26 Ağustos 1933 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

26 Ağustos 1933 tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Azizim, Geçen haftaki mektubuma yazdığın cebavı hayretle okudum: Mevzuu değiş samimi olduğumdan niçin şüphe ediyor sun? Münakaşa zevki için siyaha beyaz, beyaza siyah bile dermişim! Şimdiye kadar hiç bir yazı münakaşasında kana atimin aksini müdafaa ettiğimi hatırla msyorum. Senin makaleni okumağa baş- lamadan kendi kendime: «Elif Naci ne söylemişse ben onun aksini iddia ede- ceğimi» demişim ve sanatklirın tenkide Sen yl değe çi Ta sirf sen yoktur dedi; iş! Yee baki e e zın sonuna kadar okumağa, ne bir kâ- hir olmağa, ne de — senin tabirinle — slep demeden İeblebiyi anlar bir üstat» olmağa ihtiyaç vardı. Sen Hâmit Nec- det Beyi tenkit elmişsin, o sana cevap vermiş; bunun üzerine sen: xSanatkâ- rın tenkide cevap vermeğe hakkı var mıdır?» isimli bir yazı yazıyorsun. Ken- di sorduğun bu sunle vereceğin cevabı anl için insanm sana hiç ehem- miyet vermemiş olması lâzmadır. Hal buki benim sem sevdiğimi bilirsin. Benim hiç bir iddinya sırf itiraz ci sun diye itiraz ettiğim yoktur; mama. fih bu hususta da anlaşmak n. Herhangi bir iddiaya tamamile iştirak ölmek, hakikati aramaktan Feragat et mek demektir; çünkü her iddin haki- katin ancak bir kısmıdır, bakikatin yal- nız bir bekımdan Böyle bir noktada durup hakikatin “bir tek manzarasını temaşa ile iktifa etmenin vardır; bilhassa mezmişim!... Yani, dostum, senin iddin- nin doğruluğu gün gibi aşikâr; onun için hiç kimsenin samimiyetle onun ak- sini düşünmesi kabil değil... Oğün- menin bir kusur olduğunu hatırlatma- ğa çalışan bir yazıda böyle öğünmek olar mu? Gelelim öğünmek bahsına. Hâmit Necdet Beyin yazısını çok yazık ki sak- lamadım. Peyami Safa ile münakaşası olmuş; ondanda haberim —— Hi- mit Necdet Beyi tanımıyorum; si ile bir kere senin yanında bea #umu bana sen hatırlatın. Onun bir haftadır matbuatta mizah mevzuu ol- duğunu da sen söyliyorsun. Kendisini tebrik ederim: bizim gazeteci arkadaş- lar yalnız alıştıkları şeylerle iktifaya karar vermişlerdir. onların itirazı iyi veya fena bir yenilik, bir başkalık oldu- Kunu isbat eder. Hâmit Necdet Beyin yazısını dü- şünüyorum. Onda öyle fevkalâde bir öğünme yoktu. Bir zaman ustası Andr& Lbote'un tesirinde kalmış olduğunu, fa- kat şimdi kendi yolunu. bulduğumu, | bir gün ustasının kendisine: «Sen ar- tık şaheserler yapıyorsun!» dediğini bi- Milliyet'in edebi romanı: Fikirler ve insanlar BİR MEKTUP ime gre Akre Hm e da iyi bir muharrir ni tevazuu açıkça ümmlin gok daha çirkin bir şey değil midir? Benim verdiğim hükümlere sanatkârın cevap vermeğe hakkı yoktur diyen münekkit üyor ru? Hele Peyami Safa'nın, bugünün en çok öğünen Türk muhar ririnin, ber fırsatla bilmem kaç kalem kitap yazdığını, az iyilerini çok iyile- rinden tefrik için müstear isimle çıkar- dığını iftiharla söyliyen bir muharririn şimdi öğünmelere çıkışması bir de te- «ği için mi lemkanıyoruz? Fakat asıl mevzuumuz bu değildi. Sanatkârın münekkide cevap vermeğe hakkı olduğunu söylemiştim; çünkü sanatkâr ile münekkadi biribirinden ayır» kitten korkan sanatkârların zayıf kim- seler olduğu rivayet olunur; cevaplan korkan münakkit de öyle değil midir? Hele münekkit kalkıp senin gibi — hiç öğünmeden — «benim de eski bir ar- » kadaş sfatile Hâmiv'in istifadesine yarı- yacak bazı notlar kaydedivermem-lâ- zım geldi» derse sanatkârın, o tavsiye- lerin faydalı olur. olmıyacağını müna Peyami Safa benim böyle bir müna- kaşa açmamı, durgun edebiyat â mizde bir hareket uyandırmak arzusu diye tefsir ediyor, Sun'i hareket olmaz, ben de hiç bir zaman öyle bir sevda ya kupılmadım. Acaba bana bu kadar bayağı maksatlar isnat etmesi; bazı yazı |İl larında amiyane bir eda sezdiğinden midir? Oyle ise ihtarına teşekkür &de- rim, Kendimizde olmıyan tevazuu başka- sından beklermiyelim, çünkü o da insan oğludur, dostum. Nurullah ATA İRTİHAL Tüccardan Beşe müptelâ olduğu hastalıktan rehayap olamıyarak vefat etmiştir. Cenazesi bugün saat on birde Cerrahpaşa has- tahanesinden kaldırılacaktır. Cenabı hak rahmet eylesin. Musevi lisesi Beyoğlu, Kumbaracı yokuşu Tereuman sokağı. Telefon #1384 Kayıt ve tecdidi kayıt muamelâtr Cuma ve Cumartesinden masada her gün saat 9-12 arasında icra edilmek tedir. Geç kalmadan yer temin edi- niz. Müdiriyet (6086) 5169 si YAYLA KIZI. — YAZAN: Aka Gündüz. — şiyordu. Hacer çarşafa girdiği va- kit Umumi Harp çıkalı bir yıl ol. epey ilerlemişti. Doğrul ü kâfat olarak milli bir şirkete vez- neci yapmışlardı. Yüz kâğıt lira ay- rini getiriniz. Anahtarları zorla aldılar. Kasa- ları açtılar. Yağma ettiler. Ve bir zabıt varakası yaptılar: Veznedar Nazmi Efendinin binlerce lira ihti- lâsı çıktı. Adliye yoktu. Adliyenin , babası yerine Nemrut Mustafa Divanıharbi | ile bir sürü çömez divanıharpler var dı. Nazmi Efendi hâlâ işin fali da değildi ve kasaların haksız s0- yulduğunu iddia ediyordu. Bu sefer başka damga vurdular. “Beyoğlu, Aksaray, Üsküdar Ermeni katliam- ları yapanların arasında, hattâ en başında Kasımpaşalı veznedar, mini yağmaladılar. Nazmi Efendi doğru adamdı. Kasaların anahtar- larını istedikleri vakit sordu: — Siz kimsiniz? Necisiniz? — Biz yeni hükümetin, İtilâf fır- kasının adamlarıyız. — Şirketin emri olmalı. Şirket mirket kalmadı. leyse bir mahkemenin em» dediler. Nazmi Efendi hem ihtilâs- tan, hem katliamcılıktan ötürü Be- kirağa zındanına tıkıldı. Yükte pa- hada hafif ağır nesi var nesi yok haczedip götürdüler, Ana kız iki sahan, dört perde, bii yorgana kaldı. Birikmiş beş on p: rayı yiyorlardı. Bu para ne kadaı olacak. Nazmi Efendinin yüreğine indi ve iki ay sonra kö- xade Emin Bey | Anketimize | Gelen cevaplar Gelen karşılıkları pey- derpey neşrediyorüz.. Hususi anketinizi okudum. İsteni- len karşılıkların hepsini yazamıyaca- üm. Ancak faydası olur ümidi ile, ha- urıma gelenleri yazmadan geçemedim. 1 — Mabiyyet, Zatiyet demektir. Bunun mukabilleri; (öz, zat, özlük, bi- zatihi, özlek, zatiyyettir.) 2 — Hâdise; yoni doğan, yeni o- lan şey demeletir. Mukabili, doğmak. tan, doğkökünden (doğur) 'dur. (Do ğur doğuru doğurur,) hâdise bâdiseyi tevliş eder. (Cihan doğurları biribirini kovalar) cihan hâdisatı yekdiğerini ta- kip eder. 3 Hüriyelş ken kökünden kamdi- dir. Ken, sakız gibi yapışkan, ayrılmaz demektir. Bu kökten, kene, (© kenet, kent, kendek (hendek) kenger sözleri de doğmuştur. Kendi, maddeten gayri münfek olan hüviyet demek olup, müs- e varlığı, bir mefhurmdan ibaret — Ben, sözü de enikunü (tetkik adli çok ehemmiyet kazasır. Bahı- mız; ben, beniz, benzemek, benzeri, be- nek, benlik, bengi, hep ayni kökten doğuyor. Benği, ebedi, muhallet demek. tir, Şu halde, bengi, benliğe mahsus olup, bunu idrâk eden (ben ve ben- lik) in, nedemek olduğunu idrâk eden- dir, Yani, zati hakikatini idrsk eden, — göre çalışır ve (bengi) ye mazhar lr. Görülüyor ki; bazı sözlerimize Kar- şılık aramak, o birazda sözlerimizin (kök) ve bunlara lâhik olan (ek) Tleri- miz hakkında fikir yormağa bağlı lr. Çalışan ve hususiyle, sevgi ile ça- şan, ber halde AMACINA ük ulaşir.,, Bengi saygılarım efendim. İstanbul eniyi gülene s0- ih Bugünkü proğram İSTANBUL » 18 Gramofon 18,30 Fransızca deri, Müptedilern mahava, 19 Udi Refik Talat Bey ve arkadaşları. 2700 Anadolu manı, Borsa haberi, saat ayarı. ANKARA, 1538 m. İZİN £ Gramofon. 18,» Salon orkestrast 1845 : Alaturka mez. 20,35: Askeri yl 225 Haberler. 32254 Mar a. 21,803 Siyam mensikisi. MİLANO, TORİNO, FLORANSA Müteakiben İle pi MİLLİYET SUMARTESİ 26 AGUSTUS K BE wi AFIR5 Karınca gibi görüyormuş.. İ tum. Şimdi nerde çalışıyorsun? İttihadı. Milli Türk Sigorta Şirketi | İN) Harik ve hayat üzerine siğortn muamelesi icra eyleriz | | | Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir | Merkezi idaresi Galatada Ünyon Hanında Acentan bulunmayan şehirlerde acenta arasmıktıdı i Tel: Beyoğlu : 4837 4907 1933 Epeyce zamandır, birbirimizden uzak düşmüştük. Geçen gün tram- vaya binerken baktım bizim genç ahbap. Benim aleyhime, onun lehine, a- ramızda on seneye ( yaklaşan bir yaş farkı olduğu halde (kendisile çok sevişiriz... Bu tesadüften iki- miz de memnun olduk, Sordum: — Nereye gidiyorsun? — Hiç, dedi, dolaşmağa çıktım. — Gel öyleyse, bir parça çene çalalım... Sirkecide bir gazinoya girip kar şalıklı oturduk. Aradan geçen uzun | seneler çehresini çok değiştirme, miş. Yalnız haline bir donukluk, bir ciddilik gelmiş. Dedim ki: — Seni bir parça düşünceli bul. dum. Neyin var? Güldü: — Eh.. Yaş kemaline geldi ar- tık.. Biraz ağır başlı olmak lâzım. — Sahi, dedim, sormağı unut- Başını salladı: —Çalıştığım yeri, anlatmıyaca- ğım. Sen bul bakalım.. — Ben nasıl bulayım? — Dinle, anlatacağım: Öyle za- manlarım oluyor ki, insanlar gözü- me karınca gibi göl yor. — Allah, Allah.. — Şimdi hangi meslekte olduğu mu anladın mı? — Yoocok!.. — Epeyce düşün bakayım.. Düşündüm, bulamadım. O zaman bir sır söyler gibi ku- lağıma fısıldadı: — Sivil Tayyareci Mektebine ya- zıldım.. Yükseklerde dolaştığım za- man hepiniz gözüme karınca gibi görünüyorsunuz! M. SALAHADDİN a5. Sonra Balet musikisi, TOPRAĞI, 408 şe, 20,18: Kunter konseri. 20,45: Tıbbi müsahabe 3li Şarla popürileri, 22,20; Orkesim. 23,20: Banda asal MA, 441 en 2000, FİĞ, 218, munikile temel. BÜKREŞ, 394 m. 13: Promenat konseri. 13580: Haberler. lr Hafif musiki. 18: Romen musikisi. 19; Habere devamı. 2020: Enatzü- 11: Tağannk, 21,25: Akşam kon be Levazım 200 ton Dizel mayi ab ruku: Pazarlıkla münakasası: 29 - Ağustos - 933 Salı günü saat 14 te. Deniz Kuvvetleri ihtiyacı için yukarıda miktarı yazılı Di zel mayii mahrukunun pazarlıkla münakasası hizasındaki gün ve saatte yapılacağından şartnamesini görmek istiyenle- rin her gün ve mezkür Mayii mahruku itaya talip olacakla- rım da münakasa gün ve saatinde muvakkat teminat mak- buziyle birlikte Kasımpaşada Deniz Levazım Satınalma ko- misyonuna müracâatleri, şesinde canverdi. Cons ne reye gömüldüğünü bile £ söyleyip göstermediler. İstanbula düşmanlar girmişti, Memleket karmakarışıktı. Bu karmakarışık memleket için- de gene ipliğini emerler e mz mişlerdi. Düşmanlarla birlik olup kazanç yoluna bakanlar çoğalmış- tı. Dünkü harp zenginlerinin yerine yeni mütareke zenginleri fişkrrmı- ya başlamıştı. İşte bu mütareke zen ginlerinden birisi Vefa tarafların. da bir fabrika . Sermaye kendisinden, himaye - düşmanlar- dan, zorla satın alma da Türkler- den. Âçlığın eşiğine basan ana kız, ko; da kalan son sekiz kâğı- dı rüşvet verdiler. Hacer fabrikaya süprüntücü yazıldı. Elli kuruş gün- delikle. . .Yaz günleri bir şey değildi ama kış bütün hızı ile bastırınca iş de- Zişti, İ Fabrikaya gidip gelmek, denizi | ayazı, fırtınayı yağmuru o geçmek kolay olmuyordu. Sata sava bir şey leri kalmamıştı. Hacerin çarşafı da artık giyilmez hale gelmişti. Ânne si evden çıkmamıya karar verdi ve | kalınca yeldirmesini derme çatma | bir manto biçimine sökerek Hlüzere giydirdi. Kış kıyamette bu da yet | nez olunca pratik bir korunma çal Satın Alma Komisyonundan: İ yıf. Aşağıda (4395) resi buldular. Hacer fabrikadaki ambalâj kâğıtlarının yırtık pırtık. larından bir kaç tanesini aşırmıştı. | Her gün bir parçasını eti ile gömle- ği arasına gelmek üzere göğsüne, bir parçasını sırtına koyardı. Bu bi- raz soğuğa karşı geliyordu. Hasta olmaktan korkuyordu. Fabrikada haftadan haftaya para verirlerdi. Bi, sebepsiz gitmiyenin bir haf talik gündeliği kesilirdi. Hastalık mazeret değildi. Elli kuruşun oOon kuruşunu kayığa, on kuruşunu gaza verdikten sonra otuz kuruşu ile ge- ginmeğe uğraşıyorlardı. | Fabrika sahibi bir gün alt katı ' dolaşırken Haceri gördü. Biraz yü rüdü, Arkasına baktı, Hacer farkın da değildi. Ayakları çıplak, kolları | şaplak, elinde süpürge sular içinde ortalığı temizliyordu. Beyefendi odasına çıkınca emir verdi: İ — Süprüntücü kızlarm arasmda | siyah urbalı birisi var. O biraz za- | kalmasın. tar. Onu kâtiplerin odalarına bakan ka- dının yanına veriniz. Hacer oraya geçti ve gümdeliği yetmiş beş kuruş oldu. Aradan on gün geçti (o geçmedi. Hacer iki daktilonun odasına hiz- metçi oldu. Gündeliği yüze çıktı. Bir gün akşam eve gelince anası | ümüdünü Tohaf bir Muzaffer, belki on söntden faz- la oluyor ki, Ayvalıktaki ailesinden bir haber alamıyor. Gerçi merak et- miyor değil amma, o kadar çok çalı- şıyor, öyle meşğul ki. İki satırlık bir haberle onların hatırlarını bir türlü soramıyor. Mektup yazamıyor. Onlar da senelerce ve birbiri ardınca gön- derdikleri mektuplara cevap alâma- dıklarından olacak, artık mektupla- rın ardını kesmişler. Adela Muzaffer burada, İstanbulda bir pansiyon oda- sında, ailesinden uzak ve unutulmuş bir haldedir. Bu kendi kususrunun ce zası, Amma pe de ölsa ana, kardeş, > alış veriş ğunu bilmiyor musun? Ne olursa olun, dedi. z — Ben alırım dedim. Ve çıkarıp der. nie ban lim A mi isa al, biliyor musun? — Ne olursa olsun, dedim. Şimdi tuhaf bir alış oluyordu. Bir defa snpelin içide ve oldağzı Bi imiyordum ve farzediyordam ki, bir pi- yango bileti aliyorum. İçinden hiç bir 0 Ölüme işinden çal Tr yine razıydım. . Hal ön karar vermişler, Çünkü yazdıklarına cevap alamadı. | lar ki yazacaklarına alabilmeleri ih- | timali bulunsun. Bu, böyle. Evvelki gün fevkalâde bir hâdise oldu.. Birlikte çalıştığımız daireye © | gün beraber gitmek erken buluş» muş ve erkence dı gelmiştik. Ha- deme Muzafferi görür görmez. Güle- | rek: — Beyefendi dedi, > emanetiniz ! neti ola ” Onun kimsesi yok- muş gibi. Ne arayanı, ne soranı, ne de hediye gönderecek kimsesi yok. O da kendisini artık bu vaziyete alış- tırmış. Sordu: — Kime? Bana mı? * Bir yanlışlık olmasın., Kendisine bir emanet gelemiyece- © o kadar emin ki.. Artık o kadar kesmiş, oOkendini arayabi- deceklerin mevcudiyetini o kadar u- mutmuş ki.. İnanamıyor. piş vet, Ayvalıktan, Evet Ayvalıktaki annesinden bir emanet gelebileceğine inanamıyor... — Hayret. Hademe masanm altından kosko- ca bir sepet çıkardı. Bir sepet ki, on aşağı yedi kilo ge- İebilir. Üstü beyaz bir bez il kenarına dikilmiş. Her hal güzel şeyler var. Sepetin ağır! yüklüğü, azameti bunu vadediyor. Muzafferin sevineceğini zanneder- siniz değil mi? Hayır! EE a öyle bir düşündü. Sonra: amma bunu eve nasıl götü- O ilk önce receğim. Elinde bir kibrik kutusu, bir gaze- te laşımamış bir insan için otomobil! bile olsa böyle ağır bir hediye i mak gerçi kolay bir şey değildir amma. Ne de olsa anadan selâm getiren bir sepet. Muzaffer sevinmedi denmez. Fa- kat naşıl taşıyacağını düşünüyor ki, haylı de halkı vardr, Akşamı oldu. Bir haftandanberi biz- 'de misafir olan Ahmet Bey de geldi. 1ş- | ler bitince daireden çıktık, Muzaffer, | ben, Ahmet Bey. Ahmet Bey hoş sohbet bir adam, bektu. | Şöyle sepete bir — Vay dedi. Bunun içinde dehşetli bir şey var? — Meseli?. — Meselâ ne bileyim. Ayvalığın en Beyoğluna çıkacağız. Muzaferin e linde k » sepet, Tramvay almaz. Ya yan taşımak cinnet... Elbette şeytan ara- basma binmek farzolda, Bir taksiye at- ladik. Sepet önümüzde. Muzaffer âdeta üzülüyor: etomo arlabayın na kadar bunu nasıl götüreceğim. — Oraya kadar oto ile seni götürsek dedik. — Olmaz. Sokağımz öyledarve | berbat ki, insan bile güç geçiyor. Düşündük. Muzaffer şöyle sepete bir baktı. Dakar beat, Şu sepete iki lira ve- ven olsa derhal veririm ve rahat bir ne- fes alırım, — İyi amına; dedik, çimde tie old | alanla isle medi — Bugün iki çuval kömür, biraz İ yağ, pirinç, şeker geldi. — Kim gönderdi? — Bilmem, Sordum, Fabrikadan gönderdiler, dedi. — Yanlış olmasın anne! — Değil değil. Getiren senin a- dımı verdi. Yanlış olur mu? Hacer düşündü. Belki fabrika i- daresi işçilerine bir yardım etmeyi düşündü de sonra gündeliklerinden azar azar kesecek. .. Kismi gün fabrika sahibi çağır- 8 — Sen okuyup yazma bilir mi- sin? Utanarak cevap verdi: im. — Bilmem efendim. hayret içinde. “Ne ema- | Nİ yerde oturduk. İçtik. Hep bu s6- et meselesinden, içinde acaba ne aldu- Senli bahsettik. Fakat içini açıp ba- md Çünkü meselenin tadı burada li Bey diyordu kit — Ya sepetten okkası on kuruştan okka erik else si ni 150 kuruş zarar dayım der sesimi bile çıkarmam. Gülüştük. Epeyce, geç vakte kadar birlikte kaldık. Muzaffer bizden ayrıldı. Biz de Ab- met Beyle beraber yola koyulduk. Sepe tin bir ucundan o tuluyor, bir ucundan ben, Tü me Sıratervilerden Ci» bangire kadar bu ağır sepeti güçlükle taşıdık, Eve geldiğimiz zaman ter için- de idik, Evde çoluk çocuk hepimiz merakla sepetin açılmasını Ahmet | Bey bıçağı eline aldı. Sepetin üztünü kapatan bezin dikiş- lerini kesti, Bütün ev halkımın gözleri k çinden yek © meçhul e my kıyordu. Şimdi siz de merk ediyorsunuz de- ğil mi? Acele etmeyin, biz sükünetle onu Taksimden Cihangire kadar ayni me En ayağı okkası ellişer kuruştan olsa. 225 kuruş eder. Küp te her halde elli kuruştan e Bunun da sepeti var, Velhâsil zarar ğini gün Muzaffere hikâyeyi an- alan Yeşil zeytin yemek için size gelirim, diyordu. Yazan: Dr. BESİM ÖMER Pş. Üzüm ve üzümle tedavi Dördüneü defa sdetn yeniden yazılmış ve büyütülmüştür. Kanaat ve İkbal kütüpbenelerinde SO kuruşu salmmaktadır. 16552) m 5724 gtlilliyet Asrın umdesi “MİLLİYE T” tir. ABONE ÜCRETLERİ : Türkiye için Hariç için yemeli 780 zi .— u— — —— — Gelen evrsk çeri verilmez.— Müddeti geçen nüshelar 10 kuruştur.— Gazele ve matbaaya ait İşler için müdüriyete mü racaat edilir. Gazetemiz ilânlerın mes'ir .liyetini kabul etmez. BUGÜNKÜ HAVA Yeşilköy Rasat merkezimlen aldeğrmez malümata sazaran bugün hava açık ve şi- wnalden vüzgürlü geçecektir. 25 - 8 - 933 tarihinde hava tazyiki 761 milimetre, derece idi. | fazla hararet 27. em ax 16 i iz düzelt, iki gün sonra iş vE Ne hıkmık diyemedi. Sevinç- ten gözleri yaşardı. Fakat Müdür Bey çenesini okşamıya başlayınca içi yandı. Ne yapsın ki... Hemen kaçtı. Annesine haber verdi. Baş- Bunlar hayra alâmet şeyler değil. — Bilmez olur muyum anne! — Bir bu tarafımız bize kaldı, onu da kaybedersek ne olur yav- rum? - — Her şey kaybolur; o bize ka - lar. Merak etme anne! lirsin. — Şey efendim. — Şeyi meyi yok. İki daktilodan o mendebur kara karıyı kovdum, hiç çalışmıyor. Seni onun yerine ge- çireceğim. — Ben yapamam efendim. —Şuna bak! Yanına bir yardım- cı veririm. O yazar sen nezaret &- dersin. Kırk beş lira aylık, odun kö- mür falan buradan daha ne istiyor- sun. Al şu aylığını peşin... Üstünü | tün bunları Hacerdi Sonra haftada e EY ee ila haftada yediye çıktı. Kıza, anasına iyi bakıyordu. Ama arada bir kıs- kançlık yüzünden dayak ta yiyor- du. Ses çıkaramıyordu. Her şey bitmişti. Fabrika sahibi bir omu- zündan atacak olsa ne olacaktı? Hacerin hiç haberi yokken fab- aym Keme rule ke

Bu sayıdan diğer sayfalar: