3 Mayıs 1940 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

aa - _—,_ Aıg VV. aa 1940 ON MEYVA TUZU IVlüfeı'rih ve midevidir HABER— AkçımPuıtııı Inkıhaz hazımsızlık mıda bulaniı ve bozukluğunda, barsak tembelliğinde, mide ekşilik ve yanmalarında emnmivatle kullanılabilir. MİDE ve BARSAKLARI temizler alıştırmaz ve yormaz. MAZON isim ve HOROS markasıma dikkat, v 6 oB W Ö İ 4 " Üıı Ü j K %udaha oturıdu veda j ta düşünce, ihtiyacı di v%mleriân Feride? ) Stay — elti | xı (“: / | Hîî“na Belirsiniz, Pi % yavl'ucı.ığı,mıı_ bu sefer uz Belki bu Sarip bulanlar olur ""U II"Wteı'ıkendım Ğ'îîdu her gidişimde | _ı ğ da. lata getirmeni- qrh,_ ';İkblatamzı gön: t“hafl Ben mürebbi- N,. mi? Necıp Na- İ yazar_ mı : qu%hndine “Zavallı h ah da * çalışmakta elem Hİ e yor kendisi- A d Gi bitiri- n SOra Necip Nadirin kimbilir şim Macerasından bu ne ka- Genç kız ile ko- gün çok ma- 4 ST kalbi kıracağını hıı,.-_ Aralarındaki hükmettirecek Söylememişti. Artık zmıı. Necip Na- aşmrştı çünkü o*'ıq zZamanınım bit la“"!faaıgma kanidi. h Bf aI*’—İâ—'le vakası Feri- İçin ne acı bir tec- qun İ cühkü Feride, haki- mtı;k_ l“ İ seviyordu. Za- amsıle beraber izliği de his- İ' hi %arm epsi yetmiyor- Rln, bı, aaınımî kalbile sevmiş, onun %%’! p hayatta ü- h&qd"“nu kalmak ıstı- u. Artık bu kas lem bu çocuk için NCZ % i Clelrîe N k bl!l ecip Nadirin Unduklarına âdeta '::'“”ha Şu dakikada dOnıErken gözü ör çocuğun hayali Sığınan mahzun Nüalsm diye elinden &diri yakalar, Feri- " A Nâ:dçîmkıbum- değildi. Md“'l 18 ağuslos tenbih Bu tmbıh pek ya gelip odama elime al- Va ki... Bana her s'um)'al'ı görünü" İ Mesafenin çoklur x%mya binizi yanım- *Nı önce de ö b mbah 'îe im. bana tebes- “hirli diyarm- *ğimz gün... O x !Yordu"ı Bel- duşundük- : dü Niçiri bu NAKLEDEN: BURHAN BURÇAK a Tük ea cv _yorum/ korkunç ve meşum iptilâdan onu kurtarmağa çalışmadım? Hayatını bitiren bu fena iptilâdan niçin onu sevgim kurtaramadı? Ne yapabilir- dim, Kerim...? En küçük bir arzu- suna mani olmaya kalkınca hür- metsizlik ve hödbinlik hissi duyar- dım. — İstanbuldan uzaklaştığım halde bu meşum hatıralandan kur- tulamıyorum. Bir daha hiç göremi- yeceğim; sevgili — Dürdaneyi dü- şündüğüm zamanlarda aramızda ölüm kadar derin bir uçurum bu- lunan bir başkasını — düşünmefe başlıyorum. Artık cesaretim kal- madı. Bu sabah beşte — uyandım, uykum kaçtı, pancurları açtım ve tekrar yatağıma uzandım. - İçinde küçücük kaldığım büyük yatağım- da o kadar derin bir yalnızlık his- settim ki kendi kendime şöyle dü- şündüm: “Ölsem ne kadar iyi olur.. Bun- dan yalnız siz, siz — üzülürsünüz, yalniz siz.. fakat tuhaf değil mi? Ben ölmek istemiyorum.,, Size da- ha ilk mektubumda çok manasız şeyler yazdığımı görüyorum. Küçük talebem çok sevimli. Gü zel değil, fakat sıhhatli, mütebes- sim, penbe yüzlü bir çocuk... Her gördükçe insana öpmek hevesi veri yor. Beni seveceğini söylediğiniz zaman ne kadar haklı — imişsiniz. Daha görür görmez “çok memnu- num, siz büyük bir çocuğa henzi- yorsunuz!,, dedi. Sizin nazarınızda da ben bit bü- yük çocuk değil miyim, — Kerim? Bay Nüreddinin karısı bayan Sa- hika herkesin güzel bulduğu mun- tazam yüzlü, uzun boylu, mağrur tavırlı soğuk bir kadın... Fakat bu soğukluğuna rağmen — son derece terbiyeli, hattâ bana karşı — lüzu- mundan fazla nazik — davtanıyor. Bay Nuraddine gelince, karısına hiç benzemiyor. görünüşü, lisant kaba ve âdi, maamafih iyi bir ada- ma benziyor. Kızını çılgınca sevi- yor. Bana karşı da pek nazik dav ranıyor. Küçük — Leylâ ile benden bahsederken “çocuklar,, diyor. Dün her ikimize de şeker aldı; fakat bu insanlar bana ne kadar yabancı.., Elemlerimden ve ıstırablarımdan ne kadar habersiz ve kayıtsızlar... Allaharsmarladık, dostum.. Yazıla- rıma sizden cevap İsterim. Güneşli mavi deniz :'mdi yavaşça uzaklaş- tr. Aramızda parlak sarı bir kum | tabakası var. Ufukta denizle gökü biribirinden farketmek kabil değil.. Denizde yelkenlerin ve gökte kuş- ların kanatları biribirile karışıyor.. Beni her zaman seviniz ve düşü- nünüz kahraman dev! ellerinizi sı- karım. Feride Zonguldak, 20 ağustos Benimle konuşan, beni azarla- yan ve beni seven mektubunuza ve size teeşkkür ederim, — sevgili | Kerim. Demek öyle ha! Demek — biraz değil, çok pek çok müteessir ola- caksınız, öyle mi? Bana — cesaret tavsiye ediyorsunuz. Hakkınız var. Mademki vazifemiz — yaşamaktır. Ölümü düşünmek doğru — değil.. Bana diyorsunuz ki “hayat bizi sürükler, götürür.. Yolumuzu ta- kip etmeğe, yürümeğe mecburuz. Mezarların önünde uzun — zaman tevakkuf etmeğe hakkımız yoktur.. Krymetli bir hazine gibi hatıraları- | Mmiızi muhafaza etmeli, ve sevgili ulularımızı kalblerimizde — yaşat- malıyız.,, Bana acryorsunuz, Ke bana o kadar iyi geldi ki.. “Sizin yaşmızda daima ümit etmeli, her şeye rağmen ümidi kesmemelidir,, diyorsunuz. (Devamı var) SARAYDAN SanRemo'ya SanRemo'dan AALE Z Malatan : Vahideddin'in Türüncubaşısı Kavserh ŞÜK Üİ —T79 — Ne verdi? — Kırk altın.. Düşün bir kere, bu kadar muazzam bir işe başla- mak için kırk altın yeter mi? — Doğru, az vermiş ama, şim:- di lâf aramızda, mademki o kâğı- dı, yani o açık bonoyu imzalamış, evelallah sen gene işini mükemme- len becerirsin! — Yani biraz daha almak için sen kendisine bir şey diyemez mi- sin? — Münasebet almaz. — Padişah belki seni tecrübe etmek — istiyor, sen hele bir şeyler yap, bir parça kendini göster, ondan sonra Allah kerimdir. — Peki, ben döst sözü dinlerim. Ve göreceksin bu sefer seni de mah Ccüp etmiyeceğim. Öteline uğradık. Birer kahve iç- tik. Sonra vedalaştık. O derhal Romaya gidecek, oradan da ağlebi ihtimal teşkilât yapmak için Ror manyayı boylryacaktı. Ben bu işlerden hiçbir şey çıkmr yacağını, burada ecelimizi bekle- mekten başka yapacak bir işimiz kalmadığını bilmiyor — değildim. Kendi kendime; dostlar alış verişte görsün, diyor ve gözlerimin önün- de cereyan eden bu komedyanın, günün birinde bizim kesemize de dokunacağını hiç aklıma getirmedi- ğim için işin alayında idim. Doğrusunu isterseniz, İstanbul- da karınca yuvası gibi işliyen sa“ raydan çıkıp böyle kuş uçmaz ker- van geçmez bir köşede inzivaya çe kilmek, buna katlanmak pek güç olduğundan, insan ne olursa olsun bir faaliyet, hareke de — isemiyor değildi. Gümülcüneli gittikten son” ra gene bizbize biribirimizin yüzü" ne bakmaktan başka ne yapabilir: dik? Bereket versin, — aramızdaki geçimsizlikler bitip tükenmiyordu. O uysal,babacan haremağalarma bi le bir sinir, bir huysuzluk, bir baş- kalık gelmişti. Hele Reşat paşa iİle Zeki bey biribirile hiç geçinemi- Yyorlar, durup dururken mesele ize- rine mesele çıkarıyorlar, padişahı bile rahatsız ediyorlardı. Meselâ Zeki bey tutturmuştu: “Doktor paşanın kahvaltısı, yeme- ği neden odasına gidiyor da, ben cemaatle salonda yemek yiyorum. Ben ondan aşağı mryım, Ya o da bizimle beraber sofraya oturacak, yoksa benim yemeğim de odama getirilecek!,, Bu gürültüyü duyan — padişah beni çağırdı: — Vallat' başımı alıp — gidece- ğim. Bu huysuzluklardan artık el- aman.. Viliâyı timarhaneye çevir- diniz, Zekiye söyle, çenesini tut- sun, rahat ötürsüun, döktoör paşayı da çileden çıkarmasın!,, dedi. Padişah bu işte haklıydı. Çünkü zavallı doktör paşa, zaten kaç gün | dür bir tuhaf olmuştu. Dalgın, dü- şünceli, kederli, sessiz bir hali var- dı. Bir kelime ile biçareye müthiş bir vehim gelmişti. | Bir gün parasız kalmıştım. Ay başina birkaç gün kaldığı için — Zaten ödünç vermesini ve çentikli hesabı hiç sevmiyen — padişahtan istemeği muvafık bulmadım. Dok tor paşadan yüz frank borç iste- yîm de aylığı alınca veririm, de- Berberbaıı ile aşağı inerken, fmedivende doktor paşaya rastgel- dim. İstiyecektim, — “Akşam dö- nüşte odasına çıkar, hem çan' çan ederiz, hem orada isterim, daha i- yi.,, dedim. Doktör pasa bizi ğgörünce durdu; — Nereye böyle.. Ahbab çavuş- lar, ne yana? dedi, — Buyurun paşa birlikte gide- lim, deniz kıyısında biraz dolaşa- cağız, hava alırız. — Bu memlekette hava — yok.. diye yürüdü, haydi güle güle.. Gittik, geç vakit villâya döndü- ğümüz zaman, kapıdan — girerken || haber verdiler: — Doktor paşa intihar etti. Has taneye götürdüler. Şaşırdık, kaldık. İnsan ne de ol- sa her şeyden evvel kendini düşü- yor hani. “Ne olurdu, merdiven başında rastgeldiğim zaman şu yüz İrangı isteseydim, ne — halt ettim de akşama bıraktım,, diye üzülü- Yordum. Doktor paşa meğer villânın ten- halığından istifade ederek, salona çıkmış, aynanın İçarşısında geçmiş ve tabancasını beynine sıkıvermiş. Ortalıkta kimsecikler bulunmadığı için de tabanca sesini duyan ol- mamış. Âdamcağız olduğu yerde yılılmış kalmış. O sırada sokaktan — gelen Zeki kapısı o salona açılar odasına gi- rerken doktor paşayı yerde görmüş ama; “aklına ezmiş, uzanmış yatı- yor,, diye ses çıkarmadan geçmiş, odasına girmiş. Tekrar — çıkarken merak etmiş doktor paşanın yanı- na varmış, bir de — ne görsün: A- damcağız kanlar içinde can çekişi- yor, başının ucunda da bir rovel- ver, Zeki hemen dışarı koşar — sağa sola seslenir, yukârdan inerler, te- lefon ederler, hastaneye, doktora, hükümete haber verirler. Müstan tik, müddeiumuümi falan gelir, ve henüz ölmemiş fakat söz söyleme- e mecali de kalmamış olan döktör paşayı hastaneye kaldırırlar, Paşa meğe- gündüzden — bütün eşyasını, bir tarafa gidiyormuş gi bi, toplamış, hazırlanmış. Traş da olmuş, 70 İngiliz lirasından ibaret olan parasını da uçkuruna bağla- mış, oracığa (ben intihar ediyo- rum!) diye bir de kâğıt yazım br rakmış, sonra bu işi yapmış.. Adamcağı; gece hastanede vefat etti. Padişah çok müteessir olmuştu. Ö gece odasmda bir aşağı bir yu- karı dolaştı. Hiç yatağına uzanma- dı. Birkaç defa beni yanınma çağır- mış, ve her seferinde: — Böyle ölmemeliydi, hem kemr dine yazık etti, hem de bizli müş kül bir vaziyete soktu.. diyordu. Bir aralık ben; — Müukadderat, demiştim.. E- cel.. Alın yazısı"bu imiş... Padişah buna kızmıştı: — Lâf bunlar... Adamcağızı o Zeki edebsizi bu hale getirdi. Di- vane etti, nihayet işte kanına gir- di. Sabahleyin hepimiz hastaneye gittik, İmam falan yoktu. Bir san- dık yaptırdık. Cenaze arabası da geldi. Biz de takıldık peşine... Bir az yürüdükten sonra haremağa- ları, Zeki, Mahir bey vesaire “biz yorulduk, daha fazla gidemeyiz.., diye döndüler. Arabanın arkasında iki İtalyan bahçıvanla ben yalnız kaldım. Boynumu büktüm, mezar- lığa gittim. Orada tabutu bir oda- ya yerleştirdik ve döndük villâya. Padişah hâlâ müteessirdi: — Ölüm fena şey, Şükrü, hele böyle gurbette, böyle — kimsesiz, yapayalnız can veriş çok hazin bir $ey.. Aman yarabbi, diyor ve ilâ:- ve ediyordu: (Devamı var) Karşıkı komşu Penceremden . üçüncü kat kar- şımızdaki apartmanın bu — odasını bu odada güzel, cazip bir kadın gö- rüyordum. Evli olduğu belliydi; çünkü sabah, öğle ve akşamları o. rada bir de-erkek dolaşıyordu. Fa- kat bu adam ya midesinden muz - tarip, yahut da evlendiğinden mem nun değildi. Datma somurtkan du. rüyordu. Ve, mutlaka bu kadım kocasm - dan memnun değildi. Bunu ona bak tığım zaman bana daha fazla bir ısrarla bakmıya başlamasmdan an. ladım. O andan sonra ufak bir ba - hane İle penceremin önüne geçer, caz'p kadmın da kendi penceresin: de görünmesini beklerdim; o pen. cereye gelince, hemen faaliyete gecip, manidar bakışlarla yüksek maksatlarımızı ifadeye başlardık. Bereket versin karım bir geyden şüphelenmemişti. Yoksa pencereyi kapatır, yahut mıhlar, belki de başka eve taşmmaya kalkardı. Gözlerimin büsbütün de kör oldu - ğunu söylemek istemiyorum. Fa. kat o farkma varıncaya kadar biz bakışlardan tebessümlere, tebes - sümlerden de el işaretlerine geç - miş, dışarda Trandevumuzu tesbit etmiş bulunuyorduk- Bir gün akşam saat altı buçukta tayin ettiğimiz yerde buluştuk.: «Çoktanberi birbirini tanryan iki ah. bap tavrile Bselâmlaşarak bu ro - | mantik idili tertip etmek arzusun. da bulunan mukadderata teşekkür lerimizi ifade ettik, Sonra vakıt kaybetmamek için hemen isimle - rimizi söyledik. Ruhiye: —- —- Acaba benim için ne düşünü- Yorsunuz, diye söze başladı. Tanı . madığı bir komşusu ile anlaşan ev- LN bir kadm! Namus korkularını teskine çalış. trm: — Siz de benim için aynı şeyi düşünüyorsunuz. Çünkü ben de ev- liyim ! — Evet, fakat siz erkeksiniz. —— Siz de kadmamiz- Zatan bü sebeple anlaştık! Siz de her höülde benim gibi, evlendiğinizden meni - nun değilsiniz... Başmı müsbet gekilde — salladı. Sonra asıl mühim mesele geliyor. dut: Hayata dair mültalâğalarımızı söylemek için ne zaman ve nerede görüşetektik. — Şunu söyliyeyim ki, ben dışa- rıya çıkamam, Kocam çok kıskanç ti Bugün ona bir gey söyleme . den çıktım! — Peki ne olacak? — Fn iyisi, evimda görüşelim. — Güzel, fakat ö-« — Macit mi? O her zaman geç gelir. Ön birden sonra- — Ya b'zi görürlerse? — Böyle bir tehlike yöktuüur. A - partmanın on iki odası var: Örada müayenehanesi olan beş doktordan herhangi birisine gittiğinizi sanır . lar- Benim odamm kaptsmdan gi - rerken de sizi kimse görmez, Teklif, makul ve pratikti. Ertesi günden iİtibaren ziyaretime başla . drm. Kapıcı nereye gittiğimi sor - madı. İnip çıkanlar çoktu- Bu su- retle aralık kapıdan Ruhiyenin odasma giriverdim: Hayatrmın iki mes'ut saati orada geçti. Ayrıldığım zaman kalbim aşk ve neşe ile taşıyordu. Yarım saat sonra, on bire çey. rök kala otu:duğum pencereden, Rühiyenin odasımda Macidin silüc- tini gördüm. Ö gece çok rahat u - yumuştum. Tabif, diğer günler de ziyareti - me devam ettim- Evimden on met- re mesafede bana birkaç saat me. sut yaşamak fırsatmt bahşeden bu âşk muvaffaktyetimden na kadar mesut olduğumu söylemeği lüzum- suz buluyorum. Hattâ birçok defa . lar, o saadet yuvasından, zevce - min koltuğuna uzanmış, sabırsız * lıkla beni beklediğini seyrediyor - dum- ... Yine böyle bir sarhoşluk ânmda, kıskançlığı hakkımda birçok sözler işittiğfim Macidin ânf dönüşünü he- saba katmamıştım. Maamafih ola. ğan şeyler değil mi? Ya Macit bir gün muayyen saatinden biraz ev - vel döneb'lir, yahut ta ben nör - mal zamanımdan biraz dahâa geçe kalabilirdim. İşte bir akşam, ikin. cis| oldu. Aşk haklarımızım tahsili- ne dülmişken diş kaprda anahtar | Nakleden: Lu u Besini duyduk- Ruhiye şaşırdı. Te. lâşla gidip kapır deliğinden bakti ve; — Kocam! Mahvolduk! diye ke- keledi: — Şimdi ne yapacağız? Ruhiye fevkalâde bir soğükkan- lılıkla! — Behni kurtarmak için, dediği. mi yapacak miısm? — Tabil, yapacağım l« Buduarmdan birkaç mücevher alm acele ile cebime goktu. Gerdanlığı- nt da elimde tutmamı teklif etti. Şapkamı da başıma koyduktan sön. ra tecessüisüme dikkat etmeksizin haykırdı: — İmdat!. Hirsız var!. Birdenbire kapı açıldı içeriye Macit hücum etti. Beni bir yüm - | rukta - hakikaten çok kuvvetli a. dam - yöre sererken Ruhiye koör . kusundan titriyerek bağırmasma devam ediyordu- Nâraları konuyu komşuyu ayağa kaldırmıştı. Usul- lacık açtığı kapıdan odaya girer - ken etrafımı almışlar, beni parça- lamıya hâzır ve nâzır bekliyorlar - dı- Bu sırada Macit: — Nederen girdi? diye sgordu: Ruhiye cevap verdi: — Galiba kapıyı açık bırakmış- tım: Çok unuturum!.. (Bu haki- katti)., Kanapede uykuya dalmış - tım- Şüpheli bir hışırtı ile hemen uyandım. Bana taarruz edeceğini görünce haykırmaya başladım: Alı Macitçiğim vaktinde yotişmesey - din mahvolduğum gündü!« Bundan sonra ağlıyarak kocası . * nım kucağına düştü. Arkadaşlar, söyleyin bakalım, siz benim yerimde olsaydmız. ne yapardınız? Hakikati mi söyleme- liydim? Bu alçakça bir hareket ola- cakt Bana karşı o kadar fedakâr | ve İyi kalpli Gavranân Buü kadını gok müşkül bir vaziyette bıraka . caktım-: Bunları düşünerek suçlu tavrı taâkımmayı tercih ettim!: — Evet, baylar!.. Çalmak mak - sadile girdim. Şimdi rica ederim, polisl cafırrverin-. Rica etmekte mâna yoktu. Polise haber verilmişti. Poilsler ve apârt. man halkı Ne birlikte merdivenler- den meratimi mahsusa ila iner * ken dışarda merakla bekliyen bir İnsan mahşerile karşılaştım. Benim büyük tezahüratla karşıladılar: — İçeri tik hırsızı!. — Tuu! Ayıp be! Ne de şık gi. yinmiş. Başka bir ses İşitince daha tok #rkildim. İki kilometre uzaktan duyulabilecek tiz bir sesti: — Ayol, bu herif, şu karşıki ev- de oturan Bay Şenol!. Cürmümeşhut dairesinde sorgu. ya çekildim. Bittabi suçumu itiraf ettim. Hattâ bana karsı atılan ifti- rayı sağlama bağlamak için: — Evet, dedim. Evim önuün kar- şısında- Önun &ik sik güzel mü - cevherlerine bakarken — görüyor - dum. Bu manzara İştahımı açtı; gok geçmeden içimde calmak hırsi uyandı.. Polis beni şüphe ile süzüyordu. İtirafımı imzalamak iİçin kâğıdı tı. zatırken: — Tuhaf şey! diye söylendi. Bu htrsızlik vakası bu kadımım öodasm- da yapılan teşebbtıslerîn Üüçüncüsü- dür!.. Bütün hırsızlar ona göz dikmiş olacaklar! . * Şimdi alnımda on aylık bir mah. kümiyet damgasile hapiste yatryo- rum. Yalnız değilim: Arkadaşlarım çoktur. Hepsi iyi kalpli çocuklar- Tanıdıklarım beni arlık tanimaz oldular. Karmn, zavallı, bazan ge . lip beni görür. Ömrüne bereket, Be n'm yüzümden çektiği azabı düşü- nüyorum, hırsızm karısı! Ötekinin berikinin dedikodularını işitmemek için başka bir eve taşmdığımı söy- ledi. Her defasımda bana sorar: — Peki yahu, sen bımu neden yaptım? Söylesene! Faraya ihtiya. cın olsa yanmam!- Bereket versin, avukatım, beni mahvettikten sonra, ben de, olduk ça cesaret verici bir sebep kesfet- ti: Hırsizlik hastalığı- İktısadi ba. kımdan müreffeh olduğum halde bir iki mücevher aşırmak te:ebbü- süm başkâa türlü izah edilmiyordu. Bu hastâlik ta bende kapalı ve gir- * (Lütfen sayfayı çeviriniz)

Bu sayıdan diğer sayfalar: