Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
31 — ; Seçip dönüşündenbe- İ Mğmı yapabiliyordu. İ ( teşkilâtr reisinin hare- İ ha :'—m%u büsbütün arttır. L%İî*î” kumandanı: h:ehhesı gerisi için biz 1 İstivorlar. Nereden N TI bir müfreze is- p başka kimse yok. On Sönderemem. lhtn Yenine sivilleri ika- 'mş“ma gıtmıyor Boyu- h?a:.a Fransızları li Tn tahrik — edebilir. u Tüstakbel Alman vatan i , kendilerine mü- ; d muamele yapma- Olmacığıun — neden Üm .. n imtina edıyorlar ik ü buruşturdu ve a- Hu:hîhmde hareket et. » L Almanlar arasında- _ Fransız. w ttâ vahşiyarre bile O tg, | *ten çekinmezdi. Her B “tendi kendisile mücade- | Il'İfio::::uîlels: yüzündeki Yapacağım. Müsa- Üz değil mi kolonel! demeksizin, odadaki hhltıne dönüp emiretti: Tn yvesikalarını kon- | t davet var. İçlerin İçyüzünü ayırırsınız.. Terhametli bir adam: (e etti' Olur? Bu adamlar ora- hyafetle geliyorlar. bile oluyor. On- tte ant olarak nastl Vi hPîlllm! Onları bu ak- h'hî&edersınız Tam ve Yarm sabah hep- tevzi — eder, işe İN Çalışmaktan baka. İüştar ıNlluııaıı yegâne si- lt ”'“m önünden Mecer- ' ya"al!'!rıl:vılı:ae.rı'ıHaym' | Nakleden: Fethi KARDEŞ lardan birine saparak - kayboldu. Şehrin eşrafından biri dört yol ağzında nöbet bekliyordu. Tele: fon hatıarı bır gece evvel — örada kesildıği için Almanlar onu nöbet beklemeğe memur etmişlerdi. Hat gene kesilirse bu adam kurşuna dizilecekti. Fransızların — böyiece hareketlerini tekrar - etmiyecekle- rinden Almanlar emin oruyorları dı. Altı askerden mürekken bir dev riye kolu Haymı görünce — selâm vaziyeti alarak geşti. Çizme sesle. ri, İşgalin sesi kaldırımlarda uzun müddet duyuldu. Fransadaki kısa ikametinden- de Haym eskisinden çok daha faz la ıstırab cekmektevdi. Nicin? Bu: nu kati cıarak Dumuiyoör ve zaten bunun sebebini tahlil etmeğe de teşebbüs etmiyordu. Ne - olursa olsun rolünü sonuna kadar oynı. yacağına ve zaaflarını — yenmeğe çalışacağına göre ne diye kaybe decekti? el Dar ve tenha bir yoldan gidi:- yor, kaldırımdan yürüyordu. Yo lun ortasında dere gibi çamur ve su vardı. Yolun köşesinde birden. bire öon yedi on sekiz — yaşlarında biriyle burun buruna geldi. Deli: kanlı Almanlara yol vermek emri: ne rağmen çamur içine ineceği yet de dıvara dayandı. Haym kamçı sInı kaldırd: — Alman zabitlerine yol ver. mek İâzımgeldiğini bilmiyor mü sun sen? Genç Fransız meydan okumr yan, fakat ayni zamanda korkmuı yan bir nazarla Hayma baktı. Bu bir lise talebesi olacaktı. Gözlerin. de bir isyan ifadesi dolaştı, çabuk *söndü- ve- yerini “tevekküle brrak - tı. “Âyni zamanda inadını da br rakmamıştı. Kamçıyı yiyecek, lâ kin kaldırımdan inmiyecekti. Haym etrafına bakındı. Kim seler yoktu, —Budala! diye söylendi. Hay- di git buradan. Almanca olarak mırıldandı: — Cesur çocuk! Delikanlı almanca bılıyor olma: lıydı ki bak: tı. Tereddüt etti. Sonra aceke et. meksizin yana bir adam attı ve Evine girer girmez yüzü büsbü- tün güldü. Ansak orada serbest olahüemk.w saklamak, iki yüilolmüwıden kur tulacaktı. Mnknputwnu MMMM zen katma indi. (Devamı var) L -<iT — Dikkat” olunursa kulagımız.a burnumuz bugün bilâ sebep iç ta- raşttan — biribirine merbutturlar. Kulağımızın iç tarafında henüz vazifeleri keşfedilemiyen birtakım karışık teşkilât vardır ki, bunla - rın vazifeleri hiç bir zaman anla - şılamıyacaktır. Çünkü bunların bugün vazife - leri yoktur. Onlar ilk insanların sıcak denizler içinde yaşadıkları pek eski zamanlara ait ve bugün dumura uğramış, bozulup büzü - lüp tereddi etmiş uzuvlarıdır! ni ana rahminin içinde iken ço cuk bu uzvu vasıta3s'le kapalr ve su icinde bulunduğu halde tenef - füs edebilmektedir. Cenin teşek - kül ettikten sonra bu cihaz ve ka biliyet kayboluyor. Hattâ boğazlarımızda (badem cik) dediğimiz — uzuvlarımız bu gün küçük yaşta ameliyatla çıka rılıyor. Çünkü bugün insana hi; bir lüzumları kalmamıştı. Halbuki bunlar bir zaman sı. cak denizler içinde — yaşadığımı: zaman nefes alabilmemiz için fa: aliyette bulunan galsama cihazı nın artıklarıdırlar. Şüphesizdir ki insanlar — sıca! denizlerden karalara çıktıkları za man karalardaki hararet derecesi nin de denizlerden farkı olmamak lâzım gelir. Gene şüphe yoktur ki öyleyd de. Yani deniz ve karaların hara retleri aşağı yukarı müsavi dere 'Tufandan ”evvelki kıtalara ilk çıkan insanlar, arzın — üzerindek fazla hararetten kesif, fevkalâdı bol miktarda oksijen ve su buha rından dolayı suya yakın bir ağır- bir kımıldamayla büyük mesafe: lere sıçrayabilir bir haldeydi. Onun içindir ki vücutlarımız ö ne döğrü iğri ve bacaklarımız yük sek olmuştur. Tufandan evvelki Hindistan kı- tasındaki ilk insanların kâmiler: siyah renkte ve bugünkü — Ayvus- tralyalılar tipinde olduklarına a5x “la şüphe yoktur. Vakia bugün dünya kıtılan ü zerinde siyah, sarr, kırmızı ve be- yaz derili insanlar görmekteyiz. Fakat insanda asıl rengin siyal olduğuna katiyen şüphe olamaz. Bugünkü herhangi renkte insar Nitekim cen'n halinde iken, ya- | lıkta olan havanım içinde en ufak | HABER—AWPMM | olursa olsun vücutlarında ben de- Hindistanda dünyanın en eskı mnsanları arasında Yazan: L. Busch 35 yılını vahşiler arasında geçirmiş bir Alman seyyahı Suda yaşayan ilk insaniar karaya çıkdıktan sonra bir çok yeni uzuvlar kazandılar nilen siyah noktalar hâlâ devam etmektedir. Bu siyah noktalar de rilerimizin milyonlarca — sene ev velki hassalarının son işaretleridir. Yani, bu benler isbat eder ki de. rilerimiz siyah rengi hâlâ ihma edebilmektedir. Diğer taraftan w mumiyetle tufandan — evvelki ilk insanları maymundan gelme say dığımız için gayet kıllı — tasavvur ederiz. Halbuki Hindistanı tetkik edenler hayretle, fakat gayet ta bit olarak görürler ki kıllar insar | vücudunda sonradan güneşin ül tra - viyole-şualarının güddeleri- mize tesirile vücuda gelmişlerdir İlk insanlar, Avustralya insan larında görüldüğü gibi, asla kıllı değillerdir. Bilâkis su mahlükları gibi mücellâ, kıllar ve düz derili olarak karalara çıkmışlardır. Kıllarımız o zaman denizler i. çinde işitmek, duymak ilâh gib bugün (beş hissimiz) dediğimiz | hisleri almamıza yarıyan portop lazma uzalmalarının güneş tesirile tereddi etmelerinden — başka bir şey değildir. Göz tamamile teşekkül ettikter. sonra bugün kaşlarımız yerinde o lan tüylerin hassasiyeti — kaybol. muştur. Yani gözlerimiz ilk kaşla rımızdı! Deniz üzerine — çıkmaya ve güneşe maruz kaldıktan sonrü gözlerimiz tekemmül edince gör me duygusu vazifesini kaşlarımız daha mükemmel surette teşekkü eden gözlerimize terketmişlerdir. Keza bıyıklarımız ve — sakalları içeceklere karşı mükemmel hassa. siyeti aldıktan sonra manalarını kaybetmişlerdir. Vücudumuzdaki bütün kıl mer | kezleri bu suretle ilk iptidai vazi: felerini yanıbaşlarında daha mü terkettikten sonra kızgğın güneşin ziyasında yaşamaya başlayan in. sanlarda kıllar halinde çoğalmış | lardır. Dikkat edilirse en çok kıl, ta mamile güneşe amut bir — surette “daimi maruz kalmış olan başları | mızdadır ki saç gelmiş bu. lunmaktadır. Eski, yani tufandar evvelki Hindistan olması lâzımge len havalide gördüğüm Hint insar lavı arasında bu büyük değişiklik: lerin geçiş devrelerini görebilmek kabil oldu. (Devamı var) Ya'nlış itap) Dedikodusurun akisleri ismall Habibin kitabına röz gezdiren bir öğretmei. Yanlış bulanın yanlışını buluyor . (Üstyanı dünkü sayımızda) Denildiği gibi, Mustafa Nihar dın kitabında (etraf -ii sevahil -i buhayre) denilecek yerde - (bu. hayre) nin mücerred şekliyle (bahire) kaldığı vakidir. Bunun | gibi farsi (bahadır -i -dildar) terkib'nin bağlantısız kaldığı da doğrudur. (Sine -i tar -i şeb -i yeldada) mısramda (tar -i şeb) terkibinin müellifçe (nâ - reşid) gibi okunduğu, öyle izah edilmiş olmasiyle 'sabittir. Fakat (Muasır Edebiyat Ta. rihi) nde (carı sahhaf) terkibi- nin yazılış şeklini şiddetle mü- aheze eden (Edebi Yeniliğimiz) müellifi bütün yukarıki kusurla. rr unutturacak ve esmayı üzerine sıçratacak bir hatayı da burada işlediğinin farkında — olmar-ıştır. Lâfontenden Recai zade Ekre- min nazm ile tercüme ettiği (Ho- rozla İnci) fıkrasını — eskilerden okumayan, bilmiyen yoktur. Hani bir inci bulan horoz, bu- nu kuyumcuya götürüp bir kaç darı tanesini bundan değerli gös. terir; bu manzumenin ikinci 'par- çasından bir mıtrar naklederek Üstad, diyor ki: (Carı sahafa arzedib eseri) Gene bir. küçük mıcrada kaç hata? Miısrai aslı şudür: “car - sahr hafa....;, (sahaf) değilr (sahhaf), (car) izafet değil, mücerret. Ve- zin iki defa gitti. Terkip yapınca mâna da gidi- yor: Komşu sahhafa götürmüş yerine sahhafın komşusu şekline Bir küçük mrsra tenkidinde kaç hata ve hatanmım kaçıncı te- kerrürü? Evvelâ, veznin iki defa değil, bi rdefa gittiğini bile bu kadar kat'iyetle iddia etmekte haklı olamaz. ; Bu iki vezin bozukluğu vehmi- ne vücud veren noktalardan biri (sahhaf'a) nın bir (h) ile yazıl- ması olacak. Biz bugün (sah - haf - lar) de- miyoruz, (sa * haf - lar) diyoruz. (kav - vaf » lar) demiyoruz, (ka- vaf- lar) dediğimiz gibi... ve iddia edebilirim ki, Recai zade de (sa- haf) diye konusüyordu. Bir İs- tanbul çocuğu olan üstad Ekre- min (Zor Nikâh) da üstad ı sa- ni edasiyle — konuşmayacafında kimin şüphesi olabilir?, Fakat biz İsmail Habibe uya- rak, öyle konuşsa bile öyle yaz- mryacağını, yani eski imlâda (bal nün üstüne bir de (şedde) Sönra birdenbvire İ Ev kadınlarına tavsıyeler Reçellefın şekerlenmemesi! icin Reçeller birar fazlaca durunsa lar içinde şeterlenir, içindeki şeker krtır kıtır ağza gelir. Bımamâniohakiıhn' çelin hava almasına mâmi olmak Bunu şöyle temin edebilirsinie: Reçel kavancalarına ve reçelin tüne iki tarafına gliserin sürülmüş kâğıt koyunuz. Reçel hava almayırmca mez. : çiçekleri tazelemek için Salonunuzdaki çiçek demetlerinin öm. rünü bir müddet uzzarak mümkündür. Bunun için çiçekleri fıkır fıkır suya, saplarımın bir kaç santimetrelik bir kısmı ıslanmak süretiyle, koyunuz ve su tamamiyle soğuyuncaya kadar öylete bıra- kınız. Sudaı çıkardığınız zaman rin saplarının sıcak suya temas sımlarını kesiniz, Çiçeklere “weni lık gelmiş-#lduğur. Yumurtamn muhafazası usulü kayvanoz- lâzımdır. ması ilk şarttır. tam üs- şekerlen. kan doldurulur. kaynamış P çiçekle - etmiş kı- Hin canlı. Yumurtayı yazın bol ve ucuz zamanımda alrp kış için saklamak üzere bilinen usul. lerden ikisini kaydedelim: Her iki usulde de yumurtaların temiz ol. 1 — İnce elekten geçirilmiş dldun kömü., rü ile istenilen büyüclükte bir kap bu işe kâfidir. Kabır dibine ince külden bir mik- tar konulur ve üzerine yumurtelar birbir” lerine temas etmedesı yerleştirilir. Üstleri- ne de tekrar kül dökülür. Bövlece bir mik. tar kül bir sıra yumurta konmak suretile 2 — Diğer bir usul de yumurtaların üze. rine bir tüy veya bir fırca ile zeytin vağı sürmektir. Bünda dikkat edlecek mokta yumurta kabuğundaki mesamelerin yağla iyice kapanmış olup olmamasıdır. Ü_Wîhf“ sonra bile yumürta gün- veliSini muhafaza eder, kâfidir. Zeytinyağlı şişeler Sud Kustikle Sürahi şişelerini temizlenmesi- Sürahilerdeki sudan hasıl olma, tortu lekelerini temizlemek içi yumurta kabuğu atıp su ile çalkalamak sürahinin içine ko. layca temizlenir. Petrollu şişeleri de kireç ve kumla temizlemek mümkündür. Pratik ölçüler Yemek tarifi kitaplarına göre yemek yaparken ev kadınları epey müşkülâta uğ- rarlar: On gram un koymak icap etse bu” nu eczahanede mi tarttırmalı? İşte size bu müşkülle karşılaşman anızı temin edecek hakiki pratik ölçüler: Bir çorba kaşığı ise 20 gram un, 3U gram tuz, 7 gram toz şeker alır. Bir çorkba kaşığı c 2 ince toz şeker, 40 gram tuz alır. Mayilcre gelince bir çorba kaşığı 20 grammn su, 18 gram zeytinyağı alır. Bir kah. ve kaşığı ise 5 gram su, 4.5 gram zeytir. yağrcatır. , gram en, 30 gram konduracağını kabul edelim. Bu kelimeyi bu mısrada bir. (h) ile imlâ eden Mustafa Nihad Türk harfleriyle kendini gösteren bu- günkü imlâ kaidesine uygun ha. veket etmiş değil midir?. Biz, bugün söylediğimiz gibi yazmıyor muyuz? Acaba böyle yazılınca vezin bözuluyor mu?. Üstadı bu nokta üzerinde hata iddiasına sevkeden de zaten bu zan! Halbuki yukarıda, bir başka münasebetle yaptığım — işaretten de anlaşılmıştır ki bu zan, bir vehim veya bir zühuldan ibaret- tir: Zira; eski şairler aruz vez- ninde uzun, kapalı hece ile karşı- lanmak icap eden cüz'lere uzun okumak suretiyle kısa — heceleri de karşılık göstermeye cevaz ver. mislerdir. Meselâ (Ne ıktiza) terkibinde (fe) muadili olan (ne) hece- sini (neee) gibi uzatarak (fâ) cüz'üne muadil saymışlardır. Ek- rem beyin eserlerinden buna bin misal alınabilir. Gene onun için Ekrem beyin eserlerinde (sah - haf) bir (h) ile yazılı olduğu tâakdirde de vez. nin (lâ - tün) cüz'lerine tekabül edebilir. Böyle yapana hata et- tin denilemez. Hususile 19 un” cu asır müharrirlerinden birinin bir metnini 20 inci asırda yazıp okumak için o muharririn sağlı. ğında — bunu nasıl okuduğunu tesbit gibi bir imkânsızlık yanın" da çok şükür, imlâda bir de ya- zanın kendi telâffuzuna riayet et. mek gibi bir kaide icat edilme - miştir. t Yeri gelmişken, , söylemeliyiz. .. ki arap harflerinin - türkçeye ircaz. . ından sonra revaç bulan imlâ, farsi ve arabi kaidelerle yapıl. mış isim ve sıfat terkiblerinde meselâ (kaide -i arabiyye) ter- kibinde (arabiyye) sıfatımnı bir (y) ile yazmak gibi bir yanlışlı- ğa göz yummuş, kelime, bu im. lâsiyle, arabi ve farsi olmaktan çıkacağı için, artık farsi kaidesile terkip yapılamazken buna - kili: şe telâkkisiyle - müzaade edilmiş. tir. Yani Cenab Şahabeddinin teşbihiyle, herkesin burnu akın- ca nezlenin tabit hal addoluntna- sı gibi bu hata da imlâda tabil gö. rülmiye başlamıştır. Derslerde hocaların kendi iç- tihatlarını değil, — (icma “1 üm- met) i gözetmiye mecbür - oldu. ğunu bildiğimiz için biz (sahaf) 1 (sahhaf) yazmayan Mustafa Ni-- had değil, İsmail Habib olsa da- ayni şeyi sövliyecektik. Hele vezin, bozulmadıktan son- ra söylenecek hiç bir şey bular mıyacaktık. Halbuki İsmail Ha. bib, veznin iki defa gittiğini gö- | kümlerden biri de budur. Acaba (car) izafet - bunun da doğrusu sıfat terkibi - halinde o. lünca mı vezin bozulmuş oluyor? Önceleri (hurşid) gibi kelime- ler izafet halinden * çıkarıldığı, mücerred bırakıldığı için Mustafa Nihat vezin katillifi ile itham olunuyordu; burada da aksi. Olabilir a, fakat niçin? Bozul- sa bozulsa (cari sahhaf) yerine (car sahhaf) denildiği zaman bo- zulmuş olabilir, birincideki hece sayısı — dörtten “ (car) uzatıla- rak okunmadıkça - 3 e inmiştir, denilebilirdi. Fakat bunu yapan da Mustafa Nihad değil, böyle olacak diyen kenzdisi.... caktır), (doğrusu budur) diye gösterilen şekil bütün bütün yan. lış, zâten doğru bir metni bozan bir yanlışlık! Bu mısram bulun" duğu parçanın hele bir tamamımı okuyunuz! ı (Sonu Yarm) rüyor ki işte asıl şaşılacak hü- ı Bununla beraber (böyle ola- —