Asrın umıdesi “Milliyet, tir. 6 HAZİRAN 1931 İDAREHANE — Ankara caddesi 0: 100 Telgraf adresi: Milliyet, Ts. I tanbul, Telefon numaraların 24311 — 24312 — 24313 pe “ÜCRETLERİ ” a ew kuruş 800 kuruş 1400 1400, mw. Gelen evrak geri verilmez Müddeti geçen nüshalar 10 kuruş tr. Gazete ve matbaaya ait İşler) işim müdiriyete müracaat e 'aliyetind | sızı olmadığı gibi.. Bu Bugünkü Hava Dün en fazla hararet 22 en az 14. Bugün fırtınalar , la geçecektir, bu tabir ( Fransızçada “Oraj,, ın * mukabili ola- rak kullanmıştır. Kan- dili rasatanesi “ Oraj, mukabilini Arapça “Say- yip,, kelimesi ile ifade etmektedir. “Sa hava Haftanın yazısı “ Pirincinizi yedi- niz mi? Şu son günlerde elime bir öçük kitap geçti. Her küçük 5 kitap gibi bunda da büyük me- | lâmat yoktu. Yalnız hakikaten "tuhaf bir şey vardı ki, bu yazi- mevzu yapmağa karar ver- dim: Bu küçük kitap “Her millet İ “nasıl hatır sorar7, o serlevhası alanda on, on beş kadar süali v4 'cemetmiş.. Bu süalleri yazma- in evvel şu hatır sormak bah- sine dokunmak isterim. İnsan- ların tecessüs ve merakı nerele re kadar varıyor ki, bir müstan tik gibi karşısındakini istintak diyor. Alışmışız da aykırı gelmiyor. Lâkin şöyle başka bir mahlük gibi dışardan endimize baksak hareketleri- “3 mizin tuhaflığını derhal farke- 0 deriz.. Deha kolayı var: Mese- Ii batır sormak için söylediği- miz: — Nasılsmız? Süali yerine: — Çorabmız delik mi? desek 4 m: kadar kaba ve münasebet- “g siz olur değil mi? Neden? Çün Kü bunun cevabmda hoşa git- heyevek bir şey vardır ve niha- bu sual insanın hususiyeti- v ne mit bir şeydir. Ya öteki de- iğ — Nasılsınız? dediğimiz za- n karşımızdaki bize nasıl ol- 3 duğunu söylemek iktiza ederse di “yalnız biraz sinirliyim, ırkadaşlarımdan birile beni al- datıyor, iki gün sonra vâdesi gelen 2500 liralık bir bonoyu ye için cebimde ancak 150 var. Barsaklarımdan da aribim, İki gündür sancı ru, © Hurma ve portakal ağaçları- nun koyu yeşil gölgesinde bir n beri çöl kızının şikâyet- dileyen iki genç zabit o Mülümm Rifat saatine baka- rak arkadaşına dönd © — Yüz başım vakit geldi. “Daha oturalım mar? Yüz başı Celâl masanın üs- tündeki kalpağını aldı: Kalkalım, dedi, kumanda. sofrası talim meydanından hı değildir. Tam dakikasın- bulunmak lâzım. * ; 'e Halep bahçelerinin ba- em gözlü, narin dansözüne er- O tesi akşam buluşmak vaitlerile oi Türkiye içir. Haris için Kunduralarım da ayağımı sıkıyor. Arkama da bir pire girmiş, fena halde ka- şındırıyor... ilâh... İşte, “nasılsınız, sualin: rilebilecek hakiki cevap Amma böyle olmazda buna benzer.. Her halde © şahsın, | nefsine, ailesine, işine ve vücu- düna müteallik kısımları ihöva etmesi lâzım gelen bu cevaplar aşağı yukarı böyle olur. Buna ne lüzum var. Onu bilmem.Ter | biye ule ve filozoflar insa. nın anlaşılmayan cihetlerini | tetkik etmek istedikleri zaman | onu diğer hayvanlarla mukaye se ederler. Diğer hayvanların bu mukayeseden memnun olup olmadıklarını bilmem. Yalnız bildiğim bir şey varsa hayvan- İar fasilesinde bizden başka ba tir soran yoktur, bizden saygı- et ne İ zaman nerden gelmiş bilmiyo- İ rum, Fakat bunu “AÂdâi İ aşeret,, dediğimiz murailiğin en büyük bir tezahürü olarak kabul etmekte hiç mahzur gör mem. Şimdi gelelim bizim kü- çük kitaptaki suallere: İ Türkler: “— Nasılsınız efen dim? diye hatır sorarlarmış.. İ Evet çok defa efendi: İ sıl olduğunu bilmeyiz. Almanlar; “— Nasıl bulunu yorsunuz derlermiş.. Bu suale İ bir Alman ağzile şu cevabı ve rebilirim: - Her yerde, kolaylıkla! Araplar: Sizin üzerine selâm olsun! diyorlarmış. Doğ ru temenni.. Üzerinde selâm İda olmazsa çırçıplak kalmaz e izin na Fransızlar: Kendinizi nasıl taşıyorsunuz? Evet hele Abdülkadir Ziya, Çiftçi kütüp- hanesinin Akif, Boğaziçli Fa- ml Beyler gibi zevata hayret ve takdir ile sorulacak bir su- al.. Lâkin Fransızlara pek ya- kışık alır mı bilmem. Hollandalılar: “— Nasıl bes leniyorsunuz? diye hatır sorar- larmış.. Buna verilecek cevap basi — İneklerimize sorunuz! İngilizler: “— Nasıl yapı yorsunuz? derlermiş.. Fakat cevabını bilmem: Çorba gibi eşime diye verirler mi; ? İsviçreliler: “ | yapa- biliyorsunuz? sözü ile keyf s0- ruyorlarmış.. Tabii bunun ce- | vabı: — Dağa çıkar gibi. Olacak- tar. İtalyanlarınki pek nazikâne: | “— Zati âlileri nasıl bulunu- yor? Tam ö ilikli bir lâf. | Sinyor M mi devrinde de | ancak böyle hatır sorulabilir. Ruslar: “— Hayatı nasıl ta kip ediyorsunuz? diyorlarmış. Bence bunu artık: — Hafat sizi nasıl takip © debiliyor? Şekline sokmalı ve: — Bizde buna hayretteyiz.. cevabını almal Mısırlılar: “— Nasıl nefes a- lıyorsunuz! diyorlar.. İşte ze- min ve zamana en muvafık su. al. Hakikaten Mısırlıların (he- le bu sıcakta) nasıl nsfes ala- bildikleri cayi sualdir. FELEK Bürhan Cahit | arkasında eriyip sönen yeni bir saatti, İki arkadaş iri taşlı kal. dırımlar üstünde bir müddet mahmuzlarının şıkırtısını din- leyerek yürüdüler. Sonra Mülâ zim Rifat söze başladı: — Bu kıza yazık olmuş de- gil mi Yüz başım... Daha da 17 yaşında var yok.. Araplar atla- İ rm kızlarından fazla seviyor lar, Yüz başı Celâl güldü: | Cins bir atı olan Arap be- ızı terkesine alabilir — Doğru Yüz başım, bu ki- 21 da Cebelden bir Arap çalıp | Halebe getirmiş! | — Pek iyi etmiş! iha güzel kız değil mi Tam Dürzü MİLLİYET CUMARTESİ 6 Çapras kelimeler!/ Miyop Hikmet Bu Hikmet gibi bir adam da ha görmedim. Evlidir, esmerce güzel bir de karısı vardır. Fa- kat uzun zamanlar beraber otu j ra otura karısından bıkmış mı ne, izdivaç kayitlerine pek al- dırış etmez. Hikmet, her hangi kadına olursa olsun bir defe göz koy- 'damu, onu elde etmek için 30- nuna kadar ısrar eder. Hik- met eğer ısrarından vaz geçer se, mubakkak muvaffak olmak imkânı bulunmadığını anladı- ğrndandır. Böyle muvaffak olamadığı zamanlar da garyi vaki değil dir. Fakat ne etse meramına vasıl olur. Çünkü öyle bir iki defa kovulmaktan yılmaz, has- mının şüphelerini izale için ne yapmak lâzımsa yapar. Bazan sokak ortasında, elâlem içinde rezilü rüsve olmaktan da yıl- maz. Hulâsa inatçı mir, inatçı: dır. Yalnız çok büyük bir kusu- ru vardır: Gözleri son miyoptur. Bu fizik kusuru onu bazan şayanı teessüf yanlışlık- lara sevkeder amma, ne yap sın? Geçenlerde caddede on yedi onsekiz yaşlarında bir kadının | mağazadan çıkarak ilerile- gördü. Boyu mu hoşuna , yürüyüşü mü, derhal ta- İ kibe başladı. Bu nevi kadın takiplerinde isi uzatmağa hiç te tahammü- lü yoktur. Derhal kadına yak- laşır. Arzı hulüs eder, Mağazadan çıkan kadına da yetişir yetişmez ,derhal mü sip cümlelerle aşkmı ilân etti. Fakat kadın elinin tersile Hik- met Beyin sol yanağına bir to- kat attı ve yürüdü. Hikmet Bey yerinden oyna- yan kulaktan gözlüğünü dü- zelttikten ve elinin ayasını to- kat yerinden şöyle bir kere ge- çirdikten sonra: — Zarar yok, dedi, mihneti ne kadar fazla olursa, zevki de o kadar çek olur. Kadın beni bir tanısa, ettiğinden pişman olur amma, tanıması lâzım. Ah, sen bana tokat attın ha! İtakip ediyordu. İ sılg İdi derece | Bak seni yakalar mıyım; ya- kalamaz mıyım? Ve bizim inatçı zat takibe başladı. Fakat o sırada tokat atan. kadın kalabalığın içinde kay- bolmuştu ve yerine boyu onun kadar, yürüyüşü biraz ona ben zeyen başka bir kadın kaim ol- muştu. Caddede kadın mı yok? Hikmet Bey bu ikincisini tokat yediği kadın zannederek Kalabalığın sıkışık bir zamanında hemen yaklaştı ve kadmın kulağına sevdiğini | fıslayordu. Çat! bir tokat daha' Hikmet Bey gene gözlüğü- nü düzelterek; Ehemmiyeti yok, dedi, ben seni yakalayacağım vesse- İâm, elimden kurtulamazsın . Ve Hikmet Bey tekrar taki- be başladı. Fakat bu takip et- tekrar tiği de üçüncü başka bir kadm | dı. Hikmet Beyin bu üçüncü kadından da üçüncü tokat ye- i söylemeğe lüzum yok de dil mi? O akşam on iki muhtelif ka dından on iki tokat yedikten sonra, Hikmet Bey hâlâ bir ka dının peşine takılmış gidiyor- du. Fakat bu on üçüncüsü tokat vurmadı. Bilâkis çok munis du ruyordu, hattâ gülümsedi. Bi- zim miyop, en nihayet kadının bu kadar sebat ve inattan son- Ta yumuşadığına hükmetti ve kendi kendine: — Ben kadını bilmez mi- yim? israrın karşında daya- namaz, erir. Bu nazariye yeni icat edilmiş bir şey değil ki... Genç kadm bir apartımana girdi, üç kat çıktı ve kapıyı a- çarak Hikmet Beyi içeriye al- dı. On dakika sonra miyop Hik met kendi karısının koynunda idi. Bu on üşüncüsünün kendi karısı olduğunu!'anladınız zan- nederim. a Hikmet şaşkın şaşkın kendi- sine bakan kârısına dedi ki: — Ben kadınları bilmez mi- yim? Seni yakalayacağım, de- dim ve işte yakaladım. Benim elimden biç bir kadın kurtul. İstanbul ve taşradaki DEVAİR VE MÜESSESATI RESMIYENİN Nazarı Dikkatine: Yeni teşekkül eden ve merkezi Istanbulda Kahraman zade hanında ÜÇÜNCÜ KATTA bulunan Resmi ilânlar TÜRK LİMİTED ŞİRKETİ 1 Haziran 931 tarihinden başlamıştır. Gazetemizde neşre, iibaren ifai muameleye lecek bilimum devair ve mücssssatı resmiye ilânlarının tecehhura uğramamasını an meşrini temin için mezkür şirkete gön- liza ettiğini devair ve müessesati resmiyenin ld | doğruya cevap vermedi ibi yakar ve ısıtırla Mülâzım Rifat bir şarkı söy- ler gibi sesine ühenk vererek tekrar etti: — Güneş bakireleri, | bakireleri., Yüz başı Celâl ilâve etti: — Ve bunlarm bekâreti an- cak güneşin doğup batışma ka- dar devam eder, Bu ateş çölle- rinde kemial bulan bakireler için yirmi masum kal mak imkânı yoktur. Bir to- murcuğun başında bir düzüne güneş çarı vardır. Daha yaprağından baş verirken sokarlar. Akşam loşluğu çöken dar s0- İ kaklardan dolaşarak karargâ- bm bulunduğu caddeye yakla: sıyorlardı. Mülâzm Rifat, sohbetinden çok hoşlandığı genc erköniharp yüzbaştsını içi sat kolluyordur ıyı tist e bir a değ Telefon 20960 — İeder gibi konuşan Yüzbaşı 4 düz Artist ruhlu mu, Lübnan zaten artist doğarlar. im, hariçten gelen insan- İ ları bile balmumu gibi yumuşa- tır. Bu srcak hava en sert bün- yeleri eritiyor, Portokal çiçek- i gölgeleri, bintüla- i, dans ve şehvet sah nelerinin envat........ Böyle bir âlemde doğan ve yetişen kızlar artist ruhlu olmazlar mr Ve Yüzbaşı Celâl geniş bir nefes alarak ilâve etti: — Burada hayat, aşk, gıda, hep şehvettir. Berrak, vert gök yıldız dolu idi, havada ılık bir Timon | ve portokal kokusu vardı. İki arkadaş karargâh önün de durdular, Genç erkânı harp sordu: — Bu gün İstanbul postası gelmedi değil mi? — Hayır Yüzbaşım. Torosta tiren rötar yapmı: Bahçede bira içmişlerdi. HAZİRAN 1931 Dünkü şeklin halli 10 Yeni şekil Soldan sağa 1 — Bu çapras kelimeleri tertip eden zat (7) Çalgı (3) 2 — Şöhret (2) Ariyet (4) Uzvun cemi (3) 3 — Eser, leke (2) Gideceğimiz yer (5) 4 — Sabah değil (5) Mamur kul mak (4) 5 — Nota (2) Süsl (2) ic 6 — Göz rengi (3) Nida (2) 7 — Çok söyleyen (7) Esir (3) 8 — Muhtar vilâyet (6) Namaz kılınan yer (4) 9 — Bıçağın büyüğü (4) gan (4) 10 — Renk (2). Satılık değil (7) 1) — Musiki aleti (5) Yüz örtü- sü (5) vermek Kadın Atık. Yukardan aşağı 1 — Cidal (8) Beyaz (2) 2 — Ekmek yapılır (2). il 3 — Amel (2) Ufuklar (4) 4 — Ölçü (5). Merbutiyet (5) 5 — Su (2) Kuzunun sesi (2) Yer (5) 6 — Erkek (2) Tren (5) 7 — Fal (5) Zaman (2) 8 — Arzu (4) Samimi değil (4) 9 — Bir nevi balık 15) Ekmekle yenen şey (5) 10 — Tekdir (4) Ahmaklar (6). - Tavlaya liz (3) Arap Zor de- Yeni neşriyat Topkapı Sarayı Müellifi : Halil Etem Fransızları © Eneylopedic par image tarzında resimli bir Ansik- lopedik neşriyat serisi takip eden Kanant kütüphanesi bu seriye dahil | imutenm bir eser daha neşretti, yanında wühim bir mevki işgal eden (Popkapı sarayı) en tarihçesi Ha ül Etem B. in selâhiyettar kale den çıkmış olmasını memnun! karşılamamak mümlün değildir. Hehil Etem B£. nin milli kütüp. hanemize bergüzar eylediği bu kıy- | metli esere ehemmiyeti ile mütena- | sip fevkelüde bir sarfeylemiş İ olmakla naşiri Kanaat kütüpbanesi- İni de şayam tebrik görürüz. her on beş günde bir mutat o- lan ziyafeti veriyordu. Fırkanın bütün zabitleri bu içtimza davetliydiler. Kumandan vaktile Kayser or ! dularında staj görmüş eski bir Liva idi, Askeri disipline harfi harfine riayet ederdi. Maiyet zabitlerine böyle on beş günde Almanya'da fırkasında bulun- duğu bir Ceneralden öğrenmiş- ti. Kafalı, tedbirli bir adamdı. Ona bazı gençv zabitler kuvvet rhan derlerdi. Dik bıyıkla- dimdik vücudü, sert bakışlı mavi gözlerile daima kumanda etmek için açılmak ister gibi ke mehabeti veriyordu. İki arkadaş | yük salonuna girdikleri zaman onu köşedeki yaldızlı koltukta süvari kıt'ası kumandanı ve bir kaç zabitle beraber gördüler. Orhan Paşa Yüzbaşı Celâli verdi. Maiyetine daha zi Tarihimizde ve âsarı atikamız me | Ü ittimadı Milli bir ziyafet vermek âdetini de | gergin duran ağızı ona bir molt | karagâhin bö- | İngilterede neşredi- len mühim eserler Eski Alman imparatorluğu- nun Başvekili prens Bülow'un hatıratı intişar edeli beri yedi sekiz ay oldu. Prensin vefatı dan sonra intişar eden bu ha- tırat ilk defa Fransızçaya ter- cümesile ayni zamanda intişar etmiştir. Şimdi İngilterede neşredilen yeni ve mühim e- serlerden bahsetmek isterken prensin ahiren İngilizçeye ter cüme edilerek geçen hafta ilk cildi neşredilen | hatıratını u- nutmak kabil olmuyor. Alman ya imparatorluğunun seneler- ce başvekâletinde bulunan bu devlet adamı vefatından sonra bilhassa hatıratı intişar edince kendisinden çok bahsettirmiş oldu. Prens Büluw hatıratını güzel bir kalemle, tatlı ve me- raklı bir üslüpla yazmıştır. O- kuyanı son derece meraklandı ran bu hatırat belki uzaktaki bitaraf okuyucular arasında yalnız zevkle ve ibretle okuna ir eser ise de Almanyada pek de böyle karşılanmamış- tur, Çünkü prensin her vesile ile hücum ettiği ik impara torun taraftarları ölmemiştir. Bunlar da mukabil neşriyatla prens Bülw'a cevap vermişler. dir. Prense verilen cevaplar yalnız Almanyaya münhasır kalmamıştır. Hatıratta bahse- dilen vakayi ve hâdisata diğer memleketlerde de yakından u zâktan alâkadar olanlar kendi bildiklerini yazmışlardır. Bu yazılan şeyler prens Bü- low için bazen bir teyit mahi- yetinde olsa bile çok defada İ bir mukabele teşkil etmekten geri kalmayor. Prens Bülow un hatıratının en canlı - tarafı her halde umumü luk eden kısımlar olsa gerek tir. Hatiratı okurken bizde ke yanın hatası yüzünden patlak verdiğidir. Halbuki bütün ka- bahat Almanya imparatoru ile onun başvekilinde midir? P- rens Bülow iktidar mevkiin- den 909 da uzaklaştırılmıştı. Fakat harbe hiç bir hissesi yok mudur..? İşte bu gibi suallele- ri daha uzatabilirsiniz.. Pren- sin hatırau neşredildikten son ra her tarafta ileri sürülen su- aller bu tarzda olmuştur, İşte İngilterede neşredilen bu hatıranın az alâka uyandır- mayan yeni bir eseri de “Prence Bülow And The Kai- ser,, ünvanı ile çıkan kitaptır. Bü eser Alman Hariciye neza retinin mahrem vesaikine naden getirilmi Başvekil atorun aleyhin di darı zayıl taraf harbe taal- | lan tesir umumi harbin Alman | (Neşriyat Hayatı | Kari Sütünü Giritli üç mübadilin | şikâyeti i Mersine müretteben naklü isldi edilmiş mağdur ve şayanı merhamel mübadillerdeniz. epame | cizlerini müreffeh © yaşatan mülk bıraktığımız halde sekiz sene den beri devam eden iskân umur muamelâtının teşevvüşü yüzünden! kanunun emrettiği nisbette de; metrükütumizin yüzde beşi dık ve üstelik te borçlandırıldık. Es limizde bırakılan mülkler bugün yat rm sattırılarak bütün bütüne sokak ortasında kalacağız: Acizlerinim! memleketlerinde mal terketmemiği snübedillerle seyan tutularak iskân âdi dereceti halinde aldığımız maki ların bedellerinden tahakkuk ettiri” len borçlarımızın affalun Büyük Millet Meclisinin nazarı öl kitini celbetmenizi rica ederiz. — —omee i Bir haftada evlenenler Fatih evlenme dairesinde bir, hafta zarfında nikâhları kıyı: Tan çiftler şunlardır: Lâtife H. - Mehmet Ef, Emi lâ H, - Kiryako EF., Kadriye H. - Şaban EF., Emilâ H. - Os“ man EF., Afiroditi H. - Pana“ yok EF., Fevziye H. - Naci Ef, Şemsiye H. - Hamdi EF,, Feri ba H. - İrfan EF. Nahide H. - Kizim Nazmi E£,, Fikret H. * Ali Şaban EF. Emine H. - Meh) met Saim Ef., Zafira H. . Sa- moel EF, Hadiye H.- İlyas Şükrü E£., Seher H. - Sedat Ef, Rühsar H. . İsmail Ef., Dürda- na H. - İsmail Ef, Eleni H.-) Azinteti Ef, Murffer H.ğ Mustafa İhsan Ef., Eminönü evlenme dairesin: de de bir hafta zarfında nikâh-| İları yapılanlar şunlardır: İffet H. - Ali Hilmi Ef, Ke- nan H. - Hamdi Ef,, Hayrüni- sa H. - Bürhaneddin EF, Hani fe H. - Mahmut E . - Ömer EK, İhsaniye H. - Lütfi Ef, Mahmure H. - Mus- tafa Ef, Rabia H. - Sait Ef, Aliye H. - İsmail Ef., Nazmiye H. - Hamza EF., Ayşe Müşer- ref. H. - Şükrü EÇ, Vasfiye H İsmail Hakkı E£., Mediha H Mustafa Ef, Ayşe Saniye H. - Mahmut Nedim Et. | mama larını hep göstermiştir. isi bu az meraklı olmayan eser hü | 'kümdar ile başvekilini karşi karşıya göstermektedir. Pren | sin hatıratından sonra bu bu- | susta her şeyi anlamak isteyen | ler hittabi bumu da okumuşlar dır. Fakat yalnız güzel yazıl- mış bir eseri okumuş olmakla | iktifa edecekleri un hatıratı unutulur gibi değil dir. Türk Sigorta Şirketi Harik ve hayat üzerine sigorta muamelesi icra eyleriz. S'görtaları halk için müsait seraiti havidir. | Merkozi idaresi: Calatada Ünyon Hanmda Acentw Lu'unmayan şehirlerde acenta aranmaktadır. Telefon: Beyoğlu — 2003 | Fırka kumandanı bu akşam | metl zabitleri toplamak istedi- | | ği için Yüzbaşı Celâli daha AL manyadan gelir gelmez kendi İ erkân harbiyesine almıştı. i Müstekil çöl muhtelit fırkası piyade, süvari, topçu mitral- yöz ve tam mevcutlu kıt'atı fen | niye bölüklerile bir kolordu ka | dar büyük olduğu için erkân harbiyenin de kıymeti vardı. Ve Orhan Paşanin maiyetin- de böyle Almanyada staj gör- müş zabitler ancak iki kişiydi. Yüzbaşı Celâl merkezde çalışı- yor, arkadaşı Yüzbaşı Kadri çölde Cebeli Ebyaz mevkiinde, mühimce bir kuvvetin başında bulunuyordu. Kumandan onların geldiğini | görünce bu ziyafet akşamlarına mahsus bir lâubalilikle seslen- Müşallah o Yüzbaşı Bey. gâhın en şık zabiti sen- | mişsin öyle mi Yüzbaşı Celâl Paşanın bu il- tifatından bir şey anlayamadı. min askerce . selâmla- O devam eden mevzuunu bi-| İ rakmıştı. Bahsi umumileştire- | rek izah ettir — Dün gece şehrin yüksek | ailelerinden birine davetli idim. İ Söz arasında karargâh zabitle- İ rinden konuşuldu. Bilhassa ka- İdınlar bizim genç erkânı har- İ bin çok şık, çok nazik oluşunda | İittifak ettiler, Tebrik ederim) Celâl Bey. Ötekiler kibar bir kadın mes) İlisinde ismi takdirle, iltifatla| geçen arkadaşlarını yarı hayret| yarı basetle süzdüler. Yüzbaşı Celâl dudakları dolan tebessümü gizleyeme-| İdi. Bu kadınlar meclisinin nere| de olduğunu o soramamaktan| | mütevellit bir üzüntü ile Paşa İ ye selimladı: — Kumandanımın takilirinli kazanmak benim için daha bül yük şereftir. dedi. Paşa memnundu. Genç zabitler takım takım sa lonu liye