Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
Fıkirler ve insanlar Polis romanlarına dair Bu hafta içinde iki polis romanı okudum ve ikisini de, gece uykum- dan feda ederek birer hamlede bi- tirdim. Yarıda bırakırsam muam - mayı merak edip rahatımın kaçma- sından değil, kitabı ertesi gün ele alamamaktan korkuyordum. Çün- kü, doğru söylüyorum, her polis ro- manı okudukça, içimde bir utan - ma duyarım. Niçin utanıyorum? Vaktimi boş geçirdiğim için mi? Hayır, her in- sanın hayatında polis romanı oku- maktan da lüzumsuz meşguliyetler vardır ve yaşamanın zevkini temin edenler de belki asıl bunlardır. Ça- lışmayı tatlı kılan, herkes için de- gils&'de, insanların çoğu için, so- nundaki istirahat ümididir. Vakti- mizin bir kısmını boş şeylere sar - fettiğimiz için utanmak doğru de- ğildir; yoksa insanın faydanın e- siri olması lâzımgelirdi. Polis romanlarını — okuduktan ,sonra utanıyorum, çünkü hepsinde de muharrir âdeta kari ile alay edi- yor. Bu hal, Edgar Poe'nun “Mor- gue sokağında iki katil,, ve “Çalm- mış mektup,, isimli hikâyelerinde, ani polis romanı tarzının en yük- sek nümunelerinde bile vardır. Mu harrir meseleyi - içinden çıkılmaz - derecede karışık diye tasvir ettik - tensonra — birden bire onun gayet asit olduğ ispat ir. Ed - gar Poe'nun öbür ikisi kadar be - genilmiyen bir hikâyesi, “Marie Roget muamması,, bence daha gü- zeldir, çünkü onda mesele karışık olduğu gibi halli de karışıktır; mu- harrir basit bir işi, karileri şaşırt- mak için mahsus karıştırmamıştır. Basit bir meseleyi karileni şaşırt- mak için mahsus karışık gibi gös - termek... Bu, polis — r Bundan çok derin bir hakikat de çıkar: insan oğlunda hemcinsinden üstün olmak arzusu o kadar kuv - vetlidir ki nihayet kendi uydurdu- ğu yalanlara da inanır. La Roche- foucauld'nun ruhu, Simönon'un ba- şına gelenleri duydu ise kim bilir ne kadar hoşlanmıştır! “Marie Roget muamması,, nda bu utandırıcı hal yoktur dedim; çünkü o hikâye uydurma değildir, hakikaten öyle bir cinayet olmuş, Edgar Poe sadece isimleri ve yeri değiştirmekle iktifa ediyor. Muam- mayı kendi kurmamış, mevcut bir muammayı halle çalışmış, muvaf - fak olmuş, yani bu işte sahiden, hi- lesiz bir üstünlüğü olduğunu gös - termiş. Yine o muharririn “Altın böcek,, hikâyesini pek sevmem, fa- kat “Kriptografia,, (Şifre çözmek fenni) isimli makalesine bayılırm; çünkü hikâyede kendi tertip ettiği bir şifreyi çözüyor, yani T[ Öz dilimizle ] Komşu Yunanistanda Tek dil konuşurlar. Bir soydan- dırlar. Ancak — aralarında geçim yoktur. Yurt işlerinde üç kişinin bir iş üzerinde toplandıklarını göre - mezsiniz. Herkes kendi böleğinin (1) kuyruğuna yapışmış, durma - dan başka bölektekileri yere vur - mağa çalışır. Kargaşalıktan ordu da payını al- mış. Onbaşılara, çavuşlara varınca- ya kadar, ordunun ne kadar başı varsa, kendi başlarına buyruk ke - silmişler. Herkes biribirinden kuş- kulanır. Herkes biribirinin ayağı- na çetme takar, herkes biribirine pusu kurar. İşte bugünkü Yunanistan!.. Duyuyoruz ki orada işler gene karışmış. Vuran tutanı bilmez ol - muş. Törü (2) adamları — şaşırıp kalmışlar. Birer birer iş başından çekiliyorlarmış. Bunun böyle olması sözün ayağa ü indedir. kendisi için mevcut değil, halbuki makalesinde dışarıdan gönderilen şifreleri, yani hakikf — muamaları nasıl çözdüğünü anlatıyor. “İnsan kafasımım kurduğu her - hangi bir muammayı yine insan ka- fası elbette halledebilir.,, Bu, hiç şüphesiz çok doğru ve çok kuvvetli bir görüştür; fakat bunu söyliyen adam, yani Edgar Poe, nasıl olmuş da bü hakikatin hikâye ile anlatıla- bileceği zannına düşmüş? Madem ki hikâyede muammayı tertip eden de, halleden de hep bir adamdır, o hakikati hikâye ile ispat kabil değildir. Halbuki polis romanları- nın menşei, — Amerikan şairinin o sözüdür. Fransız münekkitlerinden RG - bert Brasillach geçenlerde bir po- lis romanından bahsederken - asıl mücrimin -muharririn — gösterdiği maâahiyeti iktizasındandır; — çünkü muharrir elbette hikâyesini anlat- mağa başlamadan evel sonunun ne olacağını bilir; aranan katil ise ka- tilin, hırsızsa hırsızın kim olduğu- nu bilir. Onu aradığını iddia etme- si yalandır.. Onun için muamma yoktur, gayret yoktur; muamma kari için vandır, gayrete mecbur o- lan da odur. Böylece muharrir ken- dine, kariine nisbeten bir üstünlük temin etmiş olur. Ama tamamile i- tibari, sahte bir üstünlük. Hani bir yahudi hikâyesi vardır: Kahen sa- bahleyin sapa sağlam kalkıp işine gitmiş, fakat bir saat sonra ölüver- miş; Blum, Kohen'in karısına bu felâketi bildirmeğe memur edilmiş. Kapıyı çalmış ve kadına: “Müte - veffa Kohen'in evi burası mı?,, di- ye sormuş. “Burası Kohen'in evi a- ma Kohen sağdır, ölmedi. — Ölme- diğine bahse girişir misiniz?,, Polis romanı muharririnin kariine karşı üstünlüğü de, — Blum'un Kohen'in karısına karşı üstünlüğü gibidir. — Bakım ben ne kadar akıllıyım, böyle karışık bir muammayı çabu- cak hallediverdim. — Elbette, be- yim, muammayı kuran sensin. Fransa'daki — Prince meselesi, meşhur polis nomanı muharriri Si- mönon'dan karilerin intikamını al- dı, onun da muamma halletmekte mahareti olmadığını gösterdi. Bir gazete onu, katili aramağa memur etmişti, işin içinden çıkamıyacağı- nı üç gün içinde itiraf — ediverdi. » jıülliyet’în romanı: 62 değil, büsbütün başka bir adam ol- duğunu ispata çalışıyordu. O ro - manı okumadım, onun için muhar- ririn yanıldığı hissi her karide uya- nıyor mu bilmiyorum; öyle ise po- lis romanında bir yenilik var de - mektir. Vaziyet aksine dönüyor: kari muharıtire nisbeten bir üstün- lük elde edecek, utanmıyacak, if- tihar edecek. Tamamile mevhum ve yine muharririn yardımı ile el- de edilmiş bir üstünlük mü diye - ceksiniz? Hiç şüphesiz; fakat polis romanlarından daha fazlasını bek- lemek, yani onların muharrirle ka- ri arasında iki müsavi adamın ko- nuşması halini almasını — istemek pek fazla olur. Buna vâsıl olunca polis romanı olmaktan çıkıp sadece bir roman olur. Polis romanlarında ya muharririn, ya kariin aldanma- sı şarttır; ben kari olduğum için benim değil, muharririn aldanması- nı tercih ederim. Yeni okuduğum iki kitabın biri, M. Noğl Vindry'nin La böte hur - lante'i çok karışık, meraklı, titreti- ci bi roman, fakat doğrusu tama- mile lüzumsuz. Öbürü M. Pierre Vöry'nin M. Marcel, des Pompes funöbres isimli romanı öyle değil; onda polis vakası ehemmiyetsiz a- ma ölümle bir alay var ki insana Nazım Hikmet'in Merhum'un hane si'ni hatırlatıyor. Okumağa, hatır- da kalmağa değer; bazı sayıfaları tekrar okunmağa da lâyık. : Nurullah ATA — Her hırsızlığı yapardım. Â - ma buraya geldim geleli yapmıyor- — Seni Bursaya kim getirdi. — Hani şey yok mu? Tanımaz mısınız? Hani cephede ayağı kesi- len bey amca zabit var, genç zabit.. Tahta bacak olmak için — gitti de yollar kapanmış hâlâ gelmedi. İşte o getirdi. Çok uzaklardan getirdi. Beniıq ı!e babam cephede kaldı da onun için getirdi. Tercüman bunları harfi harfine tercüme edince iki zabit çatık kaş- larını düzelttiler ve — çocuğa tatlı baktılar. Bacağı kesilen genç zabitin ana- sına küfreden ve şivesi türkçe olmı yan polis ayakta duruyordu, İki Yunan zabiti bir an bakıştı. lar. Vatan cephelerinde bacağını bırakan genç Türk zabitine ve ca« nını bıirakan Sansâaros'un babasına hürmet olsun diye Sansarosun eli« Yazan: AKA GÜNDÜZ -— Sakın hırsızlık edeyim deme! İşte o zaman seni çarşıdaki çınar ağacına kollarından çivileriz. Sansaros odadan çıkmıyor! — Hadi, evine git! Sansaros dik dik polisin yüzüne bakıyor ve yerinden kımıldamıyor! — Neye gitmiyorsun? — Ben hımsız olduğumu söyle - dim. Çıkarsam bu polis beni tutup döver. / — Bir şey yapmaz, korkma. — Nasıl yapmaz?! Büyük hanı- ma öyle kötü lâflar söyledi, öyle şeyler yaptı ki. — Büyük hanım kim? — Hani beni buraya getiren ba- cağı kesik zabitin anası. İşte o. Cadı Türk diye yakasına sarıldı. Zor kur...; < İki Yunan zabitinden birisi çocu- 8un sözünü yarıda bırakıp yürüdü ve pos bıyıklı polisin suratına bi tokat attı. SEÇe Başka bir ne beş drahmi verdiler ve serbest bıraktılar. * şey söylemedi. Us (3) u eren de ermiyen de iş- lere karışırsa sonu böyle olur. Ne mutlu bize ki sözü ayağa dü- şürmedik. İşleri aramızda öyle paylaştık ki, kimsenin Bayığı (4) kimseye geç- miyor. Törü, kendi işini, budun (5) ken "di işini bildiği için ortada en küçük sızıltı yok! Bundan dolayı ne kadar öğün - sunlar! M. SALÂHADDIN (1) Bölek — Fırka. (2) Törü — Hü- kümet. (3) Us — Millet. (4) Bayık — Hak. (5) Budun — Millet. : .. .. Bugünkü program İSTANBUL: 18,30: Plâk — neşriyatı. 19: Fransızca ders. 19,30: Türk musiki neşriyatı: (Fahire hanım, Safiye hanım, Refik, Fikret beyler.) 21,: Eş- ref Şefik bey tarafından — konferans. 21,30: Stüdyo caz ve tango orkestrası, * 545 Khz. BUDAPEŞTE, 550 m. 21: Operetlerden parçalar. 22,20: Haberler. 22,40: Sigan müsikisi, 23,10: — Hava raporu! 23,50: Bertha salon takımı, 686 Khz. BELGRAT 437 m. 22,15: Musahabe. 22,45: Haberler. 23: Sırp alk. şamı, (karışık neşriyat.) 24,30: Dans plâkları 223 Khz. VARŞOVA, 1345 m. 20,15: Dans plâkları, 20,50: Spör. 2l: Cho- pihin eserlerinden parçalar, 21,30: Konferans, 21,45: Piyano refakatile şarkılar. 22: Müsaha- be, 22,12: Tagannili orekstra konseri, 823 Khz. BÜKREŞ, 364 m. 13 - 15 Gündüz neşriyatı. — 19,05: Karışık musiki. 20,30: Üniversite, — 20,45: Plâk, 21: Konferans. 21,15: Opera parçalari. 22: Posta kutusu. 22,20: Radyo örkestrası, 23,30: Kah- vehane konseri. 875 Khz. LEİPZİG, 832 m. 20: Lauta refakatile şarki Prusya halk şar- kıları. 20,35: musahabe. 20,55: Kültür propa- gandası. 21: HaSerler. 21,10: Musahabe. 21,15: Halleden nakil (karışık neşriyat.) 23,20: Ha- berler, 23,50: Gece musikisi! 713 Khz ROMA, 421 m. 21,10; Plâk. 21,30: Spor, 21,45: neşriyat. 22,30: Senfonik konser. ŞİMALİ İTALYAN GRUPU, 21: Haberler. — Plâk. 21,45: “GUARANY,, isimli Gonresin eserelsinden opera temsili. 230 Khz. LÜKSEMBURG, 1304 m. Fransız akşamı, 21: Haberler. 21,20: Fran- sız musikisi. 22: İktisadi neşriyat, 22,30: Karı- şık konser, 23,40: Dans plâkları. 592 Khz .VİYANA, 507 m. 20,15: “DON JUAN,, isimli Mozartın eserle- rinden opera, 23,30: — aHberler, 23,50: Gece önseri. 171 Khz. MOSKOVA, 1714 m. ,21: Akşam konseri. 22: Muhtelif dillerde neş riyat. 932 Khz. MOSKOVA, (Stalin) 361 m, 18: Musahabö, 19,30: Konser (naklen) 22,30 Musikili - Öteki zabit polisin omuzundan Dans musikisi, tuttu, yüzünü kapıya çevirdi ve kı- çına muzlu çizmeleri — ile bir tekme attı. Herif apar topar gitti. Çocuğu bir efzun neferinin ya nına katıp evine gönderdiler. Fakat ertesi sabah, daha hava ka ranlıkken iki sivil memur kapıyı çaldılar ve Sansarosu gene götür- düler. Fakat bu sefer istilâ kuvvet- lerinin bürolarına değil, — mahalli polisin bodrumuna attılar. Suzatına bir şamar ve kıçına bir mahmuzlu tekme yiyen şivesi bo- zuk ve türkçe olmıyan polis bu işi daha büyük omuzdaşlarına anlat - mıştı. Onlar da bir “hüviyeti Mmeç- hül hırsız, serseri ve tehlikeli,, ra- poru yazıp Sansaros için sürgünlük kararı almışlardı. Sansaros kurtu- lamazdı ki derdini gidip düşman zabitlerine anlatsın. Ah bey amca şimdi burada olsaydı! Bey amca - nın bacağı tekti ama, belindeki ta- bancalar çiftti. Burada olsaydı bunları takır takır tepelerdi. Bu a- damlar nasıl adamlardı? Nereden gelmişlerdi? Tıpkı müftünün baş - muavinine benziyorlardı. Büyük hanım onu bir gün müftüye götür- müştü de başmuavini: — Bana bak hatun! demişti. Oğ- lunun bacağını hangi zındık con Tü:k kestirdi ise ona git te bu ço- cuğu alsın. sek yeridir. Başımızdakiler, var ol-| 20,48:-Plâk. 21: Plâk, 21,30: Slav ınu..k..ı_ STT ÜRÜİDÜ M Rer0ş “zuya mutabıktır. Daha ne arıyor?... — Bana iyi bir zevce bulunuz. Evlenmek istiyorum. Akrabaları Cemilin bu sözlerini hayretle karşıladılar. Çünkü onlar Cemilden bunu tam yirmi senedir bekliyorlardı. Bir türlü evlenmek istemiyen, her fırsatı kaçıran, bü- tün izdivaç ihtimallerini ortadan kaldırmak istiyen Cemil, nasıl olu- yor da bu defa evlenmek istiyor - du. Hayret. Octave Feuillet-der ki: “Dimağ, emretmedikçe evlenme- yiniz.,, Cemil Feuillet'yi çok sever. O da mantığının emtini bekledi. Bugün artık ona kafası emrediyor. — Evlen!. O da evlenecektir. Hisle izdivaç olmaz. Bu, on sekizinci asrın izdi- vacıdır. Eflâtuni aşk ile izdivaç ol- maz. Grizi izdivaç olmaz. — Bana iyi bir zevce bulunuz, diyor, fakat ilâve ediyor: — Zengin olsun ha! O, güzellik aramıyor, sadece zen gince olsun diyor. Yani tam asrın icap ettirdiği bir izdivaç istiyor. Bugün kim olursa olsun evlenir- ken ilk önce “nesi var?,, diye soru- yorlar. — Kamburu var. Dedikleri zaman: — Onu sormadım. Malını, para- sını sordum. Kamburundan bana ne!... diyorlar. Gerçi Cemil ticaret yapar gibi de evlenmek niyetinde değildir. Fa - kat: — Ne de olsa “mal canın yonga- sıdır.,, diyor ve belki de haklıdır. Neyse, uzatmiyalırm. Ona akra - - balanmı bir kız buldular. Zengin bir kız. Cemil onlara sordu: — Nesi var? |— İki köşk, bir apartıman. — Güzel değil. — Çirkin mi? — Çirkin de değil. — Kısa boylu mu? — Vallahi ona kısa boylu da den " mez. Cemil suallerinde * derinleşiyor. 1 paralı bir izdivaç yapmak ni Fakat Cemil, ne de olsa hayatını da mide bulandırmıyacak derece- de olmasını gayriihtiyari istiyor. — Sakat mı? — Hayir hayır! — Şişman mı? — Vallahi ona şişman denmez. — Zayıf mı? — Vallahi ona zayıf da denmez. — Ey? — Onu görmek lâzımdır. — Alâ, Sözleştiler. Maaile, hep birlikte Burgaz Adasındaki köşklerine git- tiler. Hizmetçi onları karşıladı. O- turdular. Beklediler, — beklediler. Kimse gelen giden olmadı. Beye - fendi İstanbula inmiş. Hanımefen- di Yalovada misafirmiş. — Küçük hanım?... O da banyoya gitmiş. Şimdi ge- lirmiş. Köşk denize karşı. Denizle köş- kün arasında on adım ya var, ya “yok. Kumsal kenarında, Hepbirlikte beklemekten canları sıkıldı. Balkona çıktılar. Öteden be- Sansarosu kimseye göstermeden ertesi sabah postadan postaya tes- lim Eskişehime kadar defettiler. Fakat Sansaros Eskişehire gir - - medi. Beş altı gün süren bu posta- dan postaya teslim zamanında bü- tün zekâsını işletti. Ve bir gece kayıplara karıştı. Halbuki basitti, altında uyukla- dıkları bir çınarın en tepesine ses- sizce çıkıp beklemişti. Arayanlar bir tarafa seğirtince — indi, aykırı tarafa da o seğirtti. Bereket versin kış mış değildi. yordu. Fakat bir dilenci gibi değil; insanlardan hak isteyen bir efendi gibi. Avucunu açıp açlığını söyle- miyordu. Kara boncuk — gözlerile öyle bir bakıyordu ki görenler: — Ben açım! Doymak hakkım- dır. Demek istediğini anlıyorlar ve ne varsa az çok veriyorlardı. Bazı da vermiyorlaridı ya, neyse. Sansaros git gide hassasiyetini kaybediyordu. Hafızasını ve haya- tını hiç korcalamıryordu. — Aklına bir şey gelse hemen başka bir şey- le uğraşıyor ve aklına geleni unut- mağa, savmağa çalışıyordu. Yukarıbatak köyünde Şaban Ça- vuşun çobanına yamak oldu, bo - a Ş Bear Si 5 ğazı tokluğuna ve sırtı pekliğine. — Alâ, güzellikten kaç numara. teşilik edecek olan mahlükun biraz | Köylerde dileni- , Cemilin karısı riden konuştular. Biraz sonra, evet biraz sonra... Sonrasını Cemilden dinlemeli. Cemil — arkadaşlarına şöyle anlatır: — Bana “bak bak,, dediler. De- nizden çıkıyor. Bakındım. Deniz - den çıkan bir küçük hanım arıyor- dum. Bir şey göremedim. “İşte ca- nım,, dediler. İşaret ettikleri nok- taya baktığım zaman bir fok balı- ğının kumsaldan köşke doğru yu - varlana yuvarlana gelmekte oldu- ğunu gördüm. Geldi. Elimizi sıktı. — Safa geldiniz, dedi. Oturdu ve artık hiç konuşmadı. > Biz öteden beriden bahsettik. Denizden, sudan, havadan bahset- tik. Onu konuşturamadık. Kalktık. Arkadaş'arı Cemile sordular: — İşte onunla evleniyorum, de- di. “Güzelmi?,, dediler. “Güzel den mez,, dedi. “Çirkin mi?,, dediler. “Çirkin denmez,, dedi.. “Kısa mı, şişman mı, zayıf mı?,, “Kısa den - - mez”, “şişman denmez”, — “zayıf denmez,, dedi. — Ey?.. dediler. — Onu görmek lâzım. Evlenme dairesinde onu Cemilin kolunda gördüler. Cemil hakikaten bir fok balığı ile evleniyordu. Ama şimdi siz diyeceksiniz ki: — Caniım, fok balığı nedir? Gü- zel mi, çirkin mi, şişman mı, zayıf mı? Hayır! Hayır! Hayır. — Ey?... : — Onu görmek lâzım. Kısaca bir fok balığına - ipekli, kısa etek giydiriniz. İşte- Cemilin karısı. ' Ve. .:.« Ve Cemil mes'uttur. SEM “ MİLLİYET” tir. ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye için Hariç için L.K. L.K. Asrın umdesi 3 aylığı . Kari mektupleri Et meselesi ÜUsküdarda oturan iki okuyucumu: dan şu mektubu aldık: ü Evvelki gün bir akşam gazetellnd (Et meselesi) başlıklı bir yazı çıkmı tı. Bu yazının tavzih ve tashiha mü taç bir çok noktaları vardır: 1 — Mezbehadan alınan et fiatin ayrıca nakliye ücretini de ilâve etm€ lâzımdır. Çünkü kasap dükkânma'm behada alınan fiate değil, ilâveten | her koyun otuz kuruş masrafla geli ki nakliye, Kasaplar Şirketi isnıind’. bir teşekkül tarafından yapılır. Sani yen otuz otuz iki kuruşa kadar tol’fl almnan koyun eti iddia edildiği gibi * li beş altmış kuruşa değil, şehrin tarafında Balıkpazarı, Beşiktaş, Usk dar, Gedikpaşa gibi yerlerde 35 azi mi 40 kuruşa satılmaktadır. Ve bu € büyük yazılarla dükkânlarda halki ilân ediliyor. Ancak kıvırcık gibi m€ behada 43 - 44 kuruşa almman etler kuruşa lmaktadır ki o l da mahduttur. ) 2 — Böyle otuza alınıp altmışa $? ER Y öle d tükür yaptldığın ' bi, kasap dükkânlarının çokluğu, ist lâkin azlığı ve binnetice az satılan M tara çok kâr ilâvesi suretile idare 7? rureti gösteriliyor. Bu sözde bir mâ sat olsa gerektir. K 3 — Keçi, kıvırcık meselesine gGl',' ce; bu hayvanların derileri kâfi der€ cede işe yaramamasıdır ki bu zevat'ı vadide söz söylemeğe sevkediyor. ğer hakikat hüsnüniyetleri var$? halkın koyun yerine keçi yememesi/ istiyorlarsa evvelce her kesilen hayV na cinsini gösterir vurulan damgay! ! niden ihtas için çalışılır, mesle k: maz. Zira keçi ve manda için kullar! lan kırmızı damgayı halk pekâlâ Öı, renmişti ve bu suretle bu iş kendiliği' den halledilmişti. Her ne sebeptens? bu usül kaldırıldı. Keçi eti satmak İ ayrı ayrı dükkân açmak külfetine ' lüzum var?. Esasen mezbehada m! cut olan damgalar eskisi gibi kull. sın. Ama bilmem ki herkesin işine 8? İir mi?.. Istanbul'da kıvırcık koyun" olduğunu inkâr etmek yukarıda ar7? dildiği veçhile keza “deri,, işine bağ” Irdır. Mezbeha baytar heyetince kIY' cık ve kara yaka koyunları gayet Ğ k zel olarak yekdiğerinden tefrik edile bildiği ve ona göre mezbehada re! kayıtlar mevcut olduğunu hatırlatm? kâfidir. Binaenaleyh arz ve izah edil diği veçhile İstanbul l İi yapmıyorlar, kazançları nermalin fet kinde değil, belki dunundadır. ı Askeri Tebliğler Tecil muamelesi Beşiktaş Askerlik Şubesinden: 5)0 XB veRüalei y tâbi mekteplerde tahsile müdavim ef şubede tecil muamelelerin Eylülülv rinden itibaren tek günlerde yapılı gı' Gelen evrak geri geçen nüshalar 10 kuruştur.— matbaaya ait işler için müdiriyete müra- caat edilir.. Gazetemiz ilânların mes'uliye- tini kabul etmez. Ş Gazete ve ve inievvelin da bi g nun için tecil muamelesi için çift gün lerde mü t edilmeyip behemeh '_ ğ günlerde şubeye müracaat olunm->*: ilâf olunur, l Tatillerdon istifade ediniz. BERLİTZ“ MÜHİM — TENZİLÂT.. İstanbul TALEBELERE & 20 Ağustostan 30 Eylüle kadar T. L. 5 her lisan için kurslar açılmıştır. Husust derslere bu müddet için: KAYDA BAŞLANMIŞTIR. 373, İstiklâl Caddesi aa Konya caddesi Bir Asrt Lisan Öğreniniz 2 ğ “| g Ankara | İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Herik ve hayat üzerine sigorta muameleleri icrı_ eyleriz. Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir a Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında z Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. Telefon : Aşağıbatak köyünün ağası deli- celerin Hacı Ramiz oğludAhânet Şa: ban Çavuşun düşmanı idi. Bir tür- lü ge%inemeılerdi. Rekabeti son sı- nırına kadari götürürdü. Ay geçme- den Sansarosun ne çalışkan bir ço- ban y ğı olduğ kendi ad larından işitince bir gün değirme- ne çağırttı. — Benim yanıma yamak gel, de- di. Şaban Çavuş sana bir şey ver- mez. — Ama o beni ne dövüyor ne sö- vüyor. — Alıştırıyor. Hele bir eski de gör bak döver mi dövmez mi? Sansaros gitmedi ve olanı biteni Şaban Çavuşa anlattı. Aslında bir köy olan ve iki mahalleye ayrıldığı için aşa, yukarı diye anılan Batak- Lı'da hadi yeni bir iş daha çıktı. Bir gün kör Ahmet ansızın Şa - ban Çavuşun odasına girdi. — Çavuş! dedi. Sen bana gücen- mişin. Ben hiç elin ne olduğu be- lirsiz çocuğu için sana düşmanlık eder miyim? Yalnız o piçi gözüm tutmuyor. Öğüt verdim. Çalışırsan ağan sana iyi bakar. Davarı bırakır da şuraya buraya hırsızlığa gider- sen.,. — Hırsızlığa gideceği lâm? ne ma - 4.4887 6 A — Hani söz aramızda, gün vebalini boynuma almayım işittiğime göre vişne çalarken müşler de. — — Ben görmeyince - i Yıllarca askerlik ettim, görme©, ğim kalmadı. Onun için her işe ” denbire eyvallah diy ; Şaban Çavuş Kör Ahmetle kırgın konuştu ve kırgın ayrıl Bir gün Kör Ahmedin değir” ninde çalışan birisi geldi, Çavuşa ağasının ağzından şu beri verdi: ğ — Sizin yamak çocuk, bi ğanın davarından bir kuzu p kesmiş etini bir bağ bıçkısm::'ky genelere satmış. Derisini de ' mış. Bizim çoban görmüş. ,ö!' mış ama, bırakmış, bir de seh ? diş sin diye. Ağam böyle tembible” — miş. BJ Sansaros inkâr etti durdu: p öteki çocuklarla çomak OY':i v dum. Davar da gölgeleniyor kuzu muzu çalmadım. k ğ çalsam saklamam, söylesim: ki Sabahleyin buradan çafl" * b*'"ı rıp giden çingenelere vel'l:l;ey' ka bir çingene görmüş. On di dılar. Böylece söyledi. Bağ b.a/ nı alırken de değirmencinin * görmüş. O da ıöylîi-i-m_ giz N SAÇ H