(File ve insanlar MİLLİYET CUMARTESİ 9 KANUNUEVVFI 1933 ikirler ve insarlar “On yılın ihimize dair kitapları a ile okumamız tabii- dir; çünkü onların içinde kendi zi görür gibi oluruz, her sayıl ze ya bir ıstırabı, ya bir sevinci ha- tırlatır. Hele mevzu umumi harp, milli mücadele, cümhuriyetin ku- ruluşu olunca, bizde henüz sönme- miş heyecanlara temas ettiği için, elimizdeki kitap kendi kanımızla, kendi kalbimizle yazılmış gibi gö- zükür, Onları okuyan hiç bir zaman sa- dece bir kari hâlinde kalamaz. Her satırd: “Ben olsam bunu acaba nasıl yazardım?,, diye düşünür, ya © kitabı adetâ muharririn faal zev- ki ile sarılır, ve yahut zihninde ye- ni bir kitap vücude getirmenin zev- kini tadar, Etem İzzet'in yazdığı On yılın romanı (Devlet matbaası) bu cins kitaplardandır. Bittabi, isminin de gösterdiği gibi, ne sa. tarih, ne de sadece bir romandır. 1912 sene- sinden 1933 senesine kadar olan Türkiye tarihinin esas safahatını bir hikâyenin arasından gösterme- ğe çalışıyor. İkipınar köyünün yir- mi sene ara ile iki tasvirini yapıyor © köyde doğan iki çocuğun, Erhan ile Torun'un maceralarmı anlatı- yor. Fakat Erhan ile Torun birer remzdir ve bu 20 senenin Türk'ü- nü temsil etmektedir. Etem İzzet'in meşhur satır başı romanı ,, fakat onun gibi | düşüneceklerin, düşünenlerin çok olduğunu bildi- ğim için — maksadımı daha iyi anlatmağa da vesile olur diye — ona cevap vereceğim. Memlekette ciddi bir edebiyat müntesiplerini geçindirecek bir ka- ri zümresi olmadığından şikâyet ediyoruz. Bu şikâyetin haksız ol- duğunu kimse iddia edemez. Tür- kiye'de yalnız yazı ile geçinen kim- se yok mudur? Yok denecek kadar azdır; olanlar da istedikleri gibi yazamıyor, daima büyük kitlenin zevkini düşünüyor, “aşağı, ya hi- tap ediyor, binaenaleyh asıl eseri- ni veremiyor. Fakat © insan oğlu yaptığı işi ilânihaye hakir göremi- yeceğinden bu muharrirler, ilk e- melleri ne olursa olsun, sonra yaz- dıklarının güzel, hakiki edebiyat olduğuna kanaat getiriyorlar, Bundan edebiyat da, halk da ziyan ediyor. Halkın fikri seviyesi yükselemiyor, zevki salimleşemiyor müşterisi olmıyan edebiyat da do- ğamıyor. Eserlerinin hasılatı ile geçinemi- yen sanatkâra, beğenmediği şey- ler yazmağa mecbur olmamak için, iki yol vardır: ya zengin (olmak, yahut ekmeğini başka bir işten çı- karıp sanatine ancak ondan kalan boş saatlı hasretmek. Bu çare- lerden birincisi bittabi sanatkâr kendi olan bir şey değildir. Biz e- illetine rağmen kitabı zevkle oku- nuyor. Fakat bir düğünle bitmesi pek hoşuma gitmedi; Obu tuluat kumpanyalarının komedilerini ha- tırlatıyor. Mevzu böyle bir şakaya pek müsait değil, Vakıa bu düğün, muharririn bizi İkipmar (köyüne tekrar götürmesi için bir vesileden ibarettir, fakat bunun için başka bir çare bulabilirdi. Mamafi bu noktaya göz yumu- Tunca On yılın romanı çocukların da, büyüklerin de istifade ile oku- yacakları bir kitaptır. Memur muharrir “Bütün kalem erbabı için bir imaret... Fena fikir değil ama aca- ba tatbiki kabil bir şey mi? Arka- daşlardan biri böyle düşünüyor...,, Bu satırları 1 - 12 tarihli Akşam gazetesinden alıyorum. Böyle bir imareti kimin düşündüğü belli de- gil, Zaten bahsedilen gibi bahse- denin de kim olduğu belli | değil, çünkü “Akşamcı,, o gazetede, bir müddetten beri üç kişi arasın- da müşterek bir imza olmuş. İki hafta evel (25 -11),bu sü- tunlarda, muharrirliğin bir devlet memuriyeti olması lüzumuna dair birkaç satır yazmıştım. Bunun için © günkü Akşamcı'nın, “arkadaş- lardan biri,, derken beni kasdet- miş olduğunu zannediyorum. Bitta- bi benim asıl söylediklerim, fıkra adabına uyarak, gülünçleştirilmek istenilmiş. “İmaret...,, Oh! ne iyi! Akşamcı bunu bulunca sevinmiş, hem de o kadar sevinmiş ki kendi- ni unutup: “Fena fikir deği O fıkrayı yazarken, tuhaflı, şüpheli sözlerle karilerini | eğlen. dirmekten başka bir endişesi ol saydı muharrir için bir imaret iste. menin fena, hem de çok fena bir fi- kir, meslekle de, devletle de bir a- lay olduğunu — ümit ederim ki — anlardı, Vakıa Akşamcı'nın yazdığı şöy- le sudan bir “eğlence,, yazısıdır; « İten çekinmesi demektir. Mademki sasen fertleri arasında pek az zen- gin bulunan bir milletiz; bilhassa edebiyatla uğraşanlarımız arasm- | da “gelir,, sahibi kimse yok gibi- dir. Zaten zenginlik sanatkâr için pek müsait bir hâl değildir. O, mu- ayyen zamanlarda çalışmağa mec- bur olmalıdır. Yoksa “adam » sen- de,, ci olur, oturup ilham ( bekler. İlhamı kaçırmak için de en iyi ça- re onu beklemektir. Zengin sanat - kârın şöhreti fethetmeğe de ihtiya- cı yoktur. o Böyle “şöhreti fethet- mek,, diye edebiyatça konuşuyo- rum, çünkü yukarıda halkın zevki- ne uyan muharrirden hayır gelmi- yeceğini söyledim şimdi “kendine kari aramalıdır,, desem kendi ken- dimi nakzettiğimi iddia edecek “a- rifler,, çıkar. Sanatkâr daima şöh- rete, rağbete ermeğe çalışmalıdır; fakat kendisi onlara gitmez, onları kendine getirir. İkinci çareye, yani iki;ci meslek çaresine gelince, o daha mahzurlu- dur. Bir kere onda da zenginliğin mahzurları vardır; onlardan başka da muharrire vakit bırakmaz. Bir insanm asıl mesleği, ekmeğini ve- ren meslektir. İki eli ile ona sarı- lır. Yavaş yavaş sanatini unutur. Bizde kaç kişi, hem de en ziyade ümit vermiş olanlardan kaç kişi böyle edebiyatı bırakıvermiştir. Sanatkâra az işli veya büsbütün işsiz memuriyetler vermeğe gelin- ce, bu da bir gelir demektir ve zen- ginlik gibi mahzurludur. Hem bu sanatı açıkça kabul etmek sanakâra, rahatça çalışmasını te- min edecek bir maaş vermek isti- yor, bunu açıkça yapsm. Sanatkâr bilsin ki her ay ş ukadar parayı an- cak sanatı için alıyor, sanatını icra etmezse, çalışmazsa o parayı alamı- yacak, İş ve İşçi Milliyet bu sütunda iş ve işçi isti yenlere tavassut ediyor. İş ve işçi istiyenler bir mektupla İş büro- muza müracaat etmelidirler. İş araniyor Uzan müddet adliyede çalışmış dak- Glo bilir bir genç avukatlar © yanında çalışmak istiyor. Milliyet'te. NL rümu- zuna müracaat, ... Orta tahsil ve daktilo, çok müsait şe- raitle yazıhane, Şirket vesair müessese- lerde iş arıyorum. Nakdi kefâlet dahi verebilirim, Taliplerin Milliyet gazetesi (LA.) mektlupla müracaatları, ———— her sene şu kadar kitap yazmağı taahhüt ederlermiş. o Bu, bir me- murluk değil midir? Bittabi bunu naşirler, az çok şöhret sahibi mu- harrirler için yaparlar, çünkü ora- da şöhret temini kabildir. Bizde değil. Fakat muharrirliğin bir meslek hâline gelmesini istiyo- ruz, bunun medeni bir ihtiyaç ol- duğunu söylüyoruz. O hâlde bizde devlet naşirlik etsin; muharrirlere senede şu kadar kitap veya şu ka- kadar makale yazmaları şartile bir maaş versin, onları iki meslek sa- hibi olmaktan kurtarsın. Muhar- rirlerin eserlerini doğrudan doğru- ya satıp geçinmeleri kabil oluncu- ya kadar. Şimdilik “amateur, lüğe razı ola ım, o gün gelince muharrirlik mes- leği teşekkül eder mi diyeceksiniz? Hayır, muharrirlik meslek hâline gelmeden kari kütlesi teşekkül ede- mez. Fakat bu suretle, Akşamcı'nın dediği gibi, bir sürü işsiz güçsüz a- damın: “Biz muharrir. olacağız!,, diye devletten iş istemesi kabildir. Buna karşı pek âlâ bazı tedabir ko- nabilir. Her namzet, teliften baş- ka, tercümeyi de taahhüde mecbur tutulur, tercümeler kontrol edilir. İyi bir ecnebi eseri üzgün bir su rette tercüme edebilen bir adamdan daima istifade etmek (o kabildir. Bundan başka devlet memuru sayı lacak muharrirlerden, bir yüksek birlerle büsbütün değersizlerin gir- mesine mani olmak elbette kabil- dir. Fakat bittabi bazı değerli mu- harrirler bundan istifade edemi; ceği gibi bazı değörşizler de da eder. Şöhretten olduğu gi Akşamcı Maarif Vekâleti'nin ba- zı muharrirlerin esetlerinden bir mıktar satın alarak onları himaye ettiğini anlattıktan sonra bu yardı- mın biraz daha genişletilmesi ile maksadın bir dereceye kadar hasıl olacağını söylüyor. Hiç de bu fi- kirde değilim. Vakıa Maarif Ve- kâleti bu yardımı ile birçok kitap- ların basılabilmesini temin ediyor, fakat ancak “amateur” lüğü teşvik! etmiş oluyor. O himaye yersizdir veya fenadır demiyorum, fakat ta- mamile gayrı - kâfidir. Akşamcı, yine fıkra adabma w- yarak, “&übik şiirlere, modern fel- ,, de dokunuvermiş. “Kü- ” ve “modern felsefe” tabi- ri ile kasdettiği ne olursa olsun, on- lar bir milletin kafası ve zevki için hiç bir zaman çabuk müşteri bulan romanlarımız kadar tehlikeli değil Çünkü, iyi de olsalar, fena da , onları ancak küçük bir züm- Öğrendiğime göre Fransız mu- harrirlerinin bir kısmı naşirlerin- den aylık alırlar, buna mukabil de re okur. Zaten bugün Türkiye'de böyle bir şer yoktur, Narallah ATA e (inkılâp Ne kadar doğru. Şimdiye ka- | dar hep böyle himaye, şefkat, sev- gi eseri diye kabul ettiğim şeylerin sonunda benden neler, neler is- tendi. Acaba Reşit Bey de bana bu maksatlamı yardım ediyor. Bir gün Ali Efendiye (o evvelce gelen daktiloların ne kadar maaş aldık- larını sormuştum: Kırk liradan fazla verilmedi: ğini söyledi. Halbuki (Reşit Bey bana maaşımdan başka buradaki yemek paralarımı, pansiyon masa- rifimi veriyor. Kilinik O ücretimi de verdi. Sonra balodan evvel he- sapsız, kitapsız bir avuç para da- ha verdi. Çanta aldı. Bütün bunlar kimsesiz bir kızı sevindirmek mak- sadile yapılabilir ve bugüne kadar bunun aksine bir hareket görme- dim. Herhalde (Reşit Bey evlât muhabbeti duymadığı” için bu ar- zusunun binde birini bana ayır. Buş olacak! et'in edebi romanı: 65 (GLKIR Ç İÇEĞİ BURHAN CAHİT. Komanı) my genç vakit Reşit Bey gel- Her zamanki gibi mektuplarını, yazıları im. — Artık değil mi? Dedi. — Teşekkür ededrim. Çok iyi- yim, dedim. — Gelen giden oldu mu? — A Hayri Bey uğradı. — Başka kimse gelmedi efen- dim. — Pekâlâ. Çıkıyordum. Çağırdı: — Şu sigortanm kâğıtlarını al dosyasına atıver. Elimi uzattım. Kâğıtları alacak- tım. Reşit Bey birdenbire yüzüme baktı: — O.. Hayrola.. Bu şık saat ner- den çıktı. üşünmeğe bile lüzum görme- dim. Yalan söyliyecek değildim. — Suat Beyin yazılarını yazmış» um. Mukabele olarak bunu verdi. kan çıkıyordu. nin arasından kelimesi bomba parraları gibi fırladı: nim yanımda çalışan bir ardiye veriyor. Ve sen ne cesaret- le böyle bir hediye alıyorsun. Ben sana ne ihtiyacın olürsa söyle, de- medim mi? siddetle çarpıyordu. Kafamın içinde beynimin dön- düğünü hissediyordum. Dizlerim titriyordu. Reşit Beyin gözleri yüzüme çev- rilmiş iki rovelver o namlosu gibi korkunç birer oyuk halinde, kapka-! ranlık görünüyor. Fakat buhran çok devam etme- di. Kendimi topladım. Bu adam bana ne hakla, âdeta tasarruf etmeğe kalkıyordu. Ben yaptığım hareketin (fena bir şey olmadığına emindim. O halde Re- şit Beye ne oluyordu. e Beni fena insanlardan korumak ise, her şey- den evvel Şefik Beyin baloya bi- zimle beraber gelmesine mani ol- malı idi, Sonra ben bu (hediyeyi kendinin de bildiği bir işin hatıra- sı olarak kabul etmiştim, Nasıl ka» Gözbebekleri büyüdü. Yüzüne | bul ettiğime de Ali Efendi şahitti. Herkes biribirlerine hangi şera- it dahilinde nasıl / evlendiklerini, karıları ile nasıl tanıştıklarını an- latıyordu. Sıra Necmiye geldi. Nec- mi dedi ki: — Vallahi, benimkisi hayli tu- haftır. Ben kendimi gayet pratik ve her fırsattan istifade etmesini bilir bir adam zannederdim. kadaşlar da “maşallah, öylesindir,, diye alay ederlerdi. Bana sorarlar- dı: — Ya senin kadar pratik ve her fırsattan istifade etmesini bilir baş ka birisile karşılaşırsan, kim kaza- nır? — Elbette ben! Derdim. Dairelerden birinde çalışan bir arkadaşım vardı. İş icabı sıksık kendi telefon ederdim. Fakat bu dairenin santralında'da bir me- mure vardı ki, sesi bana âdeta mu- siki gibi gelirdi. Bazı boş günler ek seriya bir fırsat çıkarak bu santral memuresi ile görüşmeğe çalışırdım. — Hanımefendi, öyle güzel se- siniz var ki, vallahi hayranıyım. Kız da benimle alay eder, görüş- mekten, muhavereyi uzatmaktan çekinmezdi. — Yana! Derdi, demek ki pek hoşunuza gitti. — Ama çok, çok.. Sesiniz bu kadar güzel olduktan sonra, kim bilir siz ne kadar güzelsiniz. — Orasını Allah bilir, Kendi ken dime güzel diye gövenemem ya. — Vallahi hanımefendi, sizinle görüşmek mümkün olmıyacak mı? — Neye olmasın? Görüşmekten ne çıkar? — İşiniz ne vakitler bitiyor? — Akşam altıda çıkıyorum. Hülâsa monşer, baktım, kız uy- sal.. Bende de bir merak hasıl ol- du. Günün birinde sözleştik. Bu- luşmağa karar verdik. Ben telefonda eşkâlimi ve rande- vu günü giyeceğim kıyafetimi tarif etmiştim. Ayrıca da elimde “Mil liyet,, gazetesini tutacaktım. O da kıyafetini tarif etmişti ve mantosu- nun yakasına sarı bir krizantem ta- kacağmı söylemişti. Şu takdirde o| kadar tatlı tatlı sohbet (ettiğim | meçhul muhatabımla. buluşmamız. bu sefer yüz yüze görüşmemiz güç bir şey olmiyacaktı, Randevu günü ve ( saati geldi, çattı. Ben içimde acayip bir hisle Taksime doğru gidiyordum. Acaba karşıma nasıl bir kız çıkacak? Şiş- man mı, zayıf mı? Sarışın mı, e | mer mi? Sıcak kanlı mı, soğuk kan lm? Ya o kadar güzel sesine rağ- men, kendisi gustoma muvafık çık- mazsa, ne yaparım, diye düşünü- yordum. | Bu düşünce ile Taksim durak ye- rine vardım. Etrafa & gözattım. Tramvay bekliyen kadınlar var 2- | ma, hiç biri tarife uygun | değil | Tramvaylar da birer birer geçip gi diyor, bekliyen kadınlar da hiç al- || dırış etmeden binip gidiyorlardı. Nihayet bir tramvay daha geldi, tarife uygun krizantemli kadın a- şağıya indi. O dakika halimi sor- maym. Bittim, yandım. İnkisarıha- yal bu kadar olur, Belki kırk beş, | kırk sekiz yaşlarında bir kadındı. O'da beni tanıdı. Kaçrzama val bırakmadan bana doğru yürüdü, gülümsiyerek elini uzattı. Sanki kırk yıllık ahbapmışız gi M mağa başladı. Artık işi o bozmak doğru değildi. Nihayet bir patise- riye girer, bir şeyler yer, içer, ya- rım saatlik azaba tahammül ede- bilirdim. Filhakika öyle yaptık. Dereden tepeden konuşuyorduk. O, telefon- dakinden hattâ daha tatlı sesi ile bir çok şeyler anlattı. Benden zi- yade o konuştuğu için, aşağı yuka- yı bana yalnız dinlemek kalıyordu. Hani azap dedim ya, vallahi bu ya- rım saatlik mülâkat benim için hiç te azap filân olmadı. Hattâ kadın ayrılırken adresini verdi. Beni bir cuma akşamı evine, çaya bile davet etti, Ben de nezaket icabı reddede- medim. Fakat cuma günü bir vesi- le uydurur, gitmem, diye düşünü- yordum. Cuma geldi, çattı. O gün de aksi gibi pek yalnızdım, dehşet- li de canım sıkılıyordu. Acaba ka- dınm çayına gitsem mi, gitmesem mi, diye bir hayli tereddüt geçir- dim. Nihayet: — Adam giderim, ne olur? de. dim. Beni kapıdan büyük bir misafir- perverlikle karşıladı. Salona aldı. Bir de ne göreyim, birader? Salon- da ayakta başka bir genç kızla kar şılaşmıyayım mı? Meğer bizim ha- nımefendinin kızı imiş. Onun da annesi gibi musikili bir sesi var. Hatlâ daha cazip, daha şakrak, da- ha şen ve cana yakın bir sesi... O- turduk, çayları içtik. O kadar ah- bap olmuştuk ki, artık ben her cu- ma akşamı bilinemez hangi bir ca- zibe altında, santral memuresinin mütevazı evine gidiyordum. Arkasını söylemeğe lüzum yok değil mi? Evlendim. Fakat annesi ile değil ha... Kızı ile.. SEM İSTANBUL BELEDİYESİ ŞEHİR TİYATROSU Zilahy Türkçeye çeviren M. Feridun 4 Perde 1 Tablo Halk gecesi Lüküs Hayat operetinin biletleri şim- diden kişede satılmaktığlır. KİNG - Beyoğlu : Bütün bu düşünceler kafamın için- Bir iki saniye kaşları biribirine | de biribirine dayanarak kuvvetlen- garpışır gibi karıştı. Sonra dişleri- | diler, kaybolan irademi buldum. Reşit Bey gözleri birer burgu gi- bi, hırsla, hattâ hakaretle yüzüme — Suat Bey kim oluyor da.. Be- | bakıyordu. adama Sanki, onu kudurtacak bir sesle: — Reşit Beyefendi, dedim. Ben sizin bir arzunuzla çalışmağa baş- lıyan, bir emrinizle de ( çantasını alıp gitmeğe daima hazır bulunan Kalbim göğsümü acıtacak kadar | bir memurunuzum. Yazıhaneye ait, bana gösterdi- ğiniz vazifeye ait her emrinizi yap- mağa mecl , Bunu yapmaz- sam bana her cezayı yapmak hak- kınızdır. Bana bir daktilodan faz- la himaye ve şefkat gösterdiğinizi, sıhhatim, hayatımla alâkadar oldu- ğunuzu inkâr etmem. Fakat yap- tığmız bu iyiliğe karşı benden her hakaretinize tahammül etmek va- zifesini beklemiyeceğinizi zanne- derim. Size hürmet ederim. Fakat kendime ait hareketlere müdahale edilmesini arzu etmem. Bu benim için şeref meselesidir. Ayni şiddetle haykırdı: — İki sayıfa yazı için yüz liralık hediye almanın manası nedir, bili- yor musun? Başımı salladım. — Eğer her hizmetin değerin- den fazla alman karşılığı ima etti- ğiniz manaya delâlet ediyorsa bu yazıhanede bir dakika imkân yoktur. Suat Beyin hediyesi ne verdiğiniz manayı, a gösterdiğiniz yüksek âlicenaplık © serinden niçin ayırıyorsunuz beye- fendi. Bu mukayeseyi hatırma geti miş gibi sarsıldı. . Fakat zeki adam kendini çabuk toparladı. Sesi bir kaç perde bir- den düşmüştü — Sen herkesi benimle bir mi tu- tutyorsun, dedi. Daha geçen gün burada sana İstanbul acayip yerdir insana altın gösterip pırlantasını a- lırlar, demedim mi? Suat Bey böyle bir hediye verdiği zaman niçin: — Teşekkür ederim, ben vazife- mi yaptım. demedin? Ne kadar haksızca hücum ediyor- du. Bu münakaşa Ali Efendinin ya- nında ne kadar uzun sürmüştü. Bu- nu tekrar etmeğe lüzum görmüyor- dum. Çünkü içimde gizli (o birşey yoktu. Kendi yaptığımı pek iyi bi- liyordum. — Şüphesiz dediğinizden çok fazlasını söyledim. Fakat ısrar et- ti ve ben bu kadar kıymetli bir şey olduğunu tahmin etmiyordum. — Ver bakalım şunu! Saati çıkardım, verdim. Yedi dünya harikasını sekizincisi sinemacılığın yarattığı en mükemmel eser. Gelecek hafta İPEK, MELEK ve ELHAMRA sinemalarında > gösterilecektir. T * oyy İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. Beyoğlu Halkevinde lisan dersleri Halkevi Beyoğlu kısmından: Ak marica dersleri, pazar, salı. İngilizce dersleri sali, perşembe günleri vE | saat 18 de olmak üzere başlamıştır. | Yeni neşriyat Sıhhi öğütler Gaeztemizde her gün pratik sıhhi öğütleri . yazan doktor Şükrü Bey sırlarını ihtiva ©“ öl meşretti, “Sıhhi ö" ğütler,, ismindeki bu kilabı okuyan ka" dın, erkek her yaşta herkesin sıhhat bilgilerini yatımız riya çok müessir oluyor. Bazı itiyatlar rımız var. Fakat bu itiyatların umumi sıhhatimiz üzerindeki (o ehemmiyetini anlıyamıyoruz. “Sıhhi öğütler, i oku” yanlar, okumak için sarfedecekleri va“ kitten bir şey kaybetmiş değil, bilâkis çök şeyler kazanmış olacaklardır. — | Zirai Türkiye Sovyet cümhuriyetleri ittihadı fen akademisi azasından M. N, Vavilof'un itmda bir heyet tarafından kiye” isminde bir eser vü * da bir mukaddemesi 3SI şekil, 12 renkli plânş ve birçok ih- sai tablolar ilâve edilmiştir. Rusça met ni 790, fransızca metni 160 sahife - dir. Rusça metnindekı bütün şekiller ve istatistikler fransızca metnine de konmuştur, Leningrat devlet matbaa- sümhuriyetinin onur” cu yıldönümü münasebetile neşredi - len bu eser, Sovyet tatbiki nebatat ens titüsü tarafından tertip edilen 1925 - 1927 bir tetkik seyahatinin mahsulü - dür. Eseri yazan Profesör Zhukovsky dir. Hemen bütün Anadolu dahilinde yapılmış olan bu seyahatte Rusyanm muhtelif mıntakalarında yetiştirilmek üzere on bin tohum ve meyve tetkik & dilmiştir. . Süleyman Şükrü Birinci sınıf mütehassıs 'Bâbrali) Ankara caddesi No. 60 e mi azim 9004 * o. ilyet Asrın umdesi “ MİLLİYET ” tir. ABONE ÜCRETLERİ : 'ürkiye için Hariç için LK. LK. Göz Hekimi Bi 3 aylığı 0“; 2 Be Gelen evrak geri verilmez— Müddeti geçen nüshalar 10 kuruştur — Gazete ve matbaaya ler işin müdiriyete mü- gacast edilir. Gazetemiz ilânlarin mes'ü Tvetini kabl etme. ” KONG (10826) 4887. (o 9097 Parmakları arasında evirdi, çe- virdi.. Sonra hırsma mağlüp olmuş gibi kaldırdı, bütün hızı ile fırlattı, Maksadını anladığım için atik davrandım. Bir ok gibi geçen saati havada yakaladım. Oz kamal İkna > yel beyefendi, dedim. Ben bu hediyeyi şerefimi kıracak bir fedakârlık mu- kabili almadığımı temin ettikten sonra basi kâfi görmelisiniz... Ba- na itimadınız yoksa daha (başka şekilde hareket edebilirsiniz. Saati parçalıyamadığı için daha çok kızmıştı: — Kıymetli hediyeyi elden kaçır- mamak için iyi cambazlık yaptın. Bu marifeti insanlar için de yapar- san muvaffak olursun. Ne demek istiyordu. Anlamadım Fakat bu münakaşa beni sinirlen- dirmişti. —— Beyefendi, dedim. Bana çok iyilikler ettiniz. Her zaman teşek- küre borçluyum. Fakat ben güna- hım olmadan işkence edilmeğe, bil hassa gururumla oynanmağa | ta- hammül edemem. Gizli maksatlar, aykırı hislerle de hiç alâkam yok- tur. Yalan söylemek için bir mec- buriyet te hissetmiyorum. oo Eğer (Arkası var)