d ©. talya milletini Ceneral (Balbo) nun uçuşu Bütün cihanın dikkat . bakışmı çeken bu büyük uçuş teşebbüsü, İ- kuvvet ve kudret Idiği hakkında Faşizmin beslediği inanm ve bir de büyük ölçülü gösteriş yapmak arzusunun eseridir. « Uşkuculuğun her ülkede ilerle- | tilmesine uğraşılıyor. Fakat bu ça- lışmada her ülke arasında ufak ve ya kocaman farklar görünüyor.Bir çok ülkelerde, yalnızca iş görebi- lecek askerlik uçku birlikleri yara- tacak kadar talim ve terbiye ile ik- bir nesil, katı ve kahraman bir ne- | sil yaratmağa karar vermiş bir ül- kede uçkuculuğun tutumu büsbi tün başkadır. Yenilmez ve kahra- man bir unsur, ancak tehlikeli ça- rın mahsulü olur. Görülüyor, ki İ- talyan hava silâhı milli ruhu, maneviyatı, milli kahramanlığı di- — riltmek için bir vasıta olarak kulla. nılmaktadır. İtalya bu uğurda fe- dakârliktan çekinmiyor. İtalyan büyük torpil veya buna muadil ola- cak surette ağır bombalar teşkil e- decektir, Maamafih seyahtte tabii bir bomba beraber alınmamış, bun- ların yerine benzin konulmuştur. İtalyanın askerlik bulunumu, bü- yük denizler aşacak surette uçku- İar kullanmasına lüzum gösteriyor. Bu halde Savoia tipi bombardıman uçkuları ile, bir savaş halinde kıyı keşfi, düşman limanlarma saldır- mak gibi işler görülecektir. Belki de İtalyan deniz kuvvetlerine re- fakat etmek yumuşunu da alabilir. Maamafih uçuş sahası 4,000 kilo- metreden fazla olan işbu uçkular- la, İtalya, Akdenizin ortasındaki vaziyeti ile bütün Akdeniz kıyıla- rındaki hükümetlerin arazilerine saldırmak imkânına maliktir. Bu sebepten bu uçuş, Akdenizin en u- zak köşelerindeki devletlerin bile dikkat bakışlarını çekmesi lâzm- gelen bir hâdisedir, İtalyada, çok kudretli küçük za- bit pilotlar mevcut olmasma rağ- men, Balbo uçuşun: âk eden- milletinin bu fedakârlığa katlan- masına yani yeni bir kahraman ne- sil yaratmak için maddi ve manevi külfetleri esirgememesine lüzum o- lup olmadığını burada münakaşa etmek bize ait değildir. Yalnız bi- zim ortada gördüğümüz bir haki kat vardır, ki o da Mussolini İtal yasının, yaptığı çalışmaların neti- | cesini almağa bşlamasıdır. Bunun parlak mânâl: ve tanığı (1) de Ce- neral Balbo uçuşunun parlak mu- vaffakiyetidir. İtalya, her yıl bir defa, hava pu- sadını kendi yeni rejimini kutla- mak, şereflendirmek için tahsis ey- lemektedir. Bu kutlama işi ya bir koca denizi aşmak suretile veyahut kendi ülkesi içinde Roma veya di- ğer bir şehirde hava müsabakaları yapılmak suretile oluyor. Her mü- sabaka, yüz binlerce İtalyanı, yeni hava zaferlerini göz- lerile görmeği mümkün kılacak su- rette uçuş meydanlarında topla- maktadır. İtalyan uçku inşaatı her gün ye- ni bir tekemmül kaydediyor. Son Amerika uçuşunu yapan uçkular, yüksek kabiliyette vücuda getiril. miş İtalyan motörünün zaferidir. Bu uçuşu yapan en yeni Sayoja İtalyan uçku tipi saatte 216 kilo- metre yapar ve bu hızla yirmi saat havada kalabilirler, Yani uçuş sa- hası 4,000 kilometreden . fazladır. Maamafih şiddetli yellere tutul- i zaruretlerle bu son uçuş etlerini sarfeylemelerine kü- | zum hasıl olmadı. Çünkü Balbo hava filosunun uçuşu esnasında “ mükemmel bir hava istihbarat hiz- meti kurulmuştu. İrlanda da, İslan- dada, Groenlandıda ve Labrador, da birer hava istihbarat istasyonu açılmış,ayrıca iki İtalyan denizaltı gemisi ve altı İngiliz balıkçı gemi- 8i hem istihbarat ve hem de kurtar- ma işini görmek üzere koca deniz üzerinde taksim edilmişlerdi. İşbu İtalyan uçku tipi, askerlik uçkusu olarak iyi vasıflara malik- tir, Üçkunun kendi ağırlığı 5700 ki- lerin cümlesi (o zabitlerden seçil. miştir. Bu uçuş, İtalyan uçku per- sunellerinin yüksek vasıflarını da- hi cihana ilân etmiş oluyor, ki bu keyfiyet inşaatta elde edilen te- kemmüllerden daha mühimdir. İtalyan uçkucusu yüksek kudre- tini gösterdi. Ortebello'daki İtal. yan hava mektebi, katı mesaisi ile gok yüksek vasıflı unsurlar - yetiş- #irmeğe muvaffak © olmuştur. Bu mektebin talebeleri, işbu seyahat ile, bunu cihana gösterdiler. Bu, genç rejim için ve yeni kurulma- ğa çalışılan milli karakter için bü- yük kıymeti haizdir. CİNOĞLU (1) Tanık — Şahit RADYO Bugunkü program İSTANBUL £ , 18 Gramofon, 18,30 Fransızca dere (İlerlemiş olanlara). 15 Hikmi m, 1.20: Subak konseri, 9.20: Çocuk 11.20: Kanser. Zi: Akşam konseri ŞOV. 20457 © Edebi musnhabe ESSE,, kalmli öpora tenaşili. , 550 m 21; Şiirler. 2115: Orkes Plükler. 2425: Şarkık som çıkan dans parçalan VİYANA, 518 m. Zi: Viyana büyük öperssnm or! 2280, Kana könreri Sisi ano konseri. 7120: Polonya tay- lümleri matemi 22,10. Örkest- 21.35: Müsaha- amire 22301 “Domuz arı, isimli tem BRESLAU, 328 m Nasi propagandası. komser (Richard Welerin e lo olup ayrıca 4500 kilo yük kaldı rabilir. Savaş halinde, bu yükü iki PARIS Postası; 328 m. 21: Tagânni ve solo flüt 2215: Plâk. na MARGUERİTE MORENO - SUSİ VERNON - TRAMEL Herkesi kahkahadan Garsonl iyet'in edebi romanı: 64 YAYLA KIZI. — YAZAN: Aka Gündüz. — — Kim bu Hanımefendi? ği li bir Hansmefendidir. Sırf kendi zevki — Tnunmış bir — Bütün hakiki sanat mahfelle- ri hürmetle tanır. — Hele hele! buna, — Yalan mı söyliyorum. — Hayır. — Öyleyse... — Eğer sahiden böyle bir Hanı- mefendi varsa neye ona da çatmı- yorlar? Cevap versene madem ki değerli bir sanatkârdır mutlaka o- na da küfür etmeleri | lâzımgelir. Bana o kadar çattıktan sonra onu al haydi yerin dibine batırırlar! Sen bir sevimli şeytansın | Dedi ve katıla katıla güldü, —Benimki de yalan mı? Hiç inanmadım bayıltacak bir filmde ar Şahı — İkimizinki de doğru. Ha.. Sa- a bir ikinci müjde daha verece- ğim. bu da gerçek. —Neymiş o müjden. — Pariste bir Cemal Reşit Bey yar. Çok değerli Yaylâ kızını işittim demiş. Eğer Parise gelirse, yahut ben memleke- te dönersem ona “kendim muzik dersi vereceğim. — Ona da kimse küfür etmiyor mu? —Daha ortaya çıkmadı. — Çıkarsa, görür dünyanın kaç bucak olduğunu! Otomobil Maslak- taki sözleşilen yerin önünde durdu. vi za) | İpekçi İhsan, Grabovsi Yani, iki üç Fransız, bir kaç maki- ne... Bunların hepsini tanıyordu. | mi severiz?,, | tapçınn gözlerinde okumak istiyor) lan me İ nüz bir şey yapı | rineseri.. On tane bile satamadım! MİLLİYET PAZARTESİ 11 EYLOL 1933 K LAK BER bla SAP a5 Artık basmıyoruz. Bizim caddede, bir kitapçı dük- küânı... Eşhas: Kitaphane sahibi ve ben... Konuştuğumuz mevzu ma- lâm: — Biz de kitapçılık!? Tözlu raflarda eski, yeni yüzler- ce kitap sanki bizi dinliyor. Kitapçının anlattıkları aşağı yu- karı şunlar: pe) — Bizde kitap çok az satılıyor, Çünkü satın alacakların gözünü do- yuran kitap yok.. Halk beğenmedi- ği şeyi para verip niçin alsın? Bir zamanlar, özene bezene bas- tığım ne kitaplar var ki bugün ha- mal sırtında, okkaya bindirdiğim halde masrafının yirmide birini çı- karmıyor, Şu camekünlara sıraladığım ki- tapların ne emeklerle meydana gel- diğini düşündükçe, yaptığım büyük hatayı anlıyorum. Bizde: kitap sa- tışlarının artması için bir nesil da- ha'lâzım... O nesil, şimdi sekiz on « On sene sonra, umuyo- # | kin ediliyor ve her sınıf halkın işleri, Kitapçı bana böyle içini dök. ken kapıdan bir baş © uzandı. Eli | bastonlu, saçları dağınık, bir mon- şer. Koltuğu altında bir kitap, risale... Kitapçıyı tan sonra maksada geçti — Size yeni bir eser hazırladım! Kitapçı bana baktı, (o gülümsü- yor mu idi, yoksa ağlamalı mıol- muştu, pek farkma varamadım. Monşer, eseri hakkında izahat verdi — Bütün kadınları, enterese e- den bir bahis... “Niçin severiz, ki- Ve çalımla başmı kaldırdı. Ese- rinin yalnız ismile yaptığı tesiri, ki- gibi idi. Halbuki öteki, Çoktan işi pişkin- liğe vurmuştu; Kat'i cevap verdi — Artık kitap basmıyoruz! Monşer muharrir şaşırdı: — Niçin? Eskiden basıyordunuz ya?.. Kitapçı, iki kelime ile;tekrar işi kestirip attı: »— Artık basmiyoruğ.. © X Monşer çekilip gittikten © sohra bana döndü, elile raflarda uyuklu- yan kitapları gösterdi: (© — İşte deminki büyük muharri- Ve dudakları arasmdan mırıldan- dı: ça tamamladı; — Faka!,, M. SALAHADDİN glalayeı — Artık basmıyoruzu Ve yavaş-! Şek mpktadi “MİLLİYET ABONE ÜCRETLERİ : ya içim Haris içim Bi Asrın umde, İ mak ta fazla ise de, büsbütün kendi Gelen evrak geri verilmez. geçen nüshalar 10 kuruştur — Gasete ve BUGÜNKÜ HAVA £ merkezinden aldığımız va bugün hava kismen bu- kametlerinden rüzgâr olarak devam edecektir, ksvs4 tarinde hava tazyiki 765 milimetre, en farla sscaklek 23, en az ucak h vardı ki hiç görme- Zayıfça, o esmer, sert parlak gözlü, çevik hareketli bir (kişi. Herkesin o- na karşı saygı göstermesi Petek'in merakını uyandırdı. Köse dayıya yavaşça sordu: — Şirketin direktörü mu bu? Hayır. — Ya kim? — İstanbul Polis Müdürü Ekrem Bey. —Ya.. Film çekilirken oda mı karışacak? — Ne münasebet? — Hani.. Şey.. Ben herifi devi- receğim. Atını alıp kaçacağım. Atı kurtarmak için polis müdürü de ar- kamdan mı koşacak? Köse dayı kendini tutamadı. Bir kahkaha koyuverdi. Ve Petek'i Ek- rem Beye tanıttıktan sonra sözleri. ni anlattı. Yüzü gülmez Ekrem Bey! de gülmeğe başladı. -— Hayır küçük hanım, dedi. Ben atı takip etmiyeceğim. Fakat aşa- İ meğe başladılar. Vakın bu derece ai- | veya iki kere bir diş yoklaması yap- | bir dişten kurtulunur ve diğer dişle ğı yukarı buna yakın bir şey için | geldim. Bu vesile ile sanatteki ka- | biliyetinizi de görmüş — olacağım. Yaşama yolu ve sıhhat yoklaması Hiç bir zaman bu memleketin sıh hat meselesi Cümhuriyet “devrindeki kadar göz önüne gelirilmemiş ve hiç bir an bu mesele ile bu derece esaslı surette meşgul olunmamıştır. Filhakika sıhhati umumiye işi her meselenin ba sında bulunmak ve her şeyden evvel düşünülmek lâzımdır. Zira herşey o- nunla kaim ve her iş onun bağlıdır. Sıhhati yerinde olmıyan bir kimseden iş, hizmet beklenilir mi? Vücudü zin de, kafası yerinde olan bir adamın damın işi, hizmeti yük bir fark vardır. da olan bu fark halk ki edilirse ne mütl iş mini ise, büyük küçük bütün millet e- | saslı surette sıhhat terbiyesi görmeli- dir, Her memleket son zamanlarda bu mühim mesele ile çok meşğul olmağa başlamıştır. Sağlam fikir sağlam vü- cutie bulunur, düsturu her manası ile mevkii tatbika konulmuştur. Her for de gerek kendisi ve gerek mensapla- rının sıhhatinin temin ve idameye muktazi kavait ve usuller talim ve tel ms ri ve hizmetlerine göre ko- runma usulleri ve tahavvuz çareleri öğretiliyor. Tabii bu malümatla mü- cehhez iş ve sanat erbabı daha kolay- lıkla kendilerini hastalıklar ve kaza- lardan sakımmağa mevaffak olurlar. Bu suretle sıhhati umumiye daha zi- yade masun ve mahfuz kalıyor. Her İş ve sanate mahsus hastalıklar ve ka salar mevcut olduğu gibi bunlara kar # ayrı ayrı korunma uulleri ve onlar dan sakınma yolları vardır. İş bu tür lü bilgisi olan bir iş erbabı tabii daha nz hasta ve kazazede olur. Ve daha ziyade işlemek, çalışmak ve iş mey- dana koymağa muvaffak olur. Bu i- tibarla gerek kendisine ve gerek mil let ve memleketine daha faydalı o- lur, Sıhhat terbiyesi vermek için her memlekette türlü türlü cemiyetler, çe şit çeşit klüplerle ik ar yapılıyor ve halkı bu uğurda tenvir için konfe- ranslar veriliyor. En çok muhtaç o- lan memleketimizde bü hususta he- Her türlü iş ve sa dar büyük neticeler cide edi İ Filhakika bu yolda sıhhai mette bulundurmak ve her türlü elem ve kederden masun bulunmak için ay ni zamanda vakit vakit vücutlerimi- zin sıhhat yoklamasını dahi yaptırma İı unutmamalıdır. Çok defa henü; şikâr bir rahtsızlık duymadan azam zın bazı ufak tefek bozuktukları olur. İşte bu yoklamalar esnasında onlar meydan, ve lâzım gelen küçük bir tedbirle derhal önüne geçilir. Bu- nun için herkesin emniyet eltiği ve kendisini yakından tanıdığı bir heki- mi olmalıdır. Hattâ bu hekimin mer- tebesi pek yüksek olmasa bile her hal de hayatını iyi bildiği hasta dostuna ve hazik bir doktordan daha faydalı olur. İşte bu maksada mebnidir ki, Avrupa ve Amerikada bugün böyle aile hekimleri âdeta bir familyanın bütün hayatını Nil * der ve onun tensip ve tasvip etti; kilde bir yaşama tarzı olur. Hattâ VE merikalılardan bazı zenginler artık ü ef'al ve harekü- eden bir hekim tında yaşamayı âdet edi; Avrupalılar tarafmdan muaheze edil kı bir doktor nezareti altında bulun- kendini. ve sıhhat hayatını uluorta dümensiz bir gemi gibi akıntıya bıra kıvermek te caiz değildir. Senede bir tırmakla o sbhate zararı (olabilecek Bımız otuz iki değil, bir tanedir. rünür derecede hasta olmayınca heki me müracaate lüzum görmiyen kimse çok defa o ku: Sizi Elhamra sahnesinde çok gi düm çok alkışladım. Bir de sile tif önünde göreyim dedim. — Polis müdürü de gazetelere yazı yazar mı7 — Neye sordunuz Petek Blm! —Yazarsa, sizden çok rica ede- İ rim, ne görecekseniz onu yazmız. Siz doğrusunu yazınız da artık kim| sesiz Yaylâ kızlarına varıncıya ka- dar herkese küfür etmesinler.” — Ben yazı yazmam ama söy- lemesini ve söyleyiş usullerini pek iyi bilirim. — Öyleyse size sığmırım. — Ben sizin babanız ( Yaylâlı Mehmet çavuşu da tanırım küçük Hanım. — Babamı mı? Siz cephane tre- ninden mi gördünüz? —Hayır. Babanız Harbiumumi- de benim yanımda yaralandı. Onu geriye gönderen benim. Yaralı tes-) keresine elimle yatırdım. — Mutlaka benim kim olduğu- mu yakında öğrendiniz. —7r — Önceden bilmiş olsaydınız o | Anketimize Gelen cevaplar Gelen karşılıkları pey- derpey neşrediyoruz.. Liste: 3 Idöe, Sonu. D.Kelekian Ef.cideğ opii diye tarif ediyor. Oy. Sadri Maksudi Boy “İdöc, düşün- istenilen, di şey ise, Düşek de düşünülen şey olur.? okdaş olur; zaten bugünkü kullanış la da kaynaşır: (Bu hususla bir düşün- düğüm var) Mülühaza, Varış. (Hüseyin Rahmi B. “Hakka sığındık” ve sanıyorum “Tesa düf” romanlarında bunu kullanır! A. C. B. tarafmdan ileri sürül pek uygundur. Ruh, Ame, mayei hayat.” Tın. S. Maksudi Beyi “ruh” Zık. H. K. Kadri Bey, ve Buhari: “can, ruh, hayat, revan.” Bunlar doğrudan Ame yani yeni Ruh karşılıklarıdır: diri ve varsa ona hayat veren, canlılığını temin eden kuvvet. Esprit, Ayni kuvvetin “öztekin” (1) varlığıdır, Ame gibi ziruha can vericiliği ifade etmeyip, başlı başına bir güvdesiz. benlik teşkil eder. Şu halde, yalmız, çıp- lak demek olan Yal sözü ile Yaltın de- nebilir. Bir de Esprit ilk manası: nefes, soluk'tur, Eski türkçede Tin sözü de ne- fes, buğu, ve san, ruh demektir. (H.K, rik, Vef, P. eruh,'revan, mana inceliği ifade eder: Çongurdak - Çıngırak; Çalmak « Çelmek; Çarpmak - v.s., v.s, Tin sözünün de Tın'ın daha in- <e ve mücerredi olduğu, dilimize has sandığım o kuralla, daha iyi belirip ha tırda kalır.) Pensöe. — Sağınç. Süleyman Hurşit Liste: 4 (Elde zaten bir kaç sözümüz var. Onun için, bunları bozup karşılık aranı- lan sözlere uydururacak yerde onları bunlara uydurmaya çalışacağım. ) 1 — Yaradılış: Tıynet, hilkat, çibil- let, fitret, « hature. - kişinin doğduğu çağdaki tabiatı, 2— Kılınç: Ahlâk, Huy, Tabiat, - Ca- İ ractire, - Doğuştan sonraki terbiye, ira- de, ve başka ümillerin yaradılışa katıl. masından çıkan kuvvei muhassala, (Fer- bengi Sadi tercümesinde geçer.) 3 — Tos: Nejat, fitret. (Bu, ve âli nejat diye tarif edilen Tosluk Hibetül hakayik'te geçer. Ferbengi Sadi terci mesinde Tosun “genç haşarı. hayvan” diye tarif ediliyor. Aralarında ilişik ola» cağını sandığım için Tos okunuşu ile kaydettim.) Belki Huy ve Mizaç, Hu- meur, Tempörament sözlerine karşılık tutulabilir. 4 — Damar: Bu sözün de ahlâk mana- sima kullanıldığı vardır, Huy, Hummer gibi bir manaya daha iyi uyar, sanırım. Suntitâ: Denlik, Den'den. Ne denlü? ns vasflı, nasıl, Dönemek: bir şeyin va- sıflarını anlamak için tecrübe etmek. Şu halde Denlik «gualitâ, vasıf» mana- İarını karşılayabilir. Meşrep: Tutam sözü karşılayabilir. alında: reviş, tavur, hak. ibillet: Salım. Aslında: kılıc, pıça- #m kesen tarafı. “Yalımı alçak” - s0y- suz, fürümaye. Meziyyet: Üstünlük, Meziyetin mut lak karşılığı olarak teklif olunabilir. Seçim. Bu, üstünlük gibi mutlak ol. mayıp yalnız sebebi rüçhandır. Umumü ler arasında cn ii sinniler ernimde en sinsi olanı aranılır. Aramlan vasıf üstünlük olmaz da seçim olur. Huy (âdet, mutat manasında): Öğürlük. Öğür alışık demek. “Bu ço- cuk pek fena bir öğürlük edinmiş” - kö tü bir huy, bir âdet peyda etmiş. Süleyman Harşit (0 “Öz Im, çıplak. kullandım, mıyacak derecede hastalığa gittiğinin hiç farkında olmaz. telkin “Abstraii özü yalnız, ya- karşılığı olarak doğru enik azmanlarına beni ısırtmazdı- mız. — Evet. Son makaleler üzerine sinirlendim. Doğrusu aleyhinize tahkıkata başladım. Ve bu sabah neticeyi aldım. Film başladı. Ve iki Fransızm İ ağızları açık kaldı. Bir tanesi sor- du: — Hiç film çevirdi mi? — Hayır. Yalnız bu sefer. prova.. Bir de bu. — Fakat bu bir harika! — Küçük bir tarif, mevzuu et- raflı bir anlatış yetiyor. — Bu akşam danslarını görecek- siniz. — Gönderdi plâklardan sesi- nin de güzel olduğunu anlamıştım. 5 Prova bittikten sonra Petek sor- haz — Boş film var mı? | — Ne yapacaksın. — Size iki prova daha verece- ğim. Kendiliğimden. — Mevzu uzun mu? —Hayır birer dakikalık. | * Herkesi şaşırtan bir ağlama sah-| nesi çevirtti. İki Bir baba gibi. Karısı ölüyordu. Aylardanberi sinsi adımlarla evlerinin etrafında dolaşan ölüm, artık yatak oda. larma girmişti ve Nemikayı almadan gite miyecekti, Mesut Bey, hastanm odasma girme; korkuyordu. Nemikanın terden şakak rına yapışmış saçlarını, sarı, süzük yüzü. ö yordu. Hastalık, ö- ? O, Nemikayı sa gili gibi değil, çocuğu, yavrusu gibi seviyordu. Nemikadan ayrıl çok güç gelecekti. Artık işini, gücümü bırakmış, gece gün düz hastanın başı ucundan ayrılmıyor asılın çocuğum? Bugün biraz da- gözleri yarı açık, sol. gun dudaklarında zoraki bir tebessümle, yorgun yorgun: 4 — İyiyim, diyordu. Fakat bu iyiyim, cevabı, kocasını mem- nun etmek için olduğu belliydi. Mesut Bey dikkat ediyordu. Nemika Yı zerre zerre eriten, solduran, zehirli yen dert, sadece verem değildi. Onun rü- hu, belki ciğerlerinden daha hasta idi. Mesut Bey düşünüyordu. Nemikanın derdi ne olabilirdi? nali hatırına getiriyor, lâkin e hiç, biç ihtimal vere- Günlerce düşündükten sonra, bu zalim şüphe M. rını iyice geçirmişti, Bu şüphe onu hasta- ya karşı âni bir isyan, bir icinle doldur. muştu, Eskisi gibi şefkatle, merhametle bakmıyordu. Gözbebeklerindeki merha- met ışığı, bir gayiz alevi olmuştu. Mesut Bey namus meselelerinde çok titizdi. En ufak bir şeyde bile müsamaha edemez, asabileşirdi.. Nemika, hasta, ö- olmasa, şimdi içindeki zehiri yutuyor ve her gün bir parça daha zehirleniyordu. Nihayet karısının konsolunu, eşyası- ni karıştırmak istedi. Göz göz eledi. bir yığın buruşuk, sararmış kâğıtlar buldu. Bunların arasında mektuplar da vardı. Hepsini açtı, birer birer okudu. Olcu- dukça gözleri kararıyor, beyni uğuşryor, sinirleri karmcalanıyordu. Evvelâ yesinden bağırmak, eline geçe- ni karıp dökmek hevesine kapıldı. Lâkin kendini topladı. Nemikanm yazdığı mektupların müs- vedrlelerini de bulmuştu. Bu müsvedde” lerde Nemika kocasından hürmetle bah- sediyor. onu bir baba gibi sevdiğini söy- liyardu. Mesut Bey, acı acı gülümsedi. Bir ba- ba gibi.. Yalan da değildi, o, Nemikanın. babası yerinde idi. Fakat bunu şimdiye kadar kendi nefsine bile itiraf etmemiş- ö. Bir baba gibit.. e İçi çürüyor, Nömikaya karşı hisleri, bakışları değişiyordu. ekti, ini görmeden ölecekti. Bu azap, bu istarap, bu hasret, — onu ölüme daha yakın kavuşturacaktı, dı? Bu kadarına kendinde cesaret göre- miyordu. Fakat Nemika gözleri açık gi- derse, Mesut Beye rahat yüzü © lacak. 4 Bu vicdan azabı, her saniye onun hu- zurunu iğneleyip iy, Nemikaya bunu nasıl hissettirmeliydi? Uzun tereddütlerden sonra, kendi ken- gibi. Nemikanın sevgilisine onun ağzmdan bir mektup yazdı ve yatağının başına ça- önde. Hizmetçi mektubu alıp götürürken, Masut Bey de şapkasını giydi. Bir hayır için cinayet işlemiş bir adamın zıt hisle- rile kalbi burkularak, kendini sokağa attı. İğ Askeri tebilgat Muhtelif doğumlu zabit namzetlerine Beşiktaş askerlik şubesinden: 1076 numaralı kanunun muvakkat maddesine tabi ve Beşiktaş as, şubesi- ne mensup muhtelif doğumlu zabit nam zetlerinin muameleleri tesbit edilmek üzere taşralarda bulunanların mahalli askerlik şubeleri vasıtasile İstanbulda- kilerin Misak acele şubeye müracaatları olunus — Ne mükemmel ağlıyorsunuz? — Büyük bir artist gibi, Biraz mahzun cevap veri — Bugüne kadar çok ağlama si: tajı yaptım da ondan.. Ekrem Bey uzaklara, köse dayı yere, İhsan Bey bilinmez bir köşe- ye baktılar. Fransız, kızm ne söylediğini sor. du. Samuel Bensusan Efendi şöy- le tercüme etti: — Mektepte bir çocuk temsili vardı. Orada öğrenmiştim, diyor. Yaylâ kızı bu kadar Fransızcayı anlayabiliyordu. Tercümenin ya- an olduğunu çatra patra söylemek istedi. Birdenbire vaz geçti. Haya. tının acılığını bir yabancıya - niçin söylesin? Köse dayı iyi etti de söz- lerini değiştirdi. Polis Müdürü otomobiline biner» ken bir daha vadetti — Hiç merak etme Yaylâ kızı! Sen benim de kızımsın. Benim kı- zım gibi, bütün Yaylâ kızları gibi seni de koruyacağım. “Bitmedi,