper, 215 Cho- 823 Khz. BÜKREŞ, 384 m. 13 - 15 Gündür neşriyatı. musiki. 20,301 Üniversite, ie Koni Z1,İS: Opera parçalari, 221 Posta kutusu. 22.20: Radyo örkestrası, 21,30: Kah- vehane konseri, 876 Kbz. LEİPZİG, 832 m. Sr Halleden nakil (karışık neşriyat) 2320: Ha- berler. 23,50: Gece musikisi; 713 Khz ROMA, 421 m. 21,10; Plâk. 21,30: Spor, 2145: neşriyat, 2230: Senfonik komser. ŞIMALI ITALYAN GRUPU, 21: Haberler. — Plâk. 2148: “GUARANY,, simli Gemresin eserelsinden opera temsili. 230 Khz. LÜKSEMBURG, 1304 m. Fransız akiamı. 21 Haberler 2120: Fena . 223 İletisadi neşriyat, 22,30: Kare - 2340: Dans plâkları, MİYANA, 507 m. Maili ATA Kiz, MOSKOVA, 1714 m, riya Akşam konseri, 22: Muhtelif dillerde maş 932 Khz, MOSKOVA, (Stalin) 361 m. 18: Musahnbe, 1 Kos nakl el 19,301 Konser (naklen) 22,0 çma mahmuzlu çizmeleri ilebir tekme altı. Herif apar topar gitti, Çocuğu bir efzun neferinin ya nına katıp evine gönderdiler. Fakat ertesi sabah, daha hava ka ranlıkken iki sivil © memur kapıyı çaldılar ve Sansarosu gene gölür- dül 'akat bu sefer istilâ kuvvet- lerinin bürolarına'değil, o mahalli polisin bodrumuna attılar, Suzatma bir şamar ve kıçına bir mahmuzlu tekme yiyen şivesi bo- zuk ve türkçe olmıyan polis bu işi daha büyük omuzdaşlarına anlat - mıştı. Onlarda bir “hüviyeti meç. hâl hırsız, serseri ve tehlikeli, ra- poru yazıp Sansaros için sürgünlük korarı almışlardı. Sansaros kurtu. lamazdı ki derdini gidip düşman zabitlerine anlatsın. Ah bey amca şimdi burada olsaydı! Bey amca » nın bacağı tekti ama, belindeki ta- bancalar çiftti. Burada olsaydı bunları takır takır tepelerdi, Bu a- damlar nasıl adamlardı? Nereden gelmişlerdi? Tıpkı müftünün baş - muavinine benziyorlardı. o Büyük hanım onu bir gün üftüye götür. müştü de başmuavini: — Bana bak hatun! demişti. Oğ- lunun bacağını hangi zındık con Türk kestirdi ise ona gitte buço- cuğu alsm. Cemilin karısı — Bana iyi bir zevce bulunuz. Evlenmek istiyorum. Akrabaları Cemilin bu sözlerini hayretle karşıladılar. Çünkü onlar Cemilden bunu tam yirmi senedir bekliyorlardı. Bir türlü evlenmek istemiyen, her fırsatı kaçıran, bü- tün izdivaç ihtimallerini ortadan kaldırmak istiyen Cemil, nasıl olu- yor da bu defa evlenmek istiyor - du. Hayret. Octave Fenillet-der ki: “Dimağ, emretmedikçe evlenme- yiniz.,, Cemil Fenillet'yi çok sever. O da mantığının emzini bekledi. Bugün artık ona kafası emrediyor. — Evlen! O da evlenecektir. Hisle izdivaç olmaz. Bu, on sekizinci asrm izdi- vacıdır. Eflâtuni aşk ile izdivaç ol- mâz, Grizi izdivaç olmaz. — Bana iyi bir zevce bulunuz, diyor, fakat ilâve ediyor: — Zengin olsun ha! O, güzellik aramıyor, sadece zen gince olsun diyor. Yani tam asrın icap ettirdiği bir izdivaç istiyor. Bugün kim olursa olsun evlenir- Ken ilk önce “nesi var?,, diye soru- yorlar. — Kamburu var. Dedikleri zaman; — Onu sormadım. Malını, para- smı sordum. Kamburundan bana nel... diyorlar. Gerçi Cemil ticaret yapar gibi de evlenmek niyetinde değildir. Fa - kat: — Ne de olsa “mal canın yonga- sıdır.,, diyor ve belki de haklıdır. Neyse, uzatmiyalrm. Ona akra - balası bir kız buldular. Zengin bir kız. Cemil onlara sordu: — Nesi var? — İki köşk, bir apartıman. — Alâ, güzellikten kaç numara, — Güzel değil, — Çirkin mi? — Çirkin de değil, — Kısa boylu mu? — Vallahi ona kısa boylu da den mez. Cemil suallerinde © derinleşiyor. vale bir izdivaç yapmak ni lir. Bulunan kız da bu ar- zuya mutabıktır. Daha ne Fakat Cemil, ne de olsa hayatını teşrik edecek olan mahlâkun biraz da mide bulandırmıyacak derece- de olmasını gayriihtiyari istiyor. — Sakat mı? — Hayır hayır! — Şişman mı? — Vallahi ona şişman denmez. — Zayıf mı? — Vallahi ona zayıf da denmez. — Ey? — Onu görmek lâzımdır, — Alâ. Sözleştiler. Maaile, hep birlikte Burgaz Adasındaki köşklerine git- tiler. Hizmetçi onları karşıladı. O. turdular. Beklediler, £ beklediler Kimse gelen giden olmadı. Beye - fendi İstanbula inmiş. Hanrmefen- di Yalovada misafirmiş. — Küçük hanım?... O da banyoya gitmiş. Şimdi ge- lirmiş, Köşk denize karşı. Denizle köş- kün arasında on adım ya var, ya | yok. Kumsal kenarında, Hepbirlikte beklemekten canları Sansarosu kimseye göstermeden ertesi sabah postadan postaya tes- lim Eskişehive kadar defettiler. Fakat Sansaros Eskişehire gir - medi. Beş altı gün süren bu posta- dan postaya teslim zamanında bü- tün zekâsını işletti, Ve bir gece kayıplara karıştı. Halbuki basitti, altında uyukla- dıkları bir çınarın en tepesine ses- sizce çıkıp beklemişti. Arayanlar bir tarafa seğirtince © indi, aykırı tarafa da o seğirtti. Bereket versin kış mış değildi. Köylerde dileni- yordu. Fakat bir dilenci gibi değil; insanlardan hak isteyen bir efendi gibi. Avucunu açıp açlığını söyle- miyordu. Kara boncuk © gözli öyle bir bakıyordu ki görenler: ii Ben açım! Doymak hakkım: ir. Demek istediğini anlıyorlar ve ne varsa az çok veriyorlardı. Bazı da vermiyorlandı ya, neyse. Sansaros git gide hassasiyetini kaybediyordu. Hafızasmı ve haya- tını hiç korcalamıyordu. — Aklına bir şey gelse hemen başka bir şey- le uğraşıyor ve aklına geleni unut- mağa, savmağa çalışıyordu. Yukarıbatak köyünde Şaban Ça- vuşun çobanma yamak oldu, bo - gazı tokluğuna ve sırtı pekliğine. arıyor?.. riden konuştular. Biraz sonra, evet biraz sonra... Sonrasını Cemilden dinlemeli. Cemil © arkadaşlarına şöyle anlatır: — Bana “bak bak,, dediler. De- nizden çıkıyor. Bakındım. Deniz - den çıkan bir küçük hanım arıyor- dum. Bir şey göremedim, “İşte ca- nım,, dediler. İşaret ettikleri nok- taya baktığım zaman bir fok balı- ğınm kumsaldan köşke doğru yu - varlana yuvarlana gelmekte oldu- ğunu gördüm. Geldi, Elimizi sıktı. — Safa geldiniz, dedi. Oturdu ve artık hiç konuşmadı. , Biz öteden beriden bahsettik. Denizden, sudan, havadan bahset- tik. Onu konuşturamadık. Kalktık. Arkadaş'arı Cemile sordular: İşte onunla evleniyorum, de- i. “Güzelmi?,, dediler. “Güzel den mez,, dedi. “Çirkin mi?,, dediler. “Çirkin denmez,, dı şişman mı, zayıf mi?,, mez”, “şişman denmez”, denmez,, dedi. — Ey?.. dediler. — Onu görmek lâzım. Evlenme dairesinde onu Cemilin kolunda gördüler, Cemil hakikaten bir fok balığı ile evleniyordu. Ama şimdi siz diyeceksiniz ki: — Canım, fok balığı nedir? Gü- zel mi, çirkin mi, şişman mı, zayıf mı? Hayır! Hayır! Hayır. — Ey?... — Onu görmek lâzım. Kısaca bir fok balığına ipekli, kısa etek giydiriniz. İşte. Cemilin karısı, Ve..... Ve Cemil mes'uttur. SEM Yilillayet | Asrın ümdesi “ MİLLİYET” tir. "ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye işin Hariç işin LK. evrak geri verilmez.— Müddeti geçen nüshalar 10 kuruştur — Gaxnte ve dt işler İçin müdiriyete müra Kari mektuplere Et meselesi Usküdarda oturan iki okuyucum dan şu mektubu aldık: 3 Evvelki gün bir akşam gazetesini (Et meselesi) başlıklı bir yazı çıkım tr. Bu yazının tavzih ve tashiha ml taç bir çok noktaları vardır: 1 — Mezbehadan alınan et fiaGB ayrıca nakliye ücretini lâzımdır. Çünkü kasap behada alınan fiate değil, i , her koyun otuz kuruş masrafla geli ki nakliye, Kasaplar Şirketi isminde bir teşekkül tarafından yapılır. Sani yen otuz otuz iki kuruşa kadar topi# akman koyun eti iddia edildiği gibi“ li beş altmış kuruşa değil, şehrin h€ tarafında Balıkpazarı, Beşiktaş, Us dar, Gedikpaşa gibi yerlerde 35 a# mi 40 kuruşa sat ktadır, Ve bu * büyük yazılarla dükkânlarda halk ilân ediliyor. Ancak krvererk gibi m8 behada 43 - 44 kuruşa alman etler # kuruşa satılmaktadır ki o mmti da mahduttur. 2 — Böyle otuza almıp altmışa # mek suretile ihtikâr yapıldığının sebi bi, kasap dükkânlarının çokluğu, i#t lâkin azlığı ve binnetice az satılan # tara çok kâr ilâvesi suretile idare # rureti gösteriliyor. Bu sözde bir sat olsa gerektir, 3 — Keçi, kıvırcık meselesine geli ce; bu hayvanların derileri kâfi dere cede işe yaramamasıdır ki bu zevat vadide söz söylemeğe sevkediyor. E ğer hakikaten © hüsnüniyetleri vars mesi maz. Zira keçi ve manda için kulla" lan kırmızı damzayı halk pekâlâ öğ renmişti ve bu suretle bu iş kendilii den halledilmişti. Her ne sebepten” bu usül kaldırıldı. Keçi eti satmak iç ayrı ayrı dükkân açmak külfetine lüzum var?. Esasen mezbehada rat” cut olan damgalar eskisi gibi kulları sın. Aman bilmem ki herkesin işine 8 lir mi?.. İstanbul'da kıvmerk koyun olduğunu inkâr etmek yukarıda ar?” dildiği veçhile keza “deri,, işine bağ” lıdır. Mezbeha baytar heyetince ki” cik ve kara yaka koyunları zel olarak yekdiğerinden tefrik Bildiği ve ona göre mezbehada resti kayıtlar mevcut olduğunu hatırlatın? kâfidir. Binaenaleyh arz ve izah edi diği veçhile Istanbul kasapları ihtiki yapmıyorlar, kazançları normalin f€* kinde değil, belki dunundadır.. Askeri Tebliğler Tecil muamelesi Beşiktaş Askerlik Şubesinden: 330 doğumlu ve bunlarla tâbi mekteplerde tahsile müdavim ef. Şubede tecil muamelelerin Eylülün yapılacı günlerde şubeye müracaat olunm-”- lif olunur, Tatillerden istifade ediniz. BERLİTZ * MÜHİM TENZİLAT. İstanbul Sigortaları halk için Telefon : ğıbatak köyünün ağası deli- dek Hacı Ramiz emi İm ban Çavuşun düşmanı idi. Bir tür- lü ali Rekabeti son si- nırına kadar götürürdü. Ay geçme- den Sansarosun ne çalışkan bir ço- ban yamağı olduğunu kendi adam- larından işitince bir gün değirme- ne çağırttı, — Benim yanıma yamak gel, de- di. Şaban Çavuş sana bir şey ver- mez. — Ama o beni ne dövüyor ne sö- vüyor. lıştırıyor. Hele bir eski de gör bak döver mi dövmez mi? Sansaros gitmedi ve olanı biteni Şaban Çavuşa anlattı. Aslında bir köy olan ve iki mahalleye ayrıldığı için aşa, yukarı diye anılan Batak- lı'da hadi yeni bir iş daha çıktı, Bir gün kör Ahmet ansızın Şa - ban Çavuşun odasma girdi. — Çavuş! dedi. Sen bana gücen- mişin. Ben hiç elin ne olduğu be- lirsiz çocuğu için sana düşmanlık eder miyim? ri ei tutmuyor. Öğüt verdim. ışırsan ağan sana iyi bakar. Davarı bırakır da şuraya buraya hırsızlığa gider sen... — Hırsızlığa gideceği o nema- ? TALEBELERE 20 Ağustostan 30 Eylüle kadar T. L 5 her lisan için kurslar Hususi derslere bu müddet için: 373, İstiklal Caddesi şnmmmump Konya caddesi İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Herik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icra eyleriz. Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. sikrldr. Balkona çıktılar, Öteden be | ÇEJMENEE)> Bir Asri Lisan Öğreniniz açılmıştır. KAYDA BAŞLANMIŞTIR. © Ankara müsait şeraiti havidir vebalini boynuma almayım işittiğime göre vişne çalarken müşler de. — Ben görmeyince * inan! Yıllarca askerlik ettim, görn sİmyemi bie, için her işe” lenbire eyv. diyemem. Şaban Çavuş Kör Ahmetle kırgın konuştu ve kırgın ayrıl: Bir gün Kör Ahmedin de ninde çalışan birisi geldi, Şe Çavuşa ağasının ağzından $0 beri verdi: ww — Sizin yamak çocuk, bizi ğanm davarından bir kuzu çi kesmiş etini bir bağ bıçkısma genelere satmış. Derisini de mış. Bizim çoban görmüş. Ta mış ama, bırakmış, bir da ei sin diye. Ağam böyle miş. ge Sansaros inkâr etti durdür (y* öteki çocuklarla çomak oyn dum. Davar da gölgeleniyord”yf kuzu muzu çalmadım. Het çalsam saklamam, söylerim gidi Sabahleyin buradan çadır. pöf rıp giden çingenelere verir ei ka bir çingene görmüş. Op“ dılar. Böylece söyledi. Bağ nr alırken de Mm üş, X. görmüş. O da söyledi ii gi Gi