lazım. Feyyazda bahl yokdur. Şu kadar var ki o feyze isti'dad şartdır. Kitabullahda (Velleżine cahedu fina lenehdiyennehum subulena.Ve-innallahe leme'a-l muhsinin)(*) buyruluyor. Evet, bu ayet-i kerime sarahaten gösteriyor ki Allah yolunda, Hak yolunda mücahede edenler için tevfik, hidayet mevuddur, muhakkakdır. O halde daha ne istiyoruz? Ne için bu feyze bu inayete kabiliyet gösterebilmek için çalışmıyoruz? Bu dünyada hiçbir şeye güvenilmez. Ne servete, ne sıhhate, ne akla, ne ilme, ne ahlaka, elhasıl hiçbir şeye dayanılmaz. Bakarsınız: milyonlarca servet mahvolur, en metin sıhhatler bir an içinde devrilir; en temeyyüz huylar değişir, kirlenir. Hülasa maddi, manevi, ruhani, cismani, ne varsa hiçbiri için beka tasavvur idilemez. Kaviyyü'ş-şekime hükumetler çöker,. Dünyaya meydan okuyan saltanatlar bakarsınız yıkılır gider. Dünyaları huzurunda titreten kudretler bir varmış bir yokmuş sırasına girer. Güvenilecek, dayanacak bir şey vardır ki o da ancak Allah'ın merhameti, Allah'ın inayetidir. O emr-i ilahiye inkıyad itmeli. Nevaheden sakınmalı. Cema'at-i İslam ile el ele vermeli, çalışmalı. Evet, vahdet lazımdır; Dünya için de, ahiret için de. İslam bundan bin üç yüz elli sene evvel dünyanın en hicri bir köşesinde karanlıklar arasında bir kandil gibi parladı. Pek az zaman içinde o kandil büyüdü bedir oldu. Daha büyüdü, daha büyüdü güneş oldu. Nuru bütün kainatı kapladı. Yirmi beş sene zarfında yirmi beş bin senelik bir tealiye mazhar oldu. Bu mazhariyetin sırrı sahabe-i kiram rıdvanullahu aleyhim ecma'in hazeratının el birliğiyle çalışmaları idi. İslam'ın evvel aralarında senelerce, hatta asırlarca süren birçok kanlı muharebeleri intac eden ne kadar kabile gürültüleri, aşiret kavgaları varsa hepsini unutdular. Bilirsiniz ki ashab-ı kiram iki kısımdır: Ensar, Muhacirin. Bu isimler Cenab-ı Hak tarafından kendilerine verilmiştir. “Ensar” esasen Medine'de bulunanlardır. “Muhacirin” evvelce Mekke'de olub da müşriklerin eza ve cefasından dolayı Aleyhisselatu vesselam efendimizin arkasından Medine'ye hicret edenlerdir. Bu Ensar'ın muhacirlere karşı yaptıkları fedakarlıkların tarih-i alemde hiçbir misli görülmemiştir. Ensar-ı kiram (Evs) ile (Hazrec) kabilesine mensubdur. Bu iki kabile esasen amca çocuklarıdır. Lakin mürur-ı zaman ile Evsilik-Hazrecilik meselesi bu iki kabileyi birbirine düşman yaptı. Değil akvam-ı ibtidaiye, en terakki etmiş milletlerde bile, asabiyet gürültüleri en müdhiş muhasamata sebebiyet verir. İşte bunların beynlerindeki muharebe yüz seneden fazla devam etti. Hatta hicretden bir sene evvel de aynı harb tazelenmişti. Bunlar şeref-i İslam ile müşerref olunca İslam onları barıştırdı. Kardeş oldular. Peygamber aleyhisselama zahir oldular. İslam'ı neşr için feda-yı can itmeye başladılar. Sahabe-i kiram efendilerimizin giydikleri libaslar neresinden eskirdi, bilir misiniz? Omuzlarından, çünkü daima cemaatle kıldıkları namazda saflar adeta sabun kalıpları gibi idi. O ayrı ayrı vucudlar yekpare birer duvar kesilirdi. Aralarından su sızmaz, hava geçmezdi. Görüyorsunuz ya aleyhisselatü vesselam efendimizin safları düzeltmeye atf buyurdukları ehemmiyet neden dolayı imiş. Hep cema'at-i müslimin arasındaki vahdeti te'min etmiş. Fakat Müslümanların bu hali o zaman Medine'de bulunan Yahudilerin hiç hoşuna gitmiyordu. Hatta günün birinde şöyle bir vak'a oldu: Yahudi'nin biri bakdı ki Ensar-ı kiramdan birkaç genç bir arada oturmuşlar, tasavvur idilemeyecek bir samimiyetle konuşuyorlar, musahabe idiyorlar. Herif bunu görünce İslam'ın atisinden kendi hesabına ürkdü. İçi gıcıklandı. -Ne olacak bu? dedi. İş biraz daha giderse bize ekmek kalmayacak.. Bunun üzerine bir delikanlı Yahudi buldu. -Git, şunlara Evs-Hazrec arasındaki vukuatı hatırlat, geç dedi. O da getti. Her iki tarafa aid şairlerin vaktiyle olub biten maceraları musavver olmak üzere söylemiş oldukları şiirleri okudu. Bunun üzerine gençlik saikasıyla her iki tarafın kabadayılık damarları galeyana geldi. Her biri kendi kabilesinin kahramanlığını sayıp dökmeye başladı: İş alevlendi. Hatta biri: -İsterseniz o geçmiş vakaları tazeleyebiliriniz. Sözünü ortaya atdı. Bunun üzerine ötekiler: -Hay hay! Sizden ne korkumuz var? dediler. Hepsi ayaklandılar, silahlarını alub Medine haricindeki taşlık bir vadiye çıktılar. Muharebe başlamak üzere iken vak'adan haberdar olan aleyhisselatü vesselam efendimiz hemen oraya koştular. Hazreti peygamberi görünce her iki taraf durdu. Aleyhisselatü vesselam efendimiz yüksekçe bir yere çıkarak: -Ey Müslümanlar Allah'dan korkunuz, Allah'dan korkunuz! Aklınızı başınıza alınız, daha ben sağ iken, henüz aranızda bulunuyorken cahiliyet davalarıyla mı ayaklanıyorsunuz? Bu hareketlerinizin akıbeti nereye varacağını düşünmüyor musunuz? Mealinde gayet müessir, gayet beliğ muhtasar bir hutbe irad buyurdular. Bunun üzerine her iki tarafın aklı başına geldi, yaptıklarından nadim olarak ağlaşa ağlaşa sarmaşup barıştılar. İşte bu vak'ayı müte'akiben şu ayat-ı celile nazil oldu ki: (Ya eyyuha-lleżine amenu in tuti'u ferikan mine-lleżine ............... le'allekum tehtedun)(**) Bu ayetlerin meal-i kerimi şöyledir: “Ey Müslümanlar, kendilerine sizden evvel kitab gönderilenlerden bir kısmına uyacak olursanız siz sırf iman ile müşerref olmuş iken onlar sizi yeneden ne'uzu billah küfre sokarlar. Ya siz henüz aranızda Cenab-ı Hakk'ın ayat-ı celilesi okunub dururken Allah'ın peygamberi içinizde yaşıyorken nasıl bu suretle küfür yolunu tutarsınız? Kim Allah'ın gönderdiği rabıtaya sımsıkı sarılacak olursa doğru yolu bulmuş olur. Ey Müslümanlar Allah'dan nasıl korkmak icab iderse öylece korkunuz! Ve ancak Müslüman olarak Müslümanlıkda can veriniz. Sonra, hepiniz birden hablellahiye sımsıkı sarılınız. Sakın aranıza ayrılık gayrılık girmesine meydan bırakmayınız. Allah'ın hakkınızdaki ni'metini düşününüz. Hani sizler birbirinize düşman idiniz; Cenab-ı Hak kalblerinizi feyzi İslam ile birleştirdi de onun sa'ye-i ni'metinde kardeş oldunuz. Hani sizler bir zaman ateş çukurunun ta kenarına kadar gelmiştiniz de Cenab-ı Hak sizi oradan kurtarmıştı. İşte, belki tarik-i hidayeti bulursunuz diye Cenab-ı Hak ayat-ı celilesini size böyle sarih olarak tebliğ buyuruyor.. İşte bin üç yüz bu kadar sene evvel nazil olan bu ayat-ı celilenin hükmü kıyamete kadar bakidir. Sebeb-i nüzulu olan vak'a ma'alesef tekrar edip duruyor. Binaenaleyh Müslümanlar aralarında ayrılığı gayrılığı mucib olacak en ufak hadiselerden dargınlığı intac idecek hafif hareketlerden, sözlerden kat'iyen çekinmelidir. Fırkacılık, bunlar artık susmalı. Hep birlikde bugün vatanı müdafa'a itmeli. Asla me'yus olmamalı. Emin olmalıyız ki canla başla çalışırsak, aradaki esbab-ı tefrikayı kaldıracak olursak vatan-ı İslam'ı kurtarırız. İnşallah bundan sonra alem-i İslam hakkında tecelli-i celal cemale inkılab idecekdir. Önümüzde hamdolsun birçok beşaretler var. Bugün bütün Müslümanlar uyandı. Gerek dünyayı, gerek kendilerinin dünyadaki mevkilerini artık anlamaya başladı. Sonra gözleri büsbütün açıldı. Müslümanlar kendi başlarını kurtarmaya, kendi hakk-ı hayatlarını ihkak itmeye çalışmazlarsa kıyamete kadar zillet içinde, meskenet içinde kalacakların anladılar. Ona göre çalışmaya başladılar. Başkalarından merhamet, adalet dilenenin, mürüvvet-i ihsaniyet beklemenin pek beyhude olduğunu bilfiil gördüler; asırlardan beri dalmış oldukları uykudan artık silkiniyorlar. İnşallah bu intibah devam idecek, bütün cihan-ı İslam'a yayılacak yakın zamanda bir gün gelecek ki İslam asırlardan beri kaybettiği şevketini, kudretini, azimetini yine istirdad idecekdir. Bütün aleyhimizdeki cereyanlar biraz değişmiş, eskisinden biraz daha iyileşmiş görünüyorsa, emin olunuz ki bu inkılab hep vatanı müdafa'a yolunda ma'ruf olan bu mücahedelerimizle alem-i İslam'ın lehimizdeki galeyanların tezahürleri sayesindedir. Ey cema'at-i müslimin! Memleketlerinizi kurtarmak için devam eden mücahedatınızda bir noktaya son derecede dikkat itmelisiniz: Bu hareketlerin, bu himmetlerin sırf müdafa'a-i din ve vatan gayesine müteveccih olduğu yar ve ağyar nazarında tamamıyla anlaşılmalıdır. Fırkacılık, menfa'atçilik gibi hislerden külliyen müberra olduğuna yakındakilere uzakdakilere tamamıyla kanaat gelmelidir. Bu kanaati zerre kadar sarsacak bir harekete, bir söze kimse tarafından meydan verilmemelidir. Hususi emeller, hususi içtihatlar yine hususi olarak sahiblerini kafasında, kalbinde kalmalıdır. Çünkü gaye birdir. Efrat tarafından o müşterek gayeye karşı gösterilecek ufacık bir inhiraf son derece muhtac olduğumuz vahdeti temelinden sarsmaya kafidir Onun için bundan son derece de sakınmalıdır. Cema'at içinde herkesin uhdesine düşen bir vazife-i vataniye bir fariza-i diniye vardır ki onu ifadede zerre kadar ihmal göstermek caiz değildir. Bu hususda bir ferd kenara çekilerek seyirci kalamaz. Çünkü düşman kapılarımıza kadar dayanmış, onu kırıb içeri girmek, harimi namus ve şerefimizi çiğnemek istiyor. Bu namerd ta'arruza karşı koymak kadın erkek, çoluk çocuk, genç ihtiyar.. her ferd için farz-ı ayn olduğu bir lahza hatırdan çıkarılmamalıdır. Bugün herkes vasatı sarf ile mükellefdir. Osmanlı saltanatını a'la için “Karesi”nin, bu kahraman İslam muhitinin vaktiyle ne büyük fedakarlıklar gösterdiği herkesin malumudur. Rumeli'yi başdanbaşa feth edip hep bu toprakdan yetişen babayiğitleri o kahraman ecdadın torunları olduğunuzu isbat itmelisiniz. Anadolu'yu müdafa'a hususunda diğer vilayetlere ön ayak olmak şerefini siz ihraz ettiğinizi sa'yiniz meşkurdur. İnşallah bu şan ve şeref kıyamete kadar gider. İnşallah vatanımızın haysiyeti, istiklali, sa'adeti, refahı, ümranı dünyalar durdukça masun ve mahfuz kalır. “Allahümme'nsuri'l-İslame ve'l-müslümin. Allahümme'nsur men nasare'd-din. Vehzül men hazelel müslimin. Rabbena'ğfir aleyna sabren ve sebbit akdemena vensur ale'l-kavmi'lkafirin. Velhamdulillahi rabbi'l-alemin.” ----∼∼∼∼----- İrade-i Milliye Müdiriyet-i Muhteremesine Beş altı seneden beri mektebe ve mu'alliminin istifadelerine mahsus olmak üzere tedarik idilen kitabları çoğaltmak ve bir mekteb kütüphanesi te'sis etmek meselesi Numune Meclis Mu'allimliğince bil-müzakere takarrur etti . Hafız-ı kütüblüğüne Sivas Darülmuallimin'inden birincilikle me'zun, Malaga Öksüz Yurdu ____________________ (*) Ankebut Suresi 69. Ayet (**) Ali İmran Suresi 100-103. Ayetler