8 Mart 1929 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

: ı tipi halini almayacaktır. < hakikatla Mlliyet ASRIN UMDESİ “MİLLİYET,TİR cephell bir tek (Hak) vardır, birine müspet hak, öbürüne menfi hak derler, yani bir haklı ve bir haksız vardır. Hayatın her küçük zerresinde ve her geniş görçeğinde bu noktası k a böyledir. 7 MART' 19209 . Bugün kar yağması muhtemel... ,ı Rasathanenin gece geç vakit verdiği malümata göre bu gön $ hava kapalı ve pusludur fasılalı | kar yağması muhtemeldir. Kar FIKRA €4 mart nutku ) ndan intibalar ADALET VE ADLİYE (Bizim Başvekil ) in Takriri sükün kanununun uzatılmaması vesilesi ile verdiği nutuk bey- nelmilel hafızaya (4 mart nutku) adı ile kaydedilmiştir. 4 Mart nüutkünu ayrıca, inkılâp geçiren veya inkılâp yapmağa havesli olan milletler de( Yeni düstuür ) olarak czberliyecgklerdlr. Siyast basiret ve içtimat — besaletin capcanlı bir ifadesi olan bu nu- tuktân — edindiğim - tamamen şahsi - intibalarımı gelişigüzel notediyorum : Adalet diye bir şey yobtur. Söz kitplarında tatlı bir vahi- menin tarifi olan bu adaleti yeni sanısı bambaşka mefhumda almaktadır . Var olduğunu bir an farzedelim, adalet; lütuf, ih- san, mürüvvet, mırasyedi bah- şişi değildir. Okuduğunuz kitapların içinde bir Ç bilmem ne ) halife vardır, soysuz müverrih cnu Bağdatta oturtur, adaletinden öyle ballan- dırarak lâfeder ki gafilseniz şu manzarayı görürsünüz: Bu (bil- mem ne) halife en sevgili en uslu temiz nedimini — ya saka- har kestirmediği veya mahmur gözlü kapatmalarından birisine enfes bir kafiye — bulamadığı için — kör kuyuva atmıştır. V.S. Bir padişah vardır ki bir ötlek müverrih adaletini fasıl fasıl yazmış ve adının yamacı- na adalet lisanını yapıştırmış- tır. Fakat 'bakınız bu devletlu adaletlu. ya halkı boza, şıra, ük içüği veya sürülerce be- Şik bebesinin elinden saltanatını kurtarmak için cellat edip boğ- durmuştur. V.S... Bir. sadrazam — vardır ki, ( adaletinle - vââârool .! ) diye cendan özden haykıranları bile ya kememlctmlş yahut satıra getirmiştir. V.S... Bir başkası .da vardır. ki, Karagözün Beberuhiliğini yapa- mazken her hangi bir gün — işt- dirsiniz, altı atlı bir araba ve bir manga yaverle koca Babı- Alisin köoca kapısından içeriye sallapati girmiştir. Bu bedbaht ta adal&tli vezir olduğunu kendi ağziyle bangır bangır ilân ettikten birkaç saniye sonra mazlum ve masum olduğu mahkemece hükmedilen bir ken- dinden çok daha öz vatandaşa şır (iradel aliyeyi) göndermiştir, — eBenim adaletime tahriren iitica rse Dünyanın her tarafında böy- le olmuştur. Bütün bunlar için- dir ki hayat realitesinde adalet diye bir şey yoktur. “ Yeni sarı bu vahimeyi şu ediyor: İki bir şey düşünmek iste- Güneşten k—'lmaşmış gibi titriye titriye ulalan gözlerini üzerime dikti. Kirli parmaklarını değdir- meğe cesaret edemeden, eğildi, yavaşça elimi Öptü: — Ben bir şey söylemesini bilmiyorum, sen ki bir Peri kı- dasın, içimden geçen şeyleri anlı- yorsun, değil mi? dedi. Bilir misin, Misciğim O esnada kirli - saçlarını -öperken bir tiksinme hissi ynuti çime - hiç elmedi. Babamla bahçede dolaşırken » gün daha ondan uzun, uzun Jahsettik. Hasanı birkaç dakika- uk gören, gece annem bile onu evmişti. — ÖNEN ISIK Yazan —MEBRURE HURŞİ T,——- İürtesi PS ggün Hasan erkenden Bir millet bu müspet ve menfi hakkı miskalı mıskalı besaletle payediyor mu ? ediyorsa o mil- let dipdiri ve o devlet sonsuz- dur. : İşte ( Adliye) denilen teşek- külün vazife ve kuruluş hikmeti budur. Adliye kelimesini değiş- tirebiliriz de çünkü adaletten müştak değildir. Zaten kuvvet ve İstikametlerini realiteden alan müntesipleri de bunu ( hukuk ) olarak almışlardır. Türkiye Cumhuriyetinin Adliyesine ge- Hnce : 4 Ben sen biz siz değil, fakat bütün düşmanlar bile yemin ederek ki yeni Türkiyede yeni sanılarla bezenmiş, çelik raylar üstünde yürüyen yepyeni bir adliye vardır ve o tam d MİLLİYET devam edenler de kendilerine “ züppe , dedirtmemek için tiyatroya gitmez olmuşlar. Dı- şardaki o kalabalığın ve içe- rideki o tenhalığın sebebi . Bu ne tezat Yarabbi | Halimizi daha doğrusu ha- linizi görüyorsunuz ya ! Her faraf su içinde, yağmur, çamur, kar. buz hepsi suya müncer olan şeyler. Istanbulda - ba- zılarının tuzundan maada - kurü yer kalmadı zannederseniz al- danırsınız , Bütün — Beyoğlu terkos muslukları kup kurüdür. FELEK KULAK MiJAFiİRi 17 Kuruşluk cıgara:... Daima olduğundan fazla görün- mek itiyadında bulunaan bir zat vardır. Bu. itiyat onu bir nevi teşekküll etmiştir . Ufak tefek aksaklıklar mı var? Kabul, yeni kurulmuş adliye makinesi ya- taklarına yerleşiyor demek , ondandır. Eğer bu hakikat, hakikatin takendisi olmasaydı, ( 4 Mart nutku ) olmazdı, söylenmezdi. Kalbe, benliğe gurur veren 'bu vesile ile söyleyim: İnkılâp Tür- kiyesinin bu günleri yaşıyan temiz ve yorulmaz adliyecileri beynelmilel hukukçuluk tarihi- nin en hayran, en tapan bir bir faslınma müebbeden bağdaş çökmüşlerdir. Beni ve benden galı yapmıştr. Mesela, ne- reden geldiğini sorarsanız mahre- mane kulağınıza egilerek : Sorma diye anlatır, Şişlide yüksek bir hantm efendinin çayına davetlidik. Mönşer öyle şampanya içtim, öyle şampanya içtlm ki.., — Bu hatim efendi çok mu zengin? — Ne söylüyorsun — monşer , Bevoğlunda sekiz apartıman, Tarla başında yirmi tki ve, Kumkapıda.. — Pek âlâ... kes... demeğe mecbur olursunuz . Dün bu zatla orta sınıf bir lok dla —tesadüfen — buluştuk , sonra gel çocuklarımı; tor- unlarımı tebrik ederim. FELEK Amali erbaa | Şu son günlerde şairlerimiz- den ikisine bir “ hesap , süali sormuşlar . Esasen şiir. ile hesap arasında münasebet bu- lunduğunu - Celâl Sahir B. efendi müstesna - kimse iddia etmediği için şairlere cifti bir hesap süali sormak kabil de- gildir. Ancak bu süaller - bir anket şeklinde yapılmış .- Bu iki zata sormuşlar: — Amali erbaadan hangisini seversiniz ? Her ikisi de - ayrı âyrı - cevap vermiş : — Darptan maadasını ! Darilibedayi de ... Dün akşam Darülbedayiin önünde büyük bir kalabalık gören gişe” memurları , ellerini memnuniyetle uğuşturarak . — Bu akşam gine kompile! Demişlerse de perde açıldığı zeman bu büyük kitle yerine bir kaç kişiden başka kimse görünmemiş. Darülbedayi mü- | 'dürü, bu müşahede üzerine tah- kikat yapmış ve şu neticeye vasıl olmuş : ğ Geçenlerde Darülbedayi re- Jisörü olan zat yazdığı bir makalede salı akşamı müstesna . haftanın diğer günlerinde tiyat- roya gelenlerin züppe ve“sinob,, olduğunu söylemiş. Bunu oku: yanlar bu züppeleri görmek için kapıya toplanmışlar , ve işin tuhafı evelce Darülbedayie geldiği zaman, sırtında gene ya- malı olmasına rağmen temiz bir gömlek vardı.Saçları yıkanmış ve taranmıştı.. Omzunda boya ku- tusu da yoktu. Misciğim bu çocuk harıka: Öyle ince düşünceleri, öyle has- sas bir kalbi var ki! Küçük Hasan o gece uyuma- miş, hep düşünmüş, düşünmüş Annesine, kardeşlerine bu iyiliği yapan, ve bilhassa dün onun saçlarını öpmekten çekinmeyen peri kızına o da bir şey... Bir yadigâr vermek - istemiş..— Fakat Peri kızına layık olacak kadar kıymetli nesi olabilirmiş? Düşün- müş, düşünmüş... Nihayet bulmuş. Babası ilk hasta Yanımızdan bir fırlayış fırladı, Doğru telefona : Alo orası neresi? Ha, sizmi- siniz. Neyran hanım.. Ben Tahir.. Burası Serkldoryan.. Arkadaşlarla beraberiz, Evet evet hepsi burada, Gece belki gelirim. Selam... Muhavereyi — bitirip yanımıza geldiği zaman takıldık: — Aşk olsun be.. yalan da bu kadar olur: Burası Serkildoryanha. O söze başlamadan evel arka- daşlardan biri atıldı.. — Canım onun da Serkıildoryan dediği sahici Serkildoryan değil ya dedi. — Ya hedir? diye sorduk: Ne olacak dedi, 17 kuruşluk cığara ! y Kulak misafiri Mikâye CUMA 8 TEMAŞA HAYATI| Fransız Teatrosunda M. Brunot'nun temsilleri Beyoğlundak! fransız teatrosuna yeni bir turne geldit Comedie-Fran- çaise san'atkârlarından M. Brunot turnesi. Yağmur altında günlerce dolaşmış Zzannnımı — veren — kılıksız oyuncuların hali, rengi uçmuş - elbi- seleri, oynadıkları piesler, bana ital- yan komedisi devrindeki — seyyar kumpanyaları hatırlattı. Hele eyelki akşam seyrettiğimiz Beaumarchaisnin şaheserinin yarattığı hava -bu . hisse bir nevi hakikilik veriyordu. Kendimi on sekizinci asrın temaşa aleminde; Goethenin Wilhelm Meister de unu- tulmaz bir ” tarzda tesmini yaptığı alemde zannettim. Neyazıkki M. Bunot ve - arkadaşları Beaumarchais ve Rostand'la iktifa etmiyerek Bernstein'in hezeyanlarile MART 1929 türlü ayrı tutulamıyan teatro bu gün edebiyattan o kadar uzaklaşmiştir ki bir zemanlar edebiyatın en yüksek, en kıymetli şubesi olan temaşanın son mümessilleri İbsen ve - hatta - Rostand dan evelki devirlere ait eserlerden hususi bir zevk duyuyoruz. Hatta bu günkü hal devam ederse Demirhane müdürünü deta vecd içinde seyredeceğiz (1). Figaro'nun izdivacı, Sevilla ber- berinin mabadidir. Mevzuu biliyor- sunuz: Kont Almaviva, zeveesini ih- mal ederek Figaro'nun — nişanlısı Suzanne la alâke peyda etmek sev- dasına düşüyor. Eakat Suzanncle kon- tes elbirlik olup Almaviva'ya bir oyun oynamaya karar veriyorlar. Kontun bir akşam Sozanne'i beklediği bah- çeye Kontes, Suzanne'in elbisesini giyerek geliyor. Almavivanın, Suza- nne Zzannettiği köntesle kısa muha- veresi esnasında genç ve şuh katrı- sını niçin ihmal ettiğini öğreniyoruz. Erkek, kadının muannit ve sakin aş- kından bıkmıştır. Askı ve arzuyu daima G. Ohnet'nin safsatalarını dinl, lemek hünerinden mahrum bir kadın ğ kalkışıyorlar. Halbuki temsillerini eski piyeslere yahut ©o ayarda eserlere hasretselerdi bize pek tatlı saatlar geçirtecekdiler. Tlk temsilleri Cyrano de Bergerac oldu. Les Romanesgues le Rostand' nım en güzel eseri olan Cyraho, oynaması en güç olan piyeslerdendir. Evelki akşam da Beaumarchats nin Figaro'nun izdivacı mı verdiler. Yüz elli sene evel yazılmış olan bu kome- terkedilmeye, aldatılmaya mahkümdur. Fakat Almaviva, nehayet - muha- tabının kim olduğunu anladığı ve karısı ği S ı Fig kolları arasında gördüğü vakit ve aşkın daha başka bir çok sebep- ler yüzünden tazelenebileceğini - öğ- reniyor... Bu mevyzuu yüzlerce muharrir kullandı. Fakat hiç biri ona, Beau- arzu di hala teravetini muhaf; tedi marchalsnin berrak, zeki ve ince Hele bu günkü teatronun o kerih, o acıklı edebiyatı yantnda Beaumarchais, taze ve berrak bir menba suyuna benziyor. Her şey söylenmiştir; ifade edilmemiş bir fikir, bir his kalma- mıştir; roman VEya teatroya — girme- miş bir mevzu' yoktur. Onun için- dir ki bizi Ancak. “talent, — tatmin edebilir. ve bu. eskilik ve yenilik gibi, fikir ve edebiyat sahesinde hiç bir şey ifade etmeyen mefhumların fevkinde bulunur. Mesela Geraldy efendi her halde Beaumarchais den eskidir, ölüdür. Çünkü zevk sahibi- nin Geraldy de her “hangi noktai naZardan kendisini tatmin edecek bir şey bulması - ihtimali yoktur. Sanatin diger bir şut di üslubu . sayesinde — verdiği nefaseti bahşedi iştir. B is'nin eseri yalnvız temaşa edebiyatında değil, fakat insanların hassasiyeti tarihinde de en kıymetli vesikalar arasında kalacaktır. M. Brunot, Figaro rolunu pek iyi oynadı. Arkadaşları da az çok muvaffak oldular. Fakat hepsinde o vardı, h kadar derin bir san'at aşkı oynadıkları oyunun kiymeti — onlara o derece nüfuz etmişdi ki, mahdut fakat güzide bir püblik onların hep- sini birden sürekli alkışlarla takdir etmek ihtiyacını duydu. REN. Beçi Bu günkü şairlerimizden kaç tanesi bize, Beaumarchais nin muasırı olan Nedimden daha — yakındır? Hele teatronun bü”ğünkü inkitatında eski muharrirlerden duyduğumuz haz yük- sek bir merteBeye vasıl oluyor. Bida- yette, yani yunanlılar ve hintlilerde, şiirin bir nevi *olan ve siürden bir Lij Eski repertlhara müracaat: işte bizde yegâne takip edilecek yol budur. Bu vadide Darülbedayiin güzel bir teşebbilsüne şahit olduk: Bu hafta Shakespare in On ikincl gece sini oynuyor. - Darülbedayii bundan dolayı ne kadar - tebrik etsek yeri vardır. A N xx A ğxîğ » N diyorlar . den çıkmamağa başladığı günler Hasancığa gül ağacından güzel oymalı ince bir dıvar - çiçekliği yapmış.. Hasanın, annesinden, kardeşlerinden — sonra dünyada en çok sevdiği şey de bu imiş... Peri kızı, acaba, “onun yolda giderken içini mavi kırmızı renk- H küçücük kır mineleri ile dol- durduğu bu dıvar süsünü kabul edecek mi imiş?... Misciğim, diyorum ya, sen bu Hasanı görmeli (idin.. O anlatıl- maz bir şey. O gün Babadan bir çok paralar aldım, Gece An- nemle beraber İstanbula inip Ha- GÜNÜN LÂTİFELERİ - Büyük Hanım dım. Dün arka bahçede beşini de siraya dizdim, resimlerini çektim. Hasanımın boyacılık etmesini istemiyorum, fakat o babasının: “Benim yerimi sen tutacaksın. Göreyim seni, Hasan!,, sözüne öyle büyük bir imanla bağlan- mış ki, Çok- defalar Recep ağa Oonu, gene sırtında eski gömleği, ayağında -0 kocaman papuçları, - yanında boya kutusu ile uzak mahallelerde görmüş. Kendisine söyleyince kızarıyor, —“Hasan, bir şey lâzımsa bana söyle, alı- rıra; niçin bu para kazanmak hevesinden vazgeçmiyorsun?,, de- sana bir kat şasör bişimindi elbise, çorap, ayak kabı, kasket, aldım. Gece Annem pek söylen- miyordu ama bu kadar şeyi bir boyacı çocuğu için fazla buluyordu. İşte o günden beri hemen her sabah Hasanı görüyorum. Annesine para gönderdim, kar- erini de © eskilerden kurta diğim zaman bir erkek ciddiye- tile başmı sallıyor, “Peri kızı, içimdeki şeyi nasıl oluyor da anlamıyor sun?,, diyor. Bütün ısrarıma rağmen bu küçük inat- çıdan bu bahse dair başka bir cevap alamıyorum. * Geçen gün aânnesi gelmişti. Ba tı, baktı da: — —- Evlâdım şunun biraz yağlıca tarafından kes, bu sene tombulluk moda olacakmış — Hasanım size Peri kızı diyor.. hakkı varmış. Yalnız - iyi kalpli olamakla degil, Peri kadar da güzelmişsiniz..çocuk sizi öyle seviyor ki. dedi. Görüyorsun ya Misciğim deh- şetli “sükse, yapmağa başladım. Hele beyaz amazon elbisemi giyip de bir sokağa çıkabilsem galiba epi canlar yakacağım. Şimdi şunu yazarken “Oool!. O00.. Neyran.. Oool..,, . diyişin gözümün önüne geldi de gözle- rtim yaşararak öyle güldüm ki! Hani geçen mektubumda bir aya kadar Yıldızla dışarı çıkabile- ceğiz demiştim ya, babam şimdi inkâr ediyor. “Ben öyle şey söy- lemedim. Hiç olmazsa daha bir ay biniciliğini bahçede yapmakla iktifa etmelisin. Bu Hayvan çok huysuz... hele sokağa çıkınca ala- bildiğine. koşmağa kalkar da başı- miza bir belâ çıkarır..., diyor. Ne ölfkelendim!. .Hiç böyle.şey | anlıyacakmı Di e —— —— aK EKiçik Hikâr Çalışmalı D yım! — Sevygili yavrum, sana bir şey söyleyeceğim.. — Soyle seygili yavrum. — İyice yayrum. —-Sevgili yavrum ne düşündün? — Vaziyetimizi, - istikbalimizi düşündüm. Senin başına dert oluyorum.. Sana yüküm. — Anladım, benden ayrılmak istiyorsun. — Yok canıml.. Siz - erkekler tuhaf —mahluklarsınız. — Senden ayrılmağı niyet etsem, böyle sıkılmam. — O halde nedir? — Sen kâfi para kazanamı- yorsun. — Doğru. — Bu parasızlık devam ede- cek, — Zannederim. — Evet ama ben parasızlığa devam edemiyeceğim. — ya ne yapacaksın? — 22 - Yaşında güzel ğadmım. — Ânlıyorum. Gene benim dediğim —gibi —beni en fena zamanımda yüz üstu bırakacaksın. — Anlamıyorsun... Seni sev- diğimi büyük bir fedakârlıkla ispat edeceğim. — Haydı canım sende... — zaten beni hiç bir zaman insan yerine koymadın ki... — Saçmalıyorsun . — Hem yapmağa karar ver- diğim şeyi, senden ziyade kendim için yapacağım. — Memnun oldum! — Alay etme. Benim de iki elim ve on parmağım var. — Yeni mi saydın ? düşündüm sevgili bir — Sen alay et!. Mademki sen çalışıp kazanamiyorsun, ben çalışacağım. —Çok iyi; neye çalışacaksin? —Seninle tanışmadan evel.. Başka erkeklerle tanış- mıştın... Şimdi maziden bahset- meğe ne lüzum var?, — Ben bundan bahsetmiyo- rum. O zaman pek âlâ hayatımı kazanabilirdim:.. — Tabit, y — Bu gün, yalnız bir erkeğin eline bakmak bana giran geliyor. — Mükemmel!. Hangi mesle- ge sülük ediyorsun? — Daha bilemiyorum. — Bunu bilmeyecek ne var: — Ben ciddi söylüyorum. — ÂAnlıyorum! — Sen beni hiç bir işe yara: maz zannediyorsun.. Sana aksinl ispat edeceğim... Bir iş tutacağım — çok basit. — Basit ya! çalışan kadınların hepsi benden akıllı, benden işgü- zar mı sanki.. — 'Bir terzi tanıyorum, ayda bin lira kazanıyor. — Ben © kadar istemiyorum. Hem terzilik yapamam. — Ebelik yapsan? — Ricâ ederim alay etme. — Alay etmiyorum; sana iş düşünüyorum, — Böyle münasibetsizçe söz söylemeğe, alay etmeğe hakkın yok... Daha bir terzinin parasını veremiyorsun. Kendi - terzimin muyum? Herif —Haksızsın... parasinı veriyor dava etti. — Herhalde karar verdim. — Çalış kızım, çalış. — Elbette çalışacağım. — Yarın — gazetelerin sütununa bir ilân ver. — Hacet yok, — Ya işi nasıl bulacaksın? — Zannettiğinden daha basit: Evelâ sermaye bulacağim. — Eyli. İş kolaylaştı. Bu sermaye nasıl gelecek? — Sermayedarla... — Anlamadım? — Anlamıyacak ne var: Ken- dime eyvelâ bir sermayedar bu- lacağım! ben çalışmağa halk Selâmi İzzet Manisa vilâyetinden: I — Manisa memleket hastahane- sine (1400) lira kiymeti muhamme- nesinde leyazımı tibbiye mübayea edilecektir, 2 — Bu levazımın envaını mübeyin liste İstanbul ve İzmir sıhiye müdür- lüklerinde mevouttur. 3 — Taliplerin kanun — dairesinde | tekliflerini müddeti mtüinakasa olan 2 - 4 - 929 saat on bire kadar | müddet zarfında makamı vilâyete bildirmeleri. a Mühim bir Fransız ticarethanesi İstanbul ticaret işlerinde ve Ana- dolu seyahatlerinde istihdam edilmek üzere hemen işe girmeğe amade ve Fransızcaya vakıf bir Türk genci yor. Taliplerii ik 1 refe- ransları, atlesinin vaziyeti tahsilinin - di i müş'ir ktuba bir kıt'a Daktilograf! Ama bu işi yapmak için oküyop yazma bilmeli... Bir itıryat mağzasında satıcılık fena deği| " elbisem geldi. Her sabah dola- bımda onu gördükçe içim içime siğmiyor, Çizmelerime varıncaya kadar her şeyim beyaz. KElbise geldiği gün kusuru olup olmadığını gör- mek için giymiştim. Başımda be- yaz amazon şapkası, elimde ge- niş kolluklu - beyaz eldivenlerim, külot pantolonum, arkası yırtmaçlı uzun beyaz caketimle gece an- nemin karşısına çıktığım Zzaman zavallının şaşkın hali görülecek şeydi. Babamın beni bu “kılıkta, sokağa bırakacağına bir türlü fotograf leffederek 12 marttan evel — “Seyyah, rumuzile İstanbul bosta- hanesi 176 nümerolu kutu adresine öndermel, disi söyledim. -Siyah parlak gözleri, sokak tarafına doğru dönup, öyle has- retle süzüldü ki, eminim beni anladı. Babamın bir “yumuşak,, gününl — bulup izni koparıncaya kadar — sabretmekten başka çare yok. Mişciğim üç gündenberi Ha- sana ders veriyorum. İşte aşağı- dan sesi geliyor. Artık senden ayrılacağım.. Mektuplarını — dört değil sekiz gözle bekliyorum Sana buselerimin en gürültülü, İnanamadı. “Nasıl olur, efendim, elâlem ne der?,, diye söylenip durdu, Babam beni amazon elbisemle çok beğendi, fakat bütün öpü- cüklerime ricalarıma rağmen bir ay daha talim yapmadan sokağa çıkartmamak fikrinden vazgeç- medi. Dün “Yıldızımı, — alnındaki kara yıldızından öperken küçü- cük-pembe kulağına, sanki beni : gibi bu Tena hava- |- en kı larından arabalar do- lusu gönderiyorum. Neyran —— Neyranın — haftalardan — beri — beklediği gün nihayet gelebilmişti — O gece yatmazdan evel ama- zon elbisesi, beyaz çizmelerini, bayram sabahını bekliyen çoçuk- ların neşeli sabırsızlıkları ile do- laptan çıkarmış, büyük ihtimam- larla sedirin üzerine sıralamışti! — İ

Bu sayıdan diğer sayfalar: