Asri Zihniyet ve Tenakuzlarımız Bugün memleketimizin mukadderatı üzerinde az çok haiz-i tesir bulunan mütefekkirlerimizden hiçbiri, yokdur ki: memleketin selameti ve atisi mevzu-u bahs olduğu zaman birinci şart olarak asrileşmek zihniyetinin lüzumundan ve asrın hakim olan esaslarına göre yapılacak ıslahat ve terakkiyata istinaden isbat-ı beka ve mevcudiyet eylemek fikrinden fariğ olsun. Filhakika her asrın öyle hakim esasları olur ki o asırda beşeriyetin müfid bir unsuru olarak yaşamak isteyen her millet ve her cem'iyet, bu esaslara istinad itmedikçe bekapezir olamaz; ve bunun hilafını düşünmek, her mütefekkir için ma'yub bir zihniyet add olunur. Memleketimizin selamet ve sa'adetini düşünenlerimizin de her şeyden evvel asrın bu esasat-ı hakimesine istinad itmeleri tabi'i ve zaruridir. Ancak bizim memleketimizde, her nedense, daima iddi'a idilen prensiplerin hilafını yapmak, ve daima yapılan şeylerin hilafını düşünmek mu'tad olduğu gibi vaz'edilen bir esasın istilzam ettiği teferru'at da fiili, ve ameli programlarda ve mütala'alarda daima esaslardan ayrılarak tenakuzlar göstermekde mütemadi bir gaflet, hastalık şeklinde musırr u anud bir gaflet teşkil idiyor. Asri zihniyetlere yaklaşmak isteyenler, ve asrileşmek lüzum ve ihtiyacını ileri sürerek bunun etrafında münakaşat yapanlar, nazariyat sahasından ameli ve fiili programlara, hadiseler ve meseleler üzerinde tesbit edilmesi lazım gelen kanaatlere intikal idince, evvelki iddi'alarının büsbütün makusunu iltizam idiyorlar, ve belki farkında bile olmuyorlar. Vakı'a Şark'da hissiyatın fikirler üzerine galebesi adeta şerait ve müessirat-ı tabi'iyenin bir netice-i zaruriyesidir. Hususiyle bizim memleketimizde terbiye-i iradenin noksanı, kabul ettiğimiz fikirlere ve nazariyelere göre ef'al ve harekatımızın idaresinde henüz meleke peyda idememiş olmamız gibi esbab-ı ruhiye kabil-i inkar değildir. Binaenaleyh fikrimizle düşündüğümüz zaman daima doğruya yaklaştığımız halde, harekat ve fiiliyat sahasında hissimizin tesiri altında kalarak makusunu ihtiyar ettiğimiz çok vaki' ve çok tabi'idir. Fakat münevver fikirli ve memlekete hakim düşüncelere salahiyetdar zevatı bu zayıf zihniyetlere ve iradelere malik add idemeyiz. Bu zevat-ı muhtereme arasında zamanının pek çok kısmını Garb muhitlerinin saha-i irfan ve terbiyesinde geçirerek Şark'a mahsus noksanlarını ıslah ve telafiye imkan bulmuş olması lazım gelenler pek çokdur. Fakat her nedense, bunlarda dahi aynı tenakuzları, ve aynı makus düşünce ve hareketleri görüyor ve müteellim oluyoruz. Asri zihniyet, bizim bildiğimize göre beşeriyetin cem'iyetler ve hükumetler teşkil itmesinde en evvel amil olan menafi'-i müşterekeyi sıyanete raci' esaslara, ilim ve fennin, terakkiyat-ı umumiyenin bugüne kadar vücuda getirmiş olduğu umdelere istinad idebilmek, onlarla kabil-i te'lif olmayan ananat ve esasatı ta'dil ve ıslah iderek istikbale kuvvet ve itimat ile yürümekdir. Milletlerin hayatına tatbik ettiğimiz halde, diyebiliriz ki, asri zihniyet, bugünün halk ve milliyet, vahdet ve müsavat gibi uzun asırların erike-i irfanı üzerinde ilan-ı hakimiyet eden esaslarını kabul ve an'anat-ı kadimesiyle, temayülat-ı ruhiyesiyle, esasat-ı diniye ve i'tikadıyesiyle mezc etmek, terakkiyat-ı beşeriyenin her şu'bede vücuda getirdiği menabi'-i cedideden evsaf-ı milliyesindeki hususiyetlere göre istifade iderek sa'adet-i umumiyeye çalışmak, kavi, mukdedir, münevver ve müteşebbis ferdlerden mürekkeb ve samimi bir tesanüdle yekdiğerine merbut bir kütle halinde milletler cem'iyeti arasına karışarak mevcudiyetini ve hakk-ı bekasını isbat ve iddi'a etmekdir. Şu halde asrileşmenin iki şartı vardır: Dahilen, asr-ı hazır terakkiyat-ı umumiyesine müstenid menabi' vücuda getirerek buna istinad idecek kuvvetli bir kütle, haricen, bu kütlenin mevcudiyetini ve hakk-ı bekasını, diğer milletler arasındaki mevki-i şeref ve haysiyetini muhafaza idebilecek haris-i istiklal ve hayat, hassas ve metin bir vaziyet… Asri olduğunu, ve hiç olmazsa asrileşmek kabiliyetinde bulunduğunu iddi'a eden hiçbir millet dahilinde vahdet ve tesanüdü imhaya, hariçde hak ve bekasını ve mevki-i şeref ve haysiyetini ihlale badi olacak nifak ve zilleti kabul idemez. O kadar ki mesela bugün, Harb-i Umuminin ibka ettiği herc ü merçler arkasında birer müstakil millet halinde yaşayabileceklerini iddi'a iderek cihan-ı medeniyetin tenkid ve tedkikine arz-ı vucud eden küçük milletler mevzu-u bahs olduğu vakit, teşkilat-ı milliyelerinin pek vahdet ve tesanüde, memleketlerinin menabi'-i cedide-i medeniyeye malik olub olmadığı, ve nihayet iddi'a ettikleri istiklal ve mevcudiyeti müdafa'a ve muhafazaya kabiliyetlerinin derecesi araştırılmakdadır. Bir asır evvelki zihniyetlerle yaşayanlar, ve almak istedikleri mevkiin şeref ve haysiyetini düşünmeyerek her ne menfa'at mukabilinde olursa olsun, şunun bunun, daha büyük ve daha zengin milletlerin alet-i ihtirası mevkine tenezzül edenler, muvakkat bir müddet için zahiri bir istiklal ve mevcudiyetle şekillerini muhafaza etmiş olsalar bile baziçe oldukları herhangi bir kuvvetin atide esir ve mahkumu olarak kurtulmuş zann ettikleri mevcudiyetlerinin ebediyen zeval bulduğunu görürler. Halbuki, ma'atteessüf bizim memleketimizde müttefiklerimiz bir tarafdan asri zihniyete sahib olduklarını, ve bu milletin hür, müstakil, ve kabil-i inkişaf ve terakki bir mevcudiyete malik bulunduğunu ve binaenaleyh asrileşmek için lazım olan şeraiti ma'a-ziyadetin cami' olduğunu ileri sürdükleri halde, diğer tarafdan bütün bu herc ü merç içinde ve etrafı muhit olan karanlıkda açık ve tehlikesiz bir yol bulmak çaresi mevzu-u bahs olur olmaz, ya meş'um bir korkunun, menfur bir inkisar-ı ma'neviyatın, yahut uzun ve şedid mücadelelere sükun ve huzuru, atinin sa'adeti ebediyesine şu birkaç günün zevk-i hayatını tercih etmekten mütevellid çirkin bir hodendişliğin tesiri altında, şu veya bu devlete yalvarmaktan, şu veya bu milletin teveccüh ve merhametini celbe çalışmaktan başka çare göremiyorlar. Bir millet namına idare-i kelam edenlerin, o millete yapabilecekleri hakaretin en büyüğü, ve bir memleket namına düşünenlerin, o memlekete idebilecekleri hıyanetin en menfuru, namus ve izzet-i nefis meselelerinde fedakarlık tavsiye etmekdir. Muharebelerin meşru'iyetini pek müşkülat ile kabul eden sulh ve müsalemet tarafdarları bile, yalnız namus ve şeref meselelerinde harbi bir zaruret olarak telakkiye mecburiyet görürler. Böyle olduğu halde, muhafaza-i hayat ve mevcudiyet etmek istemeyen, hakk-ı bekasını cihana isbat ihtiyacında bulunan bir millet, efkar-ı münevveresinin lisanıyla ilk hamlede şeref ve haysiyetini, namus ve izzet-i nefsini fedaya temayül gösterir ise, o millet için yaşamak hakkı nasıl kabul olunabilir, ve bu ne tarz müdafa'adır anlamıyoruz. Zilletle istiklal, esaretle hürriyet gibi bir arada mevcud olamayan evsafdan ma'duddur. Başkalarının merhamet ve ulüvv-i cenabına, yahut menfa'at ve ihtirasatına istinad iderek yaşamak isteyen bir millet, üç beş günlük hayatı, ve efradının beş on günlük zevk ve sükunu mukabilinde evvela dinin şeref-i istiklalini feda idiyor demekdir. Böyle bir milletin asri kabiliyetini kim teslim idebilir? Yaşamak istihkakını isbat etmek için hiçbir millet diğerine tecavüz mecburiyetinde, hatta diğer bir milletin menafi'ini ihlal zaruretinde değildir. Milletlerin yekdiğeri zararına inkişaf ve terakki idebileceklerini kabul eden insanlar, hiç olmazsa dört beş asırlık hadisat ve terakkiyatın arkasında kaldılar, artık **seler bile yaşayamazlar Fakat tecavüz itmemek, ızrar itmemek, tecavüzü ve zararları başkalarından görüb sükut ve tahammül etmek demek değildir. Asri zihniyet, ve asri kabiliyetlere malik bir millet, menafi'ine, istiklaline ve tamamiyetine o kadar sıkı sarılmış olmalıdır ki ona gelecek en küçük bir tecavüzün hiçbir zaman afv olunamayacağını, velev milletin tamamen tarihe intikal itmesini icab idecek bir musara'a ihtimali bile olsa sırf şeref ve namus-ı milli namına bunun göze aldırılacağını bütün cihan bilmelidir. Hakk-ı beka, hakk-ı mevcudiyet, istiklal ve şeref-i milli gibi milliyetperver geçinen zevat-ı münevveremizin tekrar edip durdukları kelimelerin ma'nası budur. Yoksa zahiri bir va'ad-i tamamiyet ve şekli bir çerçeve mukabilinde şu veya bu devletin eteklerini öperek, şu veya bu milletin merhamet ve sıyanetine sığınarak zillet ve esareti peşinden kabul etmek, bu asrın milliyet esaslarıyla, cem'iyet ve ictimaiyat prensipleriyle asla kabili te'lif olamaz. Biz, vakı'a zayıf, silahsız, başkalarını pek az zarar iras idebilir bir millet haline geldik. Bu itibar ile bize tecavüz edenlerin korkusu olmayabilir. Hususiyle hiçbir devlete tecavüz ve ta'arruzu zihnimizden bile geçirmiyoruz; ve geçiremeyiz. Fakat asrımızın efkar ve esasatına vakıf olduğumuz için her millet gibi biz de beka ve mevcudiyetimizi, şeref ve istiklalimizi kime karşı olursa olsun iddi'a ve müdafa'ada, ve bunun için can vermekde bir zevk, bütün ezvakın fevkinde, bütün maddiyatın üstünde bir zevk-i ebedi buluyoruz. Anadolu, asri zihniyetden bunu anlıyor, ve inkişafını, hayatını ancak bu zihniyetle mümkün görüyor. Bizim hesabımıza merhamet dileyenler bizden değildir.