kadar bü ASRIN ÜMDESİ *MİLLİYET,TİR 4 MART 1920 BUGÜNKÜ HAVA Dün en fazla hararet nakıs (D), enaz nakıs Bdereceydi. Bu gün de bavanın karlı ve z olması muhtemeldir. Saz kitabı Bir dostum * Sazkitabı , adında bir musiki lügati tertip etmiş, mizah tarzında olah kitaptan şu kelimeleri aldım, tablidir ki hak ver- meseydim almazdım: Santur — Piyanodan evel, taş devrinde yaşamış bir. mahlükun — müstehasesidir. Mısır - Piravunlarından Tu- tankamen dört bin sekizyüz serfe €Vel santuru görmüş, ıntlh diye müzesine koy- durmüştür, bir gün nasılsa üstüne bir şey çarpmış, Çı- kardığı kerih sesten Fira- vunun - karısı - fena — halde korkarak çocuğunu düşür- düğü İçin kaldırıp Nil neh- rine atmışlar, nehrin akin- tısı İle bizim sahillerimize düşmüş, bizde bir şikâr mal sanıp kucağımıza almı- şız. O gün bu gün musikiyi kepaze etmek için kullanıl- maktadır. Tet Parsasını - kendi .toplıyan yegüne alettir ki musikinin arasına niçin ve nasıl karıştığı henüz anla- şılmamıştır. Ansıklopedi mü- zikale göre vaktile meşhur musiki aleyhtarlarından biri nasılsa hükümdar olmuş ve ilk iş olarak kaz derisladen bir tef yaptırarak saz takı- mınin eline vermiş * ömrü- nüz oldukça musikiyi bu- nunla karikatürize edip din- lenilmez bir hale getirin , demiş. Abdullah Sagiri İs- panyadan kovarlarken ar- kasından tef çalmışlardır, İspanyonlarca onun için pek makbuldür. Salr beldelerde densizlik olsun - için kulla- nırlar, Bizde de varsa da pek yakında parçalayıp atacağız. Kanun — Santurun kepa- zeliğine daha ince perdeden tempo tutan bir alet takli- didir. Çocukları, bilmiyenleri, musik! alâtından biridir. diye aldatırlar. Kedi gibi - bütün kabiliyeti - tırnaklarındadır. fakat kedi deriyi, kanun — zevki lırmalar. Keçi boynuzu lezzetindedir. dört yüz man- SÖNEN IŞIK Yazan Bu zalf kemikli çeylerin te- I masinda, hastaya sükünet veren öyle milessir bir kuyyet VAC ki, kavırcık saçlk baş, yumuşak Yas- uğa daha ziyade gömüldü. küçük Kgüzel ağız mes'ut-bir tebessümle aralandı ve genç kız, annesizlik gibi acıların — bilinmediği — rüya diyarına daldı. Neyranın nekahati zahnettik- lerinden daha uzun sürdü. Bir kolundan — gece anneşi, öbüründen babası tuttuğu halde ilk yürüme tecrübesini yaptık. ları zaman bu yatdımları iptida lözumsuz bularak gülen Neyran dizlerinin- bükülüşüne, vücudünü taşımak-istemeyişine hayret etti. Yataktan - sıkılryordu. — Babası her gün öna hikâyeler anlatmağa, kitap okumağa çalışıyordu. Neyran onu tantmayacak ka- dar başkalaşmış bulüyordu. Za vallı babanın içinde meğer ne ik bir şefkat hazincsi TEÜküx, | | lanılmaktadır. ancak bir parça zırıltılı ses işitmek kabil olur. Elyevm Afrika ortasındaki yarı çıp- lak kabileler arasında kul- Kaval — Tanrı taalâ Me- lekleri yarattığı za- man — onlara — kendilerine yakışır, Wâhi kudretini ifade eder bir ses vermek İstemiş. Bütün bülbüller, kanaryalar, sakalar, rüzgârlar, dalgalar gelmiş, - en güzel —seslerini vermişler, hiç birini beğen- memiş, Ozaman hepsi de- mülşler Ki: Yarabbi, biz Ana- dolu dağlarında küçük bir Türk çobanı gördük, o bir şey çalıyor; yerler, gökler, gönüller titriyordu, bir. ke- Dinlemiş, — ahetmiş, ook! beğenmiş ve: Meleklerime | bu Türk çobanının sesini verdim, demiş. On paralık kamıştan yapılan yüz kere | yüz bin dolu hazineden daha| pahalı bir has müsiki nle- | tidir. Musamın asası budur. İsa bunun nefeslle ölüleri dirileti, Alinin zülfikarlığını Henüz bııılımyıı bu kabadapiysen bunu kır da gö- reyim ! Demiş. Eğer kabada- yise bu havayı temmuzda yapsın ! Mi ı Sabah rüfekamızdan birinin daimi muharrirlerinden , heza- rifen bir zatı ikl gün evel Sirkecide buzların üzerine nakışlar yaparken görenler me- rak etmişlerse de bil'ahere bu zatin öteden beri buz üstüne yazı yazmakla maruf olduğu anlaşılmıştır , Berlinde dirtik düzenlik | Haber aldık ki Berlinde talâk işlerine bakan mahkeme- lere 0.kadar fazla talep ve dava varmış ki üç mahkeme yetişmediğinden bir. mahkeme tesisi düşünülüyormuş. Şu halde Alman payıtahtında karı koca arasında dirlik dözenlik yerin- de demektir FELEK KIL.K MT Biz şimdilik bunu çeviriyöruz.. Bir ayak üstünde seksen kiştyi kafese koyan kurnaz adamlardan bahseditiyordu. Bir danesi barbar bağırıyordu ; İnsan — dünyada açık göz olmalı, anladınız mı? Nedir o sürepeler. - Alnımın , terile — çalışıp kitabı konservatuvar müdürü| para kazanacağım diye uğraşır beye tavsiye ederim. FELEK Anlaşıldı ki kar devam ede- cek, soğuk artacak, kış bitmi- yecek , buz kitleleri İstanbul fimanına tekrar hücum edecek, baromctre yüksek tazyık gös- terecek, hep üşüyeceğiz, titre- yeceğiz, donacağız. . Artık bunu anlamadık * kimse — kalmadı , buna rağmen halâ Rasathane- det havanın nasil olacağını , karın devam edip etmeyeceğini soruyoruz. Lükin efendim arlık bilmeliyiz ki ktş mevsimi devam ettikçe bu kar bize göz açtır- mıyacak. İyi ama bunun bir de yazı var, bakalım o zeman bu tosunluğu yapacak mı ? Bektüşinin - biri- bozuk- bir havada yüz dirhem rakı almiş evihe gidip içecekmiş, o esnada dolu yağmağa başlamış ve iri bir dolu tanesi biraz narince olan şişeye gelince , şişe kırıl- aış ve rakı dökülmüş. Bektaşi, tabit bundan müteessir olmuş, şöyle serzenişkâr bir - tavrile BÖK yüzüne baktıktan sonra, tam önünden geçmekte alduğu bir eskicinin demir örsünü ya- kalamış ve semaya doğru- - tu- tarak : babam da kırar, MEBRURE HURŞİT — Şimdiye kadar bürün bu mu- habbeti. bü iyilikleri acaca nasıl Bizliyebilmiş ? | Artık kızının hiç bir işini gece| Anmeye bırakmıyor, şimdiye kadar bir kere bile okşamamış olduğu © güzel saçları, Neyranın kolla- rına henüz küvvet gelmediği için, her sabah kendi eliyle tarayordu. Neyran elinde tuttuğu küçük sedef saplı aynada ona bakarak gület: Bügün bukadar yeter baba- Gım, başım rahatlandı. bile. der ve taranan kısım, dolaşık saçlara karıştıran — sevimli bir. hareketle döner, onun hâlâ şaşgın, şaşgın Tarağı turan ellerine, — sevildiğini bilmek şeyinciyle minnet buse- leri - yağdınırdı. * Namik, hissiyatındaki tahavvü- ltün sebebini kendisi bile anlamı- | yordu. İ Ü gece Tahaksız ğ lığına Tağmen durürlar. — Seni çeşmeye — götürüp susuz getiren adamlar varken sen kalkmışıa da hana bilmem neden dem urayorsun, Geç efendim, geç... Osurada bir köşeye - çekilmiş, söylenenlere - kulak asar gİbİ gö- riühmiyen birine döhdü : Nastl Mazharcığım . Senin mesele işallah halledilmiştir ? Öteki boynunu büktü : Mmüiüzak, Mikâaye, Daha bir şeyler yol — Demek işini çeviremedin ha? Sırtındaki tornistan edilmiş ce- ketl göslerdi : - Biz şimdilik işte bunu çevi- riyoruz. birader .. Kulak misafiri Günün adamı AMERİKANIN YENİ REİSİ CÜMHURU HOOVERİN TERCÜMEİ HALİ Bu günden İtibaren işe başla- yacak olan yeni Amerika - reisi cumhuru Herbert Hoover 10 ağus- tüs 1874 — tarihinde doğmuştur. Doğduğu mahal Lowadakâin üç adah ufak bir evdir. Dört yaşın da iken kasabanın demircisi olan pederi vefat öetmiştir. Yedi yaşın- da iken yalidesini de kaybetmiş ve öksüz kalarak — akrabalarile yaşamayza başlamıştır. Akrabaları anı - evvela Oklahamaya bilahere öregöne — görürmüşlerdir. Orada çildikte yetişmiş, kasabanm mek- tebine devam ederek tam bir kasabalı çocuk hayatı yaşamıştır. Bilahere kollej tahsili görmeği Kararlaştırmır. parasının az olması onu pek fazla — düşündürmemiş- tir. Kaliformiyada — Pâlo - Altoda “Leland Standfotd İr darülfünu- nuna devam etmeğe başlamış ' ve jeoloji — Me “bilhasda “'aldkadar olarak bir maden mühendisi ol mağı kararlaştırmıştır. — 1805den 1014 de kadar hemen, hemen bütün dünyayı dolaşmıştır. Cema- hiri- Müttahideyi “Amerikada. Çin de, Rusyada, Meksikoda, Avus- tralyada, — cenubi Afrikada* Hin- distanda ve diğer memleketlerde yeni maden ocakları küşadl etmiş | ve işletmiş mesleğinde dünyanın Bt car simm /Kiyatro en madencilerinden biri olmak üzre tanınmıştır. 1914 senesinde harbi umumt- nin bidayetinde Herbert Hoover Londrada bulunuyordu. Binlerce Amerikalı Avrupada — kalmıştı. Bunların ekserisinin parası olmadığı gibi memleketlerine #vdetlerini te'min edecek gemiler de yoktu. Hoover bunlara pata ve gemi tedarik etmiştir. Bilabere açlık içerisinde — bulunan — Belçikaya yardım etmek üzere teşkil olunan komisyoha reis intihap edilmie:ir. Büu vazifesinde de muvaffak ol ış ve harbt ümümlye — Amerikar da İştiraki üzerin€ memleketi * avdet ederek daşe - işlerini ic; etmiştir. Gösterdiği muvaffak » dolayisile ismi - her tarafa ya v maştır. Harbi umumiden Polonya, Sırbistan, A vusturyı kosfavakya. Almanya, Rümanva, T memleketlerde aç kalan ı.h&lıyı. yardım için gönderilen erzak ve mekülatın — idaresini deruhte etmiştir. Son defa- 1927 senesinde Misi Sipi nehrinin tuğ> yanından mutazarrır. olanlara — ya- pilan muavenet işleri de kendisine tevdi edilmiştir . 4 Mart 1921 tarihinde reisi Cümhurluğu namzetliğinin vaze- dilgi son Temmuz tarihine kadar Herbert - Hoover — reksi cumhur Harding ve Kulicin kabineterin. de ticaret vekili bulunuyordu. Ticaret vekâletinde işe başladığı zeman bu vekâlet belkide ka- binenin 10 vekâleti - arsında en ax ehemmiyetli bir kısım, idi. bu gün — büyük bir -ehemmiyet kesbetmiştir. Şimdi — bu- vekâlet ticaretihariciyenin. gicari, havat liyatn, ve radyonun ınkişafı sunda mühim bir rol oyna- maktadır. r> GÜNÜN LÂTİFELERİ kapalı odaya., dağru - çekil miş ve aynanın önündeki kabın hayalir dm bilir nasıl çılgın bir ümitle Kâmran 'zannettikten son- ra çok acı bir süretre yanlışını anladığı zaman, kollarının arasma baygın bir halde düşen Neyrana karşı büyük bir tehevvür, boğ- öldürmek arzuları veren müthiş bir nefret duymuştu .. Kalbini dolduran bu şimdiki şefkati, ilk defa olarak, dadısını uyandırıp onu — yatağına taşıdık- tan sonra, baş ucunda geçirdiği hazin saadetleri azap verici tered- düderi içinde hissetmişti . Hiç bir suçu olmuyan bu ma- sümü, mes'nt edemiyecekti de, meden onu almağı kabul etmiştif İşte Neyran annesine “Benl gö- tür. Burdan götür.., Diye yalva- rıyordu.. . Hayır Namik onü birakmıya- Cük, kurtaracaktı.. Kâmrana kızını bu sürette iade etmiyecekti. Neyranı kurtarmalı ona eski felâketli günlerini — unutturmalı idi! Bu tasavvurla sevinirken ba- zan Hacının bile hüzürüunu unü- tacak kadar isyan düyüyor: — — “Bütün fedakârlıkları ? Bana lelâket- letimi kim unutturacak? diye haykırıyordu. e 3 Neyrandan Mise 7 Mayıs 19. «C *Sevgili Misciğim, İki ay evel yataktan yazdığım Son mektubumdan sonra benden hiç haber almadığını kim bilir nekadar gücendin! Çok haklısın Misciğim, işte ben de bu- seler kabahatımı unutturmak için sanâ sahifeler dolusu yenilikler yazaca- gım. « Son mektabulmda, sana yara- mazlığımı, bunu takip eden hasta lığı babamın yenl şefkatini biraz anlatmıştım.. Şimdi de, hiç değiş miyeceğni zannettiğim yeknesak bayatımdaki mes'ut yeniliklerin hepsini birden söylemek isciyor, saadetimin — neresinden — başlıya: cağımı bilemiyorum, Şu esnada boynuna — sarılıp: “Bahtiyarım, Mis,. Bahtiyarim, demek için çıldırıyorum..Misciğim | söylesene, nerden başlıyayım? | — Olmıyacak sabredemiyeceğim, €n Evvela sana anadolu sahilin- de, -cici, sevimli bir köşküm uruihcdwı tiyatro muharrirleri arasındabir müsabaka yapmak için bütçesine 1000 lira koymuştur. Gazeteler — ——— Y İortunü dnaltini akmınca n zannediyordun değil mi? Rabam Şu —son aylar - içinde hemen her gün evden çıkıyor, sebehini sorduğum zaman: “Sana bir sürpriz hazırlıyorum,sabretl, diyordu. Bilmem — geçen Mmektubumda Çazmış mi İdim? — Doktor. bana hava tepdili tavsiye etmişti. İlk önceler babam bundan çok bah getti, Tena fena acı ilaçları — yut- turmak için kullandığı teşci silâhı hep somu gelmi: nerelere götürekceğim!.. idi. 'Temamen iyi olup ta yatak- Tan kalkınca hava- tepdili Jakır- Bak seni cümlesi | dısı bitti. Birkaç dela babam ne- bu | kahat günlerimi — oyalayan bahsi açmak — istediğim Zaman, araya soz - karıştırdığını görerek kendi kendime — bu kısa - rüyaya güzel bir “uğurlar olsun!, çe tim. Bir hafta evel, tam Mayısın birinci günü sabahleyin erkenden babam beni sokağa götüreceğini söyledi. Düşün bir kere Misciğim, bübam ile ilk detfa olarak beraber ıohgı çkıı.ıkum Ve Her sene Mayısa doğru, ihti- yar teyzesi, Kâmıtanın — başını gelir; ceksin bakayım? deye sorardı. Ve hiç kurtuluş yok,Kâmıran, her yaz bir köşk tutup, teyze- siyle beraher otutmak mecburi- yetinde kalırdı. Bu hiç'tç Höş bir şey değildi. miyor, istediklerini köşke götüre. miyor, ve köşkü, istediği verde, tutamıyordu. Denize yakın olmi- yacaktı; yokys bulunmuyacaktı. Her dene, teğzesinin: Beni bu — senes nereye götüreceksin Bakayım * Suâlinden Şiha' getiren Kümi - rar nihayet Böyatıköy sirtlarında yüksek bir tepede, bir köşk satın aldı ve teyzesi gelip de; - Söyle - bakayım, bu yaz beni nereye götüreceksin ? Diye sorunca : — Bu gene seni- satın aldığım köşke görüreveğimi Cevabını verdi. İhtiyar reyudı kaşlar çatıldı: Bana davışmadan köşk mü satın aldım . Nerede bu? Boyacıköy tepelerinde eski sultan saraylarından biri. İhtiyar teyze —azkalsın boğu- lacaktı. Hem denize yakındı, hem de yokuş urmanacaktı... Kâmıran içinden: - Kurtuldum, deye düşündü, dünyada gelmez. Fakat teyzesi, hayretini ve öfke- sini yendikten sonra: Ne yapayım?.. gelirim! dedi. Ve gittiler. Küşkten — içeri. girer “girmez, Kâmıranın aklına başka ,bir kür- nazlık geldi: — Keyze, >dedi, bu. konak tekin değilmiş. — Ne dedin? — Burası tekin değtimiş..Cin- ler periler. varmış. İhtiyar rteyze, çenelerinirkenet liyerek murıldandı — Uklun.. Kâmıran, teyzesini korkuttu- gunü anladı, ve öondan — sonra her gün, cadı ve peri hikâyesi anlatmağa, konakta, seneletden beri neler olup bittiğini, korkunç ve fect vak'aları sayıp dökmeğe başladı. Her gün sorardı: — Teyze, bu gece gürültüyü duydun mu? — Teyze bu gece az kalsın beni boğuyorlardı. sene koni iskelede babamin, seninle geçen yaz deniz banyoları için gitti- Bimiz “C..., ye bile aldığını gör- düğüm zaman yerimde duramı- yordum. Şu Canım babam da ne İnatçi imiş yök muül Bir saatlik vapur yolculuğunda o kadar yal- vardım “Kuzum babacım, canım babacım. nereye gittiğimizi hiç olmazsa şöyle bir parçacık, ba- şından ucundan söyleyiveri,, de- dim, ama bir türlü kandıramadım. | — Nihayet *C., iskelesine vara- bildik. Hoş buranın pek te iske- le denecek hali yok, yal — Kışın fırtınalardan bekleme odası, bilet Kişesi — yakılmış- yalnız - denize UZANAN ensiz taş rıhtim. kalmış. | — O sabah, zaren beş on kişiden | ibaret olan yolcuların en önünde duran, vapurdan ilk- çıkan ben oldum. Geçen yaz seninle beraber | deniz — banyolarımızı — yaptıktan sönra çay İçmeğe — çıktığımız. o iskele Duşındaki çalgılı kahveye baktım, bomböşür. Kahvenin —aksi yürüdük. Geçen sene bir gün tesadüfen biçilişini seyrertiğimiz laf tarlası yemyeşildi. eğri - büğrü dar geçtik, sağa döndük. Bo istikametine Arasın yoldan —Reni bu yaz nereye götüre- | Rir yaz ölsun, istediği-gibi, geze. |/ TEPEDEKİ KÖŞK bekcisi durap. dururken ölüvermiş. Teyze bü konağın uğursuz. İuğu meşhür.. yanına — yaklaşma- dan, hahçesine girenlere de şea- Mmet veriyor. | Nihayet teyze günün birinder — Byvladım, dedi, ben iskele başında — küçük bir yalı tuttum Orada oturacağım... Küyardn geniş bir neles aldı. i — Nasıl istersen teyze! dedi. ) 4 * Teyze hanım gitti. ve çarşıda önüne < gelen - esnafa, — konağın şesmetinden, cinlerinden, perile- tinden bahsetmeğe başladı. Söy- dediklerini Öyle samimi söylüyor- du, k£ her kes inandı ve ne bakkal, ne kasap, nc ekmekçi ©e de sülçüçartık perili konaga, tepedeki büyük köşke - erzak getirmemeğe baçladılar. Kamıtan, bu haf — karşisitda köşkünü terkedip, teyzesinin tur- tuğu küçük yalıya sığındı. ve tekin değil, pecili deye ismi çıkan konağı nekiraya verebildi, ne de Satabilldi. THem köşkünü, hem parsıtı kaybeden Kiâmıranın yalnız bir tesellisi var: Perili oğlu Kâmıcan deye imza atıyor. Nakteden Selâmi İzzet ."“"ıı.lı MELBUSAT 4 Onun için pek soğuk memleket derde yaşayan —insanlara - kürk pek muvafik bir libasdır. Fakat mutedil İklimlerde — yaşayanlar — için kürke alışmak hem İüzumsuz hemde eyi değildir. Kürkten — sonra vücudu en iyi mubafaza eden yünlü - elbiselerdir, yünden yapılan kumaşlardan vücuda getirilen esvaplar, fanilalar, çoraplar sıhhata en muvafık gelen melbusattır. çesi ta denize kadar kirlice renkli bir köşk vardı. Daha uzaktan dikkat ettim. Ter- temiz, kar gibl beyaz olmuştu, iyan cephesinde henüz iskele var- di, boyacılar çalışıyordu. Babam oraya doğru yürüyüp yeni boyanmış demir parmaklıklı bahçe Kspısini “itince — şaşırdım. “Kimi göreceğiz, burada -kim oturuyor?, diye sordum. Babam hiç ses çıkarmadan elimi tuttu, içeri girdik. Köşkün ön bahçesi çok guul tanzim edilmişti. Yere renkli çakıl taşlarından resimler yapıl- | mıştı. Adeta küçük çam ağaçları ile çevrilmiş geniş bir dehlize benziyordu. Etraftaki menekşe | ve hercayilerle süslenmiş alçak küçük tümseklerin ortasında he nüz gülü açamamış fidanlar, uzur yapraklı palniyeler vardı. Köşkün kapısına çıkan beyaı mermer merdivenin iki tarafın: yeşillikli saksılar dizilmişti. Baham — cebinden — çıkardığı anahtarla — kapıyı açtı.? Zevkli döşenmiş çok büyük bir salonu girdik.. yüzüne baktım... gülüm- seyerek: uzanan