Bu kelimeyi işitmemiş, mükerreren , kullanmamış kimse var mı? Çünkü her &n onunla temas halindedir. Onun tesiri altında bulunuyor. Ondan alıyor. Gene | ona veriyor. Nihayet kendizi de ona ka- rısıyor. Fakat bu kadar sıkı ve mütema- di münasebetlerimize rğmen en az bildi- ğimiz bir şey varsa o da maddedir. Biz bir şeyi anlamak ve bilmek istediğimiz vakıt evvelâ ona behemehal bir isim ve- ririz. Çünkü bilginin ilk basamağı bu isim takmaktır. Ve bu, fıtratrmızn icabı- dır, İyi ama, ismini koyduğumuz her şe- yi her gün biraz daha iyi tanmıya muvaf fak olduğumuz halde bu madde dediği- miz şeyi meye öğrenemiyoruz? Sakın İngiliz filozoflarından Berkeley (1685 - vefatı 1753) in iddia ettiği gibi hakika- ten madde yok mu? Bu, tamamen mev- hum bir şey midir? Fakat onun pek cid- di olarak ve bir çok mühim delillerle vü- cudunu inkâr ettiği maddeyi herkes gö- zü kapalı nasıl inkâr edebilir? ilga Dahiliye Nezareti o muhasebeciliğinden mütekait mütebahhir ve fadıl dostumuz Fenni Beyefendi de maddiye mezhebini iptal için yazdığı ve bir kaç sene evvel iği ilmi bir eserinde maddeyi çü- in epeyce zahmet çekmişse de madde bu hücumlardan hiç korkmuyor! | Haydi şunu bir tahlil edelim. Eskiler bu | tahlil neticesinde dört unsurun yani ba- sit cismin vücuduna kajl olmuşlardı: Hava, su, ateş, toprak, Uzun asırlar için- de bu anasırı erbaa akidesi bütün ilimle- ve hâkim olmuştu. Sıcaldık, soğukluk, yaşlık ve kuruluk işte bu dört keyfiyetle beraber o dört unsur vasıtasile — bütün fiziki ve kimyevi hadiseleri izaha çalışır lardı. Nihayet Fransız kimyacılarından Lavoisier (1743 - 1794) havayi nesiminin Basit bir unsur değil mürekkep bir cisim olduğunu İspat edince ve oksijen gazını keşfedince insanların © güne ne yanlış bir yolda yürüdükleri hissedilmiş- #. Bugün artık dört değil altmıştan faz- Is unsur sayıyorlar, Fakat bu unsurlar neden mürekkeptirler? Her unsur bir ta- kım zerrelerden “molâcule,, mü tir, Ancak her zerre de daha küçük bazı çüzülerden müteşekkildir ki eski kitap- larumızda bunları. cüzü İn yetecezza der- erdi, Buna frenler atom diyorlar. İşte her unsur böyle taksim ve tecezzi kabul etmez cüzü fertlerden mürekkeptir. Eski | “77 Yunan filosofları da bu fikirde idiler. Fa- kat onların bu akideleri hiç bir tecrübe- ye müstenit değildi. Bu nazariyeyi birin- ci defa olarak ilmi bir tecrübe. üzerine tesis eden Dalton (1803) tür. Bu sebeple onu, ilmin en bereketli ve feyizli mazari- yelerinden biri sirasma girmiş olan ato- mik nazariyesinin müessisi addederler. Fakat bu atomlar nedir? bunlar öyle fert midir, yani “eee en Byamusta uyandırmıştı. e me çar linde iler meşretliği nurlu tayflar bu şüpheyi büs- bütün tahrik ediyordu. Nihayet bir çok tetkik ve tefehhuslardan sonra cüzü fert lerin yahut yeni tabir ile atomların öyle zannolunduğu gibi basit ve zati cevherle- ri itibarile biribirinden muhtelif olmadık- ları zanmı hasıl olmuştur. Bu zanas radio activitö'ye dair tetkikler ve ölektron'un keşfi büsbütün takviye eylemiştir. O halde, madde diye bildiğimiz şey ortadan | kalkmış olacak mı? İlmin son vasıl oldu- ğv bu netice pek ibret alınacak bir 1€y- dir! Madde! Madde! Nerdesin? Bizim 08- ki Türk filosoflarından Simavnalı Bed- rettin (Varidat) ında madde tekâsüf et- Harik Hayat Yıkılan Bir Kalip Yazan: Stöfan ZWEİG " — Bunun manası ne? Daha de- min acılar içinde kıvranıyordum, daha demin — ei Li sıkışıyor, ıstıraplarla çırpınıyordu. Birden bire ne oldu acaba? bir midenin içini dinlerce- e eN kendini dinliyordu. De- min var olan şey şimdi birden bire durmuş, kımıldanmaz mi olmuştu? Hayır, deminki akış, deminki ses, deminki damlalar ve çarpıntılar yoktu; bütün dikkatile kulak ver- di, bütün kuvvetile dinledi, uzun uzun dinledi: İçeriden hiç bir ses gelmiyordu. Artık üzüntü, acı kal- mamıştı. Muhakkak ki şimdi bütün mmevcudiyeti ateşle yanan bir a- ğaç kovuğu gibi siyah ve bomboş- tu, Bu düşünce içi an içinde ona ölüm fikrini verdi, artık kendisinin yahut içinde bir şeyin öldüğü zan- nma düştü, Kanın akması durur durmaz bütün vücudunu kaplıyan bunun ancak ölümle iza hedebili- yordu. Su dakika hir na'ş gibi s0- Kaza Sigortalarmızı Galatada Ünyon Hanında Kâin ÜNYON SİGORTASINA yaptırınız. Türkiyede bilâfasıla icrayı muamele etmekte olan UNYON Kumpanyasına bir kere uğramadan sigorta yaptırmayınız. Telefon : Beyoğlu 4.4888 637 Felsefi bahisler | | En meraklı meselelerden: Madde miş bir kuvvettir diyor. Vakia onun bu nazariyesi hiç bir ilmi tecrübeye müste- , Tamamen hadsi idi, ruhunun Fakat bugünkü âlimler, mi- zanla, ve ilmi tecrübelerle ji yani kudretten başka bir şey görmü- yorlar, Bunların şimdiki ilmi kanaatle- rine göre her cüzü fert yahut yeni tabir ile atom başlı bir âlemdir. Bu â- lemin bir bir çekirdeği vardır. Bu çekirdeğin etrafında elektronlar akıl- lara hayret veren bir süratle £ devreder. Her atomun göbeğindeki çekirdek ile etrafında devreden alektronlara ait hesa- batı zamanımızın en meşhur ölimlerinden Rutherford yapmıştır. Unsurların bi rinden ayrılması, meselâ gümüşün altın- dan, altının kolaydan. . ilâh. ayrılması bu elektronların devirlerindeki süratlere tabidir. Atomlarda görülen bu sistemin yıldızlar ve güneşlerdeki — âlemlerde de cari olduğunu düşünen Jean Perrin is- minde bir âlimdir. Ancak bu âlimler ara- sında bu elektronların hareketleri üzeri- ne cereyan eden münakaşa ve mübahase- | ler bitmiş değildir. Danimarkalı Bohr isminde bir alimin pek ciddi ve mühim bir suali var; Diyor ki, elektronlar ato- mun göbeği, çekirdeği etrafında dönüyor- lar pekâlâ, fakat böyle dönerlerken biz- zarure ziya ve hararet ... şeklinde bir i i icap eder. İşte enerji” nin bu suretle intişarı elektronların ha- reketlerinin tedricen gevşemesini mrüntiç olur, bunun neticesi elektronların çekirdek üzerine düşmesi lâzımzelir. Bu ni gene ker 'guanta nazariyesini elektronlara tatbik eylemiştir. Bu nazariyeyi tafsil etsek, gazete me- kalesinde yeri olmıyacak, ihtisaren yaz- #nk karilere bir lezzet vermiyecek. Bu se- beple bu tafsilâttan vazgeçerek deriz 'ki bütün bu tetkiklerin eriştiği netice bir a- sir evvel İngiliz kimyacısı Prout'un düs- tur ve ibaresini yazdığı maddenin vahde- ti mazariyesidir. Aslen biribirinden ayrı cisim yoktur. İhtilâf zahirdedir. Ve bir cismi diğer cisme çevirmek ilmen müm- kündür. Eşyanın hakikatte aslı vahittir. Ordinaryüs Mehmet Ali AYNI 1934 Matbuat Almanağı Matbuat Cemiyeti tarafından ter- tp edilmiştir. 933 senesinde gerek memleketin i- çinde ve gerek hariçte husule gelen mühim vak'alar ve hâdiseler, Vekil- ler Heyeti, mebuslarımız, vilâyet teş- kilâtı, gazeteler ve gazeteciler Alrna- lelerini de ihtiva eder. Kıymetli ve nadide resimlerini muhtevi olan bu eserin tab'ına da son derece itina €- dilmiştir. Fiatı 100 kuruştur. Satış Yeri Kanaat Kütüphanesi ras) A2 Bugün matine saat 18,30 te FRANSIZ TİYATROSUNDA Muallim Mösyö Kapoçelli idaresin- deki Opera TRAVİATA Otomobil ve Tercüme eden: Ismail MUŞTAK ğuktu ve sıcak elile bu soğuk vücu da dokunmaktan korkuyordu. Ihtiyar Salomon hep kendini dinliyordu: Her saat başında çalan kulenin göle çarparak gelen sesle- lerini işitmiyordu. Gece gitgide et- rafı kuşatıyor, karanlık içinde eş- yanın siması silinerek yavaş yavaş kayboluyordu. Pencerenin camla- rından görünen gökyüzünün rengi de nihayet zulmetler içinde söndü. Fakat ihtiyar adam bunların far- kında değildi; onun bütün dikkati varlığının içindeki siyah noytaya saplanmıştı. Kulaklarını mevcudi- yetinin boşluğuna — dikmiş, sanki kendi ölümü içine kendini hapset- aralık yandaki odadan neşeli kahkahalar işitildi; bir Jâmbanmn yandığı göründü,tam kapanmamış bir kapının aralığından bir ziya huzmesi kayarak geldi. Ihtiyar a- dam ürperdi: Karısı ve kızı! Onlar nerde ise buraya gelecekler, onu ener-| böyle uzanık vaziyette görünce se- DELİ Herkes hayatında hoş hosbet, nek regü, şakacı insanlar cinaslı tarır. Bunlar izleri, hazır cevaplıkları, lâ- bitmez ve tükenmez hikâye- fıkralarile muhitlerini eğlendi hangi meclise gitseler Baş sedire otururlar. eğlenirler, eğlendirir Bizim Arif Bey de bunlardap biridir. Yalnız Arif Beyin belki bir farkı varsa, o da şaka hudutlarnı bazan ün doktor Rıfkı, Arif Bey, ben bir iş için Bursaya gitmiştik. Derhal ©- tele indik. Vakit geç ve biz de yorgun ol- | duğumuz için odalarımıza çekilip yattık. Ertesi gün bir arkadaşın öğle sofrasma davetli idik. Arif Beyin davet edildiği sofrada rakının su gibi akması izmdır. Eğlenceli bir gün geçireceğimizi düşüne- rek, otelde acelesiz ziyafete hazmlanıyor- duk. Bir aralık doktor Rıfkı: — Bu sakalla gidilmez, traş olmalı, dedi. Arif Bey itiraz etti: — Vazgeç be kardeş, bu gece güveyi girmiyorsun ya.. Hem salı günü traş olmak uğursuzluk getirir. Fakat doktor Rıfkı israr etti. Sen mi- sin ısrar eden? Hiç Arif Beyin sözün den dışarı çıkılır mı? — Traş olma Rıfkı, dedi, vallahi sana bir oyun ederim. Uğursuzluk getirecek- sin be.. Arif Beyin şakalarına hep alışık oldu- ğumuzdan doktor bu tehdide hiç aldırış etmedi: — Elinden geleni ardına koyma, dedi. Otelden çıktık. Berbere uğradık. Dük- sahibi aynanın önüne oturttuğu bir çocuğun saçlarını kesiyordu. Karşı kal- dırımda da çocuğun dadısı veya büyük annesi olduğu anlaşılan yaşlı bir kadın saçlarım kesilmesini bekliyordu. Doktor Rıfkı içeri girdi, boş bir koltu- ğa oturdu. Berber çırağı da derhal tirâş hazırlığına başladı. Biz de altımıza birer iskemle alarak dükkânm önünde etrafı yin yüzü adamakıllı köpüklendiğ rada Arif Bey dükkân sahibini dışarıya dı. Sert ve amirane bir sesle dedi Bana bak, sen benim kim olduğumu biliyor musun? Dülekân sahibi mütevaztane bir tavırla ellerini oğuşturarak cevap verdi: — Hayır efendim, maatteessüf tanıya — Yanımdaki arkadaşım Sıhhiye me- murudur, ben de doktor Rıfkcı., İçerideki tıraş olan adama dikkat edin. Delidir, gö- türüyoruz, bıçaklarla bir halt çıkartma sım. & Bunu o kadar ikna edici bir ses'ive ta- vırla söylemişti ki, dükkân sahibi inandı ve aklı da başından gitti. Arif Bey tütün paketinin altına bir iki satır yazarak, Rıf kı Beyi tıraş eden çırağa göndermişti. Doktorun sert sakallarile uğraşan 7a- vallı çırak, yazıyı okuyunca, afallaşmış olacak ki elleri titremiye © başlamıştı. Bittabi iyi traş edilmediğini hisseden Rıfkı Beyde de memnuniyetsizlik başla- mıştı. Evvelâ bir ilki defa homurdandı. Sonra kaşları çatık bir | halde çocuğa, te... — Sakal bu, serti de olur, yumuşağı da.. Ver şa usturayı bana,, Ben kendim tıraş olayım da gör.. Der demez çocuk usturayi kaptığı gibi “amanın, deli var,, diye ini sokağa attı. Düşünün, eli usturalı bir deli ne de- meketir! beri endişeli endişeli eritin bağırışını duvar duymaz önün- e topladı gibi, o da dışarı rladı.: Bu sırada karşıda bekliyen kadının: — Amanın, çocuğumu öldürüyorlar, diye avaz avaz dükâna doğru koştuğu gö Rıfkı Bey ne oluyor diye daha saşkın- lığından kı alarnamıştı ki, dışarı bebini soracaklardı, Derhal toplan etinin ve yeleğinin düğme- ilikledi? Hem onlar ih- tiyarlığın hastaliğile alâkadar ok sunlar? İhtiyarın hesabr doğru çıkmadı: Ne karısı ne de kızı merak edip onu aramağa gelmemişlerdi. Onlar acele acele bir şey yapıyorlardı. O aralık otelin yemek çanı çalıyordu . Bu, üçüncü çandı, müşlerileri sof- raya çağırıyordu. Şüphesiz ana kız tuvaletlerini ikmal ediyorlardı. Ih- tiyar yahudi kapı aralığından on- ların her hareketini dinlemeğe ça- lışıyordu. Onlar çekmeceleri açı- yorlar, madeni seslerinden anladı» ğına göre parmaklarından yüzük- lerini çıkararak masaların üstüne bi rakıyorlardı. Daha sonra kundura- ların yere fırlatılğını ifade eden bir gürültü oldu, ayni zamanda da ko- muşuyorlardı: Her kelime, her he- ce ihtiyarın kulağına zalim bir mü- Tacaatla çarpıyordu. Kulak verdi: İlk önce beraber bulundukları erkeklerden bahsetti- ler, onlarla bir parça alay ettiler, sonra birlikte yaptıkları otomobil intisini konuştular. Bir pin i yapıyorlar, yere iğilip kalkıyorlar, taranıp süsleniyorlar, bir taraftan münâsız, vasıtasız. konuşuyorlardı. Derken daki fevkalâdelik gelip geçenleri durdur- du. Çok geçmeden dükkünm önü kalaba: lıklaştı, Az sonra da ili polis peyda ol: du. Herkes biribirinin kulağıma bavadisi yayıyordu: Bir adam tıraş olurken delirmiş. — Herif bülâ dükkânda mı? — Dükkünda ya. . Kimse yaklaşmıya cesaret edemiyor. İki elin. ustuya al. mış, bekliyor. Bu sırada Rıfkı Bey de yarı sabunlu yarı tıraşlı koltuğundan kalkmıştı. Dük- kn kapısından doğruldu. Hiddetinden gözleri dönüyordu. Onun da gözleri dön- dü mü, hani deliye benzemez de değil- dir. Boyuna bağırıyordu: rezalet! o Bu ne kepazelik! izliğin dik âlâsı! Adamın tıraşı böyle yarı bırakılır ma? Gelen iki polia Rıfkı Beyin elinde us- tura filân olmadığını görünce, şimşek gi- bi biri doktorun sağ kolunu, biri sol ko- lunu tutarak deliyi zapta çalıştılar. Rıfkı Bey kuduruyor, haykırıyor, polislerin ko lundan kurtulmıya çalşıyor, bağırıyor, ça | ğariyordu. İşin içyüzünü bilmiyenler, bu manza- rayı görünce hakikaten bir delinin zap- tedilmek istendiğine inanırlardı. Rıfkı Beyi o halde karakola doğru sür, rüklediler. Onlar önde, bir halk kafilesi ve biz arkada karakola doğru yürüdük. Arif Bey, döktoru deli içim sahnenin bidayetinden sonuna kadar ken dine hâs bütün mekaretini kullanmıştı: — Ben tanırım bu adamı, bir defa da- ha böyle olmuşt bir adamacağızı yaralamıştı. Gibi sözlerle ortalığı kışkay- tıyordu. Tal ufka Beyin Arif Beyle bana ha- vale ettiği küfürler bep kendi aleyhine ordu. Deli bu! Önüne gele ne saldırır a.. O saldırmak istedikçe po- lisler kollarını daha sıkı kavrıyorlar: — Yürü, şimdi enscne yersin hal gi- hi ancak deliyi yola getirecek tehditlerle doktoru itiyorlardı. Karakola vardık. Arif Bey dedi Sofrada rakılar bekliyor yahu. Bütün srarlarıma rağmen: işi! Diye beni sü- rükledi. Arkadaşların evine gittik, mükel- Tef sofra... Ev sahibi sordu: — Doktor nerede? Arif Bey cevap verdi: — Traş olması tuttu, berbere gir- di. Neredeyse gelir. Biz içkiye başlamıştık, içimizden lüyorduk. Bir fevkalâde- lik sezen ev sahibine meseleyi anla- tınca, o da gülmekten katıldı. Yarım saat kadar sonra, evin bahçesinden ne tane dedi ki: — Ben sana söyledim. Salı günü traş olma, uğursuzluk getirir, deme- dim mi? SEM Yeni neşriyat ———— Kooperatif Her ayın on beşinde çıkan “Koope- ratif,, mecmuasmın Zİ inci sayısı pek zengin mündericatla çkmıştır, Meslek mecmualarının başında gelen bu iktisadi mecmunda Ahmet Hamdi B. in buğday işine ait bir yazısı, Cemil Besim Beyin Türk kooperatifçiliğine da- ir bir etüdü vardır. Dahili ve, barici bir çok kooperatif havadisi ve iktisadi yazıları ihtiva eden mecmuayı karile. rimize tavsiye ederiz. intikal etti. Erma nasıl olup ta babasının bah- setmemiş olduğuna hayretler eden bir eda ile: — Babam nerede? Dedi. Anası bu muhaverenin bu- na intikal etmiş olmasından canı sıkılarak cevap verdi: — Ne bileyim? Ihtimal, aşağıda hölde bizi bekliyor, ve belki yüzün- cü deni Eee ya Fı 'urter ytungu oku- Zer Mei a, bunlardan (başka hiç bir şey onu (alâkadar etmez. Bir defa olsun başını kaldırıp göle baktığını o zanneder misin? Öğleyin bana ne dedi: o Buradan hoşlanmıyormuş, burada kendisini iyi hissetmiyormuş, hemen bugün kalkıp gitmeli imişiz... — Bugün mü? Sebep? —Bilmem. Onun ne düşündüğü- nü anlamak mümkün mü? Yaşadı. ğrmiz sosyete onun işine gelmiyor- muş, bu erkeklerden hoşlanmıyor- muş; galiba onlarla uyuşamağını kendisi anlamış — olacak ki böyle söyliyor: Hakikaten o ne kıyafet, o ne yırtık pırtık elbise, insan uta- nıyor... Bari sen bir kaç kelime söy- le, hiç olmazsa akşam yemeklerine biraz daha itinalı giyinip gelmek lâzım anlat, senin sözünü dinler... Ne idi FINDIK KARY GRANT ve EYL, Bugünkü program ISTANBUL: yriyatı. Muhtelif veşriyat, Mes'ut B., Vi H.) iştirakile 21,39 Ağam ve Borsi haberleri 2130 Dans musikisi, Bedriye Rasim Hanı” men iytirmkile, ANKARA: 1230 Gramofanı 18 Viyolonsel konseri (Edip Bey tara- Ajans haberleri, VARŞOVA: MIS mi 1629 Salon orkesirmai, 17 Çocuk pro, 17,30 Plâk 17/45 Roman tefri refrilknsı, 18 19,05 Karışık sözler, 20, ür, 20,52 Hafif Viyana ler, 22 Müsababe, 22, 23,15 Spor haberleri, 23,25 Taganni Müsahabe, 18 Siçan musikisinin Rooar takımının konasei, Koşu haberleri, 20,25 imdeki © operet temsili, 22,50 Gellert otelinden nak len caz musikisi, 23,45 J, Pertis Biyan takı. VİYANA ST 18 Plâk konseri, 19,0 Ka li ka zaklar, 1925 Müsahabe, 1955 Eski ve yeni piyane parçaları (Paul de Conne), 2045 Saat lerinden Sirpliziv. ri parğalar, BÜKREŞ 1875 mi 1130 Ruhi neşriyat, 1148 Ruhi musikisi, kk, 14 Haberler, 14,18 Plâk 17 18 Jean Merke orkestrası, Ni operetinden bir se Üniversite neşriyatı, 20/48 Konferana, 71 Fleeh termacher'in Pintra'din eman, isimli musikili ili, 22 Konferanı, 22,15 Flechtermacher'in isimli masikili piyesi, BRE$LAU 316 m 17 Hafif musiki, 19 Müsahabe, 19,45 Ney'e- Ti vietüoz seşriyat, 20/10 Müsakube, 21 Al man eserlerinden mürekkep konser, 23 Son'ha- berler, 2330 Neş'eli konser. 19 şubat pazartesi ISTANBUL: 18 Plak meşriyeir. 18,30 Fransıten ders. 1900 Ajan, Eşref Şefik Bep tarafından apor hakkında konferans. 10,30 Bedayli musiki heyeti tarafından Türk musiki meşriyatı, (Belma Hanım, Nedime HM, Vecike H. Ekrem B, Rü- sen B. Cevdet B. Tahıla B. Şeref B. Saim B.) 7120 Ajans ve Borsa haberleri. 21,30 Necip Yakup Mey idaresinde orkestra. 20 şubat salı ISTANBUL; Plak neşriyatı, Ajans, Çocuklara masal, Mes'ut Ce- mil Bey tarafından, 19,30 Eftalya Sadi Hasım grupn tarafını dan Türk musiki neşriyatı, (Eftalya H. Kemani Sadi B. Tanburi Refik B. muhtelif garasını yakmak için kibrit uzatan İtalyana söylediği sözlerden âdeta yerin dibine geçtim. — Evet ben de buna bir mânâ verememiştim. Bir aralık sebebini sormağı bile düşünmüştüm... Haki- katen babamda bir şey | var,ama anlayamıyorum. Kendisini hiç böy- le görmemiştim, âdeta korkuyo- rum, — Ne olacak, neşesizlik... İhti- mal borsa fiatleri düşüyor, yahut biz fransızca konuşuyaruz da on- dan... Başkalarını memnun, hoşnut, görmeğe tahammül edemiyor. Dik- kat etmedin mi, biz dansederken salonun kapısı önünde onun tıpkı bir ağaç arkasına (o saklanmış bir cani gibi hali vardı. Gitmek, he- men kalkıp (gitmek: İşte bütün aklı fikri bunda... ( Sebep? Sebep yok, çünkü aklına öyle esti... O bu- radan hoşlanmıyor diye bizim de kendimizi eğlenceden et memiz milâzım? — İstediği kadar söyliyor, ne canı isterse yapsın, — Bize ne? Muhavere burada durdu. Belli ki ta sabahki hali? Si-| binde elektrik söndü. Hanımefendi; Tuvaletterinizle çamaşırlarınız: ısmirlamadan evel LİLİAN HARVEY'in namındaki yeni filmini görmek bre bekleyiniz" FREDRIK MARCH KARTALLAR UÇARKEN Fransızca sözlü büyük Paramoust filmi Pek yakında İPEK sinemasında çs41) I KIZ (13413) KAROL LOMBARD ISTANBUL BELEDİYESİ Şehir Tiyatrosu Bu akşam saat 20 de Ni ZEHİRLİ KUC. ii 4 Perde İl Yazan Loic L* Lü curiadic, Terci e eden Sait Alİ Halk gecesi 22-2-934 Perşembe günü 1--* 5 efendisi operetine nacaktır. ERAS 1-4-334 pazartesi günü akşam Muhlis Sabahattin gecesi Ayni roz Kadisi. Asrin umdesi “MİLLİYET” © A a, ar is ii ABONE ÜCRETLERİ: Türkiye için Hariç İN KE LE İiyetini kabul etmez, 21,30 Orkestrei 21 şubat çarşamba ISTANBUL: | 18 Plak meyriyatı, 19 Ajans haberleri, Münmmer Bey $” fendan menele 19.30 Bedayii Mesiki hey'eti taraf Türk musiki neşriyatı, (Semihs Servet H. Vecihe H. Ekrem B Ro” .B. Cevdet Tahsin B. Şeref Bİ) 21,20 Ajanı ve Boran haberleri. 21,30 Necip Yakup Bay orkastrnat, 22 şubat perşembe İSTANBUL: Plak neşriyatı, Hayriye H. Müzeyyen Hi. Mahir BA Ajans ve Borsa haberleri ve Raşim Refet Bey taralından 2 rani, 2130 Das musikisi. 23 şubat cuma : ISTANBUL: 12,38 Gramofon. 18 Plak neşriyatı, 19 Ajans haberleri, muhtelif meri 19,30 Hanımlar Hey'eti tarafından “ masiki heşriyatı (Elia H., Je Ol H. Sevim H) 21,20 Ağına ve Borsa haberleri, İ 2130 Necip Yakup Bey orkertrasi 24 şubat cumartesi “© İSTANBUL: - 18 Plak meşriyatı, 1830 Franstzen ders. 19 Ajanı, ve muhtelif meyriyat, 19,30 Refik Bey grupu aral Türk musiki neşriyatı. (Fehftg Belkis H. Refik Talat B. Rim BB) Ajanı ve Boran haberleri > Ahmet Bay tarafından 21,30 Necip Yakup Bey Ihtiyar yahudi muhavereyi | sana kadar kelimesi kelime gi dinlemişti; fakat ne garip #7, bundan hiç bir eza ymm Demin göğsünün içinde bir 892 ir kasın tıkırdısını andıran gürültü ile işleyen makineye # pu bir sesizlik gelmişti. iki are la ge ika evvel yandı len muhavere ihtiyarın edu hiç bir raşe uyandırmadan | nıp gitmişti. tie il Ne hiddet, ne kin... His, “teri şey... Elbisesinin düğmelerdi, i kanlılığile, rahat rahat yatlı adımlarla merdiv di, karisile kızımın mek masasma gitti ve 9” bir alâkası yokmuş, ibi yabancı iki insanmış gibi yesine oturdu. ” nn ..