(İ (| a 31 — f tediğini yapabiliyordu. : Mskilâtı reisinin hare- ; k lüzunu büsbütün arttır. . UK. kumandanı: . İöpalım bilmem Haym. ( ge gerisi için biz ) İstiyorlar. Nereden rin rada bir müfreze is e” ten kimse yek. On iz Yenme sivilleri ika e iüma gitmiyor. Boyu. na önlamak Fransızları 5 tahrik (edebilir. İk, müstakbel Alman vatan hı, kendilerine mü İma muamele yapma & Olmacıyı. neven j Mesunuz bilmem, Za “ll an imtina ediyorlar. #h a buruturdu ve di. başladı, o Gene i ti aleyhinde hareket et. Si, > Almanlar arasında a VE hattâ vahşiyare bile “ çekinmezdi. Her işedi kendisile mücade. 1 X* Yapacağım. Müta| değil mi kolonei! N, İk JİN kiyafetle geliyorlar. k bile oluyor. On- N te ani olarak nası i birdendlre Naklodea: Fethi KARDEŞ Haymı görümce hemen yan sokak lardan birine saparak kayboldu. Şehrin eşrafından biri dört yol ağzında möbet bekliyordu. Tele fon halıari Dır geci evvel o Orada kesildiği için Almanlar onu nöbet gene kesilirse bu aridam kurşuna dizilecekti, Fransızların < böyite hareketlerini tekrar etmiyecekle" nimden Almanlar emin ouyorar” dı. Altı askerden mürekkep bir dev riye kolu Haymı görünce (selâm vaziyeti alarak geçti. Çizme sesle. ri, işgalin sesi kaldırımlarda uzun. müddet duyuldu. Fransadaki kısa ikametinden de Haym eskisinden çok daha faz la ıstırab cekmektevdi. Nicin? Bt: nu kati Oaras oumıyor Ve zaten bunun sebebini tahlil etmeğe de teşebbüs etmiyordu. Ne “olursa olsun rolünü sonuna kadar oynu, yacağına ve zaallarını o yenmeğe çalışacağına göre ne diye kaybe aecekti? v Dar ve tenha bir yoldan gidi yor, kaldırımdan yürüyordu. Yo lun ortasında dere gibi çamur ve su vardı. Yolun köşesinde birden, bire on yedi on sekiz o yaşlarında biriyle burun buruna geldi. Deli kanlı Almanlara yol vermek emri" i.| merağmen çamur içine ineceği yel de dıvara dayandı. Haym kamçı sını kaldırdı. — Alman zabitlerine yol ver. İ mek lâzimgeldiğini bilmiyor mu Sun sen? Genç Fransız meydan okumr yan, fakat ayni zamanda korkmu yan bir nazarla Hayma baktı, Bu bir Jise talebesi olacaktı. Gözlerin. de bir isyan ifadesi dolaştı, çabuk -söndü- ve yerini “teveklcüle bırak “ti. “Aynizamanda inadmı da bı rakmamıştı. Kamçıyı yiyecek, lâ kin kaldırımdan inmiyecekti. Haym etrafına bakındı. Kim şeler yoktu, —Budala! diye söylendi. Hay- di git buradan. Almanca olarak mırıldandı: — Cesur çocuk! Delikanlı almanca biliyor olma” luydı ki haymetle muhstatına bak tı. Tereddüt etti, Sonra acele et- meksizin yana bir adam attı ve yürüyüp gitti . Hâdise Haymı neşelendirmişti i, olabilecek, Tnlald yüslü olmak mecburiyetinden kur tulacaktı. Rasislâni ve kaputunu çıkarmağa Kişemy görmeden mah zen katma indi. (Devami var) HABER — Akşam Postast Hindistanda dünyenıs &n eskı insanları arasnda —İil— Yozan: 1. Buzch 35 yılını vahşiler arasında geçirmiş bir Alman seyyabt Dikkat” olurlursa Kuagımıza burnumuz bugün bilâ sebep iç ta- rajtan (biribirine merbutturlar. Kulağımızın iç tarafında henüz vazileleri keşfedilemiyen birtakım karışık teşkilât vardır ki, bunla - rın vazifeleri hiç bir zaman anla şılamıyacaktır. Çünkü bunlarm bugün vazile leri yoktur. Onlar ilk insanların sıcak denizler içinde: yaşadıkları pek eski zamanlara ait ve bugü" dumura uğramış, bozulup büzü « lüp tereddi etmiş uzuvlarıdır? Nitekim cen'n ialinde iken, ya- ni ana rahminin içinde iken ço cuk bu uzvu vasıtanle kapalı ve su icinde bulunduğu halde tenef kül ettikten sonra bu cihaz ve kö biliyet Fayboluyor. Hattâ boğazlarımızda (badem cik) dediğimiz (o uzuvlarımız bu | gün küçük yaşta ameliyatla çıka ! rılıyor. Çünkü bugün insana hiç bir lüzumları kalmamıştı. Halbuki bunlar bir zaman si cak denizler içinde — yaşadığımı zamaân nefes alabilmemiz için fa aliyette bulunan galsama cihazı nın artıklarıdırlar. Şüphesizdir ki'insanlar (o sıca! denizlerden karalara çıklıkları za man karalardaki hararet derecesi nin de denizlerden farkı olmamak İzm geiir. Gene şüphe yoktur ki öyleyd de. Yani deniz ve karaların hara retleri aşağı yukarı müsavi dere cedeydi, İ Tufandan "evvelki kıtalara ilk çıkan insanlar, arzın (o tüzerindek fazla bararetten kesif, fevkalâdı bol miktarda oksijen ve su Duha rından dolayı suya yakın bir ağır. lıkta olan havanım içinde en ufak bir kımıldamayla büyük mesafe “la şüphe yoktur. Vakia bugün dünya kıtaları & zerinde siyah, sar, kırmızı ve be yaz derili insanlar görmekteyiz. Fakat insanda asıl rengin siyal Olduğuna katiyen şüphe olamaz. Bugünkü herhangi renkte insar olursa olsun vücutlarında ben de” nilen siyah noktalar hâlâ devan, etmektedir, Bu siyah noktalar de rilerimizin milyonlarca — sene ey velki hassa'arının son işaretleridir. | Yani, bu benler isbat eder ki de. riletimiz siyah rengi hâlâ ihma ktedir. Diğer taraftan u mumiyetle tufandan (o evvelki ilk insanları maymundan gelme Say dığımız iğin gayet kı (o tasavvu ederiz, Halbuki Hindistanı tetkik edenler hayretle, fakat gayet ta bit olarak görürler ki kıllar insa: vücudunda sonradan güneşin ül tra - viyole-şunlarmın guddeleri- mize tesirile vücuda gelmişlerdir İlk insanlar, Avustralya insan larında görüldüğü gibi, asla kılı değillerdir. Bilâkis su mahlükları gibi mücellâ, kıllar ve düz derili olarak karalara çıkmışlardır. Kıllarımız o zaman denizler İ. çinde işitmek, duymak ilâh gib bugün * (5eş hissimiz) dediğimiz hisleri almamıza yarıyan potop azma uzalmalarının güneş tesirile ! tereddi etmelerinden o başka bir| şey değildir. Göz tamamile teşekkül ettikter | sonra bugün kaşlarımız yerinde o lan tüylerin hassasiyeti (kaybol, muştur. Yani gözlerimiz ilk kaşla rımızdı! Deniz üzerine o çıkmay& ve güneşe maruz kaldıktan sonrs gözlerimiz tekemmül edince gör me duygusu vazifesini kaşlarımız daha mükemmel surette teşekkü «len gözlerimize terketmişlerdir. siyeti aldıktan sonra manalarını kaybetmişlerdir. Vücudumuzdaki bütün kıl mer kezleri bu suretle ilk iptidat vazi- felerini yanıbaşlarında daha mü kemmel teşekkül eden uzuvlars terkettikten sonra kızgın güneşir siyasında yaşamaya başlayan in. sanlarda kıllar halinde çoğalmış lardır. Dikkat edilirse en çok kıl, t& mamile güneşe amut bir (surette daimi maruz olan başları mızdadır ki saç gelmiş biz. lunmaktadır. Eski, yani tulandar evvelki Hindistan olması İâzımge len havalide gördüğüm Hint insar ları arasında bu büyük değişiklik lerin geçiş devrelerini görebilmek kabil oldu. (Devamı var) Ev kadınlarına tavsıyeler Reçellerin şekerlenmemes: icin Yumurtanın muhafazası usulü (Yanlış kitap) Dedikodusunun &kisleri ismail Hadibin kitabına "öz gezdiren bir öğrelmer. Suda. yaşayan ilk insaniar karaya Yanlış bulanın yanlışını buluyor. çıkdıktan sonra bir çok yeni uzuvlar kazandılar (Üstyanı dünkü sayımızda) Denildiği gibi, Mustafa Nihar dın kitabında (etraf -ü sevahil -İ buhayre) denilecek yerde: (bi. bayre) min mücerred şekliyle (bahire) kaldığı vakidir. Bunun | gibi farsi (bahadır -i -dillar) terkib'nin bağlamtısız kaldığı da doğrudur. (Sine“itar.i şeb-i yeldada) mısrada (tar .i şeb) terkibinin müellifçe (nâ - reşid) gibi okundufin, öyle izah edilmiş olmasiyle “sabittir. Fakat (Muasır Edebiyat Ta. rihiy nde (carı sahhaf) terkibi- nin yazılış şeklini şiddetle mü- abeze eden (Edebi Yenikfimiz) müellifi bütün yukarıki kusurla. Hi unutturâcak ve esmayı Üzerine sıçratacak bir hatayı da burada işlediğinin farkında (o Olmarvıştır. Lâfontenden Recai zade Ekre- min nazm İle tercüme ettiği (Ho- rozla İnci) fıkrasım (eskilerden okumayan, bilmiyen yoktur, Hani bir inci bulan horoz, bu- nu kuyumcuya götürüp bir kaç darı tanesini bundan değerli göz. terir; bu manzumenin ikinci par- çasından bir metrar naklederek üstad, diyor ki: (Carı sabafa arzedib eseri) Gene bir küçük mırrâda kaç bata? Mhusran aslı şudur? “cer sah hafa...., (sahaf) değil (sahhaf), (ear) izsfet değil, mücerret. Ve- zin iki defa gitti, Terkip yapınca mâna da gidi yor: Komşu sahhefn götürmüş; yerine sahhafın komşusu şekline girdiği için... Bir küçük mısra tenkidinde kaç hata ve hatanm kaçıncı te kerrürü? Evvelâ, veznin iki defa değil, bi rdela gittiğini bile bu kadar kat'iyetle iddia etmekte haklı olamaz, i Bu iki vezin bozukluğu vehmi» ne vücud veren noktalardan biri (sahhafa) nın bir (h) ile yazıl ması olacak. Biz bugün (sah - haf - lar) de” miyoruz, (sa * haf » Jar) diyoruz. (kav - vat » Jar) demiyoruz, (ka* vaf- lar) dediğimiz gibi... ve iddla edebilirim ki, Recai zade de (sa haf) diye konuşuyordu. Bir İs- tanbul çocuğu olan üstad Ekre- min (Zor Nikâh) da fistad.ı şa- ni edasiyle (konuşmayacalında kimin şüphesi olabilir?, Fakat biz İsmaili Habibe uya- rak, öyle konuşsa bile öyle yaz- mıyacağını, yani erki imlâda (bal nin ürüne bir de (sedde) Sürahi şişelerini temizlenmesi: Reçeller biraz fazlaca durursa kavanoz- lar işinde şeerlenir, içindeki şeker kıtır kıtır ağza gelir. Buna mâni olmak için re gelin hava almasına mâni olmek lâzımdır. Bunu şöyle temin edebilirsinie: Reçel kavancskirna ve veçelin tam Üs- İ tüne iki tarafına gliserin sürlülr iş kâğıt | koyunuz. Reçel hava almayrca şekerlen, mez. çiçekleri tazelemek için Salonunuzdaki çiçek demetlerinin öm. rünü hir mlikddet uzütluak mümkündür. Bunun için çiçekleri fıkır fıkır kaynamış suya, saplarmın bir kaç santimetrelik bir kısmı wlanmak suretiyle, koyunuz ve su tamamiyle soğuyuncaya kadar öylece bıra- kımız. Sudaı çıkardığınız zaman çiçekle - rin saplarının sıcak suya temas etmiş kı- srmlarını kesiniz. Çiçeklere “yeni Win cani. lik gelmiş akduğun di hile Yumurtayı yazın bol ve yeuz zamanımda alıp kaş için saklamık üzere bilinen usul. lerden ikisini kaydedelim: Her iki usulde de yumurtaların temiz ol. ması ilk şarttır. 1 — İnce elekten geçirilmiş cin kömü, rü ile istenilen böyülükte bir kap bu işe kâfidir, Kabın dibine ince külden bir mik- tar konulur ve üzerine yumurtalar birbir İerine temas etmeden yerleştirilir. Üstleri- ne de tekrar kül dökülür, Bövlece bir mik, tar kül bir sıra yumurta konmak suretile kap doldurulur. 2 — Diğer bir usul de yurnu.luların üze, rine bir tüy veya bir fırça ile zeytin yağı sürmektir. Büsda dikkat edilecek m.kta yumurta kabuğundeki mesamelerin yağla iyice kapanmış olup olmamasıdır. sayede aylarca sonra bile yumert. gün- Sürahilerdeki sudan hasıl olma, tortu lekelerini temizlemek çiz sürahinin içine yumurta kabuğu atıpsu ile çalkalamak kâfidir. Zeytinyağlı şişeler Sud Kustikle ko. layca temizlenir. Petrollu şişeleri de kireç ve kumla temizlemek mümkündür. Pratik ölçüler Yemek tarifi kitaplarma göre yemek yaparken ev kadınları epey müşkülüta uğ- rarlar: On gram un koymak İzap etse bu” nu eczâabanede mi tarttırmalı? İşte size bu müşkülle karşılaşmaanızı temin edecek hakiki pratik ölçüler; Bir çorba kaçığı ise 20 gram uü, 4 gram tuz, 7 gram toz şeker alır. Bir çorta karfı e” gramen, 90 gram inçe toz gezer, 40 gram tuz alır. Mayitere gelince bir çorba kaşığı 20 gramn su, 18 gram zeytinyağı alır. Bir kak. ve kaşığı ise 5 güm su, 4.5 gıam zeytir. | konduracağını kabul edelim. Bu İ kelimeyi bu mısrada bir. (b) ile imlâ edin Mustafa Nihad Türk harfleriyle kendini gösteren bu- günkü imlâ kaidesine uygun ha. reket etmiş değil midir? Biz, bugün söylediğimiz gibi yasmıyor muyuz? Acaba böyle yazılmca vezin bozuluyor mu?. Üstadı bu nokta üzerinde hata iddiasına sevkeden de zaten bu zan! Halbuki yukarıda, bir başka mlnssebetle yaptığım İşaretten de anlağılmıştır kibu zan. bir vehim veya bir ziihuldan ibaret tir: Zira; eski şairler aruz vez- ninde uzun, kapelı bece ile İzatşı- lanmak icap eden cüz'lere uzun okumak suretiyle kısa heceleri de karşılık göstermeye cevâz ver. mişlerdir. Meselâ (Ne iktiza) terkibinde (fe) muadili olan (ne) hece sini (nece) gibi uzatarak (fâ) cüz'üne muadil saymışlardır. Ek- rem beyin eserlerinden buna bin misal alınabilir. Gene onun için Ekrem beyin eserlerinde (sah - haf) bir (h) ile yazıl olduğu takdirde de vez. Din (lâ * tn) ecüz'lerine tekabül edebilir. Böyle yapana hata et- tin denilemez. Hususile 19 un” cu asr muharrirlerinden birinin bir metmini 20 inci asırda yazıp okumak için o muharririn sağlı. ğında bunu nasıl okuduğunu tesbit gibi bir imkânsızlık yanın da çok şükür, imlâda bir de ya- zanın kendi telâffuzuna riayet et. mek gibi bir kaide icat edilme - miştir. Yeri gelmişken | söylemeliyiz. ki arap harflerinin türkçeye irca- farsi ve arabi kaidelerle yapıl, miş isim ve sıfat terkiblerinde meselâ (kaide -i ârabiyye) ter- kibinde (arabiyye) sılatmı bir (y) ile yazmak gibi bir yanlışlı- ğa göz yummuş, kelime, bu im, lâsiyle, arabi ve farsi olmaktan çıkacağı için, artık farsi kaidesile terkip yapılamazken buna - kilik şe telâkkisiyle - müzzade edilmiş. tir. Yani Cenab Şahabeddinin teşbihiyle, herkesin burnu âkın €a nezlenin tabii hal addolunda- 8ı gibi bu hata da imlâda tabii gö. rülmiye başlamıştır. Derslerde hocaların kendi iç- tibatlarını değil — (icma i üm- met) i gözetmiye mecbur oldu. ğunu bildiğimiz için biz (sahaf)ı v ından sonra revaç bulan imlâ, — (sahhaf) yazmayan Mustafa Ni— had değil, İsmail Habib olsa da ayni şeyi sövliyecektik. Hele vezin, bozulmadıktan son- ra söylenecek hiç bir şey bula mıyacaktık. Halbuki İsme Ha. bib, vezin iki defa gittiğini gö- rüyor ki işte asıl şaşılacak hü kümlerden biri de budur. Acaba (car) izafet - bununda doğrusu sıfat terkibi - halimde 0. Tunca mı vezin bozulmuş oluyor? Önceleri (hurşid) gibi kelime- ler izafet halinden * çıkarıldığı, mücerred bırakıldığı için Mustafa Nihat vezin katilliği ile itham olunuyordu; burada da aksi. Olabilir a, fakat niçin? Bozul sa bozviea (cari sahhaf) yerine (car sahhaf) denildiği zaman bo- zulmuş olabilir, birinciğdeki hecâ sayısı (dörtten * (car) uratıla- rak okunmadıkça * 3 e inmiştir. denilebiirdi. Fakat bunu yapan da Mustafa Nihad değil, böyle olacak diyen kezdisi.... Bununla berâber (böyle ola- caktır), (doğrusu budur) diye gösterilen şekil bütün bütün yan. ış, zâten doğru bir metni bozan bir yanlışlık! Bu mısram bulan” duğu parçanın hele bir tamammı okuyunuz: (Sonu Yarm) ii min 2 İk Ka