Haber'in tarihi Romanı:47 “Hünkâr da bir kahbe kadın gibi dönekmiş Yalnız Abdülfettah ve şeyhülislâm cs- © setler karşısında tedehhüşle durdular, Bunlardan biri mollaydı. Alemdarın kel- letini kesip de bin sarı altın alacak iki arkadaş böylece ebediyete kavuşmuğlar- dı, Abdülfettah çenoleri titriyerek Ataya sordu: — Eğer Alemdar işin iç yüzüne ağih. sa vey halimize şeyhülislâm efendi, n€ dersin? — Buğün belli olur ağa. O gün de belli oldu hakikaten. Rumeli kazaskeri olan Arahzade Arif efendi sa- Tayı hümayuna davet edildi ve huzuru hilmayunda kendisine beyaz meşihat el. bisesi giydirildi ve Ataullah efendi Be- 'bekteki sahilhanesinde ikamete memur edildi, Abdülfettah keyfiyeti haber almca dut yemiş bülbüle döndü ve bir kenarda ne placağına muntazır öyle kalâr. Topal Ata defedilmişti. Zaten köse kethüda da bu iblise diş biliyordu. Eğer Alemdara kalsaydı, ulemadan gibi görün- mesine rağınen Atayı huzurunda boğdu- ruvorecokti, Fakat gerek valide sultanın ve gerekse köse kethüdanm ve bilhasan Refik efendinin rica ve ısrariyle bu ni, yetinden vazgeçti ve yalnız azliyle ikti- fa edildi, geyhülislimm bendelerinden Rumeli kazatkeri Mahmut çavuşzade Şemseddin efondi Bursaya nefyolundu. Huzuru hünkürda, aygır imam da ima- mı evvellikten azledildi, yerine imamı sanli şehriyari Tatar hafız Ahmet efen- di imamı evvel, müezzin başı Abdülkerim fendi imamı Bani oldu. sw Alemdar paşa, kaptanı derya Seydi A- M paşayı huzura çağırttı ve orada yüzü- ne tükürerek haykırdı: — Bre mel'un zındık herif, İşte hin, » Kârmmuiz huzurunda Myık olduğun merte- be budur. Elindeki tesbihten, başmdaki © Barıktan ar ve haya etmez kâfir. Padişa- © hırsız seni azleyledi. Belki Alemdar oracıkta, hünkâr huzu- unda Seydi paşayı bir tavuk boğuzlar gibi boğazlıyacuktı. Fakat valde buna da gahabet etmiş, öldürülmesine Tarı olma - mıştı. Halbuki serdarı ekrem Çelebi Musta. © fa pasa, Seydi All paşayı gözü gibi sever, 41. Bu vakayı haber almca eteklerini top- yarak huzura geldi ve padişahım ayağı- Bı öperek yalvardı: — Aman padişahım, kaptanı derya ku- Punuza azli reva bulmak bir hatadır, İk- Yızası halinde tarafı saltanatın muhafa - Yasına muktedir, pala sürümüş, batırı © Beyılır babayeğitlerdendir. Bunu bana bağışla. Tatlı bir sesle: Pİ İL MABERİN İHİS VE Platomu önünde görmek Nazanı hiç hayrete düşürmedi. — Ölmek istiyorum, dedi, yaşamak çok güç! Platon, kalbine bir bıçak saplanmış gibi, biran sesini çıkarama" Manası anlaşılmıyan bir gülümseme ile dedi ki; Padişah zaten Alemdarın kendi işine müdahalesinden hoşlanmamış ve serda , rin da hatırmdan çıkamamış ve İradesi- ni geri almıştı. Bu suretle serdarı ek - rem bir tedbirsizlik yapmış oluyordu. Çünkü Alemdar gibi zaten kendisine kız- gm olan satvetli ve ihtişamlı bir serdari büsbütün düşman edivermişti. Bittabi hâdise Alemdara aksetti ve ser- darm yüzü gözü değişti. Köse kethüdaya haykırdı: — Hünkâr da bir kahpe kadın gibi dö- nekmiş kethüda! Bu kâadarma ben dahi inanmazdım. Bu, ebvahı fesadı küşad et. mektir ve kârt akıl değildir. Encamından biz bizlnahız. Allah bize günah yazma sm! Alemdarin kararı çok müthişti. Şimdi hakikaten hem hünkâra, hem serdara, hem Henle diş biliyordu ve pala sallama- sı da çok yakındı. Öğleye yakm padişah Mustafa kendi adamlarının şaşırmış akıllarına uyarak A» lemdarı bir öğle yemeğine çağırdı. A- lemdar, serdar: ekrem, geybülldlüm A- rapande, Arif efendi, İmamı evveli şehri, yari, valide kethüdası, hazine vekili Ne- zir ağı, Mercan ağa, Abdülfettah ağadan İbaret olan davetliler bu birdenbire hâsıl olan İşe gaşmışlardı. Padişah Mustafa 9- caba ne gibi bir maksatla bu ziyafeti bazırlamış bulunuyordu? Davetlileri karşdıyanlar arasnda vall- de sultanm kahvecibaşsı Abdürrahman efendiyle, sultan Mustafanm kahvecibe- gis Gürcü Süleyman ağa bulunuyordu. Abdülfettah, bir aralık Abdürrahman e, fendinin yüzüne gözlerini dikti. Hiç ayır- maksızm dakikalarca seyretti, Abdürrah- man efendi gaşırmıştı. Fettah ne diye bu kadar dikkatle onu tetkik ediyordu? Fettahm yanına sokuldu ve çok hürmet kâr bir tavırla eğilerek yerden selâm verdi: — Ağn hazretlerinin bir arzusu mu vardır? Abdülfettah hayretten hayrete düşü - yordu. Evet, mutlaka bu Abdürrakhman © herifti. Demek burada kakvecibaşı olan Adam ayni zamanda bir şaki, bir serseri, bir müfsid, bir âletti. (1) Peki ama, müşterek gayeleri etrafm. da çalışan Abdürrahmanı şimdiye kadar neden kendisine bildirmemişlerdi? Pek öyle içli dışlı değilse bile selâmlaştığı a- hibbasındandı. Abdürrahman tekrar sordu: — Ağa hazretleri, bir gey mi arzu bu- Yyururasnuz? Abdülfettah Abdürrahmanı kolundan tuttu ve göddetlice sıkarak: — Söyle dışarı çık. Dedi, Seninle giz- Wee görüşmek isterim, ASK ROMANI Yazan: Ikimim kethüda !,, Abdürrahman misafirlere itibar ve Il tifat ettikten sonra balkon kapısından g6. çerek sofaya çıktı ve Abdülfettahı bekle» di. Fottah hâlâ tereddüddeydi ama, artık şüphe etmek de ahmaklık olurdu. Boy, bos, ses, seda, tavrı durmuş, her şey oy- du. Etrafma dikkatle baktı ve kimse ol- madığını görünce sordu: — Alemdar paşa molla ile arkadaşını nam! öldürdü, herhalde sen beraberdin? Abdürrahman efendi artık saklıyamaz- dı ve zaten saklamağa da lüzum yoktu. Abdülfettah da kendilerindendi. — Ben. Dedi. Talimatı lâzlmeyi verip çiktim ve bir sekban kıyafetiyle sabaha, dek İntizar ettim. Şafakla üst pencere - lerden biri açılıp iki lâşe meydana atıldı. Korkumdan hemen yerimi terkedip sara- ya döndüm. — Vaidenin bu işten haberi var mi? — Alemdarm şevketlü oğlunun başi. na bir belâ getireceğinden dalma şüphe, dedir. Bu itibarla elinden gelse paşsyı bir kaşık suda boğar. Filhakika Abdürrahman, daima kendi vazifesinden gayri işlere el atmış, müfsid bir herifti (2). Netekim bu kali onun ba- gina mal olmuştur. O sırada bir gürültü oldu ve hünkürm baremden çıktığını gördüler, Akdülfet - tah ve Abdürrahmen süratle ziyafet o- dasma geçtiler. Yediler, içtiler, eğlendiler, zevk etti, ler. Hâlü padişahin maksadı meydana çıkmamıştı. Serdarı ekrem padişaha döndü: — Hünkârım. Dedi. Alemdar paşa haz- retleriyle mukavelemiz üzere mütagalli- benin define tarafımızdan me rütbelerde ihtimam olunduğu derkârdır. Fakat muk- tezayı l..8 göre bazi bususatm tehirine lüzum vardır, Kendüleri selâmetle avdet buyurup Rumeli canibinde pezuyu salta- nata takviyet verseler daha isabet eder. ler. Ben burada istediklerinden âlâ na- sil İşe nizam veririm görsünler. Bundsn böyle artık bu taraflarda ikametlerini Mücib bir hal kalmadı (3) ferman padi- şakımızındır. Hünkâr isi evvelden bilen biri gibi biç- bir şey söylemeksisin Alemdara döndü. Alemdarın ne cevab vereceği bütün hazı- Tun İçin çok meraklıydı. Alemdar elinde- ki kaşığı sltm kâseye fırlatıp, önündeki yeşkiri yakasından sıyırdı ve ayağa kalk. tı: (Devamı var) (1) Tarihi Cevdet, sayfa 272. (2) Tarihi Cevdet, sayfa 272. (3) Tarihi Cevdet, 251. KIZ YI SEYTAN 5 Yazan: R. Rober Düma — 77 — Çeviren: F. K: “ Bizim âşık serçene âlemde? öksene yakalandı mı?,, Hilda elleriyle iterek delikanlıyı uzak- Yaştırâr. — Ne yapıyormunuz; ya gelirse? Stefan, bu söz Üzerine kadin: derhal bıraktı: — Peki, Gidiyorum. #akat ondan kork- tuğum için değil, size itast etmiş olmak için... Ona gelince ne kendisinden, ne de intikamından korkarım. Bu sözlerimi du, yarak beni öldürürse inanın ki sevinçle ölürüm Hilda! «— Çilgin! beyecanmız beni korkutu « yor. Size böyle... Stefan onun sözünü kesti: — Evet, Beni sevdiğinizi söylememeniz doğru değildi. Fakat zararı yok, bir gün onu da söyliyeceksiniz. Kapıyı açmıştı. Genç kadının elini tu- tap hararetle öptü ve veda makamında: — Sizi seviyorum, Dedi, Yarm saat Uç buçukta buluşacağız. Yalnız kalmea, Hilda Vlokoviç aynaya yaklaşarak saçlarını ve kalçalarında bir az buruşmuş olan robunu düzeltti. Dalgin ve hulyalı bir tavırla, aynadaki hayaline gülümsedi. Sonra yandaki salona geçip bir koltuğa oturdu. Tam karşısma raslıyan kapınm öte » sinden ayak sesleri işitildi. Kapıya vu- ruldu. — Giriniz. Ancak otuz beş yaşlarında kadar, fa. kat çehresi, sefahstle vaktinden evvel çöktüğünü gösteren, çizgilerle dolu biri içeri girdi. Uzun boylu, güzel giyinmiş biriydi, Hildaya yaklaştı, elini öptü. Göz“ lerini kırparak sordu: — Bizim Âşık serçe ne âlemde? Ökse- n6 yakalandı s1? — Hem de nasil? Müstehzi bir tavırla ilâve etti: — Bundan şüphe mi ediyordun kont? Muhatabı başmı hayır manasına salla. yınca: — Çocuk oyunu kedar hasit bir #€y oldu. Dedi. Çocukçağız ne de heyocanlı Aşık. Öyle güzel cümleler bulup söylüyor Ki sorma. Yazık ki ilânı aşk sahnesi kapı önlnde cereyan etti, Burada olsaydı, ka, pıdan rahatça dinliyebilirdin. — Komedi, desene? Hilda bu fikre iştirak etmediğini bel- Mi eden bir tavırla ömür sikti. Masa 0- zerindeki kutudan bir Rus elgarası alp yaktı, Tekrar koltuğa oturup, gözleri dal- gın, mırıldandı: — Gençler insana ne de güzel sözler bulup söyliyebiliyorlar! Onları sizlerle, aşkta emeklilerile mukayese edince ne- kadar sönük kalıyorsunuz. Komplimanla, rmiz seri halindeki aşk muvnffakıyetle « rinizin verdiği tecrübeyle hazırlanmış ve bep ayni kalmağa mahküm alelâde cüm- Jelerâir, SLM tek atlının yanında uslu uslu giderek, şimdiye kadar annesinin hif alışmadığı bir uysallık gösterdi. Bayan Seniha Muhtar, sevincinden gözleri yaşararak: — Ah preasesl diyordu ,kızımdaki bütün bu (değişikliği si medyurum, Benim vahşi Nanamı, böyle sevimli bir kız yapan si” siniz! Cigarasının külünü silkti. Devam et! — Henüz tamamiyle yola getiremedi Masmafih bu iş çok eğlenceli ve zev$i olacağa benziyor. — Dikkat şekerim. Çok gençlere kar bu temaylll fena slimet, Bunlar yaşlı Ka“ dınların boyuna gider. Sizde de yaşm t siri başladı mı yoksa? — Budala! Hilda Vlokoviç şiddetle ayağa kalkt* Beri bir hareketle robunun omuzuna /8- bot eden kısmını sıyırdı, Sonra geri çeki" lerek yarı çıplak göğsünü iftiharla kabar” tıp kontu meydan okuyan bir tavıria sö" zorok hiddetle söylendi: — Ben mi yaşlı? Eğer sen mahvolsiuf bir adam olmasaydın seni bu sözlerine 48* buk pişman öder, ayaklarıma kapanıp 1$- kımı dilenecek halo getirirdim. Fakst zavallı dostum, senin artik erkeklikle 8 kan yalnız isminden ibaret kaldığı &çi9 buna İmkân yok, Zavallı kont Kurt 408 Hedingen! Genç kadın karşımndaki adamı isti fafla süzerek bir kahkaha atlı, — Sus böyle söyleme. Bana her samt8 böyle demedin. Bski günleri hatırla...” — Hangi eski günleri? Beş sene e” volsini mi? hatırlamaz olur muyum hiçf Seni bir barda son parasını son koktey!# verirken görmüş; ismine, kibar tavrms aldanmıştım. Meğer ser de benim gibi m8 teliksiz kalmiş biriymişsin. O zaman sefâ. Jetimizi birleştirdik. — Buna teessüf mü ediyorsun Hilda? Kadm omuz sikti. Robunun üst kısmir nı tekrar omuzlarma çekti, Sonra cevs$ verdi: — Maziyi konuşmasak daha İyi olur. Beninle tanışmasaydım, ne olacaktım” Belki daha Iyi, belki daha fena; kimbi- tir? O zaman Jliks bir eğlence İrade” yatı yaşıyordum, fakat bekurıp sai Kont alay etli: — Viks mü? Biraz mübaliğa ediyor * sun gibi geliyor bana! Miks nanıms © zaman İpekli bir robin bir şapkandaf başka şeyin yoktu. İç çamaşırlarının 86 halde olduğunu, sldenin bomboş bulun - duğunu unuttun mu? Robunu da borda sİ mıştm. Bu borcu aile yüzüğümü rehin€ koyarak ben ödedim. Aile yadigârı mü cevheri senin için feda ettim. HAYAT MI BUL Roman H. Rasim US Kitap halinde çıktı. Fiajı 30 kuruş Tevzi yeri: Ankara cadd. VAKIT Yurdu, VAKIT Kitapevi, pim a pükikeni keamoakzmei PT Nİ) LL Hayat uzun, Allaha şükür! Önünde, düşüncelerini değiştir ik için bolbol vakit... Nazanın bakışları, Platonun şaka tarzında başladığı Sözlerini a bıraktırdı. Nana, yeisle başını sallıyarak tekrar etti : » — Yaşamak çok güç! Bununla beraber, alışmak Jâzım.. Fakat pk sıkıntılı! Dayandığı ağaçtan güçlükle ayrılarak, yürüdü. Elbisesinin ete- geçerken, yüksek otlara .değerek hışırtı yapıyordu. Platon, ar- si koşmak, onu kollarının arasına alıp kaldırmak: — Benim şal. diye bağımtak için büyük bir istek duydu. Sadun Alev köylülerin uzaktan biribirlerini çağırmak için kul- “andıkları o ahenkli sesle bağırdı: © — Nana, atımı getireyim mi? Nana donuk, peşesiz bir sesle cevap verdi: — Evet, lütfen! Platon, gene kararsızlık uçurumuna düştü. Sadun Nana elini sürmediği zaman kuzu gibi oyumuşak olan mektar hayvanı getirdi. Yeğenine sordu; İster misin, hendeği ben atlatayım? Yolun üzerine gelince — Burada niçin binmiyeyim? Sadun, ancak üzengiyi düzeltecek kadar vakit bulabilmişti ki, KAÇIRDIĞI iü iğ vardım için uzatmağı aklına bile getirmediği elini (tutarak, genç «iz eğere atladı. Mini mini ayaklarını üzengilere yerletirdi. Bu sırada, Platon, kıskançlığın bütün kızgınlığı ile kıvranarak kendi kendine, kız kardeşinin gözlerini açmanın zamanı gelip gel mediğini soruyordu. Sadun Alev mert yüzünü Platona çevirdi. Gözünü kırparak: — Düşüp bir yerini kiracak! dedi. Nana kırbacını uzattı. Hafif bir vuruşla Sadunun (kasketini otların içine yuvarladı. Ufak bir kahkaha attı, Sonra, hiçbir şey söylemeden, hayvam toparladı ve dört ayak genişliğindeki hendeği atlayarak, bu kadar güzel bir muvaffakiyetten titriyen Bayardı ol duğu yerde durdurdu. Nazan, hayvanının boynunu okşıyarak: — Altımda Bayardım oldukça hiçbir yerim kırılmaz, dedi. Sonra, hayvanın kulağına doğru eğilerek ilâve etti: — Biz beraber kazaya uğramayız, değil mi Bayardım? Diğerleri arabalarına binerlerken, Nana, toz çıkarmadan, öne düştü, XXV Dönüşte Nana gruptan hiç ayrılmadı Kâh uzun arabanın, kâh Prenses gülümsiyerek, osvap verdi: — Bununla beraber, derinlerde, ruhunun pek derinlerinde eski Nanadan bir ufak parça kaldı. Bu sırada, Nazan alını İngiliz tırisile sürüyor, bir yandan da # rabadekilerle, gayet samimi bir tarzda konuşarak, uslu, tatlı sözle rile herkesi kendisine çekiyordu. O kadar ki, bu yenilikten hayret€ düşen kız kârdeşleri, onu kıskanmağı akıllarına bile getirmiyorla” dı. Geçtikleri yol sahili takip ediyordu. Şosenin mukabil tarafı” da biraz uzakta, kimisi zamanla kararmış, kimisi yepyeni, kızıl “€ sarı tahtadan köy evleri görünüyordü. Batmak üzere olan güneşin son ışıkları, arabaların yerde gölg” lerini çiziyordu. Nasa atabaların gölgesinden gidiyordu. Herkes az çök yorulmü! kimsede konuşacak hal kalmamıştı. 5 Bu sırada altından ufak bir ırmak geçen köprüye gelmişlerdi: Birkaç gün evvel yağan bol yağmurlar dolayısile, suları yükselei olan bu küçük irmak oldukça süratli akıyordu. Biraz ileride, iki 06 sırık, suyun geçidini gösteriyordu. İlkbaharda pek yükselen ırmaklar, yazın ince bir su sızımtısından ibaret kalır, O zaman ge yerlerinden ayakla geçilebilir. Fakat bu Irmağın suyu bu kadar si çalacak kadar daha mevsim ilerlememişti, Bilâkis yağmurlar suyÜ yükseltmişti, (Devamı var)