Milliyet Asrın umdesi “MİLLİYET” tir. 5 MAYIS 1932 İdarehame: Ankam caddesi, 100 No. Telgraf nöresi : Tet, Milliyet Telefon Numaraları: Başmuharrir ve Müdür 24318 Yarı işleri Müdürlüğü 24319 İdare ve Matbaa 24310 ABONE ÜCRETLERİ: Türkiye işin o Hariç için LK gi .— 8 — Gelen evrak geri verilmez — Müddeti geçen nüshalar 10 kw Tuştur. Gasete ve matbaaya ai işler işin müdiriyece © müracaat sdilir. Gazetemiz İltaların mes'u iyetini kabul etmez. BUGÜNKÜ HAVA tre azami hararet 19, asgari 6 de İrece idi. Neler işittim?, ! Dün tramvayda çift kanepe- l > lerin ardındaki boşlukta ayak- © ta duruyordum önümdeki iki © yolcudan birisi elinde bir gaze- © te tutuyor ve yanındaki dostu — ile de görüşüyordu. İster istemez gazeteye göz misafiri ve konuştuklarınada kulak misafiri oldum. Açıkça spordan bahs ediyor | lardı. Milli takımın Macarlara © mağlübiyetinden bizim takımın iyi tertip edilmediğinden falan © filân.. Elinde gazete tutan gaze | — telerin bu husustalkti tenkitlerini © haklı buluyordu.. Nihayet dedi | | — Yahut Bu spor işlerinin © başındaki adamlara bu kadar para veriyorlar.. Bari Bunların yerine ecnebi mütehassıslar ge tirelim.. “Arkadaşı sordut — Ne parası — Ne parası olacak aylık... © Bedava mı çalışıyorlar — Ne sandın ya! telik verir böyle işlere? — E bu adamlar budala mı, © bu kadar hücuma, küfüre, — rete bedava tahammül iyce: İn — yorlar?.. — Orasını bilmem! — Şaşılacak şey!.. Bu işin be dava olduğuna benim aklım er- mez.. : Bu muhavereyi dinlerken | kendimi nasıl tuttum, nasıl lâfa | karışmadım; hâlâ yorum. Biz bir taraftan edip, i edip © bir münekkit zümresinin önün- püryan olurken âlem de bu işlerde aylık aldığımıza kail olu yormuş... Yüzde elli noksanına ri N ği n tiyo” | Eve Düzel Yıldırım! Nahit Sırrı türmek üzere giderken, Şayes. te kapmın eşiğinden sordu: Her zamandakinden ağır adım > larla Ahmet Şükrü Efendi bah “çe kapısından içeri girince, | oğlunu avluda buldu. Geldi; “anlar anlamaz ayağa kalkmış, kendisini bekdiyorlarlardı. Yaş | adam biraz kısık, adeta sürük lenen bir sesle: © — “— Merhaba çocuklar! treni kaçırdım da otobüsle geldim.” “dedi. Kaşları çatık; gözleri di şünceli, rengi biraz soluktu. Y “zü belki on yaş ihtiyarlamiştı. p Gelini Şayeste, büyük oğlu | Namığın karısı, koşa koşa ev- “den geldi, Elinden bastonunu, | Başından kasketini aldı; ceke- “tini çıkarıp içeriden getirdi ği hırkayı giymesine yardım | etti. Üstünde yemek örtüsü ve Joaat ifadesi asıl olarak kabul &- İrini kullanmıştım. Bu zat gali" talibi?.. Hey vidi kârı umumi ye hey! Kaça doldurursunuz? Dostlarımdan M. Bey vardır. Tuhafça bir adam.. Geçen gün Beyoğlundan yukarı çıkarken rastladım.. — Nereye?.. | — Şurada bir Ermeni dişçi | varmış.. Pek methettiler.. Ona gidiyorum.. — Güle güle! — Rica ederim benimle bera ber gel!. — Benim ne işim var, senin dişçinde?.. — Ben dişçiye giderken dai- ma endişe ile giderim. Küçük iken bir kere dişimi çektirmiş. tim de hep onun yılgınlığı... Al lah aşkına gel gidelim.. Şuracık ta yahu! Beş dakika... İ zattık... Haydi bakalım.. | ttik... Mükellef bir kabine. İriyarı matruş ve iri burunlu bir dişçi. Uzatmayalım... Arkada. şm dişlerini muayene etti. — Beş tane plombaj var... | — O nedir?.. — Yaniya! Dolduracağım! Kaça... ! yirmi liraya... . Demek dolduracak. — Evet!, Hem mükemmel o lur., — Anlayorum.. Lâkin doktor Bey! Sizin niyetiniz benim dişi mi doldurmak değil. Kendi cebi | nizi doldurmak... Yirmi liraya bir dolgu!.. Aşkolsun yahu! Çıktık... Ermeni dişçi de ar- kamızdan ağzı açık bakıyordu. Bazı tabirler Türkçede kâh nüvaziş, kâh takdir, kâh teşci için kullanılan bir takım tabirler vardır ki; ha kiki münası kasdolunmaz ve me Kuzum tabiri gi bi., Bunu söylediğiniz adam hiç bir zaman sizin onu koyun yav rusu telâkki ettiğinizi zannet- İmez... Bir iki gün evvelki yazı- durmadan böründe lp) grisi rrimizden birin& karşı yazdı- ğım satırlarda (tosunum) tal ba tosun kelimesini hakiki mâ- nasnda kullandığımı zannet-| miş... Verdiği cevapta almgan | bir tavır almış... Halbuki tosun battâ erkek ismi olarak bile kal | lanılan bir kelimedir. Ve bun: | dan hiç bir zaman (genç boğa) | münası çıkmaz. Dilimizde, ars. | lanım, tosunum, kuzum, Yi rum, ciğerim gibi bir sürü tabir vardır ki; daha ziyade iyi hisle. rin ifadesi için kullanılır. Eğer bir yıldızla aşağıya ayaklı ve kuyruklu vahşi hay- van mânasına değil) diye meş- ruhat vermek lâzım gelir... FELEK Yeni neşriyat fevkalâde bir nüsha neşretti. Muhi- üncü sayısı enfes kapağı, üç renkli tabloları, zengin resimleri ile bir ne- fais albumu halindedir. ! — Efendi baba, yemeği geti Ahmet Şükrü Efendi sofra. mn başındaki . yerine otur- duktan sonra cevap vermiş- ti, Ve bu cevabı o kadar heves- siz ve neş'esizdiki,bir şeye pek fazla sıkıldığını. anlıyarak ötekiler merak ettiler. o Esa. sen bir kaç gündür de halinde| bir acaiplik sezmişlerdi. So.| lunda oturan küçük oğlu Sa- İ it —uzun boylu, gür siyah saç lı ve kestane rengi gözlü, yir- mi yirmi bir yaşlarında bir genç— ağabeyisi Namığa göz- eril / OMBETİ Ne yazalım, ne uyduralım! Eski Romalıların vahşi bir! zevkleri vardı. Arasıra Amphithââtre'da €- sirleri, idam mahkümlarmı top lar. Ya biribirlerile boğuşturur, yahut vahşi hayvanlarla çarpış tırır. Tatlı tatlı seyrederlerdi. Gladiateur böyle canını dişi. ne takıp ölüme koşan bedbahtla ra derler. Cösar'lar böyle bayram gün- lerinde on binlerce insanı biribi rine hücum ettirir. Kan deryası na dönen meydandaki boğuşma yı seyreder, Hattâ yemeğini bi- le bu kanlı manzara karşısında yer, halk tarafından da alkışla. nırdı. Boğuşanlar ilk defa esirlerle idam mahbkümları idi. Fakat sonraları bu iş âdeta meslek ha line geldi. Doğrudan doğruya halk arasından Gladiateur yetiş | meğe başladı. Hattâ Trajan zâ- İmanında böyle fedai yetiştire- cek mektepler bile açıldı. Bun- lar sıkı bir inzibat altında yetiş irilir, dayak yemeğe, kızgın de mirlerle dağlanmağa, yaralanıp | iyi olmağa | alıştırılırdı. tarafından öldürülmeye de razı olurlardı. Oyun günleri toplanır, imperator locasma ge lir, muzikalar çalar ve küçük ka pıdan Gladiateur'ler fırlayıp sa- ha ortasına koşar. Cösar'ı selâm larlar, - Adiyo Cösar! Ölüme gi- den bu insanlar seni selâmla- makla bahtiyardırlar! Ve ondan sonra boğuşma başlar. Yaralananları © bacakların- dan ip bağlayıp sürüye sürüye çekerler. Eğer ağırsa çok çek- mesinler diye başlarına birer topuz indirilerek hesapları te. mizlenir, bayılanların ölüp öl-| mediklerini anlamk için de vü- cutlarına kızgın demir sapla. nir, Biz bu devre vahşet ve ceha let devri diyoruz. Yalnız bu devrin bir de ya- sayış tarzına bakalım. Eski Romada spor kemalini bulmuştur. üklar, kadınlar, erkekler hepsi atlettir. Gâyet temiz yemek yerler. Kayserden en fakire kadar her Romalının sofrası bir zevk ve neşe membardır. Ekseriya açık havada yaşarlar. Eski Roma ev leri de zevk ve san'at yuvasıdır. Sıhhat hayatın temelidir. Şimdi. bir mükayese yapa- İm. Bugün esirleri, idam mah. kümlarını o boğuşturmuyoruz. İ Çünkü bizzat kendimiz boğuşu yoruz. Gladiateur yetiştiren mekte- bimiz yok. Fakat kendimiz öyle yetişiyoruz, meşak ve ıztıraba öyle alışıyoruz ki böyle bir mek | tep açmağa lüzum yök. Bir günlük hayatımıza, yedi Zimize ve içtiğimize şöyle ya- bancı gözile bakın. İğrenirsiniz. Bu ne didişmedir. Bu ne çar. pışmadır. Herkes biribirini aldatmak, parasını, pulunu çalıp çırpmak, kendi karnını doyurmak için duğu halde, Namık ta baba- sının karşısında kardeşi ka- dar sessiz, çekingendi. Sualine ayni ihtiraz içinde; “— Ne bi- leyim? Nasıl sorayım?” mana sını ifade eden bir işaretle mukabele etti. Şayeste mutfak | kapisindan çorba kâsesi ile gö- rübünce, iler Efendi havlu. yu böynuna sardı. Çorbayı hiç konuşmadan; ve kaşıktan ağızlarına çekerken galiba dördü de biraz gürültü ederek içtiler. Sonra Şayeste masanın ucunda ve kaynatası. nin karşısındaki yerinden kalk- yi türdü, Bir dakika sonra, atlıcan doldurulmuş bir sahanla mutfaktan geldi. Ahmet Şül Efendi taba. ğını sahanm önüne sürüp çata- / ini uzatmışken, birden bire vaz geçti: Cebinden bir mektup çıkararak büyük oğluna uzattı: — Bunu hızlı oku Şayeste! ile Sait te duysunlar, Namik mektubu aldı. Baba. Hattâ | İ bunlar icabında mektep müdürü ahali | başkasının barsakların: boşalt. mak ihtiyacile kıvranıyor. | Çocukluğumda hatırlarım. Bir turşucu, Leman Hanım is- minde sevdiği bir kadını neden se öldürmüştü. Bu cinayet bütün İstanbulu Jallak bullak etti, Gazeteler ay- larca bu cinayet nr yazdı. Mahkemeler uzun celse- lerde bu vak'anın teferrüatını | tetkik ettilerHer aile köşesin- de Leman Hanım faciası çal. kandı. Beş yaşındaki çocuklar. dan doksanlık ihtiyarlara kadar herkes bu ismi öğrendi. Hattâ yi hatırlıyorum: Leman “gidiyor vuslatımız Diye şarkı yapıldı. Yani ta- |dile, tuzu ile mühim bir vak'a foldu. Şimdi cinayet miyor. Hem öyle cinayetler ki gayet vahşiyane, zalimane! Öy le cinayetler ki sebebi bile sıfır- dan aşağı. İzmirde bir genç kadını öl İdürdükten sonra vücudünü pas tırma kıyar gibi parça parça et-| mişler. Kasabada bir delikanlı | İnn sokakta barsakların dök- müşler. Adanada iki delikanlı bir arkadaşlarının elinden kadın almak için yolunu kesrnişler, üruşmuşlar, biri ölmüş, biri da a çıkmış, Bizdeki vak'alar bunlar, Av rupada daha vahşiyane cinayet ler oluyor. Dört beş yüz frangı İnr almak için Viyanada bir işçi kızı boğuyor. Azasını kırk se- kiz parçaya ayırıyorlar, Almanyada bir adam on iki İkadnı kesip yakıyor. Küllerini savuruyor. Amerikada bombalı çeteler bankaya hücum ediyor, Zehirli gaz saçıyor, bir çok kişiyi bo- gup kaçıyorlar. Velhasıl pe tarafa baksanız ayni şey. Kap, kan, kan ve kan. |. 932 se milât esir am mahkümu me oz vahşi Eskiden insanlar böyle ci heyecan arzularını teskin edebil İ mek için uydurma vak'alar, ro- manlar, hiköyelerle oyalanırlar dı. On doküzuncü asir sonların İ da Fransız lisanmı dolduran ci nai hikâye ve romanlar « bu ih tiyacın mahsulüdür. Meşhur (Morg sokağı ze yeti), (Ormmibüs cinayet romanlar, hikâyeler hâlâ ar | mızdadır. Avrupada Tunçtan kızlar gibi cinayet ve macera dolu romanlar, bizde Ahmet Mithat Efendi merhu. mun Hasan Fellah, Hüseyin Mellah gibi kahramanlık dolu, kan kokulu eserler hep ayni se. ridendir. Şimdi böyle cinai roman ihti yacı kalmamıştır. Çünkü hâdise İer, val'alar, günün haberleri bunu tatmin ediyor. Hattâ bir zamanlar hırsla takip edilen aşk maceraları da tavsamıştır. Aşk o kadar müpte, zel olmuş, o kadar ayağa düş- bunlardan daha oriji- katli ve renksiz bir okuyuşla o- kudu, Kâğıtta şöyle deniyor. du: ' “Muhterem ağabeyim Şük. rü Bey, Bu mektup size İstanbulda bir hastane köşesinden, Cerrah. paşanın bir koğuşundan gönde- riliyor. Yazan adam bir deri bir kemik kalmış ellerinin son kuv- Vetini sarfederek yazmıştır. U. marım ki'bu vaziyette mazide. ki bütün nizaları, bütün dar. gınlıkları unutur, sade can ü tünde bulunan adamın kı şiniz olduğunu ; düşünürsü | Evet ağabey, pek yakında öle- ceğim. Bunu çok güzel hissedi anlatıyorlar. Her gün saatlarca adeta ölü gibi yatıyorum U- I yumadığım halde göz kapakla- (ramı kaldıramıyor, bir hareket edemiyorum. O zaman beni den geçmiş zannederek : serbestçe konuşuyorlar. Yersiz mahşere kaldı! | Pardiyanlar, | > | düşünmedim, neler yapmadım. yorum. Zaten etmesem bile et. | rafımdakiler istemiye istemiye | Sonunu Düşünmeli — Fransızcadan modern hikâye — Gençler türlü türlü şeyler düşünürler, Bunlardan bir tane si de zihnine şu meseleyi sok. muştu: Hayat yapılabilir mi? Bu sual kafasında yer edince, hayli şeyler okumuş, hayli şey- ler tetkik etmiş ve şu neticeye | | varmıştı ki, canlı bir mahlük yapmak mümkündür. Çalıştı, çabaladı ve en niha- yet te muvaffak oldu. Evvelâ demirden bir insan yaptı. Sonra bu ağır ve madeni insanı hare- kete getirdi. Artık ona her is | diğini emrediyor, her istediğini yaptırıyordu. Bu madeni insanı gören hiç kimse, onun demir- | den yapılmış, sonra can nefhe- İdilmiş bir mahlük olduğuna ıma namazdi. Demir adam da herkes g giyiniyor, yiyor, içiyordu. F kat bu garip insanı görenler o- | na hayret ve merakla bakmak- tan da kendilerini alamıyorlar. dı. Onu ilk gören kadınlar kor- kudan çığlığı bastılar, çocuklar | korkudan bir köşeye sinerek ağ ladılar. Böyle bir adam nere“ İden, nasıl gelir? Hangi memle- İketin insanı? Asıl şaşılacak şey bu garip ve ağır mahlükun kendisini imal eden adamın ar- İzusuna göre, sanki bir tüy par- çası imiş gibi, arkasından yetişi lemeyecek bir hızla koşması i- di. Bir zamanlar böyle geçti. De likanlı yaptığı demir adamdan, demir adamda efendisinden | memnun idi. Bu delikanlı kâina tın en büyük istediği gibi halketmişti. Etten, kemikten ve sinirden yapılı bir adam böyle bir şey halkederse gurur duymaz mı? Delikanlı bulduğu sırrı kim | seye söylemiyordu. Böyle gu- rur ve iflihar içinde günler ge- gerken, bir akşam demir adam efendisine dedi ki: Ben bu hayattan bir şey anlamıyorum. Buna artık bir nihayet vermek lâzsm. Delikanlı hayret etti. Demir adamdan böyle bir serzenişi hiç beklemiyordu: — Ölmek mi istiyorsun? di. ye sordu. — Hayır, ölmek değil, kendi me bir eş istiyorum. Efendisi bu suale hemen bir cevap bulup veremedi. Fakat demir adam ısrarında devam e nal bir aşk macerası yaşanmağa De lüzum var, ne de imkân! | | Milyonlarca insanın bozuk | ve türlü his - ve ahlâk mirasla rile karışık ruhlarında öyle aşk fırtınaları kopuyor ki masası ba şında çalışan hiç bir romancı. nın muhayyelesi bu kadar nur. lu ve tabili bir macera yaşta. maz, Baksanıza sinemalardaki aşk maceraları bile tavsadı. İnsanların * hisleri törpüleni- yor, aşıniyor. Heyecan ihtiyacı nı teskin etmek kolay değil Kan, aşk, ihtiras sıfıra indi. Ne bulalım, ne yazalım, ne uyduralım acaba? Burhan CAHİT mun kaç güne kadar serbest ka: lacağma dair tahminler yürü- tüyorlar. Zaten doktorlar da zannederim ki artık ne yapılsa beyhude olduğu fikrindeler; Es kisi gibi meğgul olmuyor, bir kaç beylik lâkırdıdan, üstün kö rü bir muayeneden sonra baş- ka hastalara geçmeği tercih e. diyorlar. “Çok yorgun ve çok mahzun ölüyorum, ağabey. Senelerce! didindim. Girişmediğim iş kal. madı, Zengin olmak için neler İ Daima felek önüme engeller çı | kardı. “Artık her şey yoluna diye kendi kendime dü- şündüğüm ande, her sefer her şeyin mahvolduğunu gördüm. En fi ümitlerle giriştiğim te tam bir muvaf- fakıyetsizlikle neticelendi. İşte bunun kahrile yatağa düştüm. Karım da dört sene evvel tıpkı böyle bir vaziyet karşısında ke. derinden ölmüştü.Fakat ben on dan da bedbahtmışım ki zavallı , GLORYA'da. Bu akşam saat 9 1/2 ta Münir Nurettin Bey KON ve arkadaşları tarafından mevsimin son SER Çok güzel ve yeni bir program Bugün iki buçuk matinesinden itibaren MAJİK'”'te HİCRAN (La Flamme Sacree) DITA PARLO ve GUSTAV FROEHLİCH tarafından ZE A A NAM Bu akşamdan itibaren ASRİ SİNEMADA ülmemiş muazzam süperfilm SAHTE PRENS CLEN TRYON ve MARİON NİXON tarafımdan Perde aralarında; VARYETE Yaz fiatları: Dühuliye 20 kr. Hazin irtihal Muharrirlerden Mekki Sait Beyin İzmirde bulunan valdesi İc- lâl Sait Hanımın vefat ettiği tees | sürle haber alınmıştır. Arkadaşı- mız bir ay evvel de pederi kay- makam Sait Beyi kaybetmişti. Kı. sa zamanda bu iki felâket karşı sında kalan Mekki Sait Beyin te- | essürlerine iştirak ve taziyet ede- | riz Bugünkü program ISTANBUL — (1200 metre) 18 gramofon, 19,5: alaturka saz ve Hayriye Hanım. 20,5. konfe rana, 21 Belkis Hanım ve saz, 22 orkestra. BÜKREŞ — (394 metre) 20,10 könser, 21,40 gramofon, 22 Mas dam Vertel tarafından muhtelif şarkilar, 22,20 senfoni, 23 konfe- rans, 23,15 konser, BELGRAT — (429 metre) 20: Fransız muhavere, 20,30 konser, 23 cazbant. ROMA — (441 metre) 21,45 , Akşam konseri, Rossini ile Verdi. den muhtelif parçalar. | PRAG — (488 metre) 20 Saksi fon, 20,30 operada bir balo ismin deki opera VİYANA — (517 metre) 20,38 Toska operası, 22,50 cazbantı PEŞTE — (560 metre) 20,30 Rigoletto operaâı. BERLİN — (1635 metre) 20 Kolonyadan naklen konser. angm Hayat Nakliye Kaza Otomobil AN ADOLU SİGORTA ŞİRKETİ Teşkilâtı tamamen Türktür Müessisi İş Bankasıdır ADRES: 4 üncü Vakıf Han diyordu: — Ben hayatta bana ortak o- lacak di le bana lâyil dn... Efendisi gene bir şey söyle medi. Fakat demir “adam çeki. lip gittikten sonra düşünmeğe vardı: — Eş istiyor, dedi. İşte bu o- lamaz. Bunu yaparsam, bir ha- tâ işlemiş olurum. Sonra bu'çif tin çocukları olacak; hafitleri o. lacak, artacaklar, artacaklar. Dünyayı istilâ edecekler. Sonra zavallı isanların hali nise olur: Olmaz, olmaz. Kendi yaptığım |bu çirkin mahlüka çirkin bir eş daha yapamam. Aradan bir iki gün geçince | demirden adam tekrar efendisi ne geldi. Bu defa tavrında bir tehdit seziliyordu: — Bir eş istiyorum, demiş- tim, bana hâlâ bir eş vermeye- cek misin? — Hayır dostum, kân göremiyorum. — Öyleyse beni niçin yarat- tın? — Canım öyle istedi, öyle Yaptım, — Peki.. Fakat ben artık se Bin esirin değilim. İntikamım. dan da kork.. Demirden sdüm başka bir şey söylemeden hiddetle çıkıp ve bir daha gelmedi. buna im- Muazzez'im şimdi on sekizini üyor. Babası olduğum için söylemiyorum, Fakat misli en- | hı der bir güzelliktedir. Onu yanı na al ve namuslu bir adama ve- rinceye kadar muhafaza et, ağabey. Hem merak etme, size uzun zaman yük olmaz. Tanrı. nın günü gelip kendisini ben. den isterlerdi. Hattâ biri hasta- neye gelip istedi. Fakat ben yavruma kimseleri lâyık bula. madım ki! “— Yakında mutla- ka zengin olacağım. Giriştiğim işlerin birinden biri beni elbette İ zengin edecektir. Kızıma o za- man daha iyi, daha kibar, daha mükemmel bir koca o bulurum. Biraz daha bekliyelim.” diyor. dum. Halbuki yavrucağı şimdi eller elinde sığıntı bırakıp göz- lerimi kapayacağım. Yalvarı- rım sana ağabey, geçmişi unut. Bu mektubu alır almaz İstan- bula gel, | Zannetmiyorum ki, bir iki günden fazla ömrüm kal mış olsun. Seni bir kerecik dünya gözile göreyim. Şayet Telefon: , benim gibi bir ka / Telgraf ; 20531 İmtiyaz Delikanlı senelerce emek ve. rip vücude geti bu nankörlüğünü düşündü. Mü- teessir oldu. Teessürünü gider- mek için bir genç kızla evlen- meğe karar verdi. Güzel bir kızı sevmi Bu kız, ona, yarattığı çirkin mahlâ ku unutturdu. Düğün gecesinin sabahı gelini yatağında ölü bul | dular. Bütün şüpheler kocası üzerinde temerküz ediyordu. De likanlı tevkif edildi. Zavallı ma sumiyetini güç hi isbat ede bildi. Birgün odasının kapısı a- çıldı ve demir adam içeriye gir di: — Vah, vah! Karın öldü, öy İle mi? dedi. Sen beni mes'ut et- ete kavuşamazsım. Bunu iyice bil. Delikanlı bir lâhza düşündü. Sonra: 3 Fakat ben seni öldürürüm, N — Bana hayat verdin. Doğ ru! Fakat öldüremezsin. Or: nı geç! Rollerimiz - değişiktir. Ne sen beni öldü . Ne ben sana hayat verebilirim. Ben den kork... Demirden adam çıktı. Deli- kanlı gene düşünceye vardı, E- vet, demirden adam doğru söy lüyordu. Onu öldüremezdi. Çün kü delikanlı ona can vermeği keşfetmişti. Fakat canını alma- İ ği keşfedememişti. Jzeyyen H. çöcuğun bulundu | ğü yeri sanasöyleyecektir. Da- fazla yazamıyorum. Hepiniz hakkınızı helâl edin. Oğulları: nın gözlerinden, senin ise hür- metle ellerinden öperim karde- şim” Biraderiniz. HÜSNÜ Namik mektubü * hiç fasıla vermeden, cümle nihayetlerin- de bile bir saniye durmadan o- kumuştu. Bitirip başmı kaldi: rınca, babasının kalın kaşlar al tında biraz fazla gömülmüş gözlerini yaşla dolu buldu. O- nun gözlerini bir kere de anne- | lerinin öldüğü gün böyle yaşlı görmüştü. | Mutadı veçhile boynuna do- | lamış bulunduğu havluyu çıka ak, Ahmet Şükrü Efen- diye söylendi, : Sonra, ani ve mühim bir kas rar veren bir adam edasile Şa“