4 Mart 1929 Tarihli Milliyet Gazetesi Sayfa 4

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| D #orkrdkd daı ÜY ddt c ada di * AD TC DA ZO *îiîmîlîlweît ASRIN UMDESİ “MİLLİYET,TİR 4 MART 1929 BUGÜNKÜ HAVA Dün en fazla hararet nakıs (1), en az nakıs 3dereceydi. Bu gün de havanın karlı ve poyraz olması muhtemeldir. FIKRA Saz kitabı Bir dostum “ Sazkitabı ; adında bir musiki lügati tertip etmiş, mizah tarzında olan kitaptan şu kelimeleri aldım, tabiidir ki hak ver- meseydim- almazdım: Santur — Piyanodan evel, taş devrinde yaşamış bir mahlüâkun — müstehasesidir. Mısır- Firavunlarından - Tu- tankamen dört bin sekizyüz sere evel santuru görmüş, antika diye müzesine. koy- ancak bir purçı Zırıltılı ses işitmek kabil olur. Elyevm Afrika ortasındaki yarı çıp- lak kabileler arasında kul- lanılmaktadır. Kaval — Tanrı taalâ Me- lekleri yarattığı Za- man onlara - kendilerine yakışır, Hâhi kudretini fade eder bir ses vermek İstemiş. Bütün bülbüller, kanaryalar, sakalar, rüzgârlar, dalgalar gelmiş, - en güzel seslerini vermişler, hiç birini beğen- memiş, 0 zaman hepsi de- müşler ki: Yarabbi, biz Ana- dolu dağlarında küçük bir Türk çobanı gördük, o bir şey çalıyor; yerler, gökler, gönüller titriyordu, bir . ke- re de onu dinle. Dinlemiş, — ahetmiş, çok beğenmiş: ve: Meleklerime bu Türk çobanının sesini verdim, demiş. On paralık kamıştan - yapılan yüz kere yüz. bin dolu hazineden daha pahalı bir has müsikl ale- tidir. M asası budur. durmuştur, bir gün l üstüne bir şey çarpmış, Çi- kardığı kerih sesten Fira- vunun - karısı - fena . halde korkarak -çocuğunu.- düşür- düğü için kaldırıp Nil neh- rine atmışlar, nehrin âkin- tısı İle bizim sahillerimize düşmüş, bizde bir şikâr mal sanıp kucağımıza almı- şız. O gün bu gün musikiyi kepaze etmek için kullanıl- maktadır. Tef Parsasını- kendi .toplıyan yegâne alettir ki musikinin arasına niçin ve nasıl karıştığı henüz anla- şılmamıştır. Ansıklopedi mü- zikale göre vaktile meşhur musiki aleyhtarlarından biri lsa hükümd lmuş ve ilk iş olarak kaz derlslndeıı bir tef yaptırarak saz takı- mının eline vermiş “ ömrü- nüz oldukça musikiyi bu- nunla karikatürize edip din- lenilmez bir hale getirin , demiş. Abdullah Sagiri İs- panyadan kovarlarken ar- kasından tef çalmışlardır, İspanyonlarca onun için pek makbuldür. Sair beldelerde densizlik olsun - için - kulla- nırlar, Bizde de varsa da pek yakında parçalayıp atacağız. Kanun — Santurun kepa- zeliğine daha ince perdeden tempo tutan bir alet takli- didir. Çocukları, bilmiyenleri musiki alâtından biridir diye aldatırlar. Kedi gibi bütün kabiliyeti — tırnakl y yep İsa bunun nefesile ölüleri diriltti, Alinin zülfikarlığını etmiştir. ; Ney — Kavalın kızıdır. Nisfiye — Neyin kızıdır. Henüz bısılmıyın bıı kitabı. konservatuvar müdürü beye tavsiye ederim. FELEK ıık;ysın reyim ! Demiş. Eğer kabada- yıse bu havayı temmuzda yapsın ! Meşk | Sabah rüfekamızdan birinin daimi muharrirlerinden , heza- rifen bir zatı ikl gün evel Sirkecide buzların üzerine nakışlar yaparken görenler me- rak etmişlerse de bil'ahere bu zatın öteden beri buz üstüne yazı yazmakla maruf olduğu anlaşılmıştır . Berlinde dirlik düzenlik | Haber aldık ki Berlinde talâk işlerine bakan mahkeme- lere o.kadar fazla talep ve dava varmış ki üç mahkeme yetişmediğinden. bir. mahkeme tesisi düşünülüyormuş.-Şu halde Alman payıtahtında kart koca arasında dirlik düzenlik yerin- de -demektir . FELEK LA $ uıı FAFiİRİ Biz şimdilik bunu çeviriyoruz.. Bir ayak üstünde seksen kişiyi kafese koyan kurnaz adamlardan bahsediliyordu. Bir danesi barbar bağırıyordu ; — İnsan - -dünyada- açık göz olmalı, anladınız mı? Nedir. o. sünepeler. - Alnımın ; terile - çalışıp para kazanacağım diye uğraşır dururlar. -Seni çeşmeye götürüp susuz getiren adamlar varken sen kalkmışın da bana bilmem neden dem uruyorsun, Geç efendim, geç... Osırada bir köşeye çekilmiş , lenenli kulak asar gibi gö - söÖ 'e Anlaşıldı ki kar devam ede- cek, soğuk artacak, kiş bitmi- yecek , buz kitleleri İstanbul limanına tekrar hücum edecek, barometre yüksek tazyık gös- terecek, hep üşüyeceğiz, titre- yeceğiz, donacağız. Artık bunu anlamadık — kimse — kalmadı , buna raâğmen halâ Rasathane- den havanın nasıl olacağını , karın devam edip etmeyeceğini soruyoruz. Lâkin efendim artık bilmeliyiz ki kiş mevsimi devam ettikçe bu kar bize göz açtır- mıyacak. İyi ama buntun bir de yazı var, bakalım o zeman bu tosunluğu yapacak mı ? Bektaşinin - biri- bozuk- bir havada yüz dirhem rakı almiş evihe gidip içecekmiş, o esnada dolu yağmağa başlamış ve iri bir dolu tanesi biraz narince olan şişeye gelince , şişe- kırıl- miş ve takı dökülmüş. Bektaşi, tabit bundan müteessir olmuş; şöyle serzenişkâr bir - tavrile gök yüzüne baktiktan sonra , fakat kedi deriyi, kanun zevki tırmalar, Keçi boynuzu lezzetindedir, dört yüz man- dah kurcaladıktan — sonra Milliyetin tefrikası 2: llıvetm tefrikası 23 tam önünden geçmekte olduğu bir eskicinin demir örsünü - ya- kalamış ve semaya doğru tu- tarak : Ş'şeyi babam da - kırar, SÖNEN IŞIK - Yazan - Bu zaif kemikli şeylerin te- masinda, h:ıstay.a sükünet veren öyle müessir bir kuyvet Vâr ki, kıvırcık saçlı baş, yumuşak yas- tığa daha ziyade gömüldü. küçük güzel ağız mes'ut bir tebessümle aralandı ve genç kız, annesizlik gibi acıların - bilinmediği rüya diyarına daldı. ” Neyranın nekahati zannettik- lJerinden daha uzun sürdü. Bir kolundan gece anneşsi, öbüründen babası tuttuğu halde ilk yürüme tecrübesini yaptık- ları zaman bu yardımları İptida lüzumsuz bularak gülen Neyran dizlerinin- bükülüşüne, vücudünü taşımak- istemeyişine hayret etti. Yataktan - sıkılıyordu. Babası her gün ona hikâyeler anlatmağa, kitap okumağa çalişıyordu. Neyran onu tanimayacak ka- dar başkalaşmış buluyordu. Za- vallı babanın içinde Mmeğer ne kadar büyük bir şefkat hazinesi —MEBRURE HURŞİT — Şimdiye kadar bütün bu mu- habbeti. bü iyilikleri acaca nasıl gizliyebilmiş ? Artık kızının hiç bir işini gece anneye bırakmıyor, şimdiye kadar bir kere bile okşamamış olduğu ©o güzel saçları, Neyranın kolla- rına henüz kuvvet gelmediği için, her sabah kendi eliyle tarayordu. Neyran elinde tuttuğu küçük sedef saplı aynada ona bakarak güler: — Bügün bukadar yeter baba- cım, başım rahatlandı bile.. der ve taradnan kısmi, dolaşık saçlara karıştıran — sevimli bir hareketle döner, onun hâlâ şaşgın, şaşgın tarağı tutan ellerine, sevildiğini bilmek - seyinciyle minnet buse- leri yağdırırdı. '4 Namık, hissiyatındaki tahavvü- lün sebebini kendisi bile anlami- yordu. O gece - Ta rünmiyen birine döhdü : Nasıl Mazharcığım. Senin mesele işallah halledilmiştir ? “kabadapiysen bunu kır da gö- | — Daha bir şeyler yok ! — Demek işini çeviremedin ha? Sırtındaki tornistan edilmiş ce- keti gösterdi : — Biz şimdilik. işte bunu çevi- riyoruz birader ... Kulak misafiri Günün adamı —a AMERİKANIN YENİ REİSİ CÜMHURU HOOVERİN TERCÜMEİ HALİ Bu günden itibaren işe başla- yacak olan yeni Amerıka reisi cumhuru Herbert Hoover 10 ağus- tos 1874 tarihinde doğmuştur. Doğduğu mahal Lowadakâin üç odalı ufak bir evdir. Dört yaşın- da iken kasabanın demircisi olan pederi vefat etmiştir. Yedi yaşın- da iken yalidesini de kaybetmiş ve öksüz kalarak akrabalarile yaşamaga başlamıştır. Akrabaları onu-evvela Oklahamaya bilahere öreğöne — götürmüşlerdir. Orada çiftlikte yetişmiş, kasabanın mek- tebine devam ederek. tam bir | en büyük Mmadencilerinden biri olmak üzre tanınmıştır. 1914 senesinde harbi umumit- nin bidayetinde Herbert Hoover Londrada bulunuyordu. Binlerce Amerikalı Avrupada — kalmıştı. Bunların ekserisinin parası olmadığı gibi memleketlerine avdetlerini te'min edecek gemiler de yoktu. Hoover bunlara para ve gemi tedarik etmiştir. Bilahere açlık içerisinde — bulunan — Belçikaya yardım etmek üzere teşkil olunan komisyoha reis intihap edilmis ir. Bu vazifesinde de- muvaffak ol " tış ve harbi umumiye Amerikar n da iştiraki üzerine memleketi: : avdet ederek iaşe işlerini icue etmiştir. Gösterdiği muvaffaki v dolayisile ismi - het tarafa yaıl- mıştır. Harbi umumiden - söonra Polonya, Sırbistan, Avusturya, Çe- koslavakya, Almanya, Rumanya, ve diğer memleketlerde aç kalan ehaliye - yardım için. gönderilen erzak ve me'külatın — idaresini deruhte etmiştir. Son defa 1927 qenesmde Misi Sipi nehrinin tuğ- kasabalı çocuk >hayatı yaşamış Bilahere kollej tahsili görmeği kararlaştırmır. pârasının az:olması onu pek fazla- düşündürmemiş- tir . Kaliforniyada - Pâlo «Altoda “Leland Standford İr. darülfünu- nuna devam etmeğe başlamış ve jeoloji — ile — bilhassa * “alâkadar olarak bir maden mühendisi ol mağı kararlaştırmıştır. 1895den 1914 de kadar hemen, hemen bütün dünyayı dolaşmıştır.Cema- hiri- Müttahideyi “Amerikada.Çin- de, Rusyada, Meksikoda, Ayus- tralyada, cenubt Afrikada* Hin- distanda ve diğer memleketlerde yeni maden ocakları küşad etmiş 1r. Öteki boynunu büktü : ve işletmiş mesleğinde dünyanın tır olanlara - ya- pılu.n muavenet işleri de kendisine tevdi edilmiştir. * Matt 1921 tarihinde reisl Cümhurluğa namzetliğinin vaze- dilgi son Temmuz" tarihine kadar Herbert - Hoover - teisi cumhur Harding ve Kulicin kabinelerin- de ticaret vekili bulunuyordu. Ticaret vekâletinde işe başladığı zeman bu vekâlet belkide ka- binenin 10 vekâleti - arsında en az ehemmiyetli bir. kısım, idi. bu gün büyük bir ehemmiyet kesbetmiştir. Şimdi — bu- vekâlet ticaretihariciyenin, eticari, havatf nakliyatın, ve radyonun ınkişafı hususunda mühim bir tol oyna- maktadır. GÜNÜN LÂTİFELERİ Darülbedayi tiyatro muharrirleri arasında*bir müsabaka yapmak için : bütçesine 1000 lira koymuştur. Gazeteler BHikis,; Mizah, HMüiükâye,; İRomsumn iyatre Her sene Mayısa doğru, ihti- yar teyzesi, Kâmıranın başına gelir : —Beni bu yaz nereye götüre- ceksin bakayım? deye sorardı. Ve hiç kurtuluş yok,Kâmıran, her yaz bir köşk tutup,. teyze- siyle beraber otutrmak mecburi- yetinde kalirdi. Bu hiç'tç höş bir. şey değildi. Bir yaz olsun, istediği gibi. geze- miyor, istediklerini köşke götüre- miyor, ve köşkü, istediği yerde tutamıyordu. Denize yakın olmi- yacaktı; yokus bulunmıyacaktı.. Her sene, teyzesinin: Beni bu — sene götüreceksin Bakayım ? Sualinden gina getiren Küâmı - ran nihayet Böyaciköy sirtlarında yüksek bir tepede, bir köşk satın aldı ve teyzesi gelip de: — Söyle - bakayım, bu yaz beni nereye götüreceksin ? Diye sorunca : — Büu sene seni- satın aldığımı köşke götüreceğim! Cevabını verdi. İhtiyar tey7ede kaşlar çatıldı: - Bana danışmadan köşk mü satın aldın ?.. Nerede bu? Boyacıköy tepelerinde eski sultan saraylarından biri. İhtiyar teyze — azkalsın boğu- lacaktı. Hem denize yakındi, hem de yokuş tırmanacaktı... Kâmıran içinden: Kurtuldum, deye düşündü, dünyada gelmez. Fakat teyzesi, hayretini ve öfke- sini yendikten sonra: —Ne yapayım?.. gelirim! dedi. nereye “kapalı ııdıyı,.. ılogru çekil- miş ve aynanın önündeki kahın hayalini, kim bilir nasıl çılğın bir ümitle Kâmran 'zannettikten son- ra çok acı bir sürette yanlışını anladığı zaman, kollarının arasına baygın bir halde düşen Neyrana karşı büyük bir tehevvür, boğ- mak, öldürmek arzuları veren müthiş bir nefret duymuştu .. Kalbini dolduran bu şimdiki şefkati, ilk defa olarak, dadısını uyandırıp onu yatağına taşıdık- tan sonra, baş ucunda geçirdiği hazin saadetleri azap verici tered- dütleri içinde hissetmişti. Hiç bir suçu olmıyan bu ma- sumu, mesut edemiyecekti de, neden onu almağı kabul etmişti? İşte Neyran annesine “Beni gö- tür. Burdan götür..., Diye yalva- rıyordu... . Hayır Namik onü birakmıya- cak, kurtaracaktı.: Kâmrana kızını bu surette iade etmiyecekti... Neyranı kurtarmalı ona eski felâketli günlerini unutturmalı idi! Bu tasavvurla sevinirken ba- zan bacının bile huzurunu unu- tacak kadar isyan duyuyor: ya hen ya ben? Bnna Telâket- lerimi kim unutturacak? diye haykırıyordu. —3— Neyrandan Vise 7-Mayıs 10. “Sevgili Misciğim, İki ay evel yataktan yazdığım $on mektubumdan sonra benden hiç haber almadığına kim bilir nekadar gücendin!. Çok haklısın Misciğim, işte ben de bu sefer kabahatımı unutturmak için sana sahifeler dolusu yenilikler yazaca- gim. K Son mektubumda, sana yara- mazlığımı, bunu takip eden hasta- lığı babamın yeni şefkatini blraz anlatmıştım.. Ştmdi de, hiç değiş- miyeceğni zannettiğim yeknesak hayatımdaki mes'ut yeniliklerin hepsini birden söylemek istiyor, saadetimin — neresinden başlıya- cağımı bilemiyorum. Şu esnada boynuna sarılip: “Bahtiyarım, Mis,. Bahtiyarım!, demek için çıldırıyorum...Misciğim söylesene, nerden başlıyayım? Olmıyacak sabredemiyeceğim, en €vvela sana anadolu sahilin- azlığına rıgm_env he 'TB tün bu fedakârlıkları de, cici; sevimli bir köşküm değilmi? — Sen Lîc Neyranın o kutlum konaktan — çıkmıyacaığnı zannediyordun değil mi? Babam şu son aylar - içinde hemen her gün evden çıkıyor, sebebini sorduğum zaman: “Sana bir sürpriz hazırlıyorum,sabretl,, diyordu. Bilmem geçen Mmektubumda vazmış mı idim? — Doktor bana hava tepdili tavsiye etmişti. İlk önceler babam bundan çok bah- setti, fena fena acı ilaçları yut- turmak için kullandığı teşci silâhı hep sonu gelmiyen: “Bak seni nerelere götürekceğim!, cümlesi idi. Temamen iyi olup ta yatak- tan kalkınca hava tepdili lakır- dısı bitti. Birkaç defa babam ne- kahat günlerimi - oyalayan bu bahsi açmak istediğim Zzaman, araya soz karıştırdığını görerek kendi kendime bu kısa Tüyaya güzel bir “uğurlar olsun!, çek- tim, Bir hafta evel, tam Mayısın birinci günü sabahleyin erkenden babam beni sokağa götüreceğini söyledi. Düşün bir kere Misciğim, babam ile ilk defa olarak beraber sokıgı çıkıcıkum — köprüye — Ve gittiler. Köşkten içeri. girer girmez, Kâ aklına başka ,bir kür- nazlık geldi: — Teyze, -dedi, bu. konak tekin- değilmiş. — Ne dedin? — Burası- tekin değilmiş...Cin- EKiçik Hikire TEPEDEKİ KÖŞK bekeisi durup: dururken ölüvermiş. — Teyze bü konağın uğursuz- kığu meşhur.. yanına — yaklaşma- dan, bahçesine girenlere de şea- met veriyor.. | Nihayet teyze günün birinde: — Evladım, dedi, ben iskele başında - küçük bir “yalı tuttum orâda” oturacağım... Kâmaran geniş bir nefes aldı. — Nasıl istersen teyze! dedi. 'Feyze hanım gitti. ve çarşıda önüne © gelen > esnafa, — konağın şeâmetinden, cinlerinden, perile- rinden bahsetmeğe başladı. Söy- lediklerini öyle samimt söylüyor- du, ki her kes inandı ve ne bakkal, ne kasap, ne ekmekçi ne de sütçü,artık perili konaga, & tepedeki - büyük köşke - erzak getirmemeğe başladılar. Kamıran, bu hal - karşısında * köşkünü terkedip, teyzesinin tut- tuğu küçük yalıya sığındı. ve tekin değil, perili deye ismi çıkan konağı nekiraya verebildi, ne de satabildi.> Hem köşkünü, hem parsinı kaybeden Kâmıranın yalnız bir tesellisi var: Perili oğlu Kâmıran deye imza atıyor. Nakleden Selâmi İzzet ler periler varmış. İhtiyar teyze, çenelerinizkenet liyerek mırıldandı: — Olkdsun... Kâmıran, teyzesini korkuttu- gunu anladı, ve ondan — sonra her gün, cadı ve peri hikâyesi l ğa, konakta, letdi beri neler olup bittiğini, korkunç ve feci vak'aları sayıp dökmeğe başladı. Her gün sorardı: — Teyze, bu gece gürültüyü duydun mu? — Teyze bu gece az kalsın beni boğuyorlardı. Teyze geçen sene konı ı—ko.ledc bab.ımın. seninle geçen yaz deniz banyoları için gitti- ğimiz “C...., ye bile aldığını gör- düğüm zaman yerimde duramı- yordum. Şu canım babam da ne inatçı imiş yok mu! Bir saatlik vapur yolculuğunda o kadar yal- vardım “Kuzum babacim, canım babacım, - nereye gittiğimizi hiç olmazsa şöyle bir parçacık, ba- şından ucundan söyleyiver!,, de- dim, ama bir türlü kandıramadım. Nihayet “C..., iskelesine vara- bildik. Hoş buranın pek te iske- le denecek hali yok, yal Kışın fırumalardan bekleme odası, bilet yıkılmış — yalnız - denize uzanan ensiz taş rıhtiım kalmış. O sabah, zaten beş on kişiden ibaret olan yolcuların en önünde duran, vapurdan ilk- çıkan ben oldum. Geçen yaz seninle beraber deniz - banyolarımızı - yaptıktan sonra çay İçmeğe çıktığımız ©o iskele başındaki çalgılı kahveye baktım, bomboştu. Kahvenin — aksi yürüdük. Geçen sene- bir gün tesadüfen biçilişini seyrettiğimiz yulaf tarlası yemyeşildi. daki keğri büğrü dar gişesi istikametine Arasın- yoldan geçdk, sağı döndük. m ) MELBUSAT 4 Onun için pek soğuk memleket- lerde yaşayan - insanlara kürk pek muvafik bir libasdır. Fakat mutedil iklimlerde — yaşayanlar için kürke alışmak hem lüzumsuz hemde eyi değildir. Kürkten - sonra vücudu en iyi muhafaza eden yünlü elbiselerdir; yünden yapılan kumaşlardan vücuda getirilen esvaplar, fanilalar, çoraplar sıhhata en muvafık gelen melbusattır. H. B. Z. Dr. Mahiddtn musun? Orada kosebaşındı balı- çesi ta denize kadar — uzanan kirlice tenkli bir köşk vardı. Daha uzaktan dikkat ettim. Ter- temiz, kar gibi beyaz olmuştu, iyan cephesinde henüz iskele var- dı, boyacılar çalışıyordu. Babam oraya doğru yürüyüp yeni boyanmış demir parmaklıklı bahçe kapısını itince şaşırdım. “Kimi göreceğiz, burada kim oturuyor?,, diye sordum. Babam hiç ses çıkarmadan elimi tuttu, içeri girdik. Köşkün ön bahçesi çok guzel tanzim edilmişti. Yere renkli çakıl taşlarından resimler - yapıl- mıştı. Adeta küçük çam ağaçları ile çevrilmiş geniş bir dehlize benziyordu. Etraftaki menekşe ve hercayilerle süslenmiş alçak küçük tümseklerin ortasında he nüz gülü açamamış fidanlar, uzur yapraklı palmiyeler vardi... Köşkün kapısına çıkan beyaz mermer merdivenin iki tarafın: yeşillikli saksılar dizilmişti. Babam — cebinden — çıkardığı anahtarla — kapıyı açtı..? Zevkli döşenmiş çok büyük bir salonı girdik... yüzüne baktım.. gülüm- seyerek: a

Bu sayıdan diğer sayfalar: