10 Şubat 1934 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

10 Şubat 1934 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Fikirler ve insanlar Sanatte mevzu “Geçen sene yazdığım romana gelince, onu çıkarmakta hâlâ te- reddüt ediyorum. Bir senelik as- kerlik hayatımın, sanat telâkkile- rimi ne kadar değiştirdiğini tasav- vur edemezsin. Kaba ve bayağı mahlüklar tasvir edilmeğe değer mi, onları tasvir etmekle ne renmiş oluyoruz, diye düşünüyo- rum. Bir takım adi kızlar, bir © işte romanımın eşhası. hiçlikleri ile, içinde bulundukları gecede bırakmak daha iyi değil midir? Vakıa ben onların en mah- rem heyecanlarını tahlil ettim ve bir ihtisasın bir tekâmülü nasıl tevlit ettiğini görmek alâkaya de- ğer bir şey olabilir. Bu hususta s€- nin ne düşündüğünü bilmek iste- Hugues Rebell kardeşine bun- ları yazarken bir genç adammış; askerliğini daha yeni bitirdiğini söylemese bile henüz çocuk dene- cek bir yaşta olduğunu anlamak zor değil: daha kendine sualler yoldan hangisine gi- daha tayin etmemiş... Ma mafi endişesine, tereddüdüne se- bep olan mesele, sanatin ezeli ve halledilmez davalarındandır. Halledilmez, fakat sanatle meş ğul olan herkes onu kendine göre halletmeğe çalışır. Ben de kendi inandığım bal suretini söyliyece- ğim. Sanatin, tabiati taklitten ibaret olduğunu söyliyenlere göre kahra- manları tasvir etmekle alelâde sırf sanat bakımından — hiç bir fark yoktur. Onl göre sanat ©- a il ihtiva etme ğe mecbur değil hattâ etme- emsi lâzım gelir ve ederse saha- sından dışarı çıkmış olur. Sahasın dan çıkmakta her hangi bir faali- yet için, düşmek sayılır; çünkü muhtelif sahalar arasında birbi- rinden üstünlük, aşağılık yoktur. Ancak “saf” olmak, yani iki saha- nın icabatını birbirine karıştırma» mak icap eder. Bu esastan hareket edince di- yebiliriz ki, alelâde adamları tas- vir etmek, fevkalâdeleri tasvir et- mekten çok daha saf bir sanat ça- Uuşmarıdır; çünkü fevkalâde hâdi- seler, kahramanlar bizde her za- man duymadığımız heyecanlar ü- yandıran mevzulardır. Onları tas- vir eden eserlerde mevzu ön safa geçer ve bizim şekle dikkat etme- mize, heyecanımızı bilhassa onda aramamıza mani olur. İnsanm kahramanlar karşısında — velev ki, menfi — ahlâki bir heyecan duymamasına imkân yoktur; de- mek ki, onları kendine mevzu €- dinen bir sanat eseri, ister iste- mez sabasmdan çıkmış, saflığını kaybetmiş olur. Alelâde kimseleri tasvir eden eser ire, sırf kendi gü- zelliği, sahibinin mesleğindeki ma hareti ile beğenilecektir, sırf sanat eseri olarak karşılanacak, sırf o bakımdan bir tesir uyandıracak- tir. Bu düşünüş sanati kendi ken- dine kâfi, başka hiç bir sahadan istifade etmesine lüzum olmıyan tamamile hasbi bir faaliyet sayan ların düşünüşüdür. Bunun esası- mın yanlış olduğunu, bir hakikat değil, ancak bir mevzua üzerine kurulduğunu zannediyorum. İnsan ahlâkçı bir hayvandır, hükümler verir, hierarhiaya en inanmadığı zamanlarda bile yine bir hierar- hia kurmuştur; sanati ruhunun ma kesidir ve ruhu hülyalarınımn yaşa- dığı yerdir. Her hangi devre ba- karsak bakalım, sanat hülyayı gös termekten ayrılmamıştır. Sanat kâr bunu istemese bile, gayesi sırf realiteyi taklitten ibaret olsa bile kitabını okuyan kari, resimlerini seyreden veya musiki: i adam, sanat eserinde hüly: ları aramaktan vazgeçmem Yalnız sanatkâr telâkkisine i bar etmeğe hakkımız yoktur, etra- fm da sanatten ne beklediğini dü- şünmeğe mecburuz. “Sanatin ken- disinden hariç gayesi yoktur” iddi ası ancak bir devir sanatkârları- nındır; o devir de — bugün daha açıkça görüyoruz — bir “medeni- yet sonu” dur. Sanat insanı parçalamadan ka- bule mecburdur; bunun içindir ki, insanın olan her sahaya karışma- sı, onlardan istifade etmesi, onla- ra tesire çalışması lâzımdır. Kah- ramanlardan bahsetmek, fevkalâ- de hâdiseleri tasvir etmek sanatin sahasından çıkmak değildir; çün- kü sanat sahası diye ayrı, musta- kil bir saha yoktur, olamaz. Fakat, Hugues Rebell'in mek- tubunda ima ettiği gibi, sanat yal. nız kahramanlardan bahsedip a- lelâde insanları bırakacak dır?... Hiç şüphesiz hayır; çü sanatkâr insani olan her hâlile meşğul olacaktır. Vazifesi etrafı- na hülya unsurları, yaptıkları te- sirle yarın tasavvurlar teklif etmek, hâsılı bir hayat te- lâkkisi getirmek midir? Evet, fa- kat bunu her hangi bir mevzula yapabilir. Kahramanlık, fevkalâ- delik mevzuundan, tasvir ettiği aci ziyade onun kendisinde- ir. hülyalarına iştirak insanları da, oldukları gibi, yani kendi gördüğü gibi, tas- vir eder. Ehemmiyetli olan şey, onun görüşüdür. Flaubert Ma- dame Bovary'de Emma,yı da, M. Homais'yi de tasvir etmiştir; fa- kat onlara iştirak etmediğini, hayet birincisine acıdığını, öbü ründen ise nefret ettiğini, — belki sanatkârm arzusu hilâfına ola rak — hissediyoruz. Romanı o- kurken bizi bilhassa çeken kendi- sini anlıyamıyan kadın, budala ec zacı değil, onların oldukları gibi tasviri de değil, sanatkârın — is- temiyerek te olsa — onlar hakkın da verdiği hükümdür. Sanat eseri — hiciv veya me- dih — verdiği hükümle, yani bize sanatkârın ahlâki, siyasi, vicdani şahsiyetini göstermesi dolayısile kıymetlidir. Böyle bir meziyet ol- mazsa, insanlara insanlardan ha- getirmiyorsa, dur ve der: Yani bir an için. Nurullah ATA İSTANBUL BELEDİYESİ Şehir Tiy-*»--» TM saat 19.30 da LUKUS HAYAT Opereti Yazan: Ekrem ve Cemal Reşit Beyler Operetin son haftası 12-2-934 Pa- zartesi Kadıköyde Üvey e Yıkılan Bir Kalp Yazan: Stöfan ZWEİG 3 yorlar, kiminle düşüp kalkıyorlar bilir miyim?. Yalnız şu dakika bil diğim bir şey var: Kızım tertemiz. Yücudile gece vakti erkeklerin koy iriyor, tıpkı sokak fahişele Allahım bu ne abes şey! ar Yahudi muttasıl içini çe kiyor, zihninden geçen her yeni düşünce yüreğini bir parça daha yırtıyordu. Ona öyle geliyordu ki kafatası çatlamış, kanlar içinde meydana çıkan beynine kurt düş- müş, kemiriyorlardı. Birden hay - kırdı. — Fakat niçin bu hale katlanı- yorum? Öteki odada o, kirlenmiş bir vücut ile rahat rahat uyurken peden ben burada, bu yatağın için- de krvranıp duruyor, niçin kendi- mi yiyip bitiriyorum? Neye demin onun odasına atılmadım? Niçin o- nun günahımı, ayıbını bildiğimi o- na söylemedim? Neden kemikleri- ni kırmadım? Evet neden? Neden mi? Çünkü ben zayıf, korkak, al- çak bir adamım da ondan.. Zaten i Tercüme eden: İsmail MUŞTAK onlara karşı hep zayıf değil miy- dim?. Her şeyde onların dediği ol- maz mıydı? Ben hayatımın mahvo- ez ermez vermedim, hep & hayatı kolay yapmıya ça- luştım. Onlar için inim. rayı krsaklarımla zanırcasına san tim santim topladım. Onlar mem- nun ve bahtiyar olsunlar diye lâ- zımgelse etimi bile didik didik ya- pardım, Halbuki onlar. .. Onlar zengin olunca benden utanmıy: it lar, Beni hiç bir valif kanallar. lâyık olacak derecede zarif bulma. dılar, hiç bir vakit malâmatımı kâfi görmediler; ben onların naza rında tahsili az bir adamdım... E- vet orası öyle, fakat tahsil denilen şeyi nerede elde edebilirdim? Da- ha on yaşına gelmeden anam ba- bam beni mektepten almışlardı; daha o vakitten hayatımı kazanmı- ya insa m işim gü- cüm kazanç için çalışmaktı; bun- dan başka düşüncem olmamıştı. İ- Camiin önünde güvercinler bo yunlarını sallayarak yiyecek arı- yorlar, bazan yekpare bir kanat hışıltısı halinde küme ile kalkı- yorlar, yahut küme ile iniyorlardı. Beri tarafta ihtiyarca bir kadm dinleniyordu. Daha ileride kendi. ni güneşin ışığına vermiş fâkir bir dilenci, pinekliyordu. Meslektaşları ona cılız Ahmet derlerdi. O sırada kıyafeti şöyle böyle bir adam bir kaç defa cılız Ahmedin önünden geçti. Her geçi şinde dikkatle dilenciye bakıyor- du. Nihayet geldi, oda yakmca bir yerde oturdu. Cebinden bir parça ekmek ve kâğıda sarılmış pastırma çıkardı ve yemeğe koyul du. Havayı sarmısak kokusu sarın ca, cılız Ahmet aç bir kurt gibi ya nı başında oturan adama baktı. — Ne o babalık? Karnın aç ga liba.. Al bakalım. Meçhul adam ekmeğin bir par çasını , üzerine de bir kaç pastırma oturtarak cılız Ahmedin kucağına attı. ir müddet dilencinin avurtla- rını şişirerek yeyişini seyrettikten sonra dedi ki: — Ulan, böyle cami köşelerin- de sinek avlayacağına iş yapıp pa ra ear — İş nerede ağam, göster de şalım. — Be nsana bir iş göstereyim. Yap onu, akşam da karnımı doyu- rurum. Hem de rakısınlan.. Razı mısm? , Hiç Fazı olmaz mıyıma- ğam.. Meçhul adam biraz daha dilen - ciye yaklaştı ve anlattı: — Şimdi beni kahvede bir a- dam bekliyor. Elimizden iyi bir iş çıktı. Herif memnun oldu, bana bir zarf içinde bahşiş verecek. amma işte bak, ben kahveye gide miyorum. — Neden gidemiyorsun? — Başka biri var, beni oralar da arıyor da ondan.. Benim de bu herifi görmek işime gelmiyor. Amma sen çekinmeden kahveye gider, zarfı alabilirsin. Kahveci. ye adımı söyle, o kadari kâfi,, Ben de seni dışarda beklerim, oldu mu? Cılız Ahmet doğruldu? — Oldu, gitti, dedi. — Hakkını veririm, “korkma.. Akşama da rakısınlan, anladın ya.. Haydi kalk ta sana kahveyi göstereyim. Meçhul adam, son lokmayı mi desine indirdikten sonra, mutiane ayağa kalkan cılız Ahmedi aldı, götürdü. ... Cılız Ahmet aldığı talimat mu- cibince, kahveye girince, doğru ocağa gitti ve kahve sahibine de. di ki: — Usta, bizi görmeğe brii ge- lecekti, Benim adım Civan Ali. Bugün saat üçte söz vermişti de.. Kahveci cılız Ahmede şöyle bir baktr, sonra başile dükkânm arka tarafını işaret ederek: — İçeride.. Demek istedi. Cılız Ahmet gösterilen küçük bir kapıdan içeriye girdi. Burada üstü başı düzğün bir adam otur- muş, çay içiyordu. İçeride başka kimse yoktu. Cılız Ahmet teklif- sizce yaklaştı: e — Ben Civan Aliyim, dedi. çinde mostralık eşya dolu çanta larla köy köy dolaşmak, daha sori- ra ticarethanelerin mümessili srfa- tile şehirden şehire gitmek... Bir müddet hayam. hep böyle geçti, bu müddet zarfında hep başkaları hesabma, başkaları için çalıştım. Ondan sonra ben de bir ticaret, bir ticarethane sahibi oldüm., Fakat karımla kızım, ben onları kazan- cımla yüksek bir mevkii içtimaiye çıkardıktan sonra onlar benim se- nelerden namus ve istikamet- el taşıdığım “komisyoncu,; ünvanı- nı istemediler, küçük ve bayağı buldular, para mukabilinde şata- fatlı bir ünvanı ticaret satın almı- ya beni icbar ettiler. Artık Madam Salomon, Matmazel Salomon ismi- ni taşrmaktan utanıyorlardı. Onla- ra daha şa'şaalı bir lâkap lâzımdı, kendilerine yüksek bir paye vere- bilmek için benim ticaret ünvanım yüksek olmalıydı. Kibarlık, kibar- lık: İşte bütün emelleri... Ben on- lara bu sahte tavırların akıbetini söyledikçe, sık sık devam ettikleri o “zarif sosyete,lerle pek düşüp kalkmamalarını ihtar ettikçe, rah- metli annemin evini nasıl bi kün ve tevazu ile idare (ettiğini, bütün hayatını nasıl kocasma ve çocuklarma vakfettiğini anlattık. ça onlar bana gülerler, benimle eğ. Üslü başı düzğün adam, he- men cebini karıştırarak bir zarf çıkardı ve masanm üzerine koya- rak: Bu sizin komisyonunuzdur, dedi cılız Ahmet zarfı alırken ilâve etti: — Şimdi böyle bitirilecek bir iş di ar. Gelecek hafta da bu işi üzerinize alırsanız, ayni komis yonu veririm. Cılız Ahmet: — Elbette, olur, olur, olur, de- di. — Öyleyse Çarşamba günü bu- rada buluşalım. Ben sizi gi im, Yalnız siz lüzumlu şeylerinizi ge- tiriniz. Amma gürültüsüz iş gör- mek lâzım.. Komşulara belli etme meli. Anlaşıldı ya? Cılız Ahmet gerisin geriye ka- pıya doğru yürüdü. Şimdi elinde- ki zarf âdeta parmaklarmı yakı- yordu. Bir türlü zarfı cebine koy- mağa cesaret edemiyordu. Kahve ciye doğru yaklaştı: — Usta, şuradan bir gazoz ver yahu! dedi. e Yavaş yavaş içerken, göz kuy- ruğu ile sokağı yoklıyordu. Karşı kaldırımda Civan Ali olmadığı gö rünen bir adam gözüne ilişti. Bu adam bir aşağı, bir yukarı dolaşı yordu. O zaman Cılız düşündü: — Eyvah, şimdi Civan Alinin neden gelip te bahşişini almadığı- nı anladım. Kapıdan çıkarken en- |. selenmekten korkuyordu. Eğer zar fı da üstümüzde yakalarlarsa yut- Düşündü, düşündü. Parmakla- rile gayri ihtiyarı zarfı tartaklıyor ve kâğıdın kalınlığından içindeki paraları tahmine çalışıyordu. — Çok o kadar ağır değil ama, belki irilerdendir. Bir aralık tekrar içeriye girip zarfı geri vermek istedi, gene dü- şündü. Ortada şüphe ettiği cina- yette ne alâkası vardı ki., Sonra aksi gibi gazoz da ısmarlamış bu- lundu, zarfı geri verse, gazoz Pa | rasını nasıl ödeyecek? Maamafih kahveciye: — Bu gazoz içerideki beyden! dedi ve ne olursa olsun diye kah- veden çıktı. Kalbi çarpıyordu, her saniye ar kasından bir elinetsesinö yapışa cağını zannediyordu. Halbuki sokağın köşesine var- dı. Gele ngiden yoktu. Şöyle arka sına baktı, Karşı kaldırımda kah- | veciyi gözetliyen adam kendisini takip etmiyordu. Köşeyi dönünce, koşmağa başladı. Civan Alinin | kendisini beklediği yerin aksi is- tikametine... Nihayet bir yerde dur du, zarfı açtı: — Vay canma! dedi, iki lira.. Ne dinsiz heriflermiş bunlar, İki liraya andım öldürülür mü be? Beklemekten bıkan Civan Ah- met hayıflandı: Anasmı sattığımın dünya sında namuslu herif kalmamış be. Kâşki gidip şu iki lirayı ben alsay - dım. Sanki Sulu Ömeri kahvede görsem, ne olurdu. Elli kuruş bor- cumuz var. Eh ölmedik ya.. Elbet bir gün veririz diye savuşturur- dum. Haydi savuşd rm, san ki ne olurdu? Gırtlaklaşırsak. El bet kahvedekiler bizi ayırmlardı. Amma iki lira da cebimize kalır- dı. lenirlerdi. Ben onlarm nazarında modası geçmiş bir adamdım, bana hep böyle muamele ederlerdi. Kızım ikide bir, müstehzi bir e- da ile, “ ığım sen hiç zamana uygun deği derdi. Evet mo- dası geçmiş dası geçmiş bir adam, o da tanı- madığı erkeklerle, yabancı yatak- larda yatan bir kız. .. Bunu yapan benim kızım, benim biricik kızım, Yarabbi bundan daha ayıp ne ola- > Ooof ne ayıp ne a Ğ İhtiyarın yüreği yanıyordu. Bir aralık şiddetile o kuvvetli inledi ki karısı uyandı ve uykunun verdiği uyuşukluk için de: — Ne oluyor? ne var? Dedi. Salomon karısınm ni işitmemezlikten geldi yerinden hiç kımıldanmadı, gürültü etmiş olmamak için nefes bile almadı ve kurt gibi beynini kemiren dü: m- celerile karanlık bir tabut gibi vü- cudunu saran işkenceler içinde, sabaha kadar, yatağında, hareket- siz, uzanmış kal — Eran niçin hâlâ gelmedi? O. nunla konuşmak, ona her şeyi söy- lemek istiyorum. « . Bu memleketi, bu oteli hemen terkedip gitmeli- yiz... Neden hâlâ görünmedi? İh- | Vapurcular şirketi | İnfisaha'mı gidiyor irketin bugünkü vaziyeti inden çıkılacak gibi değil Vapurcular arasındaki ihtilâf ev- velki gün yapılan kongrede yatışması beklenirken mesele büsbütün alevlen « di. Bugünkü vaziyet vapurcular şirketi- nin infisahmı zaruri gibi göstermekte - dir. Kongrede meclisi idareden çekilen murahhasların o mensup olduğu firma lar da şirketten çekileceklerini bildir - mektedirler. Vapurcular meselesi aşağı yukarı bir seneden fazla bir zamandır. devam eden karışık bir meseledir. Vapurculuk Şirketinin teşekkülü zamanmda milli vapurculardan iki büyük firma mev « cuttu. Yelkenciler ve Sadık Zadeler.. Bunun haricinde de 20 kadar firma mev- cuttu, Anlaşamamazlık daha şirketin te- şekkülünde başlamıştı. Ümit edildiğine göre eğer Yelkenciler bu şirkete girmiş olsalardı, şirkette bugün hasıl olan vaziyet olmıyacaktı. min anlaşamamazlığın esası iki. ü 1 — Küçük firmalar Sadık Zadele- vin şifketi istismar ettiğini iddia et- ml ve bunun izalesini istemektedir. 2 —- Sadık Zadeler de küçük firma murahhaslarının şirketin vaziyetini kav- raya ve ahengi bozduklarını iddia etmektedirler. Bu halin doğması evvelki iddinlara haklı göstermektedir. Sadık Zadeler 500 bin lira sermayesi olan Vapurculuk Şirketinin aşağı yukarı 300 bin liralık hissesine vapurlarının çokluğu itibarile sahiptirler. Diğer firmalar ne kadar gayret gösterseler bu sermaye fazlalı- ğı daima Sadık Zadeler lehine vaziyeti ri dür, çevirmektedir. 'Hakikâten Yelkenci Zadeler şirkete girmiş onların da Sadık Za- delere muadil bir hiszci iştirakleri ola- cağı için şirkette bir firmanm hâkim olmasma imkân kalmıyacaletı. aksiyonlarını hakları yoktur. Vapurlarını geri almağa da şirketin teşkiline ait ka nun mani teşkil ettiğinden bunların çi etten çekilmeleri de imkânsız gibi- Dr. İHSAN SAMİ saa Tıfo ve Paratifo Aşısı Tifo ve Paratifo hastalıklarına tutul mamak için k kat muafiyeti pek emin bir icza depolarında bulunur. şam” 1 2816, yet Asrın umdesi “ MİLLİYET ” tir, ABONE ÜCRETLERİ: Türkiye için Hariç için LK. LK. Mibmaya mit işler için racant edilir. Gazetemiz Tüyatini kabul etmer. İttihad Tel, Beyoğlu : l | l | e timal henüz yorgunluğunu çıkar mamıştır; belki şu ere in danı rahat, derin derin, uyuyor. . . Halbuki ben, ben, sersem budala be da kendimi yiyip bitirmekle meş- gulüm... Ya annesi? O nerede? Nerede olacak? Onunla tuvalet ma sasında saatlerce süslenmeğe, ban- yosunu almıya, larını parlat- i taratmıya ihtiy: var; saat on birden evvel nasıl ine- bilir? Artık şaşmıya ne hacet? Bu it dahilinde büyüyen bir kız başka ne olabilir? Ah para, mel'un para, Sefil para... O aralık arkadan hafif bir ayak gürültüsü salonun parkeleri üstün- de çıtırdadı, bir ses: — Bonjur babacığım, iyi uyu- dun mu? Dedi ve bunu müteakıp yan ta- raftan kızı ona eğilerek şakakları- nın çarptığı alnına hafif bir buse kondurdu. İhtiyar Yahudi, gayri ihtiyari, başını geri çeki nm vucudundan intişar eden lâtif, fa- kat keskin bir lâvanta kokusu yü- reğine bulantı vermişti. — Nen var baba? Gene mi neş'- en yok? Sonra garsona seslenerek — Garson, bir kahve... . Tekrar babasına hitap etti: 7 Nasıl zayıflamalı? Bu devirde zayıflamak usulle” ni bilmiyen kadın acaba var © dır? Belki yoktur, fakat bildikle” nin hakkile tabiki cihetine gide lenler azdır. Zayıflamak için nız rejim kâfi değildir, yalnız. den terbiyesi kâfi değildir, yal” masaj kâfi değildir. Mümküf bunların üçünü birden tatbik © sele İlim Bu arel a Gi ne de diğerini imal etmed üçü arasında bir mümazene tesif”| dilmiş olur. Fakat zayıflamak için nasıl den terbiyesi yapmalı? Günde | , olmazsa yarım (saat. Her hareketi arasında geniş nefes #bf vermek şartile.. Sonra her h m ti hiç olmazsa yirmi defa teki” etmelidir. Beş dakika sonunda lemiş olmalısınız. Bu neticeye mak için kalın yünden bütün cudu sıkı sıkı saran mayolardf” giymelidir. Böyle sıcacık giyin ten sonra beden hareketlerinin * siri daha ziyade teksif edilmiş Mümareseden sonra kalın altında yatınız ve bir çeyrek dar yatakta kalmız. Buda t mek için iyi bir vasıtadır. Bazi keyler vücutlarında siklet mamak için bu usule müracaat derler. Ondan sonra banyonuzU kınız. Sudan çıkınca ya masaj nız, yahut vücudunz — kıp kesilinceye kadar fırçalanmız fırçalanmak size tuhaf gelir. kis! Yalnız vücudunuzun tu maması için fırçanın alt kısı dümdüz olmasına dikkat ed , Bundan sonra mesamatı ç mak için, içine bol kâfurlu ii ilâve edilmiş soğuk su ile yıki nız, KADIN Rejime gelince, rejim aç kali demek değildir. Mâkul yemek p zımdır. Yalnız veda edilmesi zımgelen şeyler yağlar, hamur ri, pastalar ve biradır. Yemek ken su içmeyiniz. Et olarak diğiniz iskarada et yiyebili Salçaya rağbet etmeyiniz. Bu da hem sıhhat, hem cilt, her ciğerleriniz için mükemmeldir”. tün bunlara yeşil sebze ve m8! ları da ilâve edebilirsiniz. GiE9 tayı unutuyoruz. Bir gram dabi kolata yemeyiniz. Bu tabii vasıtalarla gene 7 Iamazsanız, bir doktara mü ediniz. Göz Hekimi” Dr. Süleyman Şük! Birinci sınıf mütehassıs (Bâbrali) Ankara caddesi No PSİ SEI “ ; EE. “yya ı Milli Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidi; Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. Asarreğ saz 4887, — İyi uyumadın mı? Yoks*” na bir haber mi aldın? İhtiyar Yahudi cebri nefs€ nüne eğilen başını kaldırıp F yüzüne bakmıya kuvveti Cevap vermedi. Gözleri masa üründe kaz elleri sevgili elleri görüyordu. Bu © ları çok itinalı eller, yemek » sınm beyaz örtüsü üstünde; tüyleri okşanan beyaz bir çif? gibi lâkaydane oynaşıyorlarö". Salomon, asabiyetinden di du. Bazan kızının beyaz V€ klollarımı gözü Hişiyer, bö “4 lar — acaba bundan ne kai veldi? — bu çocuk kollar , ku saatlerinde onun boyn J rıldığnı hatırlıyordu... Bu manzaradan duyduğu öy rah m ihtiyar Yahudi / miye başladı: ii Halbuki o benim etimde”, v ça,benim kanımdan bir © Benim kızım, benim yavru” fi İçak herif; » Yarabbi gi sig 636 K suz Zihninden bu sözleri i bilâihtiyar içini çekmişti” gören Erna nüvazişkâr by babasına daha fazla Yi ? — Nen var babacığırez

Bu sayıdan diğer sayfalar: