Müölikzimr 9 Mn LİYET SALI : g mMiizah, *Mâkaye., M ART 1929 maman TEZEAEETEE ı'H"âyaünvo %mîîîwt ASRIN UMDESİ “MİLLİYET,TİR 12 MART 1929 BUGÜNKÜ HAVA İ Rasathaneden aldığımız göre dün azami hararet 7, azgari nakıs 1 di. Bugün rüzgâr hafif ve mütehavvil esecektir. Hava evvelâ açık. sonra bulutlu olacaktı. FIKRA KIYMET VE CÜR'ET. Bir kabalık ve saygızızlık kar- şısında yaşayıp gidiyoruz. Bu iki küstah, mütecaviz hareket duygumuzı ve zevkimize tev- cih edilmektedir. Türk zevkinin sunun kalın ve Türk zevkınm kapalı olduğ mu diy- l.ezmde masa, masa; dagıtılan bu berbat kâıt, nihayet onların cür'etine ve bızlerın lâkayitliği- ne renkli bir delildir. Artık kıymetleri, kıymetlerin ce ölçüp versek fenia olmiyacak. |: FELEK İşte bir isim ki kendisinden - hiç şüphesiz - bir çoklarımız- dân fazla bahsettirmektedir , o kadar ki eğer işini biraz daha inceltirse Türkiyenin dişi Arsen Löpeni olacak .. Son günlerde bu “ kanunsuz , san- 'atkârın — kadınları çarpmaya başladığını öğrendik. Evelce erkeklerin bu kadın. tarafından kâfese konmasını o kadar şa- yanı hayret bulmiyorduk. Erkek- lerin kadınlara karşı olan mu- corlar nedir. © Musikide böyle, rvesimde bo- — yle, edebiyatta böyle, mimarid- böyle, ve taa... v& hattaaa basit - otel reklamcılığinda bile böyle.. Bestekâr olacak bahtıkara tam 1929 senesi martının bu gununde bize hâlâ “yandı ci- ğger” gazeli verir; sorarsanız ku- laklarıniza hırfındı kirız gibi asılır susmazsanız “sen anla- laklarınıza turfanda kiraz anla- maâazsın!,, der. Aynı senenin ay- nr-gününde “mavi ile sarı karı- şırsa toz i olur,, diyen ressam olacak bahtı renksize '"hayır yeşıl olur,, dıyemmımı Ki ğ e hemen “siz onu göremezsiniz,, i yapıştırır. Örümcek ağından miyan bir mısra vardır ki kar- ülümsiy iniz bile.. derhal “3999 senesi Avrupı e- debıyatmda boyledır, ı:z' ne an- kabili itiraz zekâ tefevvukuna rağmen bunu cinsiyet zaafına ait husust bir tazahur telekki ediyorduk. Erkekler çok defa bile bile kadınlara aldanırlar. Lâkin, kadınların Fındık Fat- maya şikâr olmaları şayanı istirgaptır. Bu hadiseyi her iki taraf için de pek şayanı iftihar bulmadık. —Şarla âşıkları ! Sinema âlemi dünyada yeni bir, sınıf ihtas etti: Aşıklar sınıfı. Her artistin kendine göre bir âşık kitlesi var. Bu meyanda rahmetli Rudolf Valantine rökor tutu- yordu . Ondan sonra Rudolf Kolman ve daha bir takım artistler Iıayallerı' ardında bir âşık z2ümresi sürüklerler. Yalnız şhur komik Şarloya - kimse- lar Ş şak- şağı gibi alnımızın ortasına ya: pışır. Şu yapının maskara oldu- Zunüu görürsünüz, bilirsiniz, an- Tarsınız fakat söyliyemezsiniz, derhal bir ahır yapıp yapmadı- gımnızı sorarlar, ve siz “ahır yap- sam sana hediye ederim,, deme- ği de nazik bulmayıp susarsınz. Dedikya otel reklamcılığı bi- le anlayışımıza, duygumuza karşı âsi. Geçen gün buyuk bir otelin vereceği maskeli bdoyı ait bir el ilânı ğördük. Meşhür Ameri- ka'lı Wilson'un anne babası ol- saydı bu kadar bizden olmıyan, böyle bayağı resimli ve baskılı bir ilân yapabilirdi. Devlet luygu ve benlik mer- nin aşık olduğunu bilmiyorduk, belli başlı erbabı kalemimizden birisi iki gündür üsti —üste Şarlo hakkında takdir ve hay- ranlık makaleleri yazdığına göre kendisinin. Şarloya â;ılt olduğuna hükmetmek zarüreti hasıl, oluyor. Şüphe yok ki Şarloya âşık olmak güç bir şeydir., lâkin zevk ve renkler münakaşa edilmez ki ! FEELEK KADIN GÖZÜYLE Darülacezede - hanımlar himaye hey'eti Darülaecze hakkında Şehrema netimizin verdiği isabetli karar zannolunduğundan fazla mühim bir maliyettedir. Bu müesseseye asri bir şekil vererek, Emenat ondan âzami derecede İstifade etmek için başına hatımlardan mürekkep bir himaye hey'eti koymağı kararlaştırmış. Mes'ele- nin ehemmiyeti, bu vazifeyi erkeklere — tercihen kadınlara tevdi edilmesinde değildir. Bu her nekadar başlı başı - na İçtimat bir hadise teşkil ediyorsa da, asıl bu fırsatla kadınlarımızın belediyecilik sa- hasında ilk adımlarını atmış olmaları daha esaslı ve daha temellidir. Bu havadis bütün kadınlarımızca bir müjde gibi telakki edilse ve Şehremancü- mize karşı derin bir hissi şük- ran beslense yeridir. İntihap olunacak kanunlar kimler olur- sa olsun bu bizce şahsa ait bir lutuf diye değil, türk kadınlı- ğına resmi bir paye veren ta- riht bir hareket diye kaydedil- melidir. Darülaceze Emanetin bir hayır müessesesi olduğuna bakılırsa, hatımlarımız belediyecilikte staj- larını gayet müsait bir zaman- rulacezenln fıkraasını tenvir mak- sadile konferanslar müsamere- ler tertip edecekler. O milesse- seye karşı ve bilcümle hayır- perverlerin alâkasımı” uyandır- mak için teşebbiüsatta bul O da şehir namına o mües- sesede bedava beslenilen ve barıtdırılan ihtiyar ve çocukla- ra* şehre bu iyiliklerini ödeme- sinin yolunu Öğretmektir. İhti- 'yarlardan ziyade çocuklara bu k, caklar; paviyonların temizliğiniden tertip ve idaresinden tamamile mes'ul olacaklar, şte fikri, icti- mat ve idari sahalarda kadın kabiliyetine uygun bir faaliyet. H.r yerde ve her zamanda Ihtiyarların ve çÇocukların yar- dımcısı ve bakıcısı kadınlardır. htiyarların artık bu dünyadan uzaklaşan ruhlarını kolaylıkla anlayan kadınlar olduğu gibi , çocukların henüz inkişaf eden hislerine de ilk istikameti verend yine onlardır.Ruhi meziyyet her kadında az çok bulunur, Şimdiki iş hayatında kadından istenilen başka bir meziyyet — daha vardır ki, o da eline tevdi olu- nan insanları, kim olursa olsun müstahsil bir unsur haline ge- tirmektir. Dünyada hiç bir şey karşı- lıksız olmaz: İnsanlarda almak Zevkine mukabil bir de vermek vazifesi vardır. Bu kaldeyi he- pimiz biliriz, fakat ekseriya mevklii tatbika koymasını pek arzu etmeyiz. Evet almak bir zevktir, da görecekler. Memleketin fa- kir ve kimsesiz evlâtlarına ait umur ve idare geniş salâhiyetle kendilerine terk olunacak. Da- tercih ederiz. İştı Darülaceze hey'etine intihap olunacak ha- nimlarımıza yüksek bir vazife terettüp ediyor. lukıt vennek zamanı * bir kadirşinaslık hissini ösıl onların — istidadını Feş derek her hangi bir san'at yasıtasile şehre hizmet etfirme usulünü telkin etmek lâzımgelir. Bu hizmet o âcizlere yalnız borc ödetmeyerek, aynı zamanda da kendilerini acizden kurtaracak *ve het kes gibi alınlarının terile cektir. Hanımlarımız bu kimsesiz yavruları tufeylilikten kurtara- cak ve tam manasile hülz> İnsan- lar yapmağa çalışacaklar. İşte bir çok misallerle görül— düğü gibi, diğer E%uçuea â”â'%wz hayatlarını kazanmağa sevkede- | /j” ancak uzün mücadela veyor- gunluklardan sonra elde edilen imtiyaza , biz asrımizın mes'ut Türk kadınları, ağzımızı Açme- dan nail oluyoruz . Hükümeti cümhuriyemizin bize gösterdiği hakşınaslığa — bizde — samimi mukabele etmeliyiz. Bu vesile ile hey'ete intihap olunacak hanım efendilere muvaffakiyet temenni ederken, yalnız kendilerini değil, lleride mevki tutacak hemşire- lerinin lsdkhıllıl de nazarı İti- are reca oöderim. Efzayı'ş Suat GÜNÜN LÂTİFELERİ 'Dilenciler toplatılıyor (Gazeteler) — Gözüm görmez, Ayağım tutmaz ..... — Eyvâh, geliyor! Mıllıyenn tefrikası 31 SÖNEN ISIK Yazan —MEBRURE HURŞİT — — Bitti Peri kızı, -Başka . ne diyeyim? Neyran bışucundıld' masanın üstüne bıraktığı demetten bir gül çekti... Kokusu hemen yok- denecek kadar hafifti. Ne güzel, ne temiz, ne nazik bir beyazalığı — vardı! - Koklamakla - bile solup — kirlenecek zannedilirdi... — Neyranın hayalinde, birden- — bire menekşe renkli iki — grözli belirdi. - — Hasan, gözleri seninkilere ne çok benziyor değil mi? — Kimin? Ha, bilmem, Peri kızı, bakamadım.... t — Hasan Yıldız bulundu mu? Onu Mehmet dün yakalayıp getirmiş! — Bıbırııı nerde Hasan? Bu gün beni görmeğe gelmedi. Hadi git de çağır... Namık - içeri girdiği zaman Neyran hayretle yatağında doğ- ruldu. Babasına ne olmuştu? Bir. gecenin içinde ne kadar zayıflamış ne kadar solmuştu! Gözleri neden öyle pıril, pınl yanıyordu? — Hasta misın, babacım? — Galiba Neyran! — Nen var babacım? — Ben de bilmiyorum... — İyi uyuyamadın mı, baba? — kâbuslu bir uyku. — Babacım! — Neyran? — Neden )üzume, bakmıyor- — Biraz — Ne yaptim babacimı, kuzum söyle... — Biliyor muyum ki!. — Elbette bilirsin babacım .. istersen ben keşiedeylm! — Sen mi ?1!! — Bilmiyecek ne var ki? Dün sö- zünü dinlemedim, Yaldızı koştu- rdüm,.. hepinizi korkuttum... işte bu, değil mi? Ama babacim, ya- ramazlığımın cezasını Kâfi dere- cede çekmedim mı? Artık bana gücenmeğe lüzum var mı? Hadi babacım gel Şimdi, yatağıma ot- ur, yüzüme gül, o çatık kaşldrı- nt aç da bana konaktaki o ilk mes'ut ,günlerimi, hanı bana elin- le yumurta yedirdiğin güzel gü- nleri hatırlat.. eğer beni korku- tmak için yaptınsa.. emin o! ko- rktum... demin içeri girerken seni öyle sap sarı, yorgun, küskün bir halde görünce nasıl titredim bilmezsin! Bak, bak babacım da- ha hâlâ yüreeğim hızlı, bızlı ça- rpıyor.. Söylesene artık beni aff- ettiğini, “dargınlığının geçtiğini söylesene... Zavallı Namık, bilmeden ya- rasını daha ziyade açıp didikle- yen sevkili zalim küçüğünün . yorganın üzerindeki ince güzel ellerini okşadı... Yavaşca: G .Ceçtir '*Ieyran.. korkma... dedi. Hatta biraz sonra beyaz gül- leri kimin getirdiğini sorduğu zaman Neynnm uzıttıp kıru gözleri tatlı bakışlarını kaybet- medi. Sadece sesinde, genç kizın bile farkedemediği, bir ihtizazla: — Bu gence teşekkür etme- liyiz. Dün doktoru bile o düşün- dü. Bir gün çaya çağırırız, ol- maz mı, Neyran? — dedi. * Neyran attan düşeli on beş gün olmuş, kolü temamen geç- miş ve başının sargıları da çık- mıştı. Artık gene eski adetlrinden hiç birini unutmuyor, hatta bir- kaç günden beri Hasanın ders- lerile de meşgul oluyordu. Yalnız şimdi ara sıra yanaklarını pembe pembe kızartan ve sık sık gözlerini komşu köşke çevirten yeni bir dü şüncesi vardı. “O, nun hakkında hiç de bir şey bilmiyordu. Gençti, yakışıklı idi, nazikti, —yandaki köşkte oturuyordu, sabahları oto- mobili ile dolaşıyordu, ismi de Ekremdi.İşte bütün bilgisi bundan ibaretti. Baba onu davet edeceğini söylemiş fakat bir daha bundan bahsetmemişti. Birkaç defalar “o,, Hasanı çağırmış, Neyranın pasıl olduğunu,sormuştu, Gefiç kız kendi kendine düşünüyor: Neden - bu adam onun zihnini bu kadar iş- gal ediyor?.. Neden bu onbeş günden beri birkaç defalar rüya- sında onu, daha doğrusü o mavi gözleri, görüyor?... /— Neyran kaç defalar baba ile konuşurken genç komşusunu hatırlatacak tarzda kurnaz cüm- leler tertip etti.. Fakat baba, anlamıyor... yoksa anlamak mı istemiyor?.. Ama” buna sebep ne? İlk defa “0. nu çaya çağır- | mağı düşünen y (e baba olma- mış mt idi? —>eyran saygısız, nezaketsiz telâkki eEdilmemeleri 1çin bu dıveıl lsdyor... zaten baş- , İyi * - in — | d mekd? “6, nu düşünmek, hatta uykuda bile unutmamak nezaket, terbiye için mi? İşte yine gozlen dalmıştı, ne önündeki- saksıları, nede suları boşa döktüğünü ' görüyordu. Aşa- gıda, bahçede Recep ağa ile ko- nuşan Namık; balkondan akan süları görerek — başını kaldırdı, neş'eli bir sesle : — 'Ne o, Neyran, yine rüyaya mı daldın? Hadi aşağı gel, bak hava ne güzel kahvaltı soframızı kameriyeye kurdurdum... Neyran cevap vermeden içeri kaçtı ve elinden kovayı atıp he- men gecer annesinin sokağı gören odasına koştu. pencereden sarktı.. Fakat küçük, yaramazın yürek çarpıntısı boşa- gitti! Gürültüsünü - duyduğu otomo- bit “oçnunki değildi. İşte yeşil boyalı köşkün önünde durmuştu. Neyran odasına geldiği zaman utancından aynaya bile bakamadı.. öyle ya deminki Mmuhakemeler, kendi kendine düşünce ve me- raklarını - mazur gösrermek için Misini mahçup etmiyecek, İradı sinin azmi ile oO manasız yüre çarpıntılarını, çirkin rüyaları yı! dıracaktı! Omuzuna bir şal attı, alnınd. ki yeni deri kaplıyan pembe y: ra izinin üzerine, yepyeni bir “koketri,, ile kıvircık saçlarını indirdi. Baba o sabah ne kadar da neş'eli idi.. kahvaltı ederlerken Neyranın deminki dalğınlığı ile daha epi alay etti. — Babacım, istediğin kadar eğlen, hiç kızmıyorum işte... hem bilsen seni bu neş'e ne kadar gençleştiriyor... K Namığın gözleri hafifçe karar- dı.. güneşten yorulmuş olamaz- lardı; kameriyenin etarfındaki sarmaşıklar ziyanın keskinliğini alıyordu... halbuki ne tuhaf! İşte Namığın gözleri hâlâ karşısında- ki Neyranı bulanık görüyor... “gençleştiriyor,,...'“ gençleştiriyor,, kelimeleri altında. zavallı baba, kulaklarını tırmalayan “İhtiyar- lığını mu idin? İbtiyar- bulduğu bahaneler ne olmuştu? Acaba - Mis, Neyranın iböyle topu topu yarım saat gördüğü bir. genç için butıhı vakarını lığiını unutm şnu idin?,, serze- neşini duyuyor... Evet Namık hakikaten o sabah unutarak kc görse ne derdl'? Her vesile ile talebesinin dımağına — “Kalbini taştanmış gibi hissiz yap ki, mes'ut olasın!.,, prensibini nakşe çalışan zavallı Mis, sözlerinden hiç te istifade edilmemiş oldu- ğunu öğrense acaba ne düşü- nürdü? —— Küçük hanım, be'yfendi sizi bekliyor. Neyran birdenbire - sıçradı.. ne fena, bu kadar korkacak ne yardı? Hem Gülzar yavaş ta gelmemişti... bn ıublye't de ne okız h ıış B miş- gibi.. Arkaya doğru taradığı ve sıklığını kaybetmeyen beyaz saçları güneşin altınd gü- müg gibi parlıyor.. renginde de o korkunç solukluğu yok... hatta deminki kahkahaları, küçüğünü öfkelendirmek için yaptığı lati- feler gözlerinin altına, şakakla- rına - doğru hafif bir pembelik bile getirmiş... — Neyran, şaka filan değil bugün sen iyi uyanmamışsın. Gözlerin dalıp dalıp gidiyor.. hem neye konuşmıyorsun? ei 5 BŞ [ . Cehennem : 11 Mart 1929 Size Cehennemden taze hava- dis. gönderiyorum: Bu derece sı- 'cak yerden, taze olarak ancak havadis gönderilebilir. Ufl. Ne Cehennem gibi bir hava! Mektubumu, bir kahvenin ta- racasında, yazıyorum. Hokkamda " mürekebim kay- nıyor. Alnımdan sel gibi ter akı- yor. Garson buz getir dedim,'hay- retle yüzüme baktı. Bu diyarda, buzun ismini bile bilmiyorlar. Şeytanıda gürdüm. Sevimli, -kürnaz, cin gibi bir adam. Beni, kırk bin vantilatör dö- nen odasında kabul ettir. Serin- ceydi ama, etrafta yanık et ko- kuları vardı... Burnumu büzüp, yüzümü. ekşittiğimi görünce: ç Kokuyı çare yok, dedi, nütemadiyen yanıyorlar! Cehennem hakkında malümat ordi... Zabanilere durup dinlenme ok.. Her- 12 saatta -bir kere; «hennemlikleri sağdan sola, sol- un sağt çeviriyorlar. Yeni mükellef bit bar açılmış. Cazbant masrafı yok... Zebaniler yu. İşi, göriyorlar. Moda olan lans: Raksı merğamerk... Şeytana bir kaç sual sordum. — Burasını neyle isitiyorsu- nuz? — Kaloriferle tabii. Harareti aynı derecede muhafaza etmek için bundan başka çare yoktur. — İrigiliz antrasiti mi yakı- yorsunuz? — Ne gezer... çok pahalı. Rus yakıyoruz.. mangal kö- mürünü” tecrübe ettim amma, halk şikâyet etti... — Sıcağı bukadar çok mu seviyorlar? — Sno detece, Halkın nasıl yaşadıkları, yani mematlarını nasıl . geçirdiklerini de sordum. Sakin bir memat sürüyorlar. S at 10 dan sonra musiki mem- nu. Zannedildiği gibl cehennemi gürültü yok. Gayya — kuyusu görmedim... Kimse muztarip de- gil.. İşleri güçleri kül kedisi gibi isınmaktan ibaret. Don juanı aradım. Burada böy- le bir kimse tanımiyorlar. Esasen çapkınları buraya kabul etmiyor- lar. Neden-deye sordum, Şeytan: — Onlar suludur da ondan, dedi, suyun burda yeri yoktur. Görmediğimiz, yalnız kulaktan işittiğimiz için cehennem hakkın- da yalnız bir takım malümat edinmişiz. Türkıye Milli ban- kasından: 27 Şubat 1929 Cehennem de, her yer gibı bit yer., Yalnız tasavvur edeme- diğiniz kadar sıcak.. Yalnız,fevkalâde bir şeyi van Ne yağmur yağıyor, ne kar.. Bu geçirdiğiniz kıştan sonra, bunun “ne demek olduğunu ınlımnız değilmi? Selâmi İzzet Bayram haftası ROZ NUVARDA - Hoş ve eğlenceli matine ve ibitde Nöslm tahtı d aai DEŞSE Pi b ıîş:mı Büyük Balo, ve Komısu Remzi Beyin hıızunlı akti içtima eden hissedaran senelik hey'eti umumiyesi 31 kânunuevel 1928 tarihinde kat edilen bankanın hesâbat ve pilançosunu kabul ve tasdik ederek meclisi idareyi güzeran eden işbu seneye ait idaresi haşkında ibra etmiştir. Bundan mada hey'eti umumiye müddeti memuriyeti — hitam bulan Nesim Mazliyah efendi ile Cimcoz Salah Beyi tekrar Mleclisi idare azalığına intihap etmiştir ve elhasıl quı Sıîfet beyi 1929 senesi ıçin Ci Y N niyenin icra edileceği ilân olunur. İstanbul İkinci Ticaret mahke- mesinden: Müflis Karnik Arılınyıı masa- sına matlubatını kayd ettirmiş olan eshabı matlubun tespiti düyun için tayin olunan 20 Mart 9990 Çarşamba * — | günü saat 14 ten 16 ya kadar bil- umum vesaik ve müstenedatını ma- iya ibraz etmeleri lüzumu ve aksi kanu kdird e $ .2 tayin "_, g: Türk Tıb camiyetinden: — Bıyram münuebıdyle Salı [üııl B Föis b KÜT İLÖLE y ,