OZ EEE re ş ) 8 k İctimai bahisler Zehirden şifa Hekimlik mesleği niçin bir yılan resmile temsil edilir? Eski Yunanlılarda hekimlik ilâ- hı sayilan Eskülap bir elile burmalı bir baston öteki elile de bir yılan başı tuttuğu, ayağının ucunda da bir köpek yattığı halde tasvir edil- emiş olduğu için, derler. Burmalı baston hekimlik sanati- nin güçlüklerini gösterir, köpek a- çık göz bir hayvan olduğu için he- kimlerin daima uyanık, açık gözlü Yulunmaları lâzımgeldiğini ifade edermiş. Fakat yılanm manası ne- dir? Bu mesele asırlardan beri herke. sin merakına dokunmuştu. Rivaye- te göre, eski Mısırlılar, onlardan önce Fenikeliler yılanı akıl ve dira- yet timsali sayarlar, ona ulühiyet isnat ederek pek ziyade hürmet e- derlermiş te Yunanlılar da bekim- leri akıllı ve dirayetli adamlar diye saydıklarından hekimliği yılanla temsil etmişler. Vakıa Tevratta yılanı hayvanla- rın en kurnazı, hattâ en büyük ba- bamızla en büyük anamızın meş hur yasak meyvadan yiyerek cen- netten kovulmalarına sebep odur, diye gösterir... Eğar hâkimlik mosle- İi hakikaten yılanın kurnazlığın. dan yahut aklından ve dirayetinden dolayı bu hayvan resmile temsil e- dilmişse, bu tavsiye hekimlik için pek te büyük iltifat sa; « Çün kü Tevratın dediği ve zaten haki- katte te olduğu gibi, yılan daima yerde sürünmeğe üm olmuş- tur. Halbuki hekimlikte daha eski Yunanlılar zamanından beri, hattâ onlardan pek çok daha önceden Yazık oluyor... İzmirde çıkan “Ticaret poslası,, 18 Temmuz günündeki sayısında Tireden şöyle bir duyam (1) veri- yordu. / “Dünkü.parazda 30 karpuz el- Hi kuruşa, 60 kiloluk büyük elma- ler, 25 kuruşa, 25 patlıcan beş ku- ruşa, dört kilo domates, 5 kuruşa, On kilo fasulye beş kuruşa satıldı. Gene de alıcı bulamadı.,, 30 karpuzun'elli kuruşa satıldığı Tire, demiryolile İzmire dört saal- Hik, İstanbula 24 saatlik yerdir. Burada, karpuzun en kötüsü on kuruşa satılerken Tirede altmış pa- ralık iri karpuza alıcı çıkmıyor. Tirede tanesi sekiz paraya satt- lan patlıcanları biz burada bulsak, elini öper, sedire oturturuz. Çünkü yenilebilecek patlıcanla- rin anesini üç kuruştan aşağı ala- mıyoruz. Domates, ona göre.. Öteki yeşil- likler ona göre.. Bu işin nice olduğu, nasıl oldu- ğu o kadar belli ki burada işi uzat- mak istemiyorum. Tirenin yetişken leri (2) buraya dosdoğru gelse, ve bir tek kişinin elinden geçmiş ol. sa, yeşili ve yemişin bu kadar bol yetiştiği yerde, alıcı azlığı gö- rülmezdi. Adına kabzımal dediği. miz barımçekenleri (3) ortadan kaldırmazsak, Tiredeki ucuzluğa böyle yıllarca uzaktan ağız şapırda ter, dururuz. Biri yer, | biri bakar, gürültü ondan çıkar, demişler. Tirelinin domatesine, patlıcanı. na, eriğine, armuduna böyle imre- ne imrene bizi baktıran, arayerde- ki zincirleme elleri kırmak gerek- tir!.. Çünkü hem içerlek balığ (4) lara yazık oluyor, hem İstanbula. beri, daima yükselmek istiyen bir meslektir. Eski Romalıların büyük tabiiyat âlimi Pline yılanm ne ulühiyetine, ne da aklına ve dirayetine inan- madığından ve Eskülap'in bir elile yılan başı tutmasını sadece hekim- lerin yılandan birçok kıymetli il lar çıkarmalarından ileri geldiğini söylemişti. Fakat bu Alm Yunan hekimlerini sevmemekle meşhur ol. duğundan onları temsil eden resme dair tefsirine de inanan olmamıştı. Halbuki Romalı âlimin haklı ol- duğu şimdi meydana çıkıyor.Yılan zehiri şimdi hekimliğin en kıymetli ilâçları arasına giriyor. Yakmlarda bizim gi le, yılan tutup Av- rupaya göndermek için sipariş al- muş birtakım kimselerin memleketi- mizde de yılan aramağa çıktıkla- rını yazmışlardı. Daha geçen asrin o ortalarında Brodeaux'lu bir hekim koleraya tu- tulmuş bir gemicinin — kaptanm ısrarı üzerine — bir akrebe mah- sus soktürularak hastalıktan kur- tulmuş olduğunu, yüzünde kanser bulunan bir habeş kızının da eşek arısı sokmasından ( sonra şiddetli ağrılarından kurtulduğunu, hattâ kanserin de kapandığını anlatmıştı. Birkaç yıl önce Amerikalı bir he- kim miskin illetine tutulmuş bir has tanın örümcek sokmasından sonra sancılarının geçtiğini görmesi üzeri ne kanser hastalığında yılan zehiri kullanmış ve bunun daha iyi geldi- ğini haber vermişti. Geçen yıl Parisli doktor Taguet Amerikada işe başlıyan | doktor Monaelesser'le birlikte devamlı tec- rübeler yapmış ve kanserli hastala- rm hiçbir şeyle dindirilmiyen san- <ılarını geçirtmek için yılan zehirin den çok istifade ettiğini haber ver- M.SALAHATTIN (1) Duyum) — Haber, (2) Yetişken — Mahsul, (3) Barımçeken — Kabzr- mal, karşılığı, (4) Balış — kasaba. re kanserli hastaların bazıları ye lan zehirile o şiddetli sancılardan kurtulduktan başka hastalığın esa- sen durduğunu da o görmüşlerdir. Hattâ aralarında (o birisi bu ilâçla 12 kilo da kazanmış. Birkaç ay evvel Doktor Piton da yılan zehirile kanserli hastaların hem ağrılarmı dindirmiş, hem de kanserin eridiğini görmüştür. Bu haberlere göre yılan zehiri yalnız sancıları dindirmek için muvakkat işi bir ilâç edil, hastalığı kökünden iyi etmek için esaslı bir ilâç gibi geliyor. Fakat | hekimlerin çoğu şimdilik onun yalnız ağrıları dindir mek hassasına inanıyorlar. Zaten bu kadarı da hastaları morfinden kurtardığı için gene büyük bir iylik “ ir, Bununla beraber, yılan zehiri- nin kanseri kökünden ti; hassasından ümidi memek lâzımdır. Doktor Calmette'in fareler de tecrübeleri yılan o hayvanlarda kanseri kökünden iyi ettiğini göstermişti. Daha başka hekimlerin söyledik- lerine göre yılan zehiri kan akma- larıma, damarlarda kan tazyikini düşürmeğe de iyi “geliyor.. B'r ta- raftan kansere, bir £ taraftan kan tazyikini düşürmeğe, yani şimdiki halde hekimleri en ziyade düşün- düreri iki büyük derde deva olmak. Ne mutlu zehirli yılanlara! Yılan gibi. tabiri de artık zararlı olmak değil, bilâkis insanlara fay- dalı olmak manasına gelecek. VA. o oo MİLLİYET PAZARTESİ 30 TEMMUZ 1934 “Günlerin nasıl geçtiğini bilmi- yoruz. Şu küçük yalıya geleli belki on beş gün oldu. Daha iki saat ev. vel gelmiş gibiyim, Günlerin nasıl geçtiğini anlamıyoruz, mes'ut mu- yuz? bilmem. Fakat herhalde he- yecanlıyız. O da, ben de. Cebimde uzun zaman bi- zi burada bu şerait içinde yaşatabi- lecek kadar para yok. Eğer bir vur- gun daha O yapabilirsemne âlâ! Yapamazsam onu bu güzel dekor içinde bırakıp kaçacağım.,, Şu satırları size bir hikâyee yaz- mak için kendimi zorlamış ta yaz- mış değilim. Bunları bir budalanın defterinden aynen naklediyorum. Zaten kendimden size bir şey ilâve ım. Bu budalanın def- için ne ayırabilirsem onları yazacağım bu obudalada- kim? Bu “defter,, nedir? diyecek- siniz. Bakınız ne tuhaf (o tesadüf. Bu yaz Vaniköyüne taşındık. Taş dık denemez ya! Yazı geçirmek i- çin geldik. Küçük bir yalı. Tahta silici kadn üst kattaki küçük oda» da bir defter bulmuş, bana gettir- di. Ben daima denemişimdir. Be- nim hikyelerimin mevzuu ekseri- ya benim ayağıma gelir. Zah- metsizce onları İnveririm. İşte bir küçük defterki üç beş kü- çük sayfasını size aynen nekledece- ğim. Hakiki olması itibarile bir ya- landan fazla herhalde daha ziya- de sizi memnun bırakacak. Kırmızı kaplı bu küçük defterin yukarıya naklettiğim satırlarında sonra aşağılara doğru okuyorum. “En çok hayret ettiğim şey, bu kadın, bu güzel mahlâk benimle önünde deniz, ardında dağ. Bu hüc ra yalıya tekbaşına nasıl geldi? Val lahi şaşıyorum. Öyle ya! Böyle ip- siz bir çapkınla bu işe razı olmak hayli cesaret doğrusu, Dün gene “İstanbula imeyim, ak- şama erkence dönerim,, dedim. Bı. rakmadı. Peki ama para bitince ne olacak? Acaba beni havadan geçin diren bir mirasyedi mi sanıyorbu kadm?... Şöyle bir kolaçan edebil- sem belki küçük bir vurgunla döne- rim de bir müddet daba şuracık- ta beraber, baş başa yağardık. Ya- lm ikinci taksiti verilecek. Ben de metelik yok. Seb#evat” ge- tiren adam busabah < para istedi. “Iki gün sonra gel,, dedir. Iki gün sonra.. peki iki gün son- ra ne olacak?. Burada iki zavallı ikamet ediyor. Şunlara biraz yar- dım etsek diyecek bir insan kapı- mızı çalar mı acaba? Kimin umu- runda. Şurada açlıktan canversek, Bir lokma ekmek yollryan olmaz.,, Birkaç sayfa hep böyle parasız- lıktan ve alacaklıların şikâyetlerile dolu, Yirmi sayfa kadar okudum, henüz bir şey anlamış değilim. Ge- çiyorum., Biraz aşağılardan devam edelim. “Dün Istanbula indim. Tanıdı- ğı 'ne kadar kopuk varsa hepsini dolaştım. On kuruş bulmak müm- kün değil, Artrk ümidim kalmamış- tr, Altıyı kırk beş vapuru ile döne- ceğim. Hayır para bulamazsam - dönmiyeceğim şu satırları Galata- da bir kahvede yazıyorum Rıhtrm- daki hamallara gıpta ettim. Onlar ne güzel çalışıyorlar. Ve taşıdıkla- rı malların götürdükleri yerlerden derhal paraları alacaklar ve bel- mişti, Bu doktorlarm rivayetine gö- M — Uslu otur! Cepheyi boylar- sın! — Edepsizlik etme, Cepheye göndertirim! — Rahat battıysa haber ver cepheye sürül! — Alimallah cephelerde sürün- dürürüm! Demek vatan için, millet için kurulan cepheler bu kadar fena, bu kadar zindan, bu kadar edepsiz. yatağı!! ş Bu hakareti edenlerin ruhlarma, yüreklerine, vicdanlarma, ilikleri- ne sinen bu bozukluk, bu alçaklık nereden geliyor? Türkün mayasın- da, cevherinde böyle bir şey yok- Cephede ölmenin şerefi, geride milleti soyup soğana çevirmenin şerefsizliği yanmda biçe indirili- Or, 7 Bir gazete büyük anafartalar cengini kazananm resmini bastığı | için kapanıyor. Galiçyada bir düsman fırk*oa iMiyet'in Tomanı: 36 Yazan: AKA GÜNDÜZ karşı duran genç mülâzrmın adını yazmak ! Çölde bir avuç kahramanı ile al kana boyanup muzaffer mi- ralayın kim olduğunu bildirmek en büyük günah! Çünkü bunlar birer milli kah. ramandırlar. Eğer onları millet öğrenirse, s6- verse, inanırsa belki bir gün başla- rma kuvvetli siyasi rakipler kesile- bilirler. Fakat ölen yiğit yüzbaşı, Ölen fırka kumandanının, Ölen Mehmetlerin adları sanları sayfa sayfa yazılıyor. Çünkü on- lar artık dünyada değildirler ve dünyada bulunmadıkları için si; şi, bet tehlikesi teşkil edemez. ler. Biz unuttuk. Hepsini unuttuk. Fakat tarih te unuturra. O da Türk tarihi değildir. İşte böyle b'r devirde jandarma kumandanın yazısına çizisine kim aldırır? Bunu jandarma ku- mandanı da biliyordu Fakat vic- dan borcunu ödemek, belki tehdi- dine inandırmak kayguşuna karşı dayanamadı. Geçen kış gözleri ile görmemiş- miydi? Cephelerde bir kaç defa yaralandıktan sonra hava tebdili- ne gönderilen askerler kralı, dağ yollarında serilip kalmışlardı. On- İarı birer eşeğe, kağnıya yükleyüp köylerine kadar gönderebilmek i- çin günlerce çırpındı. Tahsisat ve- ren çıkmadı. Bereket versin köy kadınlarına, onlara söyledi, kadın- lar bu sıska, fakat arslan Mehmet- leri sırtlarında götürdüler. Polis müdürü Hafız Bey bunları bilmiyordu. Akıl erdirecek kabili- yette değildi. O yalnız bir noktada Jandarma kumandanından çekin- işti: Vali noktasmdan.. Çünkü vali jandarma kumandanını, polis müdüründen daha çok seviyor ve tutuyordu. Eğer kumandanla ara- larında bir hır çıkarsa, partiyi ku- mandan kazanırdı. Onun için mek tep müdürüne telefon etti: — O piçi gönderiyorum. Şimdi- lik ses çıkarma. Bu işi kapat. Se- beplerini sonra anlatırım. Yeni ge- Kırmızı defterin esrarı len muallimler de siyasetle uğrası- yorlar mı? Göz kulak ol, Bu . gece | bize gelsene. Kıymalı börekle bak- | lava var. ki onların da birer karıları var, On- lar akşam olunca kadınlarının ya- nma dönecekler ve o mesultular. Ben “armut piş ağzıma düş,, diyo- rum, Bu kâbil mi? Yazık, yazık eğer ben para bu- lamazsam o kadını öylece önünde mâi deniz, ardında yemyeşil ağaç- lar, o güzel yuvada terkedeceğim, ha. Gene Galatanm sabahçı kah- velerinde pinekliyeceğim ba. Tuh. Tuh bana., “Vapurdayım dönüyorum. Rıh- tm kahvelerinde ümitsiz bir halde iken şimdi cebimde yetmiş beş lira ile bu dönüş benim bile anlıyama- dığım bir tali, Benim bile inanamı- yacağım bir dalavere. Haydi hayır- İsi, Şu Franko yaman herif vesse- lâm, Nasıl da birden aklıma geldi. Kahveden nasıl fırladığımı bilmi- yorum. Doğru yazıhanesine- Üç bin liralık bir ticaret kelepirini duyar duymaz hemen yetmiş beş papeli e- lime toka etti. Yarabbi insanlar ne tuhafdırlar? Bir defa aldandıktan sonra artık bir daha kafese girme- meğe çalışsalar ya. Meselâ şu Fran- ko yüzde yüz kişiyi kafese koyar ve kazanır, Gel bu adamın şimdi şöyle meteliksiz bir herife çıkarıp yetmiş beş papel verişine bir mana ver bakalım gerçi bizim kaşkari- komuzun azametine de diyecek yok ama. Ne de ölsa bir insanın bu de- virde babasına itimadı olmama | " sı lâzımgelir. Koca pinti yahudi.Bu ikinci gaflet. Yahu bir adam düşü- nür “bu herif bana bir defa daha geldi yüz elli papelimi deve yaptı. Vadetti falan, tüydü, gitti ve bir da- ha görünmedi. Artık şu dolandırı- cıya metelik kaptırmayalım demez mi? Hayır. Neyse üzümü ye de ba- ğını sorma derler. Genç şairin de- diği gibi “havada bahar, cebimde yetmiş beş papelim var.,, Kırmızı defter bitiyor. Allah Alah diyecek- siniz. Nasıl biter Evet burada yal- nız beş satır kaldı. Onu da nakle- deyim siz de anlıyacaksmız. Anlı- yacaksınız ki defterin başmda bir budalanın defteri o demekte nasıl gaflet etmişim. Asıl budala ben i- mişim de haberim yok. Gelelim defterin son satırlarına: Bugün veda günü, Küçük bavu- lum hazır. Papeller bitti. Münire uy kuda, İlk vapur altıyı çeyrek. Va- pur vaktini bekliyorum. Yalıya dön memek üzere bu gidişte bile güzel, ae bir heyecan var. Haydi hayır- rr.” Merak ettim. Bu budala ne diye kaçtı? Mümire ne yaptı? Merakımı üç gün sonra karşımızdaki bahçe- yandan öğrendim. — Bırak canım şu dolandırıcıyı karıyı iki gün iki gece ( bekletti. İ Savuşte. Köyde uçan kuşa borcu | var, ! — Peki hanı nem oldu? — Ne olacak bir sabah ilk vapur la o da sirra kadem bastı. İşte şimdi bu iki garip (o mahlü- kun balayı geçirdiği yalmın üstka- tındaki küçük evde bütün bir yazı geçirmeğe mecbur olacağım her a- ! dımda hatıraları var, SEM ZAYI — Arabamın 2432 nümerolu plâ- kasını kaybettim, Yenisi almacağından diğerinin hükmü yoktur. Salih. (1504) Sansaros nereden geldiğini anlı" yamadığı bir rahata kavuştu. Ra- hat sandığı şey de kimsenin ken- disile meşgul olmayışından başka bir şey değildi. Düğme oyununu bırakmıştı. İ- çinden hırsızlık çıkmıyacağını tah- min ettiği oyunlar oynayordu. Bu- bizila berke irsla biz yine » bir iğne yiyiyordu:. — Salih! Hırsız Sansarosa söy- le, anbar memurundan sınıf için tebeşir alsm. Yanında sen de dur. İyice say, bir ikisini aşırmasın. — Ali! Hırsız Sansarosu hesap muallimi çağırıyor. — Hırsız Sansaros başın toz içinde, git Sansaros bunları iyor, ses çıkarmıyordu. Ne kadar inatçı, dayanıklı olursa olsun (o dayaktan yılmışlı. Şimdi çocuklar arasında d.d arı vardı. Bunlar da ni- çin düşman olmuşlardı? Bunu bir türlü anlıyamıyordu. Artık çeşitli oyunlardan da vaz- geçmişti. Bir iki has arkadaşı ile bir köşeye çekiliyor, toprak üstüne çizgisini çizip ya üç taş, yahut su yolu oynuyordu. Bir gün mubassır sordu: — Ulan hırsız Sansaros! Şimdi düvme oynamıyorsun ama, mintanında tek düvme yok. Düv « TEL Bugünkü program habe, 21,40: Karişik Radyo orkestrası, 23: (opereler.) Kh. PRAG, 470 m. 18,0: Plök, — Musahabe. 19, 19,10: Plâk. M il, 20, Khz. BRÜNO, 125 m. 18,85: Almanca 19,20: Sonatlardan mürek- kep fantaziler, 19,45: neşriyatı. 18,85: Pragtan nakil, 20,30: nili radyo Popuri” vi. 21,45: Pragt Khz. PRATİSLAVA, 288 si. Khz. BUDAPEŞTE, 560 m. Tiyatro sanatkârların müsamereleri. 33; ilik haberleri, 24: Gece kem- , HAMBURG, 332 m. ieh Marsehnerin o..rlarinden 22: Chamberlain meşriyatr. 23: Haberler. 24: Akşam siki 21: Kek lmancn meyriyak, 2306: İngilizce, Macaren. 592 Kb. VİYANA 507 ma 19,23 Salzburg'tan Vagser İsokdr operas, 24 Haberli sikini 686 Khz. BELGRAT 437 mi Tristan end 30 Dans mu“ 20,10 Radyo orkestran, 21 Müsahaba, 71,0 Rossini'nin Barbisr de Seville i (plâk ile) Müteskibem : Dan illiyet bu süt yönlere tavassut O istiyenler bir mektupla İp bür muza müracaat etmelidirler, İş arayanlar Ingiltere ve sair memleketlerde ça bışmiş iyi İnglizce okur yazar konuşur bir genç hizmetcilik, uşaklık, hademe Ek veya saire bir iş aramaktadır. Mil. liyet Bakırköy rumuzuna müracaat, “hası Belediye bahçesinde İıtanbu! Belöğüyeşi | 28-934 Perşembe ŞehirTüyafnosu | sünü akşamı saat A Kv İM sero. rp m ğa 3 Perde Yazan Ekrem Reşit Havs yağınurlu olduğu takdirde tem- siller kışlık sahnede verilecektir. Istanbal ikinci iflâs memurluğun- dan : İstanbulda Sultan hamamında 33 numarada Güldoğdu mağazasında Tu- | hafiyeci Nesim Hayim Abuaf efendi hakkındaki iflâsm kaldırılmasına mah- kemece 268-7934 tarihinde karar veril- miş olduğu ilân olunur. (1505) melerini ne yaptın? Sansaros gayet tabii bir sesle ce- vap verdi: — Koparıp attım. Mubassır niçin kopardın? diye. ceğine bir kaç tokat attı. Çamaşır. haneye gönderip yeni düvmeleriçi diktirdi. İki gün sonra baktı ki San saros'un çamaşırlarda gene bir tek düvme kalmış.! — Ulan hırsız! düvmeler ne ol. du? — Kopardım attım! Ey! Böylesi değnek © dayağını hak eder mi eder. Birer ince kemik demeti olan a- yaklarına on değnek yedi. Uzak - tan bunu gören hesap muallimi, raubassır çekildikten sonra Sansa- ros'u çağırdı. — Oğlum! dedi. Bak, sen çalış- kan, akıllı bir çocuksun. Her ders- ten iyi numara alıyorsun. — Niçin düvmelerini koparıp atıyorsun? Sansaros muallimin yüzüne bak- tr. Muallimin gözlerindeki şefkatli bakışa inandıktan sönra dedi ki — Düvme yüzünden adım hırsı za çıktı. Ben düvme istemem. Döv- sünler, zarar yok, hep düvmelerimi koparıp atacağım. Bana hırsız di yorlur. Düvme olmasaydı hersız de- miyeceklerdi. Muallim SanssFos'un sırtını ok- kma bir şeyler konuştular. İstanbul Harici As“ Kıtaat ilönlari 4 Çorludaki kıtaati çi lıkla 12,000 kilo Sığ nacaktır. Pazarlığı 4 Salı günü saat 15 ted nameyi görmek isteye lerin her gün ve paz# tirak edeceklerin saatte teminatlariyle yona müracaatları. (4192) ... : Tekirdağ kıt'atı içi kilo Gaz yağı açık müsli ya konulmuştur. İh: 20-8-934 pazartesi SU i 15 tedir. Şartnameyi & isteyenlerin her gün mi saya iştirâk edecel belli gün ve saatte FU tmalma komisyonuna “5 caatları. (21) (4271) Tekirdağındeki kit çin 12,000 kilo koyun kapalı zarf usuliyle mü ye, konulmuştur. İİ 22-8-934 çarşamba gülü 15 tedir. Şartnameyi £* isteyenlerin her gün saya iştirâk edeceklerin gün ve saatte Fırka ma komisyonuna mü rı, (22) (8 4 Isparta kıt'asmın 9 si Eylülünden ii 3 en ğustos gayesine ar nelik 270,000 ve Elmalı? sr için 934 Eylülünden ” gustos gayesine 5 nelik 187,000 kilo un W ları kapalı zarf suretiy”” nakasaya konmuştur. # kıt'atı unu 19-8-934 Fil günü saat 9 da ve Elma İr unu aynı günde saat Mi ihale edileceğinden tali Isparta Satmalma komi na belli saatten evvel * mektuplarmı vei # Askeri fabrikalar ilân”) Bakırköy Barut Fab ları muhafız takımı © çin şartnamesine 2 “ lo sade yağı pazar! : yaa edilecektir. Vermek yenlerin 2-8-934 günü saat 14 de Fabriki İmalma Komisyonuna * caatları. (549) iç NN İvi omllye Asrın umdesi “MİLLİYET “ABONE ÜCRETLİ şadı. — Sen hırsız değilsin © zülme. — Bana hırsız değilsin ö allim bey. Hırsızsın de ki.«* — Niçin? — Öteki muallim beyler © saros hırsız değildir, döv attılar, Sizi de atarlar. Sansaros bu seferi gönül! rak ve birdenbire hıçkıra b ağlamağa başladı ve mualli nından koşarak uzaklaştı. Genç muallim düşüne | # muallimler odasına girdi. ları sordular: — Ne o? Rahatsız mısın? * sapsarı, Gözlerin kızarmış. — Evet, dedi. Bir küçük düvmesinin bütün bir hayati dığı rolü düşündüm de töfü ürperdi. Benzim uçtu, Kan içimin rengi gözlerime vur Muallimler, bu arkadaşı" mek istediğini anlamışlard” ses çıkaramadılar. Geçmişi" nı bitenini biliyorlardı. Yı zı masasmm etrafına topl : kapıyı kapadılar, ve, fısıldsiğ . g? sıldaşa, duyulmasından (B