j i Haber'in tarihi Romanı:44 30 EYLUL — 193$ Yazan: R. Rober Düma — 74 — Çeviren: F. K. Yazan: Ikimim | Benua, Dorofeyi sap'orı çehresi, bitkin haliyle görünce Şeytan Kethüdanın karşısında Abdülfettah kekeliyordu Hep dağıldılar. Bu dağdağa bitti. Fs- 1 dam, uyurken bile binlerce uyanık insa- kat tabesabah na padişah, ne valide, ne Esma sultan, ne şehzade, ne Selim ve ne de bu işi bilen Mercanla kethüda uyudu- Jar. Gariptir ki bu hâdiseden küçük bir sir bile şayi olmamıştı. Yoksa küffar ordu- Jar bu perişanlıktan istifade ederek Osmanlı imparatorluğunu harita üzerin. den kaldırmağa saldırırlardı. Ordusu pe. rişâr, ricali perişan, Saray perişan ve herbiri başka havada bir devlet, karşısın da fare gözliyen kedi gibi küffar ordula- Tina lokma oluverirdi. Sarayda sahte bri sükünet teessila et, mişti, Ama, bu defa da Alemdar konağı etrafında için için bir hâdisenin alevlen- mekte olduğu unutulmamalıdır. Düşman uyumaz. Topal Ata Abdülfettah Alemda- rın behemehal bu gece kârını tamam 6t- meğe karur vermişlerdi. Ata, Fettah vo yanlarındaki molla biri. birinin onar metre kadar arkasından yü- rüyerek kendilerini kimseye belli etme, meğo çalışiyorlardı. Alemdar konağına yaklaşırken molla, diğerlerinin önüne ge- gerek hizlandı ve bir dar sökağa sapir | Şeyhülisiim ile Abdülfettah bir köşeye sinerek beklediler. Molla, yanında keçe külâhlı biriyle dön âü. Ata, bu adamı bir yerde görmüştü, &- ma, pek İyi hatırlıyamıyor, daha doğrusu | bu kıyafeti altında teşhis edemiyordu. Herif topal Alayı pek âlâ tan'mişti. — Şeyhülislâm efendi. Dedi. Bu parayı | ben alacak değilim. Benim oenabi bariye | şükür akçoye ihtiyacım yoktur. Ancak *Alemdarım kellesine bin #arı azdır bile, Bu satte tedarik mütesssir olduğu için Mollayı size gönderdim. Şeyhülislâm da, Abdülfettah da bu #0 #İ tanıyorlardı. Gecenin karanlığında ko- Duşanm sarih bir şekilde teşhisine im - kân bulamıyorlardı. Abdülfettah sordu: — Sen kimlerdentin ağa. İş gördüğü. müzlü, İlerde taltif için tanımak gerektir. — Ben ne taltif, ne de tanınmak İste- rim Fettah ağa. Şimdi bu gibi mahalsir #özlerin zemin ve zaman: değildir. Vakit | geçiyor. Biz şöyle kapıya yaklaşm. Kapı | açılınca biriniz yere eğilin, Biz anlarız. Üst tarafmı bize birakmız. Yalniz kapi- yı kapamamak lâzmeelir, Abdillfettah geride, Ata önde, Alemdar ! konağına yaklaştılar. Şeyhülistâmm sanki kalbi yerinden fırtıyacaktı. Her ne pa- hasma olursa olsun bu İşe azmetmiş bu. Tunmasaydı, buracıkta vazgeçip dönecek ve mütevekkilâne kader ve tallıni bekli « yecekti. Şimdi devlethanssine girerek hud'a ve desiseyle başmı kesecekleri a. ZATA YI EEE na bodeldi. Şeyhülislâm tereddüd İçindeyken Fet- tah bir hamlede kapının tokmağı yaka. ladı ve şiddetle çaldı. Artık cızrivaki ol- muştu, Şeyhülâslim kondino çeki düzen vererek bekloği, Bir daha çaldılar, bir daha çaldılar, Kapıyı köse açtı, gecedenberi yalnız şekerlemeyle vakit geçirerek İşlerin tedviri için tedbirler ittihaz etmekle meş gul olan köse kethilda Ahmet efendi, şey, hülialâm ile Abdülfettah ağanin bu gece ziyaretini manidar bulmuş, fakat, aklına bir suikast ihtimali gelmemişti. Gelemez- di de, En fazla sanılabilirdi ki şeyhülis- lâm kendi mevki ve hayatı için Alem- dara Ihlasa gelmiştir. Abdülfettah güya pabucunu bağlar gibi eğilirken köse tor- du: — Maşıllah efendi hazretleri. Böyle gece vakti Taorı misafiri olmaz ama, ber halde mühimce bir matlabınız olmak ge. rektir. Devletlü paşa İstirabattedirler. Sabahı beklemeyip acele buyurmakta 28 gibi bir maksat mevcuttur? Ataullah efendi kökeliyordu. Karşısm- daki adam şöhreti âleme yayılmış şeytan zekâlı bir kethüdaydı. İşte tesadüf aksi- liği buna derlerdi. Maahaza tali yüzleri. ne mi gülüyordu, neydi, Köse kendi sur Mine kendi cevab verdi; — Devletlü paşanm dalnize bildirdiği, ne göre, sizinle hiçbir alıp vereceği yok- tur, Merak buyurmayıp istirahat eylesey- diniz. Fakat bir defa arzedelim. İnşallah kabul buyururlar, biz de ecrine mall olu- ruz, Şeyhülislâm #evinçle cevab verdi; — Estağturullah Ketnadı — Ahmet e fendi.. Ecriniz üzerimizden eksik olma" sm. Biz umuru diniye ile meşgul padişah ve elendilerimizin hademesi sayılırız. Kethüda içeriden ışık getirmeğe gitti. Abtülfettah kapıyı kapalı gibi görünecek tarzda aralıkladı ve gayet ağır adımlarla merdivene doğru yürüdü. Ata efendi de kendisini takip etti, Arabm gözlerinin içi gülüyordu. Köse Ahmet efendi zeki bir adam olabilirdi, a* ma hiç Abdülfettahm perendesinden at: layabilir miydi? Köre işık getirirken özür diliyordu: — Affedersiniz efendim, Gece teşrifiniz #mukarrer olmadığı için hazırlıksız bulun” duk. Sizi intizarda koyduk. Buyurun « fendim, şöyle buyurun. Ve Kethüda Alemdara işi oarzetmele gitmişti, Abdülfettah, Atanın kulağına eğilerek: — Köseye de aman vermemek gerektir. Aman, ben onunla mukayyet olurken siz Nananın yüzünde öyle bir değişiklik gördü ki sözünün sonumu ge“ Hiremedi. Nana, iri, masum gözlerini Platonun yüzüne dikerek, kalbinin kelâmı idare buyurursuz. Alemdar paşa, misafirlerini çok beklet» medi, Omuzlarında kürklü bir hırka ayak larında deriden burnu kıvrık bir pabuc başında bir gece külâhı ile birkaç adım kapıya yaklaşarak (o Şeyhülislâmı ve Ab- dülfettahı karşıladı ve sordu: — Ziyaretiniz, inşallah bir kara haber değildir ya? Şeyhülislâm eteklerken cevap verdi. — Ona yakm devletlü paşa. Allah önr rü devletini efzun etsin. Deraliyeye vüsü” lunuzla umum halk beyninde olduğu gibi ocakld nezdinde de - bir huzur ve sükün teesstiz etti, Teşrifi kudumunuz vaktinde ufku darüssaltanada binti Saldickbere lan burcu kavis sekizinci (o dercede tali idi, — Memnun oldum Şeyhülidim elem di. Elimizden geldiği kadar din ve devlet işine nizam vermek padişahımızı, saltana- tı mütegallibe elinden tahlis etmeğe gay ret edeceğiz. Hele şöyle buyurup (o esbabı teşrifinizi dinliyelim. Şeyhislâm topal Ata, bu mukaddimeyi yaparken Abdülfettahın hayretinden dili tutulmuştu. Meğer şu topal şeyh ama da kurnaz bir herifti, Serdar Alemdarı, yıl dızların şöyle böyle (oluşu ile o kadar meth ve sena etmiş oldu ki paşa hakika" ten memnuniyet duydu. Kahve içtiler. Abdülfettahın — zihnini köse tırmalıyordu. Şimdi onlar çıkacak” lar ve kalanlar da Alemdarın hakkındar geleceklerdi. Fakat köse kalırsa onun 7e“ kâsmdan bu ziyaretin manası kaçmazdı. Bu takdirde vasıta olun Alemdar; katlet- tirdiler, diye Şeyhislâm ile Abdülfettahı tefe koydurur ve belki de Alemdar adam larma Hezarpare ettirirdi. Bu Giheti ev velden düşünmediklerine kızıyor ve şim di ne yapacağını şaşırmış bir haldene konüşulanıı, ne de içtiği kahvenin lezzeti” ni anlıyordu. Şeyhülislâm dedi ki: — Serdarı ekrem, devletidnun ikbal ve şöhreti karşımda idbare uğramış bulun maktan müteazzi ve kederlidir. Musa pa şa ile elbirliği edip önce Rumeli askerini kırıp geçirmek ve sonra da maazallah siz leri idam etmek gayesinde oldukları mes- muumuz olmuştur. Makamı serdarı ekre mide istiklâl üzere O bulunup. ber türlü | ağlardan münezzeh kalmak daiyesindedir ler, (Devamı var) SUBAYIN endişeye düştü Müukarrer günde mübadele yapıldı. Velteri Alsas hududuna götürmüş olan Fransiz polisleri Dorote Şınili Strazburg garında Kehi'den gelen trenden iner İn- mez teslim aldılar. Zavallı kızm ilk sözü: — Yüzbaşı Benua? Diye sormak oldu. — Siri Pariste bekliyor matmazel, Banua, Doroteyl sapsarı çehresi, bitkin haliyle görünce endişeye düştü. — Çok yorgun görünüyorsun sevgi. tim, — Heyecandan ve sevinçten olacak. Seni görünce öyle sevindim kl... Sonra orada az mi keder çektim. — Hamdolsun bunlar geçti artık. Küçük apartımanlarında onları soğuk yemeklerden tertib edilmiş bir ziyafet 8öfrası bekliyordu. Yüzbaşı her tarafı çi, çeklerle donatmıştı. Dorote ellerin! çır- parak bir çotuk sevinciyle söylendi: , — Aman ne güzel! Mörzelbergdeki ©- damı sen geleceğin geceler süslediğim gibi yapmışsm. Sevinçten sarhoş bir halde, oradan o- raya koğuyor ,gülüyor, ağlıyor ve ikide. birde Benuanm boynuna sarıyordu. Fa, kat nekadar değişmiş, nekadar tanmmaz bir hâle gelmişti? Benganm Mörzelberg- de tanıdığı sıhhatli, ve gürbüz kızım bir gölgesi gibiydi şimdi... Erkenden yattılar. Gece yarısmdan biraz sonra Benua t- yandı, Metresi yanaklarını, saçlarını ok. guyordu. Benua genç kadının ellerinin geyritabif hararetiyle uyaömışlı. Elek « triği yaktı. ; A — Nen var sövgilim? Yastığı yarlarmış olen Döretenin Yen. gİ kireç gibi olmuştu. Kesik kesik: — Bilmem. Dedi. Kendimi iyi hisset , miyorum, Uyandırdığım için beni affet, Bir mazeret olarak ilâve etti; — Çok fenayım, — Sevgilim! Yüzbaşı yataktan kalktı. —Nen var? — Başım dönüyor. Gözlerim karartyor. Beynim başmnın içinden fırliyacakmış gi- bi... Çok fenayım. Başmı, Benuanın koluna dayamıştı. — Dotote!... Dorotef Sözlerini güçlükle #şitiyor gibi idi. Cevab vermeler istedi, dudakları oynadı, fakat hiçbir sez çıkaramadı. Denta tele- fona koştu: .— Allo! 123.96 Segtir'yi veriniz. Benua, çocukluk arkadaşı bir aikeri doktora telefon ediyordu. Bu doktor Do- rotenin evinin birkaç yüz metre ötesinde Boske avönüsünde oturmaktaydı. — Allo! — Sen misin dostum ? ben Benus... Ri ca ederim gel. Çok çabuk gel! — Hayır'ben değil, karım... Evet. O- nun evine gelmeni rica ediyorum, Kler sokağı BÜ numara üçüncü kat. — Teşekkür ederim. Aman çabuk! On beğ dakika Sonra doktor geldi. Hasta biraz iyileşmiş gibiydi. Doktor 6, nun elini eline altrak nabzmı saydı, bir sey söylemeden baktı. — Bonun, sizi geceyarısı rahatsız et- mekle hata etti. Şimdi hemen hemen hiç wsurab çekmiyorum. — Estağfurullah! merak edilecek bir gey yok ama, gelmişken sizi bir muaye ne edeyim. Benua ayakta, doktorun muayenesini seyrediyordu. Kalbini o müthiş bir arab kemirmakteydi. Zavallı Derote ne hale gelmişti? Biraz evvel, aşk esasında o- nu çok daha sıhhatli gördüğünü sariryor- du. “Zavallı kızcağız!,, diye içinden «- cıdt. “Ona ne yaptılar da bu hale gel, di? Genç kadınım kolunda gördüğü kırmızı bir leke doktorun dikkatini çekmişti. Parmağımı o noktaya basarak sordu: — Bu neğir? size enjeksiyon mu yap- tılar? Ne zaman ve niçin? — Hapishaneden çıkmazdan önce... Za yıfladığım için kuvvetlendirmek Üzere Üç günde bir enjeksiyon yapıyorlardı. Fakat bü enjeksiyonları kalçamdan yap- maktaydılar. — Peki bunu? — Bunu ber samenkinden başka hir doktor yaptı; ötekilerden başka türlü ve daha büyük bir enjektörle... — Ne zaman? — Berlinden hareketimden fki saat önce... Çok acıdı, — Ya? Doktor, manidar bir tavırla başını #a)- ladı, Hestanm gözlerini, ağzımı dikkatle muayene etti. Sonra kalb darabanıı say. dı. Nihayet: — Merak edilecek bir şey yok madma. zel. Dedi, Tehlikeli değil, Çok zaif düş- müşsünüz, birkaç güne kadar düzelirsi- niz, Benun, arkadaşmm yalan söylediğini hissetmişti. Onun peşinden koridora çık- tı. Doktor onun ellerini tuttu: — Cosaret dostum! 'Tereddld etti, sonra korkunç teşhisini bildirdi: — Ümit yok! (Devamı var) yy > E.G EVLA GE YENİ GUR EEE EZE bim değişme gözünden kaçmazdı. Sadunun gözüne ise Azâdeden baska bir şev gözükmüyordu. Platona gelince, bu filozof genç, vicdanın feltefesile pençeleş- m bütün temizliğiyle sordu: — O halde bana gayet akıllı bir koca lâzım öylemi? Platon güç bir vaziyette kalarak, cevap vermedi. Nana, devam etti: — Bu şartla evlenebilir miyim? Birdenbire Tokatliyandaki ziyafet sofrası, Sadun Alevin hikâye- si bütün menhüs hatıralar Platonun gözünün önünden geçti. Ne gesi kaçtı. Sert bir tavırla: — Vaziyete göre! dedi, herkes kendini bilir. Siz de, vicdanmız ne diyorsa onu yapın! Başka bir söz söylemeden, yemek salonundan çıktı. Nisan güneşinin altın parıltısı kaybolmuş; bir sağarak, pence releri kamçılıyordu. Nana yerinden kırmidadı. Büyük salon hemen bemen karanlık gibiydi. Sert bir rüzgâr sürüklediği büyük kara 'bulutlarm arasından sizân zayıi ışığın da girmesine perdeler mani , Oluyordu. Genç kızın yanaklarına bir damla yaş vuvarlandı. Bunu bir i- kincisi takip etti, İnci gibi taneler erk sik düşüyor ve leylâk rengi el- bisesinin göğsünde hali! bir iz bırakarak kayboluyordu. Biraz sonra, yağmur bulutu geçip giderek, dolu O ve tahribatını başka yere götürdü. Yemek salonuna donuk ve sarı bir ziya girdi. Pencereden, semanın yeniden mavilestiği görüldü. Salondaki bütün » gümüş, manen ve kristal takımlar, Nananın biraz evvel şeker kırdı” ğı biçak, yeniden perdelerin arasından sızan güneşin ışığı altında pı” rıldıyorlardı.. - ” — Sinek geldi, örtünün üzerine kondu. > RM e e e eğ ra KAÇİIRDIĞI"KIZ a ge Genç kız hâlâ kımıldamamıştı, Prensesin sesi işitildi: i — Nana, neredesin canım? Yağmur kesildi, çıkıyoruz. Azâde, kapıdan girerken, Nana başka bir kapıdan (O kayboldu. Bir dakika sonra, şapkasını, eldiyenini giymiş, hazırlanmış olarak geldi. ağladığını kimseye sezdirmeri. İlkbahar ilerliyordu, Annesi, Nanayı görmek isyordu. Prenses Nanay, kendi evlenmelerinden evvel, arinesine (o götürmeğe söz ver» mişti. Çünkü karıkoca, balaylarını seyahatle geşirmeği kararlaştır- wışlardı. Nananın annesi, her üçünü, düğünden evvel sekiz gün kel- mak üzere evine davet etmiş; Nazânın ısrarları üzerine, Prenses bu daveti kabul etmişti. Nana çok mahzurdu. Boynunu bükerek: — Ben, sensiz orada ne yaparımü deyip duruyordu. Prenses de : — Gelecek kış gene geleceksin, cevabımı veriyordu. Bunun üzerine Nana, ümitsiz bir tavırla başını sallıyordu. On sekiz yaşında olan kimseler için, gelecek kış demek, balığın kavağa çıktığını beklemek demektir. Nisan başlarındanberi, Nazan çok değişmişti. Eğer prenses, ev- lenme hazırlıklarile meşgul olmasaydı, herhakle bu kadar anl ve mü- mekten başka bir gey pörmeğe vakit bulamıyor, ve beynini kemiren endişelerle vicdanı arasındaki bu amansız savaşta, endişelerin kuv- veti gittikçe artıyordu. Bayan Seniha Muhtarm evine geldikleri akşam, hepsi birden şimdiye kadar farkına varmadıkları hakikatle karşılaştılar. Naza- nın annesinin, merakla dolu sesi hepsinin gözlerini açtı; — Aman yarabbi! ne kadar zayıflamışsın Nana, hasta mısm? Odada bulunan on çift göz, kıpkırmızı kesilen Nazana çevrildi. Nananm, heyecandan penbeleşen yüzüne geçici bir parlaklık geldi. Şen olmak istiyen bir sesle / — Allahın hikmeti, anneciğim! dedi. Fakat sesi, bir hıçkırık & çinde söndü, Bahçeye kaçtı. Bayan Seniha Muhtar, Prensesin misafirperverliğ:ine karşı biraz yersiz olan ilk sözlerini hafifletmek isteğile — Sizden ayrıldığından herhalde çok üzülüyor, dedi. Prenses düşünerek, ağır 2)ır, cevap verdi: — Evet,. Fakat bü üzüntünün © kadar kuvvetli olacağını san mam.. Öyle olsa, bırakmazdım. Bununla berâer zannetmem ki. Nazanın büyük kız kardeşlerinden biri atıldı — Biraz da evinde oturmağa alışsın. Biz hiç evimizden ayrılma" dık, Ve bu da, sıhhatimizin turp gibi olmasına engel olmıyor. Platon, bu sözleri söyliyen kızı, hiç de tatlı olmıyan bir bakışla yukarıdan aşağı süzdü, ve arkasını döndü. — Zavallı kuşcağız, diye düşündü, kafesin kapısı üzerine kapa ıp kanadını kıracak... (Devamı var)