azil ART kİİk ERE | #RER FE Ş PU” 2.»* miyeti Milliye 2 2 Mart 930) “Tahsisat kesildi” veyahut “sergilerin ziyaretçileri azaldı” diye artık resim yapmaktan vaz Şeçenlerden"ne için, kim için?” hazariyesini tamim etmeğe uğ- taşanlardan acaba, haberdar smız?, Bunları bilenler vr terler, 5 Ağustos 932 Çümhuriyette Peyami Safanm “San'at ne içindir?” serlavhalı Yazısını okuyunca, (herhelde 9 gün benim gibi bayram yap- ren Peyami Safanın sesi, bu 36- se müştak olanlara bir teselli Gibi geldi. Öteden beri san'at Yapanlarla, san'at hakkında i- kir ve kanaatlerini neşredenle- rimiz san'atin mutlaka faydı olması neticesinde ittifak etmiş lerdi. Yirminci asırda artrk her hangi bir fayda münakaşasını san'at bu bayat fısıl- ve kulaklarımı — tıkamıştır. Bana öyle geliyor ki yarınki #neslin terbiyesi uhdelerine mev olanlarımız bu vazifeyi sui istimal etmişlerdir. Buraya nakledeceğim satır- miş bir defa daha ibretle okuya- Ressam Ali Sami Bey mahut akademi münakaşasında şu sa- tırları yazmıştı, “Heyecanı bediinin can da- Marı san'atkâzın san'atten isti- fade edebilmesini temin ile kuv vet bulur. İktidar sahibi bir şan'atkâr her yerden iyi meim- leketimizde para kazanabilir.” demiş ve akademide san'atle na wİ para kazanılabileceğini öğ- Tetmemelerini mektebin bir ku- suru olarak göstermişti. (28 kâ munusani 932 Cümhuriyet) Yakup (Kadri Bey (Mil W Türk bedii) © ünvanlı «ki bir o makalesinde ay Pen şu satırları yazmıştı: “anadolu gazetelerinde okuyo Tuz: Ankaraya bir Rus ressamı gelmiş, harekâtı milliyemize da ir bir takım ablolar yapacak- Mış. bu havadis Türk ressam- larından bir çoğunu hicabımdan a gerektir” dedikten sonra; “Ressamlarımızın mevzuu ha lâ bir takım kadın iz banyosu peyizajları ve izim memlekette pe ihtimal verilemeyen bir ta- ivare ve balo manzarala- " diyordu. (925 İkdam müşahede ve mülâhaza) Abdullah Cevdet Bey. 28 ie 931 de sabık Türkocağın enç nesle mensup kalaba- İK Kir camii kütlesi kumara. verdiği. bir kim at, san'at İnsa- hiyet içindir. Sazlar sanlığa, cemiyete hayırsız olur larsa ana baba katili evlâtlar &ibi mütereddi ve fâsit zürri- Yeter menzilesine düşerler.” Şairlerimizin cinsi ve irlerini okurlarken bir ez lame Ercüment Behzadın “Dey- ia giy Darülbedayide tem sıralarda yalnız is Misin gayri ahlâki olduğundan münakaşaların sesleri el- hâlâ kulaklarımızdadır. Seyfi Bey ile Felek Bür- haneddin Beyin ağır ittihamla- Ni gene bu sütunlarda çıkmıştı. (Milliyet 26 teşrinievvel 928) Faruk Nâfiz Bey Hâkimiye. ti Milliyede “San'at faydadır” serlavhalı bir fıkra yazdı. Ve bu fikra yeni neslin eline verilen mektep kitaplarına alındı. Bu Zat ta orada “Nâmık Kemalin, Hâmidin, Fikretin, Mehmet minin gözümüzde büyüyen ta rafları faydadan ileri geliyor ve cemiyet üzerindeki tesirleri- i vücude getiren de onlarm taraflarıdır” dedi ve ce- miyetin faydasız unsurlarını | van borcu olarak bu satırları ka- | olduğu halde İngiliz lüg; Edebi mubahase Cenap Bey dursun Kalem ve fikir sahipleri için yeni bir gayret meydanı a- çıldı. Türkçeyi işleyecek, ku- raklıktan, fakirlikten kurtara- cağız. İnka asi ve içtimai bir gine v deler ezdi, attı. tarihi devir kapanırken posa, safra bırakır. Biz de ge riye bir Osmanlı siyaseti, Ne bayet şuurlu bir kararla orta- dan kaldırılır, Fakat insanlara hükmeden iki kuvvetli çember nizamla, kanunla, kararla ko- parılmaz. Bunların üzerinde hassâs bir kuyumcu gibi işleme dikçe şekilleri değiştirilemez. 2 vicdani akıdelerdir, biri de ! Çar koca Petro bir emirle va Rusların sakalını kazıt- “Olabilir. Dördüncü Murat bir ferman- ütünü yasat etti, Mümkündür. Napoleon bir irade ile İngi- liz adalarını abluka etti. Nasralı (Yesu') ko- €a bir dinin mübeşşiri olduğu halde bir kaç bazirgâna derdi- ni anlatamadı. Sürüklene sürük | lene çarmıha gerildi. Talim dininin bütün Arabis- tana yayılmasını kılıcının kuv | veti ile temin eden (Halitbin | Velit) müslüman olmazdan ev- vel bir gazvede Hazreti Mu- hammede kılıç savurmuştu. ,Hiristiyanlık ilk devrinde rca kurban vermiştir. ini ve şii davası uğurunda Necif, Bağdat, Kerbelâ mınta- kasında yıllarca ayni ırkın ka- nı dökülmüştü. Paris sokakları ihtilâlden | az evvel katolik ve protestan | ! lavhalı bir yazısında ressamla- rımızı milli mevzuları ihmal et tiklerinden dolayı ittiham et- mişti, “Hani Mehmetçik, hani | yüzbaşının aşkı, hani bekleyen kız, hani anne, hani ve hani?..” (Milliyet Temmuz 928) Daha hatırlayamadığım ve hatırlamak istemediğim neler... Velhasıl herkes bir telden çaldı, San'ati, kimi paraya, ki- mi ahli â bilmem neye vasıla yapmak istedi.. Ben bunların intişar ettikle- ri tarihlerde her birine ayrı, ay rı cevap vermiş bulunduğum- dan burada onları tekrarlamağı lüzumsuz bulduğum için sade- ce Peyami Safanın o güzel yazı sından bahsetmeği kâfi buluyo rum, San'attan herhangi men- faat gayesi bekleyenler, dikkat lerini teksif ederek şu satırları okusunlar, “San'at ne içindir?” suali “kâinat ne içindir?” arz ne mak satla güneşin etrafında dönü- yor, gibi orta asır filozoflarının diyalektik suz münazaalara yol açan ve bu daMisisippi nehri niçin uzun dur. Himâya niçin yüksektir gi bi son derece pi gayet araştırılışımdan bir şey olmaz. San'at san'at içinde de- ğildir. Cemiyet içinde de m. dir. San'ati oyun telâkki eden- lerle beraber olduğumuzu da söylemek istemiyoruz. Çünkü mücerret müânasile hayat ta ga- yesini kendi kendinden ve ken- di kendisini izah eden hür, mu- ayyeniyetsiz. hedefsiz, nâmüte- nahi bir akış değil mi? Felsefi ve raücerret olarak her şey ©- yandur. her şey san ettir.” | İşte Peyami Safa, 25 Ağus- | tos 932 tarihli Cümhuriyette bu | satırları yazdı, Gönlümüzün di leğine dil veren bu yazıdan bir | az ferahlamış olan ben, bir şük | AZ hedeflerini buldular Genç Kalemler Şirazi'ye âşık ola- kalemler kavgasının kanile sulanıyordu. Akideye ilişen hak olsun. batıl olsun bütün telâkkiler an- cak zamanın hükmile kuvvetini kaybeder, Bunun kadar olmasa bile (dil) de ayni dereceye girer. Asabiyet dinde ve dilde kendi Di gösterir, Son asrın mü- tebariz felsefesi taassuba yeni bir cephe vermiştir. İktısadi ta- assup! Bilhassa bu son akide dil ta- assubunu da. din taassubunu da erimiş kadar kuvvetli Biz iy den eğ (Vat: tü onuş Pİ alam ya a raktı mı, fakat tünelde kaç ke- re Musevi, Ermeni ve Rum va- tandaşların bu levhalara ba- ka baka çatır çatır kendi dille- rini konuştuklarma şahit ol- dum, Zaten böyle levha asmak, hattâ ceza kesmekle bir dili ko- nuşmağa icbar etmek ve yahut bir lisanı ağrzlara tıkamak im- kânı yoktur. Bu nihayet hâkim tabakanın culture kuvvetile kendi lisanını cemaate kabul et i tirmesile mümkündür. Biz kendimiz. türkçenin sa- hipleri bu lisan için bir şey yap- tığımız var mı? Vakıa her devirde: bir çok (ukalâyı zaman) © türkçenin kaidesizliğinden, eksikliklerin. den bahseder. Fakat kimse şöy İle ilmi bir tetkik mahsulü bir | fikri ortaya atmaz. Kimi çıkar, efendim türkçe- de harfi tarif yok. Dişiyi, erke- İ ği, azı, çoğu ifade etmek güç. Kimi çıkar, efendim, -türk- çede Nögatif'ler eksik. Meselâ akılsız, parasız yazabiliyoruz da çirkinsiz, güzelsiz yazamı- yoruz. Halbuki pçadan, a- cemceden kelime alırsak bunla a istediğimiz edatı bağlaya bi- liyoruz. Bu kabil iddialar belki de | | haklı olarak her zaman ortaya atılıyor. Fakat netice şu ki bü- tün bu malâmlara çare bulun- Tür dildir. Açıl Tü; öz bir ir. |. mak kin kabiliyeti pek çoktur. Yalnız eski ve ye ni türkçe kelimeleri kök- lü bir kaide ve nizam altmda dallandırmak lâzımdır. Doğru- dan doğruya türkçe isimlerden 0 lerden yeni ye- ırmak bir Cişti- kak lügatı) hazırlamak müm- kündür. Sonra türkçeye alına- cak ecnebi kelimeleri de yerli- leştirmek, aşılamak pek kabil- dir. Yalnız bu işi şunun, bunun il bırakmak doğru değil. Vaktile ihtiyaçla mı, tesa- düfle mi nasılsa türkçeye mal olan bazı kelimeler vardır ki onları adeta kendi malımız gi- bi kullanıyoruz. Meselâ acem- ce (hane) kelimesini türkçede ne bol ne rahat kullanırız. Me- selâ aşhane deriz, Yemekhane deriz. Hattâ bunu ecnebi keli- melere bile bağlamışızdır. Me- selâ birahane, telgrafhane * a vakit adeta türkçe gi bi benimsediğimiz bu çelme yarısı &cemce, yarısı frenkçe ol duğunu bile hissetmeyiz. Demek ki ihtiyaç ve zaman kelimelerin cinsini, tabiiyetini. milliyetini silip süpürüyor, Ye- ter ki onu aşılarken sağlam bir usul ve kaide kullanmalı, Türkçedeki yabancı kelime- lerin mikdarı beş altı bin tah- min ediliyor. Bunlar menşei farkedilmeden kullanılan keli- İ melerdir. Bu mikdar her gün ar tıyor. Lisanımıza yeni icatlarla giren kelimeler hiç kontenjan tanımıyor. Balya balya giriyor. Fakat bu bir tehlike değildir. Ingilizcenin aslı 38 bin kelime i 120 içinden attığını söyledi. (Hâki- | rilerimin nazarı ibretine koyu- | bin kelimeyi toplamıştır. İngi- MEL üni a j yorum, GLENN Ae lizcenin yarısı lâtinceden alın- damnkikin: (8. Ah Edebiyat Kim var, Kim yok? Kıymetleri takdir edecek kimdir?. Bazılarına göre mü- nekkit, bazılarına göre edebi- yat tarihi müellifi. Münekkit rin. keşfi Kristof Kolombun Amerikayı keşfinden daha zor- dur. Münekkitte görmek, mü- ellifte unutmamak, birer vasıf olarak değil, âmili asli olarak sayılmalıdır. Görmeyen münek- kit unutan müellif, yp Ee aynidi zde şöhretler, kıymetler ökseriya, memba: belirsiz su- lara benzerler. tesadüf, bir hatıra, her hangi bir vasıta or- taya bir isim koymuştur. iz hepimiz, bu isimler üzerinde di şünmeden, membama akid temizliğine bakmadan kıymet oluşunu kabul ederiz, İçimizde telkini bir inanış vardır. Hüküm ler, nesilden nesle devam ede- gelmiştir: Büyük san'atkâr, fe na yazici. o Halbuki oçok zaman, büyük san'atkâr etiketi altında fena Yazıcı, fena yazıcı etiketi altında büyük san'atkâr damgası saklıdır. Edebiyat ta- rihi müellifleri. madalyanın yal nız bir tarafıma bakarlar. Çün- kü ters tarafını görmek için. Telkini hükümlerin tesirinden sıyrılmak, zahmet çekerek eser lere bakmak lâzımdır. Müellif, dilediği gibi hareket ederken, yanıldığını anlayınca, unuttu. gunu ileri sürer, Halbuki unut- mamak müellifin o müteradifi değil midir? il Habip Bey. Meselâ, Isı teceddüt edebiyatı tarihini neş rettikten sonra bir mecmuada: .. Halbuki daha neler unutmamışım? l Diyor ve kitaba almmayan bir çok isimlerden bahsediyor, Unutulan bu isimler içinde, ki- taba alınmış olanlardan daha çok kıymetlileri vardır. Yine Habip Beyin o zaman söylediği gibi fecri âti şairlerinden Meh- met Behçet, Samih Rifat, Mü- fit Ratip, Peyami Safa hep İ unutulanlar arasındadır. Müel- lif için unutmak bir mazeret olabilir mi? Fecri âti tetkik e- | dilirken Mehmet Behçet, Müfit | Ratip nasıl unutulur?, Mehmet Behçetin bugün dahi okurken zevk aldığımız mısralarından yalnız bir kaçı onun içli bir san'atkâr olduğunda şü bi- rakmaz. Temaşa edebiyatımız- | ye dan bahsederken Müfit Ratibi zikretmemek günah olur. O Müfit Ratip ki hakiki bir şair tipidir, Unutan ve unutmak isteyen müellif te, görmeyen ve gör. mek istemeyen münekkit te e- debiyata muzır insandır. Reşat FEYZİ ———— lizcenin aslını astarır mez, dünya ü i halkın | dörtte biri ingilizce konuşur. Bizim iki köklü tutum yeri- miz var. Bir taraftan garp â.| sanlarının zaruri olarak içeri giren kelimeleri, biri de asıl türkçenin unutulmuş, ihmale uğramış, arap, âcem baskını içinde kıyıda, köşede kalmış saf cevh Eski türkçenin köklerine MS Karagöz münakaşası münasebetile İlim ve Zihniyet İlmin hakiki kıymeti, Avrupa'- da Rönesans hareketile başlarnış- tr. Meşhur Michelet Rönesans unvanlı maruf öserinde der kit “Ku Hümiyet ri yere kâr eden Ortn - çağ zihniyeti di- nin ve taassubun dar çerçevesi İ- çinde beşeri zekâyı mütemadi ta. Yiki altında eziyor ve boğuyordu; nitekim, Toulouse'da — (1619) dili- kerpetenle koparılarak cesedi a- toşte kavrulan İtalyan filozofla- rından Vanini Lucilio le ittiham edilmişti. Luther'in di- ni ıslahatı insan kanlarını irmak- lar gibi akıtmıştı. İngiltere'de Ba- için haylı müşkülâta düçar oldu. Galila'ya ebedi hakikat kilise ta- rafından cebren inkâr ettirilmişti. Nihayet, hür tefekkür Avrupa'da hâkim olabilmek için XVIL inci, XIX uncu asırları beklemek lâ- zım geldi. İnsanlığın kafası kolay kolay değişemedi keyfi ve sun'i bir yapı değil, kud- retini şeniyetten alan © haslettir; bugünün mefküresi, uzun ve yoru vel, insanlar, bir ir büyücünün tarar Ir değnek darbalarından mucize- | ler beklerdi; artık, yeni kimya, Simya ilmini kökünden yıktı. Co- pere, Kosmoğrafya'yı, Lavoisier di hâkim olmak, arma itaatla o mümkün o- XIX uncu asırda, tam bir hür. riyete kavuşan insan zekâsı, bu asırda, beşeri terakkılerin: en yük sek bir seviyesine çıkmı mendiferler, telgraflar ve buhar makinal, ihtiralar birib ret ve sanayi büyük inkişafa har oldu. “Hakikat” esas ittihaz edildi; mühayyel bir âlem yerine, şeniyete istinat eden © Positiviste bir görüş ilimde, tarihte, bulâsa, bütün safhalarında hük- ü sürmiye başladı. Bu “e ilmin zaferi teessüs edel iz ik Hlürmleterla başl yan “Tarih”, Auguste Comte, Er- nest Renan, Taine, Karl Marx gi- bi güzide filozof ve müverrihle- rin örs ve çekici altında kat'i şe- kil ve mahiyetini aldı cn edilebilmişti. yetişen tarihçilerden Bosauet “U. mumüi Tarih” unvanlı eserinde ta- rihi hâdiseleri “İlâhi mukaddera- tn cilvelerinden addetmek sureti» le tetebbu eder; Voltaire ise tarih XIX uncu asrın ikinci nısfmda ö- len Aug. Compte'ta tarihin bütün nın zaruri, ve mübrem ihtiyaçları nı temin” için sarfettiği mesaiden İ başka bir şey bulmaz. ii reket ediyorlar; menkıbe ve Tra- dition'lar, ancak hâdiselerin tari- hi mahiyetlerini az çok aydınlattı | ğı için faydalıdır. Müsbet ilimle rin ve tarihi maddeciliğin bu gibi hurafe ve efsaneleri şiddetle ret- tettiği ve serbest tefekkür ve mü- taleaya vâsi bir saha ayırdığı bir zamanda bizler için de başka tür lü davranmak imkânsızdır. doğru uzanan ellerimiz orada zengin bir maden bulacaktır. Türkçenin bugün için belki de şiveye munis gelmeyecek, ku. | lağa hoş çarpmayacak bal e) limeleri biç şüphe yok ki üze. | rinde asırlarca işlene işlene a- deta uydurma bir (edebiyat) | yapılan arapça ve aâcemceden | çok yumuşak, çok hareketlidir. (Osmanlıca) diye ortaya çı kan halita işlene işlene niha- yet bir (Edebiyatı cedide) do- ğurabildi, Milyonlarca halkin di yabancı olan bu edebiya- tın bir millete mal olmasına imkân var mıdır? Fakat ihti. yacın hudutlardan içeri aldığı ecmebi kelimelerle, salâhiyet- | tar lisancıların öz türkçeden tozunu, toprağını silip çıkardık. ları bakir kelimeler bugünkü ei e mii ni Son günlerde “Karagöz var dır? Yok mudur?" diye ort bir mesele çıktı; herkes bir söylüyor veyahut söylemek yor. Bu bahis hakkında “Günün akisleri” müharriri de şöyle (o bir ütalenda o bulunuyor: “Fakat biz, en ziyade böyle bir münaka- | şanın Halkevinde çıkışına hayret- çecektir.. Onun için genç kalem sa- hipleri Büyük Gazi'nin işaret | ettiği bu yolda çok rahat yürü. yecekler, kalemleri: osmanlıcanın küfünü, pasını bu kuvvetle sileceklerdir. Çağataycanın ahengini “pek | vahşi bulan Cenap Şehabettin Bey Şirazi'nin lisanına ai ladursun, genç kalemler yolla- intra balaflarini ; balenşları dır, b) Ba Faler » | boya, bu pimi kabartmaları diri, İsmetli - | bulunan esmer sabun ze sinen | lara Zafran toplayan adam: Heyheltraşlık Girit,, ve umumiyetle “Akde- niz,, medeniyeti bugüne (o kadar yalnız ufak boyda heykeller ver miştir ki benler “heykelcik - statuette,, demek daha uygundur. İlk eserleri ta “Neolitik - Neoli- thigue,, devre kadar o çıkarabili- riz. O zaman kâseleri, vazoları gömlekleri yontup işleyenler, ya- vaş yavaş onlara hayvan, sonrala rı insan şekli vermeye başlarmış- lar ; böylece heykeltraşlığın ilk mahsulünü meydana getirmişler. dir. Bu devrenin (kültüründeki birlik, “Akdeniz,, havalisinin ay- ni tesirler altında kaldığını gör termektedir. Bu tesirlerin punarı Elimize geçen eserle- ri iyice gözden geçirince görüyo- ruz ki bu tesirlerin / istikameti Mezopotamya'dan, Anadolu dan ve Mısır'dan “Girit,, de ve (Akdeniz) me lisindeki eserler yerli taşlardan mermer, çini ve — tuğladan (1), fildişinden ve nadir olarak, tunç” İ tan yapılmışlardır. Yapılan şey- ler yalnız “Rondbos - Ronde - bos | se, değil, ayni zamanda insanı hayran bırakan “kabartmalar - baz relief,, ve hemen sade Gi- İ| ritte bulunan boyalı o kabartma- lar - relief - peinta,, dar. Daha ilk zamanlardan itiba ren bu san'atin “Girit, teki oriji- İ nal noktasını buluyoruz. are. ket,, i yaşatmak!. Bu hususta en | büyük vasıfları: Canlılığa ve rea- | liteye sadik kalmak! itibarile Mısır'dan, Mezopotai ya'dan, Anadolu'dan aldığı de: İer inkâr kabul etmezse de, “ d san'atinin hakiki merke: olan t,, in, muhitinden, ken- disinden verdiği şeylerle yeni tip | ler yarattığını da derhal kaydet memiz lâzımdır. İnsan hayat ve işinin bu eserlerde (aldığı yere mühim bir va sile sörmüştle, Yüz süne çeşme: den — orta minoenler devrinin sonlarına doğru — teknikte çok terakki ediliyor ve naturalist bir san'atin renklere, canlılığı, kıv- raklığa aşkımı açıkça bildiren kıy nörmümeler & meydana * geli- yer. (Knosso:'da bulunan bir ke ve yavruları; o Ayatiriyada'da taşından yapılmış “riton - rhyton,, denen r, köseler..) enkli a relief san'atkârn gölgeleri ifade (1) Bu tuğla kelimesini “ toprak” karşılığı olarak kullanıyo rum, et İ teyiz. Ne garip tecellidir: İstanbul Halkevinin ilk hazırladığı ihtifal- de bazı aklı evvel ulema, Mimar ragözün hayal olduğu söyleniyor! Bu kadar | güzel, bu kadar canir milli bir tipi, hayal bile olsa hakikat yapmıya uğraş m bek başlı gayesi, zamanların teakup ve teselsülü içinde adem oğulları. İ mın bayat ve eserlerini tesbit ve irae etmekten ibarettir. (o Yoksa | herhangi mevhum bir hayali veya hut bir efanneyi hakikat gibi gös termek günün ilim âleminde en İ gülünç bir mevkie düşmek demek $ olur. Şunu unutmamalıdır. ki, mu- asır tarihçinin o ne dini ve ne de stmiyen “Tarih” e ta j rih değil «Lögende» unvanı veri- Tir. | “İlmi zihniyeti teşekkül İn dan geri kaldığına o hükmedilir. Hakiki ilim adamları hâdiseler | inle davranmak kaçmak mec takdirde me- kalı Akdeniz z Medeniyeti Knoss0s fresklerınden ma a tamamlamak Bilir. Büyük boyda, eserleri .) “Akdeniz,, in diğer beldeleri de heykeltraşlığa yabancı kal mamışlardır. “Kros, da bele nan (Kanun çalan adam) , merden bir başı (ikisi de Alma, daki (Mit mine) da mnbafaza edilmektedir) sanki mensubu bir san'atkârım elinden çakmıştar. “Şliman,, in 1871 - 1875 O te mikenya'da bulduğu altın maske leri memleketimizde hemen ber- kes tanır. “Vafyo kâseleri,, denen ve Mora yarım adasında buluna- rak son minoenlerin nihayetin- it olan altın kupalı bart- yürüdüğünü göstermesi ve assa yeni bir tekniğin: mana zır - perspective'in işe girdiğini bildirmesi itibarile çok © kıymetli vesikalardır. Bütün bu eserler ya Girit'te yapılmış, ya Girit'te yapılan nü. muneler iade etmiş, ya Gi rit san'atkârları © tarafından bu havali prensleri, hükümdarlı çin işlenmiştir. Demek hepa ders aldığı yer Girit'tir. Girit'te bulamadığımız büyük boyda heykel veya “kabartma, yı, Mikenya saraymın sur kapını lan “arslanlı ini ruz. tim, yerli karakterlere ait bulunan bu eserde; sütunun aşağıdan yukarı ya doğru kallaşan biçimine, baş lığm şekline bakmak; arslanla- rın dayandığı (Autel) ve bizzat bu (Autel) fikri, eseri o yaratan san'atin, Mezopotamya ve Hitit- lerin kudretli dünyasından dolaşa rak Akdeniz'e dökülen umumi bir cereyan ve onun “Girit” te hu- susi şeklini O bulan bir ifadesi olduğunda şüphe bırakmaz. Arkeoloji Remzi OĞUZ Resim sergisi dıya bahsedeceğimiz için şimdi lik ressama muvaffakiyetler te- menni ederiz. Ali Bey sergisini Ankarada tekrar edecektir. Galatasaray sergisi Galatasaray sergisi ayın otu zuncu ünü kapanacaktır. Şimdiye kadar sergiyi birçok zevat ziyaret o etmiş ve birkaç lâvha satın alınmıştır. Ressamla. rımızm busene Ankarada bir sergi açacakları tahmin edilmek tedir. Vatandaş! 7 -- 14 milyon Türkün sene- | de 14 milyon Türk lirası birik- tirebilmesi için her Türkün ban kaya serede bir lira yatırması kâfidir.