Tarihe Siyasi Tİ |4: Birinci Ke.» kara cadde. siz Milliyet, | gilizler, Bendeniz harbi umu- Mecliste hey sahne «eri niz Arapsun, kazsı1400 ci kaçakçılı;”* » Fakat gürültü barel a ar memişti, za ek İşler Akisleri meclisin içi eğil, mişti. Suratlar lim ağa) zakere çanları çalarken içine girenler yine bir havanın içinde olduklarya byorlardı. liedi. ip gelen evraki'ta naza e t rip bir hâdiseye tesad ezmçir İl di. a Arapsun kazasmAğekdir. dnın mahkümiyetiğ$ zailimeş yet ini. AiİYSMSİZ 4. askari — “ 1 İaneigrat kaj Ealedilmiş. ui, 'aftanın Yazısı r jam, duğu dına syaklı - disindes ö nsitüphane kutmabk bilen çok yanılır dedik- bu jan; Bakarak bizde mütema- sınlığı yanılanlar kendilerinin lığı vatldiklerine inanıp başımı- Mahketma kesiliyorlar.. Vakti- bir böş telerine alay olsun diye tirterek kütüphane derlerdi.. Be- miktarı .cukluğumda © Selimiye inişti Venda itfaiye zabitlerinden mezse İsi yetişme bir o kolağası mahkümsmini hatırlıyamadım. Halka, yazı nakledei, 27 al gaya b Bu garip davayı g& vekili hemen bunu, liden ref ve aff tühanelri rak bir vatandaşı, m ğı bir beli gazete kâğıtları ası- yorduyğ içlerinin boş ol rültü belli olmuyor. Feraıdıklarımdan böyle bir Londra “phane vardır. Zama aliye dasma uyarak her şey- hakikatin vurur, Bilir gibi görü- bas bin garibi bilmediği şey- ük e kendi de inanır. ledi. oan zaman adetleri Vay nin nadir bir nü- sözü söyliyen Derhal, Hil. Bana Bop) âli e EL görürseniz. vâkıf ahlâk ve; leştiren, *Beyin kaç yaşında ol men hem değildir. e Tahsil rma ne kendisi nede 1 MÜetdiğini o işittim. şer'i dini ve İir, bekâr z Na- eser için böylesin! Öyledir o. fa yerde başka- bir şey anlatması, öğret- şüssi, izah etmesi müşküldür. saier bildiği bir şey ise —me- »dı allah— hemn işini gücünü rmkkar meseleyi el alır ve u sitr.. Bilmediği şey ise du- has lurur, bir çalımma getirir cevaşkarışır, —en cuma günü bir mec- müskiâkaf Beyle birlikte bulun yorsumhbet zemini sık sık de- pıyortüve o bunların her birin- mekle hç malümat satıyordu. 3 | çıkarız, > Hnemre “da bizebirdir. "derler. Amma tecrübe © etme- Flanidi. ten « Nasıl oldu bilmem birisi sor ii — İskenderye kütüphanesini kim yakmıştı?., Başkasma cevap bırakma- dan atıldı: — Kim yakacak efendim, İn mide © Süveyş | cephesinde idim, Üç gün üç gece alevleri- ni gördük.. Bu cevabı işitenler Vâkıf Beyin kıymetini takdirde geçikmediler, Ve onun karış- ması memül muhtleif mevzula- ra temas ettiler, Birisi şu lâf; açtı. — Sarmısakta vitamin çok- muş diyorlar, Vükıf Bey dinliyor ve söyle miyordu. Fakat kokusu olmasa iyi amal. Dayanamadı; — Efendim, £ sarmısaktaki — Kuzum ba vitamin neye İ yarar?.. — Efendim etamin âlâ leke Şeker hastalığına da devadır dim. Ve lâkin arı £ sokmasına Bu esnada gülümsediler.. Al dırmadı ve devam etti.. — Bendenizin hemşire zade- mi bir eşek arısı sokmuştu.. Bu etamin ile tedavi ettiler. — Eşek arısının cenubi Ame rikada karga kadar irileri var. | Hudeyde'de bulundum. | arısının serçe kadarını gördüm. Hattâ orada ökse ile tutup ka- zartırlar.. o İstakoza benzer eti vardır. Böylece muhtelif vâdide bil. giclik sattı. Hele musiki bahsin | de neler söyletmedik: — Acem aşiran makamına neden bu ismi vermişler acaba? — Efendim, amcam merhum musikiye aşina idi. Onun riva- yetine nazaran Acem şahların- dan Harumürreşit bir gün bir sokaktan geçerken bir kadının gayet güzel makamla bir şey o kuduğunu işitmiş, hemen eve girmiş ve kızı kaçırmış.. O kı- zm okuduğu makama Acem aşiran demişlerdir. — Ya Uşak?. — Bendeniz bizzat Uşşaki zade Halit Ziya Beyefendiden işittim.. Bu makam onların ec- adından birişi tarafından tan zim edilmiş. Bu zat bir kıza â- şık olmuş. Onun aşkile yap- tuğı destanların makamına U- şak demişler ve tesis ettiği şeh re de Uşak ismini vermişler. Bizi bir haylı eğlendiren bu sohbetten sonra orada bulunan lardan birisi bize Paristen dal sıcağına kendisine yı mış bir fıkrayı bize anlattı, , — Vaktile Frankların kralı Clovis (Soisson) muharebesin- den sonra askerlerin bir e- den iğtinam etikleri bir vazoyu müctehit Saint Râmi'ye hedi- ye etmek için almak & isterse de askerlerden biri mızrağı ile vazoyu kırar, kral da ( askerin kafasını kırar, Hâdise üzerine (Soisson vazosu) tarihte ma- Tuf bir vazo olur. Bir gün Fran sada bir maarif müfettişi bir şehrin iptidai mektebini teftişe gelir ve bir sınıfa girer. Sınıf- e iyet'in Edebi Pi Pi ilk G oldu. — er ve kestane ren- diz 42 prpiklerin gölgelediği Earkoftetakan elâ gözler, bü- 50 puvanvgi ve minnet ifade- Bu senlıya baktı. ikisi de titri een ni biti tatsızlığı ilcak elin ikisi de tit- İkinci takır ile Fenerin geldiler. ediyordu. Sı derin bakışlı iki ten ayrılmaşsi de titriyordu. haya takrmebil, kapı önünde Bunun üzetlarını sormak isti- kımı seren. da mıntakı, kapıya © atılışile nin kusuruheyecanlı bar ğa Ey RNK Jörahim NECMİ İki genç hançerenin ikisi de ses çıkaramıyordu. Büyük eski kapı ex tı. Loş ev altında ele, göz göze, titriye Striye, kalakalmışlardı. İhtiyar kadın, ağır ağır mer divenlerden iniyordu. — Buyur evlâdım, yukarıya buyur. Ahmet Nebil, hançeresini zorlıyarak boğuk boğuk Neba bata sordu: — Sinemaya ( gidecek mi- yiz? Genç kızın gözleri parlıya parlıya arzu ifade ederken, ağ zı tereddütle cevap verdi — Bilmem.. Nasıl isterse “İhtiyar, kadının ev altnda MILLIYET ÇUMARTESİ taki muallim müfettiş beyi k, şılar: — Buyurunuz müfettiş bey fendi! — Nasıl efendim çalışır mı?, — Çalışırlar efendim... — Hangisi daha geyretlidir? — Hepsi iyidir efendim! Pek âlâ, Müfettiş smıfı o şöyle bir gözden geçirdikten sonra, kü- çük ve çelimsiz bir çocuğa 80- rar: — Yavrum! Söyle bakayım! Soisson vazosunu kim kırdı?.. Çocuk ağlamaya başlar: — Efendim, vallahi ben kır- madım!.. Müfettiş bu cevaba gülmek mi hiddet etmek mi lâzım gele ceğini kestirememekle beraber muallime yaklaşır, der ki: — Muallim efendi! Talebeni ze Soisson vazosunu kim kırdı diye sordum “ben kırmadım., diyor.. Muallim cevap verir: — Müfettiş beyefen, talebeniz talebelerden biridir. Eğer o kır mış olsa idi inkâr etmezdi. Bi- naenaleyh sözüne inanırım.. Müfettiş muallimin cevabın- | dan afallar.. Sınıftan çıkar, doğ ru mektep müdürüne | gider. Hüdiseyi anlatır. Müdür: — Müsterih olunuz! Ben işi tetkik eder, vazoyu kimin kır- dığı bulurum, Yalnız o sını- fın muallimi çok şayanı itimat bir adamdır. Eğer bahsettiği- miz talebenin kırmadığına kani ise muhakkak o kırmamıştır. Müfettiş artık mektepte du- ramâz ve maarif nezaretinde a İm soluğu. İptidai mektepler idaresine gider başına geleni anlatır, ilk tedrisat Omüdürü der ki; — O mektep müdürüne hiç söz istemem. Değerli bir çini dır. Eğer vazoyu kıran bilse idi muhakkak size söylerdi. Müfettiş büyük bir nevmidi i rif nazırmm yanma gider. O zaman nazır o Mösyö (Herriot) imiş. — Ekselans! Bir garip hâdi se İçin sizi rahatsız ettim. Diye söze başlayıp başından geçeni anlatı Mösyö (Herriot) kısa kes mek ister; — Anladım anladım! Bu işi uzatmaya mahal yok!.. Yarın parlâmentoya akseder, hiç yok- tan mesele çıkar.. Alm şu 100 frangı da kırılan vazonun yeri- ne bir eşini satın alın! Bitsin Müfettiş, meslek hayatının en acı darbesini bu suretle ye- dikten sonra çıkar gider ve ar- tık kimseye müracaat etmez. Günün birinde © tesadüfen reisicümhur başkâtibinin yanın da bu vak'ayı anlatır.. Başkâ- tip efendi hemen atılır: — Ha! Ben (Herriot) w- mez. Eğer size kırılan vazonun eşini almak için cebinden yüz frank verdise emin olun ki, va- zoyu kıran kendisidir.. Biz bu biraz alafranga fıkra ya gülerken Vâkıf B. atıldı ve dedi kiz — Bendenize kalırsa efen- dim o vazoyu muhakkak komü nistler kırmışlardır..” Her hal FELEK dı. Delikanlı hürmetle Hami- yet banımm temiz, buruşuk e lini öptü: — Çok yaşa, evlâdım. Bir yorgunluk kahvesi içmez mi- sin? — Teşekkür ederim, valde hanım, müsaade ederseniz si- memadan sonra., gerç kalmıya- yn Nebil, minnetle ihti yar kadının elini tekrar öptü. Genç kızın çektanberi hazırlan dığını söylemekle Hamiyet ha nım, sanki aralarında sevgiye ze bir şehadet ilive etmiş- © Deikankı genç kıza baktı: Nebahat, temiz bir manto ya bürünmüştü. Mantonun a- çık önünden yeşil garnitürlü Eğe bir blüz görünüyordu. Genç kızm uzunca beyaz yü- zünde derin bir teslimiyet pa- rıltısı vardı. — Haydi! tanırım. Kimseye on para ver | & Eğ 5 Tehlikeli Makas Laşrivadifre | istasyonu şehrin kenarındadır ve burada bir makas vardır ki, garaja çekilecek vagonlar hep buradan geçerler. Bu makasların faydasn ğe lüzum yoktur. Lagravı yonunda da böyle kumpanyanın öteki hatta almak için bilmem ki kol larına güvüne bilirler mi, vagonlarda, lokomotifler de kolaycacık bir hat- tan bir hatta geçiyeriyorlar, Küçük yaşda bir çoçuk bile bumu Geçen gün gayet şik | bir efendi, hattan geçerken nasılsa kundırasının topuğunu makasa 6.kıştırmazmı! Çe ker, çıkmaz, çeker ,çıkmaz! Tam böyle uğraşup 13,40 treni karşıdan görünür. Kara lokomotif bütün heybetile makasa doğru geliyor. Gayet şık efendi can havlile son bir gayretle ayağını tarmağa uğraşırsa da, bu defa da mu vaffak olamaz. Ne olacak? topuk çık maz, tren de makasa doğru gelirse, gayet şık efendinin bizce malüm ol | mayan ismi bile ortada kalmayacak. Fakat bereket versin ki, gelen koko | metifin ser mekinisti adamları ezip te immini gazetelerde okutmaktan zevk alan insanlardan değildir. Der- hal düdüğe yapışır, makastaki ada- mun gitmediğini görünce, harekete getiren demir kolu derhal çevirir, İrenleri kısar ve tren makasa tam ili metre mesafede durur, Ve sermakinist gayet nezaketle bağırırı — Behey hayvan! Behey budala! Görüyorsun ki tren geliyor. Öyle yol üstünde ne diye kakılmış duru- yorsun? Gayet şık efendi bu iltifata cevap olmak üzere sadece, makasa hasılı a. yağını gösterir. Bu sırada eteyçi söze karışır ve şu tavsiyede bulunur: — Ayağın kısıldı ise çek çıkar! Gayet şık efendi de ateşçinin dedi Hi gibi, ayağını çekip çıkarmak isti- yor amma, ne mümkün! bütün gay. retleri gösteriyor hi, makas gayet| sağlam, fakat gayet şık efendinin to pukları da sağlam! İki şeyden biri şürük olmalı ki, sağlam çürüğün hak kından gelsin. Kavgalarda da öyle değil mi? Kuvvetli adam, zayıfı evi- rip, çevirip döver, meseleyi halleder. Fakat ber ikisi dei kuvvetli ise, mü- dahale olmazsa, kavga kimbilir, kaç gün kaç gece devam eder. Neyse bah simize gelelim! Tren durduktan sonra facia yeri- | ne koşan koşana! Şef dötren, kontrol | biletçi, frenci, yolculardan merak e- dip te vagondan çıkanlar, istasyon- dan kalabalığı görüp te, hâdiseyi an İ lamağa gelenler, hepsi gayet şik 6- fendinin etrafını sararlar. Her kafa- dan bir ses! Bir akl! Nafile! Hiç bir şey yerinden kımıldamıyor. Kalabalık gittikçe artar. Makas e döner. Nihayet olduğu kadar, asayişin de mu- hafazasma memur olen © jandarma çavuşu, bu gayri nizami toplan- görünce, o da koşup gelir. Bu jandarma baş çavuşu © tecrübeli ve derhal kararını verüp tatbika geçen Bir bakışta vaziye- sf şik efendiye baş şehadet parmağının ucu- p derkiz — Be insan, sende şukadarcık a- kıldamı yek? ayakkabını çıkar aya- ğından... İşte bul Zaten sap sarı olan gayet şık elen di bu defn İcplereinızı kesilir ve baş şavuşun kulağına eğilerek — şonları söyler: — Onu bön de akıl ettim. Fakat bü kadar kişinin dünyada çıkaramam. Çünki çoraplar rum deliktir. mebile bindirmişti. İhti dın, gözleri nemlenmiş bir hal- de, iki gencin bü çalâk atlayış: larma, otomobilin etrafı duma- na boğarak dar, taşları bozuk sokakta geri geri gidişine bakı yordu. — Nonilsini Balyan Nebil Bey, geceden beri kat en ummadığım bir saadet duydum. Sabaha kadar hep o şimşek gibi gelip geçen saadeti düşündüm, sabah, Reşit Bey ba- na sizi sordu. — Reşit Bey? Nemikanın da yısı, değil mi? — Evet, —Ne diye beni soruyor? Genç kızın temiz beyaz yü- züne bir gölge düşmüştü. Deli- kanlı izaha atıldı: — Reşit Bey çok zeki, çok iyi kalpli bir adamdır, Nemika Hanımın ape bayılmalarını KAÂNUNUEVVEL 1931 Viyana'da mektep ve çocuk.. çiğ 4 GE İçtimai muavenet dairesi Geçenlerde görüştüğüm Vi - | yana'ir bir tanıdık bana şöyle “Bir kısım halk | söylemişti: belediyeden ve maarif idaresin » | den müştekidir,,. (Mektepçiliğin kâbesi) vas fm alan bir şehirden mektep- lerden şikâyet ( edilmesi beni haklı bir hayrete düşürdü. Se- ü sordum: “Çünkü, dedi, şehir kemal en mühim kısmını mekteplere ve çocukla ra sarfediyorlar. Bu yüzden iş sizlere yardım edilmiyor, şe- hir imar yüzü görmüyor... v. Se, Dostumun bu cevabı bak- sız bir infiali (onaklettiği gi kur-| çok derin bir hakikati de ediyordu. Filbakika ilk yazıdaki ra- kamlara bakılırsa bir ilk mek- tep çocuğuna senede 500 Şilin den yani 140 liradan fazla pa- ra tahsis edilmiş demektir. An cak şunu da haber verelim ki masraf bununla kapanmış de- Bu, işin maarif idaresi- ne ait olan kısmıdır. Yani tah sil mecburiyetinde olan çocuk lara mahsustur, Viyan. bundan başka, şehir emaneti ne merbut İçtimai muavenet dairesi (Wohlfahrtsamt) deni lebilen bir şube vardır ki, faali yetleri meyanında çocuklara ih timam ve takayyüt mühim bir mevki işgal eder. Çok alâkalı ve istifadeli bulduğum bu da- ire hakkında da aziz meslek- taşlarıma umumi bir fikir ver- mek isterim: Viyana'da harpten © evvel ve harp esnasında bu teşkilât yoktu, o Ancak bu esnalarda (Fakirlere ihtimam - Armenp | Mege) namı altında tek bir mü essese fakir ve yardıma muhtaç olanlar için açıktı. Harbi mü teakip 1921 senesinde ilk defa ra harbin neticesi halk çok fa- kir düşmüş, hastalıklar art- mış, çocuklar zayif doğmuş ve büyümüş, hülâsa istikbali teh dit eden en mühim tehlike baş göstermişti. Azalan toprakla rı içinde, ellerinde kalan pek az varidat menbaları ile yeni- den toplanmak, âtiyi kuvvet- lendirmek için bir yandan siya si ve mali tedbirler ittihaz edi lirken, diğer taraftan da içti mai müesseseler ve halk düşü nüldü. Bu faaliyetin başına da rülfünun tıp profesörlerinden Dr. Julius o Tandlep geçti ve Şehiremaneti teşkilâtma (Wo- hifahetsamt) denilen yeni bir daire ilâve edildi. 34,5 milyon şilinle (takriben 10 milyon li- ra) işe (o başlıyan bu dairenin bütçesi yekünu © bugün 119,3 milyon şilin (yani 34 milyon lira) dır. Bu miktar Emanet bütçesinin yüzde 22 sidir. Bu daire şu şubelerden mü- rekkeptir: 1. Gençlik dairesi (Jugen- damt) 2. İhtimam ve takayyüt dai resi (Fürsorgemt) 3. İhtimam ve takayyüt mü miş. — Hangi işin iç yüzü? Ahmet Nebil sabırsızlandı: Sanki neden Nebahat bu kadar ihtiyatlı konuşuyor, neye anla- mamazlıktan geliyordu? Yoksa Nemika Hanımm nasıl gizli bir kıskançlık sıtmasile © hareket N hâlâ anlamamış miy- ? Birden bire bahsin can ala- cak yerine varmak istedi: — Bilir misiniz, bana ne tav siye etti? — Ne? —“Madem ki Nebahat Hanı mı seviyorsun, ailesinden iste, evleniniz, ben de senin maaşi- nı arttırırım, geçine bilirsiniz,, dedi. Genç kızın uzunca beyaz yü züne kızıl bir kan dalgası çıktı. Sanki vücudündeki il kan ii titriyor, bütün vücu- bir üşüme ra'şesile ürprei- €sseseleri, 4. Sıhhat koruma dairesi, 5. Mezarlıklar ve tetfin da iresi, 6. İçtimai muavenet işleri, 7. Harp malâlleri ve itamü- eramil dairesi, A) Çocuklar ve Gençler i- sin, 5B) Halk için. Bir milletin, çocuklarını na sıl koruduğunu ve yetiştirdiği Li göstermesi itibarile mevzu- umuzu alâkadar €den birinci gurup faaliyetleri gözden ge- girmekle iktifa edeceğiz: 1 — İçtimai muavenet daire wsusi teşkilâtı vasıtası ile | lohsalara yardım eder. Esaslı ! gaye; irsi firengi ile mücadele dir. Bu teşkilât âzami dört ay lık hamile olan kadmların kan larını muayene eder. Bununla beraber kendilerine (| lohsalık hıfzıssıhhası hakkında öğütler de bulunur ve doğum esnasm- da yardım edilir. İcap ederse anne ve yavru bir hastahanede tedavi ve ihtimam altına alı- nir, 2 — Viyana'nın yerlisi ve Avusturya tab'ası olan kadım- lardan muhtaç bulunanlara yeni doğan bir çocuk için lü- zumlu kundak, battaniye ve ça nm hemen her belediye daire- sinde bir veya birkaç (Mutter beratungastell) denilen binalar vardır. o Buralarda bir çocuk doktoru ile kâfi miktarda has- İ tabakıcı vardır. Henüz mecbu Yi tahsil çağma girmemiş ço- cukların sıhhatlerini muhafaza ve nemalarını iyi bir şekilde | temin için alınması lâzem ge- len tedbirler hakkında valdele re öğütlerde bulunur. Ayakta tedavisi mümkün © çocukların | bastalıklarma bakılır. Viyana'da 35 tane olan bu müesseselerden ikisinde hami- le kadmlarla da meşgul < olu- nur, 4 — İki numaralı yazımızı teşkil eden Ana mektepleri de bu daireye merbuttur, 5 — Mecburi tahsil müess- selerinden birine devam edip İ riçte kalmıya pore olan ço- cukların öğleden sonra saat 18 e kadar derslerini, vazifelerini hazırlamalarına, müşküllerini halletmelerine, vakitlerini fay dalı bir surette ve o mürakaba altında geçirmelerine mahsus olmak üzere 35 adet Horte de nilen yerler vardır. Buralarda hususi muallim ve mürebbiler nezaret ederler, inlük istirahat konak | ları: Büyük ve küçük tatiller- CEHENNEW yaz günleri şe- hirler haricindamdsğ; dik riyetle ormanlarda açık kalan bir sahanın ortasında inşa edil mişlerdir. Çocuklar buralara kmder gayet ucuz otobüslerle yahut yaya olarak gelirler. Çok az bir para ile yiyecek bu lurlar, oynarlar, banyo veya duş yaparlar ve dönerler. Tabiati sevdirme, memleke ti tanıtma, sıhhati koruma gi- bi faideleri olan bu müessesele rin Viyana'ya ait olanları 5 ta ne isede hususi mahiyette ve bususiyetle Viyana haricindeki , vilâyetler ve şehirler dahilinde pek çoklarına tesadüf edilmek tedir. 7 — Vaktihali düşkün olan | ailelerin ilkmekteplere devam eden çocuklarına 700 kalori, üzerinden öğle yemeği veril» mektedir. Bu işe tahsis edilen” 67 mutfak vardır. Viyana'da ber gün 13,000 fakir çocuk iz- şe olunmaktadır. Belediye da- ireleri kendi mıntakaları dahi- Jindeki mutfakların masrafmı 5 öderler. Viyana: Muallim Kemal KAYA İYİ BİR MÜJDE Yüzlerce artist, ve hayvanı olan Amerika can- bazhanelerinin en büyüğü MORGAN SİRKİ a i i Ni . canbaz, atlı in Pek yakında İstanbulda bekle- niyor, Tiyatro, Sinema İstanbul Beledivesi DARULBEDAYİ TEMSİLLERİ BUGÜN AKŞAM Saat 2130 da MUM SÖNDÜ yy Komedi 2 perde Ül İ Yazan : Müsahip- N zade Celâ fre HALK gecesi Cumartesi ve pazar günleri i tenzilâtlı halk gecesi, oyundan sonra hususi tramvay. Salı gününden itibaren ŞAR- LATAN (Konk.) —e— BULGAR OPERETİNİN SON TEMSİLLERİ Bugün saat 16 da Üniforma- Ir Zabit ve askerlere mahsus etnzilâtlı matine “HAREM ESRARI, Fiatler bütün koltuk için 60 L kuruştur. Tenor Y.Cacef - Prima Dan | na: Mimi Balkanska, Akşam saat 21 de “BAYADERA,, Tenor: Y. Cacef - Prima Don “| na: Mimi Balkanska, Fiatlerde büyük tenzilât var dır. KAKkiIALLARI Sözlü ve şarkılı muazzam eser, JACK HOLT - RALPH GRAVE ve LİLA LEE tarafın dan etmsil edilen bu film, Amerika hava donanmasına mer sup iki kahramanın macerasını tasvir eden müessir bir dram ve bir aşk meselesidir, Yarın akşamdan itibaren MAJİK SİN ne dikilmişti. Delikanlı, bir kaç dakika bek ledi, Sonra sordu; — Ne dersin, Nebahat? Böy le bir talepte bulunsam reddo- İunur mıyım? iebahat, aklarma kadar kı- zarmış iri elâ gözlerini sitem- kâr bir ifadeyle kaldırdı. Ah- met Nebilin, korkak ve müte- reddit nazarlarla bakan ateşin kara gözlerine baktı. Bu bakış derin bir belâgatle: — Ne münasebet? cile dalgalirrak genç kıza 80 m halde, N — lebahatçiğim, sana şimdiden “nişanlım,, diye bilirim, Gen kızm buz — gibi soğuk eli gayriihtiyari delikanlının sıt malarla yanan elini tuttu. Bu iki elin teması sanki bir elektrik ram vücude ge tirmiş gibi çiki gencin ikisi de zangır zangır titriyordu. Nebahat, doğrudan doğruya EMASINDA duğu elin hararetini söz vesile si yaptı: — Ateşin mi var? Elin sır sıcak? Bu söz, genç kızm titrek du daklarından o kadar şefkatle, o kadar tatlılıkla çıktı ki Ab- met Nebil saadetinden titredi. Sesin yumuşaklığı, ( hiteptaki tekli! k, senli benlilik, söz- deki benimseme ve okşama, © kadar belâgatli idi ki, sanki bu iki sözle Nebahat © ona bütün duygularını itiraf etmiş gibiy- di. Delikanlı, bir kuş gibi avu cunun içine düşen © Yumuşak beyaz, küçük eli hararetle sr karak: — Annen? Diye sordu. Genç kız, uta- in utana, kesik kesik cevap ver iz Zaten — Annem sevinir... — Kiminle söyletsek acaba" çok seviyor sizi... (Devamı ve LR di