Tü Fikirler ve insanlar IRK GENÇLİGE DAİR Peyami Safa gençleri sever, onları mü- dafaa eder, tanıtmağa çalışır. yündüm: “Ya kendir! rum ama herhâlde, otuzunu geçmişse de Otuz beşini daha doldurmamıştır. Hayır, henüz gençlik çağını geçirmemiştir, fa- kat artık ona “genç muharrir, de dene- mez; çünkü bu, falan yaştakilere değil, eserleri tanınmamış kimselere verilen i- simdir. Avrupa memleketlerinden birin- de, meselâ Fransada olsaydı, Peyami Sa- fa yaşındaki bir muharrir hiç - şüphesiz gençler arasında, müptediler safında de- Zile de isimleri yeni duyulmağa başla mwş, eserlerinde mükemmellikten ziyade istidat, fransızca tabiri ile “vaitler,, ara- nan mubharrirler arasında sayılırdı. Biz ne çabuk tanılıyor, ne çabuk yer tutuyo- ruz! Buna sevinenlere acırrm. Çoğumu- Zun &ncak birkaç sene çalışıp da sonra «ski söylediklerini tekrardan başka bir ş8y yapamamamız belki hep bundadır. | Kendimizi tanıtmak için çalıştığımız s6- neler, asıl şahsiyetimizin teşekkül ettiği devirdir; o ne kadar uzun sürerse biz © kadar zenginleşiriz. Tanınmak, ermek artk kendi kendimizi mürakabe etmemek demektir. O andan itibaren bizim inhitat devri de başlar ve büsbütü memiz uzak değildir. (Bittabi bu söyle- diklerimi “caricaturiser,, etmek için bir muharririn ömrünün sonuna kadar tarın- n daha hayırlı ola- cağı da iddia edilebilir; fakat buna gülü- ü ) ndisi artık tanınmış bir baci oluğu Daldal band Emil muşlarla meşgul olması, onları himaye ct- mesidir, Yazı yazmağa başlıyalıdan be- ri asabiyetini kaybetmedi; az çok şöbre- #irlere z ii yeni yazmağa başlıyanları da karil- rine birer büyük şair diye çekinmez. Bunda bir nevi kahramanlık | zamanın vereceği bükümler hakkında ke bönete kalkışmak demektir. Peyami Safa| şimdiye kadar iz birçok yeni âa- matkr tanıtmıştır; isabet oldu- ğunu iddia edecek perma çok defalar onunla çarpıştık. Fakat zararı yok, yar nıldığı zamanlar da yine o Givanmerilik gösterdi Öbür muharrirlerimizde bu huy yoktur. Ancak akranları — bazan hiç bir manası olmıyan — sütun dolusu methiyeler yazarlar da hiç bir genci ta- nıtak hevesine düşmezler. Bahsedecek İleri insanların kendi yerlerine geçmecin- den korkar gibi bir hâlleri vardır. Alfred de Vigny, Acadâmie azalığına namzetli- ğini koyduğu zaman, © cemiyetin üdetle. | rini yerine getirmek için eski azaları bi- rer birer ziyarete gitmiş; bunlardan i esk: okuduklarını tekrar ederler.,, Bizim muharrirlerimiz de öyledir; daha doğru- sü ancak kendi içlerini okurlar. Hele ba- ? halbuki sama Tel. Beyoğlu : © Milliyett'i in edebi r. romanı: li KIR (inkılâp Ne Bunu hattâ Ayşeye bile söyle- dim. Onunla ders müzakerelerini be- raber yapıyoruz. Ben hesaba, hen- deseye pek akıl erdiremiyorum. O- “ nun da resmi, kitabeti, tarihi, coğ- rafyası zayıf; biribirimize yardım ediyoruz. Maamafih sınıfın birincisi gene 0. Ayşe vücutlu, boylu bir kız. Da- ha on dört yaşında ama adeta ya- şından fazla görünüyor. İri mavi gözleri hep gülüyor. Ç Huriye Hanım bize: © — İkiniz iyi uydunuz, yi “Biri sarışin biri esmer * güzeli; İki © niz'de çiçek! Bir gün Ayşe hastalandı. Ateşi vardı. Başının döndüğünü söylüyordü. Mektebin doktoruna çıkardılar, Ben de gittim. İhtiyar doktor o- nu muayene ettikten sonra yüzünü okşadı: — Bir iki gün istirahat et. Bir şe- i . oya İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir Merkezi idaresi : Galatada Uayön Hanmda “Aosatası Kudunmayan şehirlerde econla asammsltadır, korktukları için bahsetmezler. Hücuma cevaptar, kaçmak, sahte bir gururum ört- tüğü korkaklıktan başka bir şey değildir. Peyami Safa'nm bir vazısından bahse- dip kendisine bazı itirazlar edecektim. Fakat hıç bir gence muavenet etmemiş muharrirlerin hâli hatırıma geldi, dertle- rim kabardı ve onun asil hareketini düşü- nüp evveli muhabbetimi söylemeği ınu- vafık buldum. Geçen çün “Gençliği anlamak, isicali bir elime vardı. Bunda bizi — gençliğe muhabbet göstermeğe, hareketlerini ken- di mantığımıza göre garip, manasız bul sak bile emniyet etmeğe davet ediyor ve ilk bakışta çılgınlık sanılan iddiaların bir “intuition,, eseri olabileceğini hatırlat- tıktan sonra sözünü şöyle bitiriyordu: * Gençlik her tarafta seferberdir ve ta- ?e bir hava getiriyor. Bunu anlamıyan bunamıstır.,, Gençliği ben de Peyami Safa'nm gö- zöyle yörmeği ne kadar isterdim. Fakat ben bizim gençlerimizde o çılgınlığı, or- ta. yaşlıların mantığma öymuyan ketleri göremiyorum. Hepsinde d. de çoğunda insanı ümitsizliğe düşüren Bit ustuluk Var. Şiirlerini açıyorum, dün- külerin yazdığı şürlerden belki yalnız a- cemilikleri ile ayrılıyor. Hikâyeleri de yine dünkülerinki gibi böş bir sentimon- talismadan başka bir şey yok. Vakın a- rasıra; “Yaparız, ederiz!,, diye bağırı- yorlar, fakat ne yaptıkları, ne ettikleri belli değil! Hiç birinde tenkit arzusu yok, söğle | | neni kabul ediveriyorlar. Bir gün bir ta- nesi bir mecliste: “Ben sizin bahsettiği. niz sanatkâr tanımıyorum; fakat © ma- demki bu kadar insan onu methediyor, elbette değerlidir, büyüktür, dedi. Bu en bararetli gençlerden biri imiş. Şu ve- ya bu münekkidin hükümlerini kontrol- suzca benimsiyen bir adama ben (nasıl emniyet edeyim? Gençlerden yeni bir kıymetler silsilesi bekliyorum, onlardan yeni bir e kurmalarını bekliyorum, onlar karşımıza mütavantla çıkı- yorlar, Yarmın adamları hattâ dünkülerin zihniyeti ile 3öze başlı- yor. Niçin onlara emniyet edeyim? Bi- zim söylemekten, dinlemekten © bıktığı- mızı tekrar edeceklerse niçin onlara hür- met edeyim? Mütemadiyen: “Kale ima- mü... ,, Ama imam Peyami Safa, yahut ben, yahut bilmem kim... Ben ne imam istiyorum, ne de mürit, Gençler çılgım- lık etsin, yeniyi arasın, isterse yanılsın. O zaman onunla kavgadan bir zevk ala- cağım. Fakat bizim söylediklerimizi ek- seriya bizden de Fena bir şekilde tekrar zuma rağmen — bir ümit besliyemiyece- Nurulah ATA İrihal Gi ei e e Mem GREAİİME lek kabristanına defin edi cektir, 4887. 6984 ii BURHAN CAHİT. in lal m Pre hastabakıcıya (o bazı şeyler söyledi. a ayaklarına sıcak su koy- lar, O kadar üzülüyordum ki Huriye Hanım: — Haydi artık sen sınıfa git! de- > zaman hıçkıra hıçkıra — ağla İzm. Ayşe de ağlıyordu. Sınıfa dönerken Müdür Bey oda- smdan çıkıyordu. Beni © görünce çağırdı: — Küçük, gel bakayım. Müfet- tiş Beyden mektup geldi. Sana İs- tanbul Darülitammda yer hazırlat- mış. Sorun isterse buraya nakle- din, diyor. Gider misin? Müdür Bey bu haberi ne fena za- manda vermişti. Buraya o kadar alışmıştım ki ye- ni insanlar arasına (o karışmaktan korkuyordum. Baba evimin, annemin kokusu- nu kaybettikten sonra yuvasından İ bamur işleri, tatlılar, SIRRI HE — v4 —— ÖĞÜTLER LE Çöcük dişleri Tabiat yaradılışta herkese ayni de recede müsaadeli bul Diş me- lesinde ise hiç bir istisna yapmaz. Bazı kimselerin dişleri pek iyi ve sağ- lam olur, O kadar ki, her türlü bakım sızlık ve ihmallere rağmen hiç bir za râra uğrümazlar. Diğer bir kesim halk ise dişlerine pak ziyade dikkat ve ehemmiyet verdikleri halde çabuk çürürler. Ve daima dişlerinden rahat iz bulunurlar. < Bir millet itibariyle bizim dişleri- miz de hiç iyi bir halde #leğildir. Bu da en ziyade ihmal ve bakımsızlıktan ileri gelir. Burada kusur tabiatin de- gil, bizim kendi kabahatimi » Her- kesçe az çök bilinmiş “ve anlaşılmış; bir şeydir ki, ber türlü © rahatsızlık ve hastalıkların sebebi üğzımiz ve dişle- rimizden ileri gelir. Bunun için ber- şeyden evvel bunlarm en doğru yolda bakım ve sureti mahsusada tedavile- rine ne derece ehemmiyet vermek lâ- zım geleceğini ve bunun ikmali sıhhati- miz için ne kadar zaraflı ve âcikli ne ticeler vereceğini düşünmelidir. Bü- yük insanlatm çürümüş dişlerini yeni den sağlam “bir hale ep tabii mümkin olamaz. O belde yeniden ye- tşeceklerin, yeni nesillerin sağlam dişli yetişmelerine çalışmak “ lâzıdır. Çocuklara pek erken dişlerine nasıl bakılmak lâzım olduğu tilmeli ve temiz ağızla sağlam dişler ne yol- da yapılacağını belletmelidir. Çocuk- lara küçükken öğretiler şeyler ve â- detler pek kuvvetli onlarm kafasimin yer eder, Ve artık bütün hayatlarında onla- rı bir daha bırakamaz. Onlarla bera- ber yaşarlar, ve istifade öderler. Çocuklukta dişlerin çürümesi pek ehemmiyetli bir şey oldüğünu göz ö- nünde bulunduran hükümet bu işe büyük ehemmiyet vermektedir. Mek- teplerde çocukların dişleri muntazam surette muayeneden geçiriliyor ve te- davilerine de baktırılıyor, Fakat mek teplerde çocuklarım dişleri hakkında gösterilen bu ihtimam ve dikkate ev- lerde hiç ehemmiyet verilmez. Ve bel ki aksine hareket a mari — bir fayda görülmez. Bununla çocuk mektebe başl, ceye kadar dişleri sslal cak derecede bozulabi de zaten ço- cukların dişleri değişecek ve sağlam ve daimileri geleceği #ını ileri sürerler. Halbuki dişi yen bir çocuk, ister muvakkat daimi olsun her halde sıhhati üzerine aşikâr surette zararı dokunur. Bu en son çocuğun 'diş'ağrısı şek- linde kendini gösterir. ik alâmeti de hazımsızlık olur, Çocuklukta. hazım- sızlık ise büyüklerdeki, hazımsızlık tan çok zararlıdır. zlık bes- lenme işini sekteye Bu'da ço: cuğun büyümesine tesir'öder. İşteha- nın bozulması uykunun"kaçması seh- hatin gitmesine sebep olütr Çocuk dişlerinin iyi büyümesi ve sağlam durması ile shhi ve düzgün bir ağız elde edebilmek için en bü- yük çare ve âmil olarak temizlik gös terilir işe de yalnız temizlik ile de iş bitmez. #ÜİHİKAYE iü Kıdem Dairenin hademesi odanın kapısmı açtı. Burada karş ıkarşıya masalarda irfan Efendi ile Necip Bey çalışıyorlar: inledi — Irfan Efendi, Müdür Bey sizi ça ğıryor, dedi. — Beni mi? başına tam vaktinde gelen, arkasını almadan daireyi terke! İrfan Efendi, böyle ilk det tarafından çağırılınca, düşünceye yar- dı: Acaba yanlış bir munmele mi gör- dü? Bir halt mı karıştırdı? Müdür Bey kendisini ne diye ister? Acaba ne biçim bir tehlike ile karşılaşacaktı? Daha sonra Necip Bey kendisini hiç çekemezdi. Aleyhinde bir iftira filân uydurmuş olmasın? Yüzü hafifçe sarararık ayağa kalle- 16, kyafetine çeki düzen verdi. Hede- menin arkasından çıktı.. On dakika sonra tekrar odaya dö- nünce İrfan Efendi, Necip Beyin kar- gısmdaki mâsasma oturdu. Yüzünde te- bessüm ve csrarlı bir tavırla parde: nü giydi, Eldivenlerini taktı. ha- fiften bir islik bile tutturarak masası | nin üzerinde ne kadar evrak varsa, hep- sini çekmecelere yerleştirdi. Necip Bey merak içinde kalmış tw — İrfan Efendi; dışarıya rm çıki- yorsunuz? — Zânnederim ki evet, Necip Bey- efendi. Ve çıkıp gitti. Ertesi gün müdür Bey tekrar ken- disini çağırdı ve dedi ki: — Azizim İrfan Efendi, belki vakti- nizi suistimal ediyorum. Bizim Ha- nım maalesef bâlâ izni bulamadı. Gene size zahmet olacak, bugün de bi- —— ekmekleri çocuklara" yedirmekle diş ve çene kemiklerinin güzel ve munta- zam surtle büyümesine faydası ol ğu bazı yerlerde tecrübe ile müştür. Bunun için © ekmelderi ince di- Timlere kesip fırında veya sobada ku- rTutulmakla sertleşürilir. Çokça ve ye mekler arasında yenildiği halde tatir dişler için zararlı olur. Kurabiye ve nişastalı şeyler ise daha ziyade miuzir dir. Bunlar dişlerle, dişlerin aralarma yapışırlar. Ve orada uzun müddet ka İırlar ve mayalanıp ekşirler, Ba suret Iç dişlerin minesini yer ve çürümesi- ne sebep olurlar, Bunlar yemekle bir- Tikte yenmeli ve daha iyisi yemeğin sonunda yenip ondan sonra da bir mey ve bahusus elma ye-irse ağız ve diş- lerin fevkalâde temizlenmesine hiz- met eder. Bunun en çok faydası ağız- da bol salya hâsl eder. Salya ise en birinci z temizleyici bir şeydir. Bunün için ai Ywmeğinden sonra bir dilim elma ilmi çok faydalı 6- dur. Diş fırçası kullanmak meselesine gelince: Bu her evin en birinci anane ve kaidesi olmalıdır. Çocukların dişle rini temizlemek için evvelâ temiz bir tülbent ve asitborik mahlütiyle yapı- lar, Ve daha eri yumuşak bir 3 - 4 yaşında bir Burada dikkat edilmesi lâzım ge- len başka âmiller de vardır. Bunla- rın da yapılması ana ve babalara dü- daha sonra bu yüzden istifadeleri o- Tur, Söt kemik yapmak için ancak bi rinci gıdadır, Ayni dişlerle çene kemiklerine münasip hareketler yaptırmalıdır. Bu da onların görecek leri işlere göre olur. Süt, ekmek ve bu türlü hare- ketler için hiç uyğun değildirler. Ek- mek kabuğu, sertçe simitler, sert bis- küviler pek erkenden belirmeğe baş- lanması, arpa çavdarla yapılmış sert vakıtsız öl bir serçe yav| rusu gibi sığınacak © yer, başı-| mi koyacak Oo candan ii kucak araya araya nihayet e İ raya gelmiştim. Ve burada m dim gibi bozgun kurbanları yetim- lerin havasında avunup gidiyor- dum. Hele Ayşenin kardeşten sı- cak ne kadar alışmış- tem, Bu havayı, bu kokuyu gene değiştirecek miydim? çinde birer birer canlânırken Mü- dür Bey saçlarımı okşadı: — Burada orahat- değilsen... göndereyim! Başım göğsüme düşmüştü. — İstemem Müdür Bey, dedim. Burada iyiyim. Müdür Beyin kngemla, dolaşan e- li çenemi okşadı: “ — Peki kızım. Öyleyse ben Mü- fettiş Beye yazarım. Senin için ya pacağı babalığı mektebi bitirdiğin zamana saklasın. O: zaman daha çok istifade edersin. — Teşekkür ederim Müdür Bey. Smıfa girdim. Alıştığım hava, sınıfın . kokusu, arkadaşlarımın sesleri: .. Oooh! Ne kadar sıcaktı. “.* Ayşe, doktorün dediği gibi, üç günde iyi oldu. Şimdi imtihanlara hazırlanıyo- lüzum kalmadan kendi kendine diş- lerini temizlemekte zevk duyar. Diş evvel veya sonra, akşam dişlerin çi Mmizlenmesi daha mühimdir. Bu ak- sam temizliğinden sonra artık çocuğa bir şey vermemeli ve çocukların ağız ve diş temizliği akşamları yapıldık- tan sonra şayet bir pisküvi veya tatlı ve yahut ta ekmek yatakta verilirse ona çok fenalık verilmiş olur. Ve fay da yerine zarar yapılmış olur. iel çalışamıyoruz. . Çünkü gaz olmadığı için lâmbaları erken- | den söndürüyorlar. Zaten yemek- lerimiz de gitikçe azalıyor. — | Diyorlar ki şehirde çok âileler şeker ve et yüzü görmüyorlarmış.. Bize de artık ayda bir tatlıyı kestiler. Hep-kurü üzüm yi: yoruz. Üme: roğıan. möğesiz » elisikeği pr Biribirimize o kadar alışmışız i! Muharebe hâlâ devam ediyor. Mektepte bize terlik işletiyorlar, Bunları Sıvasta alan çokmuş. Pa- “ rasile Müdür Bey bize önlük, çama- şırlık alıyor. Bir gün Fırka Kumandanının . hanımı, Vali Beyin annesi, daha bir çok hanımlar mektepteki elişleri sergisini gezdiler. Yaptığımız yas- tık örtülerini, motifli, Çin iğnesi, hesap işi, kasnak işlerini çok be- ğendiler, Vali Beyin annesi benim beyaz keten üzerine işlediğim ajurlu bir örtüyü o-kadar beğendi ki iki tane daha ısmarladı. Ayşenin al ipekle işlediği Çiniğ- nesi bir yaprağı kumandan beyin hanımı aldı, O göze yatakhanede karanlıkta onuşuyorduk. Ayşe: Eliz i << Çalışyoruz; öğreniyoruz. Bu İli terler dökerdi. zammı sim çocukları mektepten alverirseniz. Emredersiniz efendim. Se ei Yarım sabah eğer gene zahmet olmazsa, çocukları evden mektebe berakaverirseniz... — Hay bay efendim. Maalmemnu- niye efendim... Artık müteakip günler müdür bey bep İrfan Efendiyi çağırtıyor, bütün gayretlerine rağmen hâlâ hizmetçi bu- lamiyan Hanmnefendinin göstereceği ev işlerini yapmığğa giderdi. Hattâ Hanım- efendi, ona emniyetinin derecesini gös- termek için yeni yeni işler vermişti. Mutfakta patates soyduruyor, çöp te- nekelerini boşalttırır, İrfan Efendinin yemek yapmak hususundaki ihtisasm- dan istifade ederdi, Bu şerait altımda İrfan Efendi artık dairede hiç iş görmez olmuştu, Onun işlerine do Necip Rey bakardı. İrfan E- fendi, dairedeki arkadaşlarına müdür beyin sağ kolu olduğundan, ara sıra kendisini ve ailesini evinde ziyare etti- Zinden, müdür beyin çocukların ken- disini çok sevdiğinden bahsederdi. Bu esnada da zavallı Necip Bey yığılan iş- lerin altından çıkabilmek için bir hay- Nihayet mali senebaşı yaklaşıyor. du. Bir gün daire şefi içeriye girdi: — Çocuklar size müjdeli bir habe- rim var, İçinizden birimize kıdem zam- mi yapılacak amme, hanginize, orasmı bilmiyorum. Irfan Efendi; — Elbette banadır, dedi. Çünkü hak- kım.. Ben Necip-Beyden üç ay daha es- ki memurum, Necip Bey meslektaşımın müdür be- yin kâsesini yaladığını bildiği için, bu- mu hiç te müsteb'at görmüyordu. Irfan Efendinin kurumundan kanın- dan geçilecek gibi değildi. Öyle ya, müdü m bu kadar hususi işlerini ve mem kendisine © ka- görüyordu. O da bu sevinçli haberi bü- yük anasına, karısına, evdeki çocuklara konu komşuya, eşe dosta bildirdi, Hat- #& müdür Beye minnettarlığını izhar et- mek için üç gün ardı sıra eve giderek badanala- dı, kilimleri, halıları sillti, Üçüncü gün sabahı yorgun argın tekrar daireye — Maşallah İrfan Efendi dostu muz, dedi, öldünüz mü, kaldmız mı? Uç yündür. Revi ve cemalinize hasret kaldık. irfan Efendi içinden şöyle düşünür — Dur bakalım, bu ilifatın altından bir şey çıkacak amma, ne Çok geçmeden Necip Beye di zammı yapıldığını öğrenince, kalbi du- rasak gibi oldu. Hemen müdür Beyin odasına fırladı: işte bir yan- bendenizin Nesir Beyden üç aylık İerdemim var Halbuki zam bendenize yapılacak e Necip Beye yapılmış. Müdür Bey İrfan Efendiyo baktı | ve dedi ki: — Sizin Necip Beyden bir kaç ay fazla kedeminiz. olabilir. Fakat o çalış kan bir memurumuzdur. Ben kaç defa bizzat şahit oldum. Siz daireye aşağı yukarı hiç uğramıyorsunaz İrfan Efen- di. Irtihal Adaların çok sevilen ve sayılan yirmi senelik tapu memuru Aziz Bey duçar olduğu kanserden kurtulamı- yarak irtihali darr beka eylemiş ve cenazesi cuma günü | kaldırılmıştır. RADYO Bugünkü proğrali İSTANBUL» 18,00 Gramofon. 18,30 Pranarsen ders (Müpte 19,00 Udi Refik Talât Bey ve 20,00 Redayii musikiye heyeti 21,30 Gramofon. 27 Anadolu Ajansı, Borün Ayarı, ANKARA, 1538 m. 1230; Geamelem. tarkan, 19,30: Dana haberleri, VARŞOVA, 1411 m, 18. eri, 10251 Org Bir Romen sahmeleri, o Hayat 21: Revü konseri. 23.25; Thopinin den, kanser, 23: Haberler — Danf BUDAPEŞTE, 550 m. 18,381: 20: Tagannili neşriyat. Orkestrn. mmasikisi # VİYANA, 518 m, 1805: Meşhur sanatkârlara ait Hofif müniki (Orkestra). © 20558 Zi; Skeç, 2250: Haberler. 23 Aka NO - TORİNO - FLO| 19.30; Musihili Almman&f sahabe 21: Halk şarkılerii ki parçaları, Z320: Hafif muğilek ZÜRİH, 459 m. 18,35: Bando muzika, 19: M üsahabe. 21: Yeni hi (ürün oporanından nakles) nin “Tebeşir çenberi,, opereti. Romun 441 m. 1940: Arnavutça haber neşri. Hennile haberler: 71: Haberle Haherler. — Karışık konser, hi. BÜKREŞ, 394 m. 16: Konser. 18,20: Devamı, ile şarkılar. 20/45: Konferans konseri. 23,35: Kuntor konseri. 28 musikisi, BÜKREŞ, 394 m, ğ 20: Şehirlerin tacı isimli neşriyatı yana musikisi (tagannili ) imi İSTANBUL BELEDİ Darülbedayi Temsi z ayi e . Şişlide satıl Şijlide 6 oda, "mutfak, kalorifet ve her tütlü kon bir ev satılıktır, Müracaat; Milliyet Mevlâ gariki rahinet eyliye... mektepten çikınca ne olacağız? di- yordu. Evet, biz ne olacaktık?. Başka mektepleri bitirenler ai- lelerinin yanma dönüyor, kısmet- leri çıkıyor, ev bark sahibi oluyor- lardı. « Biz nereye dönecektik? Mektep bize yıllarca bakacak mı|. idi?. Sergiyi gezmeğe gelen hanım- lar.giderken içimiz sızlıyordu. On- ların da kızları, çocukları | vardı. bakarken arasıra gözlerinde ne yumuşak merhamet gölgeleri seziyorduk. Ayşe de hatırlamıştı: — Çiçek, Kumandan Beyin ha nımı ne güzel kadın değil mi? Bi- zi severken gözleri yaşarıyordu, de- di. — Kim bilir, dedim. Öksüzlüğü- belki! düğünü hissediyor | Bize acıyorlar. zim de anamız, babamız, vardı. Biz de bu hanımların! daki kızlar gibi seviliyord nacak bir tarafımız yoktu. kendine çeken, bağrına b kusu, ninnisi, sevgisi ile tatlı uyutanlar ir. Ayşeye dedim ki: — Bir şişman hanım v kat ettin mi, yanındaki şir zı örtüleri karıştırırken tuttu: — Yaramazlık eme, b timler ne uslu duruyorlar. ' dan utan! dedi. Ayge içiniç içini çekti: 'etimler gülmez, ii yetimlerin nazını Ç Zi fiskos o ko kim. Sesinizi kösin bakayf * Karanlıkta yorganları ik. i Ayşe: di — Allah rahatlık versin! şim, dedi. — Allah rahatlık versin sazlık bile bize çok yor, dertleşmek bile kab Örtünün altından A| için ağladığını duydum.