Gm e a Haberi tarihi Romanı: 22 tekin değilmişsin de ha Odayı dolduranlar korktular, Cevri bir an İçinde Anberden hidiseyi öğrenmiş bulunduğu için bunun sebebini biliyordu. Mustafa haykırdı: — Cellid! Damızlığa çekilmiş bir boğa gibi at - rım vücutlu bir bostancı odaya girerek ayak öptü. Hünkâr hâlâ hayrotlerle An- bere bakıyordu ve yine baykirdı: — Ne durursun bre kahpe oğlu. Vur boynunu şu zencinin! Bulunanlar birer köşeye sindiler. An- berin dili tutulmuş, siyah benzisi kara sarı bir renk bağlamıştı. Çenolerini biri- birine çarpıyordu. Gözleri birer kan ça» nağına dönmüş, manasız birer cam göz gibi padişaha dikilmişti, Cellâd, kalın kılılndan taze bilenmiş palayı siyirirken Anber diz üstü yuvarlandı ve Mustafa - nin ayaklarına doğru süründü: — Nerbamet padişahım! — Sus bre melün! Sen tekin değil. mişsin de benim haberim yok, Cevri atıldı: — Padişahım, büsün Hazreti fahrıkö- İnatın yevmi velâdeti mübrekleridir. Ecdadı İzammızdanberi halifei ruyu ze- min padişahlarımız bu yevmi mübarekte ellerini kana bulamazlar. Cellâd geri çekildi. Cellâddı, fakat müslümandı. Covrinin sözleri ciğerlerine ok gibi işlemişti. Hünkâr sayıklıyordu: — Haşa o Hizir değil, Anber kıyafeti- De girmiş bir iblisti! Hani neredeyse Cevri bile hünkürm büsbütlin delirdiğine #nnnacaktı. Hem ne isabet olacaktı! bütün hâdiseler kö - künden halledileiş bulunacak, Selim tah ima geçecek, Mustafa da bir odaya bir güllâbi ile hapsolunacaktı, Hepsi çıktılar, Cevri Anböre de bir i- Şaret vererek çıkmasını söyledi, Hünkâr. la yapayalnız kaldılar, Padişah çok bodbindi. Harab ve peri- gan haliyle acınacak Yaziyetteydi. — Padişahım, dedi, tövbe istiğfar et. Senden büyük Allah vardır, Kul balasız olur mu şevketlim? Bir günel işledinse eğer, Censbhak seni ürküttü. Kaç saat- tenberidir ki cariyen mahpusum. Sultan Mustafa başmı kaldırdı, Hay- ret ve dehşet içinde sörâü: — Kim hapsetti seni? — Siyah yizlü, uzun boylu, gönlş ka- rırlı bir Arab, padişahım. Gözlerime öy- le baktı ki kendimden geçtim! Cevri, bu tesadüften ne güzel istifa. de etmişti, Zaten aklı büsbütün kafasın- dan giden padişaha bundan güzel bir ms- sal yutturulamazdı. Halbuki o gaybubeti- nİ başka türlü izah edecek, belki de mu- vaffak olamıyacaktı. Platon cevap verdi: — Tam âşıkların ruhunu okşıyacak bir gece! Bunun (değerini anlamıyar bizler evlerimizden dışarı çıkmamalıyız. Biz böyle şeylere Mâyık değiliz! Sözlerinin tesirini anlamak için yan gözle Nanaya bakıyordu. Fa. kat genç kız, başını yukarı kaldırmış, gece kraliçesinin lekelerine ba” kıyordu. İçini çekti: Mustafa dikkatle dinliyordu. — Nereye hapsetti Cevri? Yazan: Ikimim Padişah, Anbere haykırdı: Sen yim yok! aldanmış ve Alemdarla görüşmeği ka- | etmişti. Fakat içinden de pazarlığı — Bilmiyorum ki hünkârm? Orasıf vardı. Harbetmiyecek orduyu İstanbula neresiydi, bu kimdi, beni niçin hapset - mişti? — Kim salverdi seni? — Yine kendisi hünkârm, Yarı beyaz, yarı siyah yüzle geldi ve beni bu kori- dora fırlattı. Kondi kayboldu. İşte hü- zurundayım, Padişah Musfafa eğen ibrik istedi, Abdest alıp namaz kacak ve tövbe İs. tiğfar edesekti, Belki Cenabıhsk bu mü- barek günde padişahın münacatmı kabul ederdi. Cevri, böylese Mustafayı teskin etme» ğe muvaffak olmuştu. Bu iş de halk ağ- zma düştü, — Saray tekin değilmiş! — Padişaha Hızır görünmüş! — Anber ağa, velâdeti peygamberiye bağışlanmış! — Cevri bir akıllı kadmmış. * Fakat aklı başında olanlarin endişesi her gün biraz daka artıyordu. NG ola- caktı7? Bu işler nasıl yoluna girecekti? Sarayda, hünkâr huzurunda birtakım es- rarengiz hâdiseler dönüp duruyor, şeh- zadeler kaybolup çıkıyor, hünkâr tekme. lenip yurmuklanıyor, sultanlar bu haile- de rol «lan aktörler gibi meydana 45 - külmüş, enerika ve Idare kadın eline kal miş, yeryer sefalet ve açlık, kıtlık üre- ribirine düşmüş, devleti aliye muzmahil ve perişan vaziyette ne oluyordu? Bir taraftan da Tuna serdar: Alem - dar paşa hizm alamamış, bir demir gülle gibi girdiği yori perişan edip kel. leler yere sererek gemi azıya almıştı. Serdar ekrem Çelebi paşa, otağında ge- celerce uykusur, bu sergerdenin tasallü- tunu def İçin çâre aramakla meşguldü. Rumeli sulkasiçileri için işler yolunda gidiyordu, Cemiyet (o erkfinmdan Tahsin efendi sördara âpesikâr söylemişti: — İki cihetin dahi fhtiyacatı çok, or- duyu bümayunda fse iktidar yok, Delik büyük ,yama küçük. Böyle kalırsa hal - ler fenaya müneer olur, (İ) Ruslarla yapılan mütareke iüddeti bitmişti. Fakat otağ kuran orduyu hü. mayunda berbe hakikaten mecal yoktu. İstanbulda rical biribirinin ayağı altma karpuz kabuğu koymakla meşguldüler, Bir taraftan gerek Behiç; efendi, gerek Tahsin etendi serdarı Ekrem Çelebi pa- gayı ürkütmüşler, Alemdar paşa ile bir uzlaşma Yapmağa teşvik etmişler, diğer taraftan da Acmdarı, Serdarın aleyhine doldurmuşlar küplere bindirmişlerdi . Serdar Çelebi Mustafa paşa, bu tedbi- — Ah, ayda bir adam olduğuna inandığım zamanlar nerede? Ne- iyiydi o zamanlar? —O vakitler kaç yaşında vardınız? — Dokuz. döndürecek ve ber geyden önce elindeki mührü hümayunu kuvvetlendiredek, ot- rafı saran düşmanlarını temizleyip is. tiklâi üzre kalacaktı, Gece basmış, geç vakte kadar'içtima- da yorgun ve bitkin hale gelen ordu ricali teker teker dağılmağı başlamiplar- di. Serdar, çadırma çekildi. e Düşlindüğü ve hazırladığı tedbir pek güzeldi, ama, acaba Alemdarla görüşmesi ne netice verecekti, buna üzülüyordu. Bu lâf din. lemez, söz anlamaz sergerde İle uzlaş - mak, düşmanla müsalüha &tmekten Yya- man bir işti, İleniz yatsı ezdni okunmuş, bütün E- dirne gecenin sessizliği içine gömülmüş- tü, Serdar bu gece çadırında yalınağı tercih elmişti, Gözlerine uygu girmediği için şöyle bir kenara çekilip düşünceye daldı. Asker çadırlarmın arkalarından yere sürüne sürüne yürüyen başı açık syağı çıplak bir neler, serdarın çadırma doğru ilerliyor, etrafını gözetleyip, din- liyerek bir gey bir sos olmadığına cwin olunca biraz dâha sürünerek yaklağıyor- du. Elbisesiyle, gece daha koyu sarı görü- hen Lopark arasinda en küçük bir fark miş, ordu karışık bir halde, serdârlar bi. | b1!9 Yoltu. Serdarın çadırına gittikçe yaklaşan bu neferi nöbetçiler Kolay ko- Isy göremezlerdi, “Serdar daldığı dür tnceleri içinde be - man hemen bir şekerlemeye de varmış Bulunuyordu. Belli ki bu gidişle uykusu da adsmekıl: bastıracoktı Bu sirada sördarı ekrem garib ve boğuk bir ses daydu: — Yn serdar! ya serdar! “ Bu ne bir feryad, ne bir niyazdı. Bu ses, hatiften gelen bir nidsya bönziyor- du. Sanki toprağın altından geliyordü. Serdar dehşete düştü. Önce belki köndisine bir hayal musallat olmuştur diye düşündü ve ofacıkta duran suyla yüzünü yıkadı, uzun çubuğuna bir sign. 14 yerleştirip tellerdirdi. Böyle anlarda bir damla rüzgür bile insanın bütün tüylerini kabartır, vücut tavuk eti gibi pürtük pürtük olur. Bu bilinmiyen bir korkudan, mücsdele edi- Idmiyeceği sanilan bir kuvvotliden duyu Jan dehgetten gelir. İşte tıpkı serdar ds böyle bir zaafa düşmüştü. (Devamı var) (1) Tarihi Cevdet, sayfa 244. SUBAYIN KAÇIRDIĞI Kiz e — Emin misiniz? — Bâbam bana öyle derdi. Ben, Babamı bana söylediklerinin Yazan: R. Rober Düne — 52 — Çeviren: p.K ; Benua elini uzatarak yatağa | p ledi; apansız metresinin vücudü” : tutacak ve onun hayretin€ ki gülecekti — Evet. — O halde kendisine merter halinde söylememiz mükarrer cümleyi söylersiniz: Allo mösyö Simon? arabayi garaja götürdük. — Hsyhay telefon ederim. Allahsız. marladık, — Güle güle dostum. Yüzbaşı pardösüsünün yakasını kaldı. rarak yağmur alında yürüdü, Askeri mektabö doğru ilerledi, sonra sağa sa- parâk Kler sokağma girdi. Dorote şimdi onu yatağı uzanmış, yarı uykuda bek- liyor olmalıydı. “Zavallı!” diye düşündü. Üç gündür bu fon Strammer meselesi yü- zünden onu görememişii, Genç kadın ona hâlâ, ilk tanıştıkları zamanki kadar hararetle âşıktı. Onu ber görüşünde, bir anat evvel ayrılmış olda- lar bile, çocuğa vo çilgin bir sevinçle karşılıyor, boynuna © sarilip dudaklarını erkeğinin dudaklarına yapıştırarak mt - rıldanıyordu: ; — Seni kaybetmekten öyle korküyo- rum kil Benun gülümsedi. Bu akşam tamamile serbestti, Dorotenin yanmda sabaha ka- dar kalabilecek, son haftalarda olduğu gibi şöyle bir görünüp ayrılmak mecbu- riyetinde kalmıyacaktı. Yakın zevk #a- atlerini düşünerek titredi, O gece Doro- te mes'ut olücak ve aşkı müteakip bütün azası tatlı birrohavotle gevşemiş, ok - şanmağa muhtaç bir kedi yavrusu tesli. miyetiyle ona sokulup uyuyncaktı. Çok- tan büna hasreti, Yüzbaşı Benüa, Kler sokağındaki bir binada Dorote için kiraladığı dairenin kapısını anahtarin açtı. Karanlıktı. Do. rote uykuda olmalıydı. Ayaklarının ucu- na basarak salonu geçti, yavaşça yalak odasının kapısmı açtı. Perdeler inik olduğu içinoda zifiri karanlıktı. Elini uzatarak ilerledi. Elle- riyle metresinin vücudunu tutacak, onu böylece uyandırıp hayretine gülecekti. — Dorote! Yatak bombontu. Benuz endişeyle ba- gırdı. Elektriği yaktı.. — Dorote! Tekrar söslendi. Bütün odaları dola- şarak her tarafta elektrikleri yaktı. Ev- de kimseler yoktu. Salona döndü, ayakta durarak düşün. dü. Kendi kendine “Beyhude yere teliş!,, diye söylendi. "Sokağa çıkmış olacak. Etrafını aradı, genç kadınm bırakmış ol- ması lâzım bir mektup göremedi, Duvar saati onu çaldı , “Geceleyin sokağa çıkmak âdeti de - liğime gideceğim. Sadun, yeisle, sordu: A TUNA ZAC O kocaman makinelerin her parçasına ayrı ayri Bu fen harikalarmın, çiftliğe gittiği zamanlar, prensesi” &” gbi işlemek, orun hoşuna gitmek, memnuniyetini, kazarni$ vE |, suz bir saadete erişeceklerin! düşündükçe üzünti gidecsli ye hale geliyordu. Birdenbire aklına, prensesin çiftliğine ye” cesi gelerek boğazı tıkandı. Prenses, çililiğinde yapt vantilâsyon tertibatını anlatırken, damdan düşer E' — Yakında gidiyor musunuz? — Beş gün sonra.. Yeğeninizi annesine götüreceği ğildir. Tek başma nereye His >. lir? Merdivende ayak #€9İ ge koştu, fakat sesler tkinci KAİ Lr X gelen o değildi. ea | eşi bir genlik için gini ba ei k lar: yakılmış olan apartımandf araşlırmaya başladı. Masanıi bir çay fincanı inrayor ei içilmişti. Köşede bir koltuk : rotenin işlediği pembe bir ia . tılmıştı ;çamaşirin üzerinde iğne j” a mamıştı, iplik sarktyordu. “Birdenbire kallup giti. ven yat birdenbire durmuş, NKİ5”" e odasına geçti. Elbise dola! yar Çamaşır ve elbiseler eksikti. olacaktı, nerede?,, Benus b madı, Tuvalet masasi sikler vardı. “Hiç şüpheye mahal yok, epi cek bir zaman için bursdat kat niçin? nereye? bana edep vermedi? bir kâğrt olsur nasi izah edilebilir? | Şapkasını, pârdösüsünü 8 | tekrar bir göz gezdirdikten trikleri söndürüp aşağıda kapı önlinde pencereyi vurdu. di; — Ne var? — Bir şey soracaktım. ge” Kapıcı kadm, uyku sersensi — Ne var, ne ht yora a — Beni tanmadınız mi rant; yüzbaşı Benus... e di — Tan:dım ama bu saatte Pİ lem uykudan uyandırıyorsi20* 5 Benua, kadınm avucuna bir e i ii MAM ga iğ a lik sıkıştırarak özür diledi: ei — Affedersiniz madam. rahatsız öttğlme pek ra meraktayım da... Matmaztl — Evet, üçüncü kattaki — Evet, Yukarda yok. var mı? N — Tabi yukarda yok, GEDEÜ — Gitti mi? siz gördünüz $ — Sizi şimdi gördüğüm Benua sipirliydi: — Anlatın marlam Dürsat yorsanız söyleyin. — Bildiklerim gol değil sün ant dörde dağru bir Süz Hi Y Matmazeli sordu, daireyi Yukarı çikti, — Nasıl bir adar? sasi) kaç yaşında kadardı?, iğ N — Acele etmeyin. Uzun ? — Echebi miydi dersinis Pi (deyi SA: eza bıyıksız, kırk yaşlarında kadi” mez | ed Gülmeğe başladılar. Fakat Nana, o gün hiçbir şeye gücenmemeğe and içmiş gibiydi. Sözüne devam etti: — Evet o zamanlar, babamır beni, Kafkasyadan getirdiği “Neg ro,, İsmindeki güzel atma binmeğe alıştırdığı zamanlardı. Bu at, bir gürcü prensesinin imiş. Dört nala giderken yerden mendil kapardı. Ne güzel, ne iyi ahlâkiı hayvandı. O vakitki kadar mesut olduğumu bilmiyorum. Babamla ben, akşamları atla dolaşırken aya bakardık. Babam bana, orada bir kapı olduğunu, aydaki adamın, vakit vakit, o kapıyı açıp bizin? yaptıklarımızı seyrettiğini söylerdi. Allahım! Yolda giderken havaya bakmaktan, kaç kere yüzükoyun yere yuvar lanmıştım. Platon yavaş sesle, âdeta kendi kendine söylüyormuş gibi: — Kimbilir kaç kişi sizin gibi yapmıştır, dedi. Nana Platona baktı. Çocuk gibi yüzünün çizgileri değişti. denbire vakuırlaşan bir setle, cevap verdi: — Havaya çok bakmak yüzünden düşmenin de bir zevki vardır! Platon hayretle başını kaldırdı: Nananım ciddi ve tatlı yüzü ona bâşka bir biçime girmiş gibi gel. di. Sesini yükseltmeden sordu: Bir- hepsine körü körüne inanırdım. Bana yüz kere tekrar etmişti: “Sakın önüne çıkan enjellerden yilma; miskin bir düşünceye tâkılıp kal- ma; gözlerini dalma yükseğe kaldır.,, Platon: — Babanız çok mert bir adammıs! dedi, Nana, eliyle yavağça genç adamın elini tuttu, kalbinden taşan bir minnetle sekiz. Biran sustular. Nana, gayet yavaş bir sesle söze başladı: — Babamdan çok seyrek bahsederim. Evde cesaret edemem.. An- nem ağlamağa başlar.. Kardeşlerim aldırmazlar. Babamın en çok sevdiği bendim.. — Babanızdan istediğiniz kadar bana bahsedebilirsiniz. En çok sevdiği çocuğunun hatırasında bıraktığı çizgilerle, iyi yürekli bir zatı gözümün önünde canlandırmak benim için böyük bir zevk olacaktır. Nana, halıratının derinliklerine dalarak, arlatmağa başladı. Bu srrada, Sadun, kendisini dünyanın en mesut adamı, sayıydr- dü, Prensesin yânına oturmuştu. Prenses, çiftliği için getirdiği ma- kineleri anlatıyor; Sadun, vidalarla çivilerinin sayıma (varıncaya kadar bu makineleri önüne getirecek derecede ehemmiyetle bu sözleri dinliyordu dm? tular. Birdenbire prenses seslendi: Dünyada onun bir eşini görmedim. O kadar hisli, © 6 kadar cana yakın ki,, — Uzun zaman kalacak mısınız? ' —Biray! © — Biray mı? Allâhım! Bütün bu zaman İçi! inde ber * Prenses, gözlerinde tatlı bir istihza pırılasile cevaP ! — Şimdiye kadar ne yapıyordunuz? e Sadun hemen osvap verdi: yakti. ei — O zaman sizi tanımıyordum? Hayatımda mari # — Size kitap bırakırım. gire i Bu sözleri söylerken prensesin sesi hallfçe aksi” i N — Haydi çocuklar, geç oldu, artık gidelim. iki ge” Eve döndüler. Neşe ile birer çay içtiler. AZ sonra ta veda edip çıktılar. Vapur iskelesine yaklaşırlarken, Sadun bii — Platon, dedi, senin kardeşin çok takdir edi il