Fikirler ve insanlar Niçin okumuyoruz? Edebiyatımızda gözle görülür, kulakla işitilir kımıldanışlar oldu- ğu inkâr edilemez: hemen her s€- ne bir kaç yeni şair, muharrir is- mi duyuluyor, hemen her mevsim yeni bir iki mecmua çıkıyor. Bun- İar niçin yaşıyamıyor? onlar niçin çarçabuk unutuluveriyor? Bunun sebebi sadece okuyucu az lığmda aramak doğru olmaz. Za- ten okuyucu az, okuyucu yok den- diği zaman da bir cevap verilmiş olmaz; belki ancak yeni bir suale yol açılır: okuyan niçin bu kadar az? i Türk karii kitaba verecek para mı bulamıyor? Hiç şüphesiz ki biz, fertleri zengin; hattâ orta - halli bile olmıyan bir milletiz. Fakat o- kumak, o ihtiyacı duyan için, ica- Yında vazgeçilebilecek bir fazla masraf değildi ihtiyacı, tabii değil, müktesep olmasına rağ- men; bir kere yerleşti mi, kendini en tabil ihtiyaçlar gibi hissettirir. Onun için zengin olmamamız, biz- de kitabın az satılmasını izah için kâfi değildir. Okumak ihtiyacını duysaydık dişimizden, tırnağımız- dan artırıp kitap alırdık; hiç ol- mazsa kira ile kitap veren kütüp- haneler kurulurdu. Hem bizde kitap, öbür eşya ile mukayese edilince, hiç de pahalr değildir, hattâ on seneden beri da- ha ucuzlamıştır. 1914'ten evvel bizde bir kitap nihayet yirmi kuru- şa satılırdı; bunlar da büyük kıt'a- da, kalın kitalar olurdu; bunların Fransadan gelen benzerleri yedi buçuk, on franga, bazan da daha pahalı idi. Çok okunabilecek ki- taplar,romanlar ise Fransada 3,5 franga iken bizde beş, nihayet on kuruşa satılırdı. Bittabi çok ucuz; şu “dlition populaire,, denilen ki- tap serileri bizde taammüm ede- mez: buna nüfusun adedi, türkçe- nin tesir muhitinin darlığı manidi Fakat altın para zamanında e beş kuruş zaten “Gdition populaire fiyatı idi. Harpten sonra daha ucuzladı. Vakıa 300 sayıfalık bir kitabın ü- zerinde 100 kuruş, hattâ 75 kuruş görünce: “Çok pahalı!,, diyenler var; fakat bunlar esasen kitap al- mak niyetinde değillerdir. Bir de o kitapların başka memleketlerde kaça sa'ıldığına bakım: İngiliz, Al man kitaplarından bahsa lüzum yok, onlarda üç buçuk shiling, iki mark, yani yüz on, yüz yirmi kuruş ucuz kitapların fiatıdır. Fransız ki- tapları ucuzdur: 1914 ten evvel üç buçuk franga satılan kitaplar şimdi on iki, on beş franga; fakat bugün- kü frank eskisinin beşte biri kıyme- tinde olduğuna göre 15 frank bile nihayet üç frank tutar. Bizde de bu nispette ucuzlamıştır. Meselâ Ahmet Refik Beyin evelce beş ku- | ruşa satılan Lâle devri'nin yeni ta- kuruşun kıymeti eskisinin onda bi- nden fazladır. Fakat diger eşya- nın fiati, bu seneye kadar, eskisi- nin on mislini çok geçiyordu. Buna rağmen niçin kitap okun- muyor? Okuma bilenlerimizin az za sorun: sekiz, erke on bin ki- şilik bir kari kitlesi kitapçılarımı- zı kurtarabilir. Bizde bir kitaptan iki üç yüz nüsha satılınca tabı mas- rafı çıkar, hattâ kazanç o bırakır. Milliyet'in edebi romanı! 36 YAYLA KIZI. — YAZAN: Aka Gündüz. — döküp temizliyor, - oturaklar dar gelip te minderler, tahtalar otu- kürekle kül o getiriyor. O siliyor. Arada bir de azarlanı- yordu: — Kız iyi temizlemedin! Bir da- ha! — Kız! Çocuğu kucağına al da #okakta gezdiriver. Sakın düşür- me! ğ > — Kız! Tembel tembel oturma, şu testileri al da çeşmeden iki öğün su getir. Bu sular gene (kesildi. Nerdeyse çöle döneceğiz. — Kız! Sofrayı kaldır. — Kız! İskarpinimin tekini bul. — Kiz! Sen ne kadar nazlı şey- sin. Seni çok şımartmışlar. — Kız! Ne dangıl dungul bö- düksün, “-—'Piğ'kürüsü siğlayıp' dürma, — Yumurcak aşağı! — Köy bitlisi yukarı! Hele Perihan Hanımın aklına gelseydi kızın anasina; teyzesine de söyecekti. “Evin içinde yalnız iki kişi vardı İ Bizde alâkabalış şeyler söyliyen mu | kabristanına o defnedilecektir. Dr. A. KUTİEL Her kitabın beşer yüz tane satıl- in de on bin kişilik bir kari kitlesi. Bu kadarda mı okuma bi- lenimiz yok?.. Bizde kitap merak- lısı yetişmiyor. Bittabi milli O huylarımızn da bunda dahli var: Türk, bilhassa şe- birli Türk, konuşmayı şever, geve- zedir. Kahveye gider. Bu elbette ki okuma zevkini yayan şeraitten de- ğildir. Kendi kendimize kalıp dü- şünmekten pek hoşlanmayız. Alay- cı, nekre bir millet olduğumuz da malümdur. Bunlar da kitap satışı- nı pek kolaylaştırmaz. Kitap okumak için evde otur- mak lâzımdır. dedim; bunun için okuma zevki ile kadınm'da büyük bir münasebeti vardır. Kadına da- ha yeni ehemmiyet vermeğe başla- dık, Tevfik Fikret: “Elbet sefil o- lorsa kadın alçalır beşer,, diyor;; kadın sefil kaldıkça erkek cahille- şir. Evinde oturmaktan hoşlanmı yan karısına ehömmiyet vermiyen erkek okumaz, kitabı sevmez. Bittabi bütün bunların tesiri var. | * Fakat bu sebeplerin de (bizdeki kari azlığını izaha kâfi geldini zannetmiyorum. f Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar? sualinde oldu- ğu gibi muharrir mi karii, kari mi mubarriri yetiştirir? sualinde du- rup kalmak istemem. Muharrir ka- ii yetiştirir. Bunu kabul etmek me- seleyi kolaylaştırır; zaten aksi de gene buna gelir; çünkü kari mu- harriri yetiştirir demek de her ce- miyetin kendine göre muharrir ve kari çıkaracağını söylemek demek- tir. harrirler çıkınca onlara göre, onlar« la beraber kari de yetişecektir. Ka- riden, kitap sevmesini, kendi ken- dine düşünmek zevkini, yani ancak kültürün verdiği itiyatları bekliyo ruz; fakat irde o derecede bir kültür aramıyoruz. Bugün yazı lan kitaplar, şiirler çok okunacak da ne olacak? n çoğunun 0- kunmasına değil, okunmamasına çalışmak daha doğrudur. Onları o- kumağa, aramağa alışmış bir kari kitlesinden hayır geleceğini o hiç zannetmiyorum. Kari kitlesi bulunmadığından sikâyet edenlere soruyoruz: “Onla- rı alâkadar edecek muharrirler, şa- işler hazır mı? Yoksa onlara bu mecmuaları, bu romanları mı okut. | mak istiyorsunuz?,, Kitapları satılsın, okunsun, o za- man iyi şeyler de yazacaklarmış!.. Bu, kendine kapı bulduktan sonra yemek pişirmek öğreneceğini söy- İiyen aşçının iddiası kadar tuhaf olar! Nurallah ATA Acıklı bir ölüm Harbiye mektebi erkân reisi kayma kam Sait Bey vefat etmiştir. Mer- i faziletlerile herkese ken- iş bir zat idi. Cenazesi bugün Üsküdarda Gülsüm hatun ma- hallesindeki 18 numaralı hanesinden saat on bir büçukta kaldırılarak aile Kederli ailesine beyanı taziyet ederiz. Karaköy'de Abdullah ef. sırasında 33 numaraya taşınmıştır. (s085) Jokamtası 4042 ki başka türlü © davranıyorlardı. Birisi beyefendi idi. Beyefendi sa- dece etten, kemikten, belki de bir çuval kepekten bir adamdı. Hiç si- siki anlayışı yoktu. Evin içinde bir öksüz hizmetçi mi var? Bir sıçan yavrusu mu var? İnsan denilen bir şey mi var? Bir sinek, bir örüm- cek mi var? Hiç, biç'orali değildi. Sanki Petek evde yoktu. Yalnız gö züne iliştikçe kızım, yavrum diye konuşurdu. — Kızım bir su getir, yavrum şu fincani götür. O kadar,. Amaâ bu da bir şey- di. Püylamadıktan, küfretmedik- ten sonra, hele kızım, yavrum de- dikten sonra ondan iyi adam ola- mazdı. Ya Benzigül abla? İste ona söz yok! İşte o bambas- ka bir insan! Petek'i kendi odasın- da yatırıyordu. Evin çamaşırını yı karken sodalı suyun nasıl yapıldı ğını, neye yaradığını Kemeri Ü- tü ütülemesini gösteriyor ve eli boş kalırsa oturaklarnm temizlenme- İ tl mıdır? her halde Doktorların hayat ve sıkıntıları Bir cemiyet ofradı gözönüne geti- rilip tetkik edilirse sıhhat © itibarile | en sağlam ve en başta gelenler Ka- ra ve deniz asker hizmetlerinde bulu- nanlar görülür, Bu mesleklerde bulu- nanlar diger sivil hizmetlerde bulu- nanlarm hepsinden ziyade işleri ve vazifeleri iktrzası vücutlarının sağ- lamlığına ziyade faydalı hareket ve faaliyette bulunurlar. Bunun için bu her ilci srnıf erbabı hizmet ten çel leri zaman diger muasır- lik erbabından daha genç ve sağlam bulunurlar. Sivil hizmetlerde bulu- nanlar içinde de sıhhatleri yolunda gi denler en ziyade câmi ve kiliselere devam eden kimselerdir. Zira din ve diyanet akidelerine bağlı ve manevi- yatı kuvvetli olanların sıhhatleri de sağlam olur. Çünkü maneviyat ile vücüt sırası arasında kuvvetli bir ra- bita vardır. Filhakika (o dini bütün kimselerin sıhhat telâkkisi hakkında- alaş iman ve itikatları herkes için alın- değer şeylerdir. £ Maatteessüf hekim olarak bu satırları yazarken biçare doktorlarm bütün meslekler arasında en az yaşıyanlardan olduğu nu yüreğim sızlıyarak hatırlıyorum. Hiç bir meslek sahibi doktorlar ka- dar on iki parmaklık bağırsak yara- sına tutulmaz, Bu da onların vaktinde yenilemiyen yemeklerini acele ve hiç <İğnemeden yutmak âdetlerine ham- klunur. Halbuki başkalarına bu â- detin mazarratlarından bahsederken © fena âdet ve kabahate tutulmama. | İarımı tavsiye edip dururken kendile- rinin o halaya düşmesi büyük surdur. Doktorlarm diger fe: lerinden biri de ekseri acele il çalışmaktan yorgun ve bitap (düşen vücutlarını kamçılamak için sun'i bir takım vâsıtalara müracaat etmeleri- dir. İşte elleri altımda bulunan bazı ecza ile yardım ve faydasını ümit ettik- leri içkilere baş vururlar ve nihayet © fena âdetlerin zebunu olarak harap olurlar, Avukatlık sıhhate tesir doktorlukti tir. Filhakika şöhret ve san'atte mu- xaffakıyetli avukat ta geceleri | geç vakitlere kadar ekseri çalışmıya mec- bur olur. Bununla beraber bu çalışma- larının kendi evinde ve odasında iste- diği gibi ve arzu ettiği şekilde yapa- bilir. Dokter gi telefonla herhan &i bir zaman şehrin en uzak bir sem- tinde bulunan hastasının acele bir da- ğildir, Ve ber halde avukat ini tordan daha kolay bir muavinine baavle salonu kalabalık ve Fakat bir ameliyat lünün bulunduğu yerden, daha sıkım- avukatlar. he kimler kadar ve onlar - derecesinde maddi. rahatsızlıklara maruz ve sıkın- tıda bulunmadıkları aşikârdır. Gazeteçiler en ziyade — artistlere yakın bir sınıfta bulunurlar. Onlara ârız olan rahatsızlıklar daha ziyade sinirlilik ve asabileşmektir. Aktörler ise san'atlerinin kayıtları altında ade- ta emre tâbi başkalarının fikir ve hal. lerini temsil ve taklit ederler. Yoksa böyle olmasa aktör ve artistler bugün en wbhhi hayat sahibi olurlardı. Büyükada Dr. ŞOKRU | Ademi iktidar ve bel gevşeglikine karşı en müessir dova ŞERVOİN raya 150 kuruş posta ile gönderilir. i mir'de İrgat pazarındaki, Trabzon'da Yeni Ferah eczanelerinde bulunur. (5091) 4207 Lâcivert elbise anlatıyordu: — “Sinirli sinirli odanın içinde do- laşıyor, ikide bir pencereden bakıyor, sokağın başını gözetliyordum. İçim- de bir heyecan ve korku vardı. Arası- ra sofaya çıkıyor, mutfakta fasulya ayıklıyan annemi de kollu; “Neden? diyeceksiniz. Çünkü bi ni bekliyordum. Bunu da o kimseye hissettirmemek lâzımdı. Bir saatten fazla olmuştu. Hâlâ bekliyordum. A caba neden geçmedi diye nkü her gün o İaatte mutlaka gelmiş, geçmiş olurdu. Acaba bir şey mi oldu? “Bunları fikrimden geçiriyor ve her dakikada bir sofadân pencereye, pen- <ereden fosaya mekik dokuyordum. “Hemen bir ay kadar olmuştu. Sa- Fişi, uzun böylu bir genç her gün e- vimizin penceresi altından © geçerdi. Bu geçişlerde bir gün gözlerimiz ribirine takıldı. Ondan sonra utanış- lar, naza benzer tavırlar, pencereden kaçışlar oldu. Fakat artık her gün o- Dun geçeceği zaman pencereden ayrı- lamaz olmuştum. , çapkın, fakat mahçup bakışlar hayâl ednirdim. Üzerinde kendi- sine çok yakıştırdığım lâcivert elbise- si vardı. Ne kadar kibar ve ciddi gö- rüpüyordu. Bu kadar gündür ismini bile öğrenememiştim . Genç kızlık külyalarım içinde onunla kendime ne saadetler biçmedim. Nihayet bir gün bir tesadüf onu saatlerce seyretmek fırsatını bana verdi. “Komşumuz Aliye Hanmln kızı akşam üzeri parka gidiyorlardı. Eve uğradılar. Bizi de almak istediler. Ben mahpus hayatımda arasıra çıkan * #yle fırsatlara çocuk gibi sevinirdim. Annem ütü yapacağını bahane ederek reddetti, Bin ıslarla beni beraber alabil- ler, edi; iş — "Kızım, sakın rafına sık sık bakımıp durma! çapkınları azgındır. Üstüne bir söz ikili de babanm yüreğine iner ha... “Aliye Hanım teminat verdi: — İlâhi hanımcığım, işte ben yan- larındayım. İkisine de göz açtırmam. Gençtirler, gönülleri gezmek, eğlen mek isterler. Parkta bir kenarda otu- rur, mızıkayı dinleriz. “Biz iki kız fıkırdaşarak gülüştük. Annemizin bu taassubu ile için için alay ediyorduk. “Parka kadar yaya yürümüştük. yer, iskarpinlerin hangisi daha güzel ol- duğunu münakaşa ediyorduk. “Parka gittik. Oturacak bir kanape arıyorduk. — Birden vurulmuşa dön düm. Yüzümün sapsarı kesildiğini hissediyordum. Oru.. her gün bana gülen lâcivert elbiseli genci görmüş- tüm. Yanında bir arkadaşile biraz i- İeride yürüyorlardı. Kalbim şiddetle çârpmıya başlamıştı. Hizalarına gel- diğimiz zaman dayanamadım, peçemi biraz kaldırarak öna doğru baktım, beni gördü ve tanıdı. 'Kalın bir çmar ağacının altında- ki kanapeye oturduk. Lâcivertli ile arkadaşı da karşımızda, fakat uzak- “Kapıdan çıkarken annem tembih | ka yüzünü açma! Et | : “ : Âlemlerin <a bir yere oturdular. “Ben yanımdakilere hissettirmeden ona bakıyor, hattâ onun da benden ayrılmadığını his: “Bir aralık lâcivertlinin bir takın isvetlerle bir şeyler anlatmak istedi- ğmü gördüm. Dikkat ettim. Elinde küçük bir zarf tutuyor ve gösteriyor- du. İşaretlerin manasını anlamıştım. Fakat nasıl alacaktım? “Artık oturduğum yerde duramıyor dum. Aklım hep o zarfta kalmıştı. A- caba neler salman eda e ğu şeylere cevap” lar veriyordum. Nihnyek gel çok oturma- dan kalktık. “Gizlice geriye baktım. O da yavaş yavaş geliyordu. Tam parkın kapısm- dan çıkacağımız sırada karşıdan üçer beşer kişilik kafile geliyordu. Kapıda bir kalabalık hâsıl oldu. Tam o sıra- da lâcivertli yetişti. Yanımdan o ge- çerken usülle zarfı uzattı. Ben de he- men alıp çarşafımın altına sakladım. Bu, o kadar âni oldu ki kimse bir şe- yin farkına varmadı. Bu maharetime ben bile şaştım. “Acele eve döndüm. Hemen soyun- dura. Annem aşağıda sofrayı hazırlı- yordu. Oda yalnızdı. Zarfı yırttım. Ve su içer gibi bir hamlede mektubu okudum. Neler, neler o yazmamıştı. İmzasını da atmıştı: Suat, “Oh, demek onun ismi Suatti, “Ben de dört beş satırlık bir cevap yazdım. Suat geçerken pencereden atacaktım. “O srrada annem aşağıdan bağırdı: Kız, akşam oldu, yukarıda ne yapıyorsun? Musluklar boş, gel, şun- Tarı doldur. — Anne daha erken. Birazdan dol dururum. “Gene pencereye koştum. Tam za- manında yekişmiştim.. Sunt işte pen- cerenin altındaydı. Yüzünü göreme- dim ama, elbisesinden | tanımıştım. Hemen kafesi kaldırarak zarfı attım. Zarf tam Suadin önüne düşecekti ta- bii, . “Derken kapı çalınmaz mı? Yüre- ğim hop etti, aklımdan bin türlü ih msller geçiyordu. Annem de sesleni- yordu: — Kız, gel kapıya bak, kimdir 0? Koşarak merdivenleri indim. Aca- ba Suat ne maksatla kapımızı çalıyor du? Annem meseleyi anlarsa ne ola- caktı? Kapının arkasında durdum ve ve öksürüklü bir ses cevap “Titcedim, çünkü sesi tanımıştım. Bu, babamın asabi zamanlardaki &e- sine benziyordu. Mandalı kaldırdım. Kapı aralanır, aralanmaz babamın kır düşmüş hafif sakalla çerçevelen- miş çehresi göründü. “Şaşaladım, benzim sapsarı oldu. Put gibi kalakaldım. Çünkü babam elinde, mektubun zarfı olduğu halde içeriye girdi. Üzerinde, bazan büyük bir adamı ziyarete gideceği zaman giydiği eski İlcivert elbisesi vardı., İttihadı Milli Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz Sigortaları halk için müsait şeraiti havidir /(ğ Merkezi idaresi: Galatada Ünyon Hanında Acentası bulunmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. Tel.: Beyoğlu : 4887 4029 Bugünkü proğ İSTANBUL : 15 Gramofi ile - 20 Saz ÇVedin Rıza 2030 Balay; Musikiye Heyeti 21,30 Gramotom. za NR Barun Deheli ... * Ağann haberler YARSOVA LL is if musiki. 2230: rinden konser, 23: Dam kri VİYANA 518 m. 21,05; Kür konseri (Go 22 Yonhan Sormam muz parçaları. 2545: MİLANG > 103 2035: Promemat mahallindetişi 211455 Karışık neşriyat 23,15: BÜKREŞ 394 m. > Zi: Radyo orkestrası. 21805 vetler). 22,20: Romen musikisi. Yıldız sarayının bul” münasebeti mi Turing ve Otombiol Yunanistanda intişar ii € d'Athenes) gazetesinde gün Berlinden alındığı bildirilen bir telgrafta gazinoya tahvil € lan eski Yaldız sarayının bö siminde açılmadığı ve iktisiö dan dolayi Turistlerin Boğgİğ Yaret etmedikleri bildirilmek Bu Saray bir çok senelerde halen resmi kongrelere tahsis *ğ den dolayı kapalı bulunduğu * betlerin krizle bir münasebeti Sf cihetle keyfiyet tashih olunuf Harp malâllerin? Beşiktaş askerlik şubeşindef Şubede mukayyet harp bitan ve memurinin elleri ilk ve son raporlarının birer # nin vekâlete takdim zaruri b dan bugüne kadar müracaat decek olanların pullu raor $-8-933 tarihine kadar acele tirmeleri ilân olunur. J SATILIK MOBİLYA Ve hali yolculuk dolayisile © mükemmel mobilya ile gayet il deler maktu fiatla satılıktır. adrese hergün, her saat mürsö sim, Talimhane, Sevinç caddö”? Hakkı Bey apartıman, 3 çü-kiĞJ LAZARO RRANKO MAHDVU Ticarethanesi, Galatadaki rını İstanbulda, Sultanham bik Balcılar mağazasına muhterem müşterilerine arzejij üni yaln nazaran bugün Yi men balıtln geçecek rürgür a 0 milimetre, hararet en fazla İÜ derece idi. sinde Petek'e yardım ediyor. Pe- tek'i okutan, Petek'i bilgilendiren, onu öpen, seven bir o vardı. Neye yarar İri onu da hanımefendi gün- .de on kere haşlar, yerinden dibine kadar sokar çıkarırdı. Bir koca hanımkızın bunlara bo. yun eğişini bir türlü anlıyamıyor- du. Kendisi neyse ne. Nasıl. olsa babalığı bir gün çıkagelecek, alıp götürecekti. Hem de kimsesizdi. A damın bağrına vurmuşlar da vay arkam! demiş. Bir gece gene gizli gizli ders alı- yordu. Çünkü hanımefendi dersi yasaketmişti: — Elin köylü piçine ( ülemalık öğretmek bize mi kaldı. Domuz gi- ki yiyor. Doymasını bilmiyor. Bir de ders! Ona okutacağına benim küyüğe okutsana! Teyzesi olacak- sın! Hay olmaz olaydın sığıntı âşif te! “ Demişti. Benzigül abla buna da boyun iğmişti. İşte o gece dilinin ğü kadar bunları söyledi ve niçin boyun iğdiğini sordu. O söy- lerken sezmişti Benzigülün rengi gittikçe uçuyor, dudakları titriyor, mendilini didikliyordu. Sonra bir- denbire korkulu bir hıçkırık başla- dr. Susunca söyledi: — Ben kimsesiz bir kızım Petek. Dünyada annemden , ablamdan, eniştemden başka kimsem yok. — İyi ya. Annen var ya. — Var ama oda benli gibi. E- niştemin evine sığınmış oturuyo- ruz. Ablam ikimizi de bir kovuve- rirse nereye gideriz? (Hem ben gerç bir kızım. İnsana öyle kötü- lük, iftira atarlar ki.. Uzağa g me, başta ablam yapar. Bu kız aşif- telik ediyor derse ne yaparım, ken dimi öldürmeliyim? — Beyefendi yok mu? — O iyi bir adam. O kadar. İyi i adam. Ama bizimle uğ- ası, kaygana sever. İki hıçkırıktan sonra : — İşte böyle, dedi. Kapıdışarı edilmekten korkuyorum. Dedim ya sonra ne yaparım. — Benim gibi iş bulursun. Çalı- şırsın. Kazanırsm. — Sen kazanıyor musun? Biraz düşündükten sonra: — Evet, dedi. Hanımefendi be- nim aylığımı köydeki anama gön- deriyor. Hep öyle söyliyor. Bu ay daha çok gönderecekmiş.. Ya. . İşte sen de'çalış, kazan. Bir avurt- ları çıkık, çenesi basık efendi ağa ma o kötü yürekle demişti. Hem de gingen, pis, dilenci demişti. Ben sa na kendi yüreğimden diyorum. Çalışmak, genç kızların, kadin- ların çalışmaları. İş bulmaları. A- naya enişteye yük olmamaları Bu büyük bir inkılâptı. Benzigül derin derin içini çekti. Petek'i u- mutsuzluğa düşürmek istemedi. Düşürmeğe de hakkı yoktu. Çün- kü kendi de inanıyordu ki bir gün bu da olacak. Bir gün gelecek ki kimseli kimsesiz kızlar, kadınlar da çalışacaklar. Babaya ablaya, ko <caya enişteye boyun iğmeden yaşı- yacaklar. — Bir gün bu da olacak. Dedi. Petek baktı: — O gün uzak mı? — Hayır, yavrum, Sen öğrendin. — Yaşasın o! — Aferin! İşte o yaşıyacak ve her iyi şey olacak. Petek heyecanlanmıştı. Sağ eli- nin işmar parmağını - kaldırdı ve Benzi gül ablanın öğrettiği (Bizim amentü) yü söylemeğe başladı: — Gazi vardır. Gazi birdir. Ga- zi bu toprakta , bu suda, bu gökte, bu gönülde yaşar. Gaziye inanırım. Gazi demek Türk demek, Türkiye demek, biz demektir. Gaziyi seve- rim. Sayarım. Bilirim. Anlarım. O Gaziyi benim yüreğimdedir ben 9“) reğindeyim. Bu memleket gok iyileşecek, daha çok $' cek. Bu Ulus iyiye, ğa, daha çok ululuğa « Gazi vardır. Gazi tükenmezlik, ölçülmezlik * $ar. Ben Gaziye inanırım” , Bu ince ses, beş muma y 1o$ odanın havası içinde € Benzigülün kulağında O daki büyük Ankara » kun çağıltısı gelir gibi olu? Petek nefes nefese b benlikte birikmesi idi. B tınalardan önceki dur büyük top güllelerinin fırlamadan önceki susj Bu inkılâp fırtması P bu ileri insanlık güllesi f ber şey iyiye, güzele, ©” doğru ulaşacak, iy Başını ot yastığa Kar vucumu Petek'in / Gözlerini kapadı. Gözleri” kaklarına doğru ince zeyl yaşlar akmıya e .. 2 debiyat muallii ” seldi Muallim bir gön? 4 (Arkasi