| 2 TEMMUZ — 1988 HABER — Aksam nostas. Mey fesi akşamı idi, madam işl kapısı önündeki merdi- nde oosamaklar üzerimde dur- b çavuşunün O karısiyle a damn yapıyorlardı. Allahi yalan söylemiyorum, ba” ül kızkardeşi söyledi, ona da e kârısı haber vermiş.. Ko- ie ie görmüş canım. . ii <miye istemiye susmağa İş Çünkü yoldan sırt: çanta- ğ. çiy ar tanımadıkları; bir adam : ie Kadın dedikodusuna tekrar İN begi, İşin bu adamın çekilip gitme- Yordu. Fakat o durdu. — Veig Sint Çıkardı ve çok kibar bir ta- e yaparak sordu : iz, meşhur kunduracı ii burada mı otururlar? 'g'in asık osuratmda , Ür yayıldı. Karşısında Yeli, çok kibar bir adam bu uu anlamıştı. ha, Kndura İşçisiyim, işsiz kal- b Bir yer bulmak için dolaşıyorum. Bire Yi bir talih eseri olarak böyle bie, , Sivar kasabalarda bile işidilen ; lab yanında boş bir kalfa- Üz lir miyim diye sormağa gel- — Tay bip tanir varmış, hakikaten onun a) Br mi var., tana mlmıyorsam * saym ma- le konuşmak şerefine nail # 7 Vi Meranun memnun sırıttı ; / > k et, Brürn Şavuşunun, karısı yanında İN. Du suretle okşanmasına çok e “aha hilrmetkâr bir hareket ie iş madam Löfberg iltifata kral sarayındaki bir ne- m kadar bir reveransIa Sözüne devam ediyordu? lerini ne vakit rahatsız &- e emel Mm) lemek Türünde bu > By Peunuz ne?, p ilme ça “konuşma karşısında aç ize karısı, ağzt bir ' 71 isi Veri, ka Ip kalmıştı. Kendisinin 1 / 128 emr — : meğe lüzum hissetti, Ve Lunun için on- ( lar gibi vücudunu eğmeğe çalışarak; — Siz teşrif ederken ben de hare ket etmek üzereydim, dedi. Ve arkadâ- şına elini uzattı. Madam Löfberg ayni kibar tavırla: — Güle güle canım, dedi, tekrar teş- rifinizi beklerim. Sonra delikanlıya döndü; — Buyurun, kocam içeridedir. He- men görüşmenize hiç bir mâni yoktur. Kadın kapıyı açtı ve eve girmesi için delikanlıya işaret etti, Fakat kibar ya» bancı itiraz etti! — Hâyatımda kadının önüne geç - mek nezaketsizliğini hiç yapmadım .. Müsaade buyurunuz da arkanızdan yürüyeyim.. Delikanlı, tamam eski zaman şöval yelerine yakışır bir nezaketle şapkası elinde kadının üç adım arkasından ge- liyordu. Delikanlınm bu negaketi kun- duracının karısını çok memnun etmiş- ti. Kunduracının çalıştığı küçük dük- kâna girdikleri vakit delikanlıyı aşikâr bir gururla takdim etti ve sonra koca- ının kulağına doğr ueğildi ve yavaş sesle; — Dinle, dedi bu adam her halde çek asil bir ailenin evlâdı olacak, öyle kibar öyle kibar ki!, . Dükkânlarında yüksek tabakaya mensup bir kalfa çalıştırmak emeli, bir çok geceler madam Löfbergin rüyaları sı süslemişti.. Öyle ya, dünyada olmaz ne var?. Çok kibar bir ailenin her ev- Jâdı da, aç, işsiz, çıplak kalabilir. Ya- hut daha iyisi zengin bir delikanlınm hiçten bir sebep yüzünden ailesiyle a- rası açılır, baba evini terkeder, gurbet diyarma düşer. Talih neden böyle de- likarlıyı kendi dükkânlarına sevketme- sin? Ah böyle bir şey olsa. Madam Löfbergin hayli geniş hayali tekrar iş lemeğe başladı: Kocası tavassut cdi- e ERİ AN e aa Kibar adam Yuyor, biricik kızı Virjini bu delikanlı ile evleniyor! Madam Löfberg gâzetelerdeki tefri. ka romanlarını heyecanla okur ve kun- düracı kalfası kılığında prensler tahay- yül ederdi. Dükkâna her yeni kalfa ge- lişinde bu hayal gözlerinin önünde bir defa canlanırdı. Fakat gelen çırak- Jar çabucak foyalarını meydana çıkarır *ve madam Löfbergi yeniden ümitsizliğe düşürürlerdi. Bu defa madam Löfberg ümitlerinin tahakkuk edeceğini kuvvetle tahmin ediyordu. Hem artık bu geli vakti idi. Virjini hayli büyümüş, yir- mi beş yaşını bulmuştu.. İşin daha kö- tüsü de karşılarındaki fırıncının çırağı Larsonla mercimeği fırınf vermiş ol- masıydı. Fakat Madam Löfberg biricik kızını çapkınlığı, ahlâksızlığı, sarhoş - luğu kasabada herkesin dilinde dolaşan böyle bir serseriye verir mi hiç? Yeni kalfanın daima kibarlığı üze zindeydi. Bu kibarlık ilk günlerde ma- dam Löfbergi bir hayli sıkmış, kalfa - nın nezaketine daha üstün bir nezaket- Je mukabele etmek mecburiyetiyle ©- peyce üzülmüştü amma, yavaş yavaş, buna da alıştı. Nihayet bir hafta içerisinde kundu- sacının €vi, diplomatların o konuştuğu bir meclis halini aldı. Delikank o her cümleye “affedersiniz, kelimeleriyle başlıyor, tepeden tırnağa reverans yap- madan sözünü bitirmiyordu. Sofraya oturur oturmaz genç kıza hitap ederek; — Affedersiniz matmazel. Sıhhat haberinizi söylemekle beni memnun et- mek İdtfunu esirgemez misiniz!, Kabilinden bir cümleyi ifimaâl etmi - yordu. Viktorya Benedikston fat viz geliyor, o annesinin dürtmele- rine, babasının dik dik bakmalarına &- hemmiyet vermiyerek bu kibar deli « kanlı ile de fırıncı çirağiyle konuştuğu dilden konuşuyordu: Ihtiyar kunduracı ilk günlerinde de- Jikanlının hareketleirni riyakârlk san- dı, hayli öfkelendi. Fakat kalfa hem iyi çalışıyor, hem de işten anlıyordü. O- nun için sesini çıkarmadı. Günler geç- tikçe © da bu hareketleri tabit bulmağa başlarir. Alıştı. Hattâ kendisi de ko- Duşurken delikanlının sözlerini ve hâ- reketlerini taklide başladı. Günler geçtikçe işler daha iyi bir şekil alıyordu. Virjini de nihayet de- likanlıya alışmıştı. Vakia onun konuş - tuğu gibi konuşamıyordu ama sofrada yüzüne gülüyor, merdiven başında ker şdaştıkları vakit tebessüm ediyor, ak- şam iş bittikten sonra bahçede deli - kanlı ile bir iki defa dolaşmaktan zevk- alıyordu. Bu işlerden en çok merinun olan ma- dam Lölberg, hiddetinden küplere bi- nen de İsrnee çırağı Larsondı, Fakat o, henüz bu işi tamamiyle ciddiye al- mış değildi, Kendi kendine: — Sabret, Larson, diyordu, bir gür gelir bu kibar adam da ne malolduğunu gösterir, onun da pabucu İdama atılır!, Delikanlının Löfberg lerin O yanına girişinden tam alt; hafta sonra idi... Bir pazar sabahı Madam Löfberg kalkmış, en kibar elbisesi sırtında, pencere ö- nüne oturmuş, elinde gazetenin tefrika romanını okuyordu. Romanın en tatlı yeri idi. Şahsından başka birisi için sevilmeğe tahammül edemiyen prens, saraydan kaçmış, seyyar kalaycı olarak diyar diyar dolaşıyor. Tamam aradığını buldu. Bir köy marangozunun melek- ler kadar güzel kızı ile tatlı tatlı sevi- şiyorlar. Şahsı için sevildiğine bir çok tecrübelerden sonra emin olan prens, BÜRİDA) ğunu söylemek üzeredir. İşte tam bu sırada kızı çeri girdi. Birisini arar gibi etrafına baktı ve son- ra sordu: — Babamla kalfa nerede? Madam Löfberg gözlerini kaldırdı. Paylar gibi kızma baktı. Ve kibar ki- bar: — Muhterem pederinizle kibar kal fası havanın Jetafetinden istifade ede - rek kasaba civarında küçük bir gezinti yapmak üzere çıktılar, dedi. Yalnız altı hafta evin içinde yaşayan deNkanlı yaşayışlarında o kadar derin bir inkılâp yapmıştı ki komşu kadınla- rın, hepsi, hattâ jandarma çavuşunun karısı bile kunduracının evinden ayak- larını kesmişlerdi. Genç kız süstu.. Pencereden bakın- mağa, kadın da tatlı tatlı romanını © kumağa başladı. Birdenbire merdivende bizlı hiz a- yak sesleri işitti. Kapı açıldı. Usta ve kalfa içeriye girdiler. Madam Löfberg, bir bakışta kocası ile kalfasının kasaba civarında dolaşmadıklarını, meyhaneye gittiklerini, zilzurna sarhoş olarak dön- düklerini anladı. Kunduracının karışı, kocasının içme- sine kat'iyen tahammül edemezdi. Fa. kat bu defa müsamaha göstermeğe ka” rar verdi, Çalıştıktan sonra biraz içmek de belki kibarlık icabidır. Sonra kitaplar- da da okurauştu: “İçki adamın mayası” nı meydana çıkarır., Şimdi asıl genç kalfa kimbilir daha ne kadar kibarlaşa" cak, ne zarif, ne güzel, ne eşsiz nükte. ler söyliyecekti! , « Fakat şaşılacak şey doğrusu.. Kalfa, selâm vermeğe bile lüzum görmeden bir iskemle çekti, çatırdata çatırdata 0- turdu. Ve sustu,. Madam Liberg, düşündü; — Hâlâ kibarlığı üzerinde, Vakia s6 lâm vermedi ama ağzını da açmadı. Söze kadının başlamasın: bekliyor. Baş Jıyalım da bari Üzülmesin.. Sonra kibar kibar: — Galiba günün yorgunluklarını u- nutmak için şarapta sükün ve rahat a“ radmız! dedi. 125 ————————— — Ben ölmiye razıydım.. Fakat iş- A ki nüfuz sahibisiniz, © y ünuZ için de endişe duymu- ii Ne demek istiyorsun?. LE nu Presklerde talebelerin isya- görüm. Fa ettiklerini söylemek isti- m beni kurtardığınız. gibi da kurtarabitirsiniz.. Sahi, eze balla Oğlunuz benim efen- » Cidden kahraman bir delikan Şira Oranla iftihar edebilirsiniz. ünyada Jan Büridan kadar tir, Gt cesur vans bir adam yok- iie vaa pie ve korkuyla karışık bir fer- özi, Seydanının sükütunu bozdu. Büri Büridan! Jan Büridan! Jan Kor m? kan Bigorn; ilama 8 dedi. - Jan Büridan.. Bu eke gece yarısıdır. « diye e ve DİL sofra başında bırakmıştık. ma Hece ve vakit gecenin saat en ala BE vakte kadar sofrada Bemiyi GENdi arzularından ileri gel: odan teç Kendilerine hizmet eden uşa» den sofraya geç otur- maç kapıya beyhude yere vura- Bit, Pl eş ölüyorum!.,, diye bağır- Emineyi dışarıdan aldığı 3 “Sabrediniz?.,, yemeğinden çok üstündü. Öğle Eğ kuru şeylerden ve şaraptan ibaretti. Büridanla Gotye iştiha ile yediler. Yal nız Filip mahzun mahzun oturmuştu. 'Tabif dereden tepeden konuşülüyor- du. Bu garip hapishanede gördükleri muameleden dolayı duydukları hayret geçince, üş arkadaş, bütün mahpuslar gibi serbest (o bulunmatın zevkinden bahsediyorlardı. Büridan — Ah! Ne olurdu bulunduğumuz yeri bir öğrenebilseydik. - dedi. Gotye; — Şu hapishanenin tasrl yapıldığını bir öğrenseydim. » diye söylendi. Filip sordu £ — Bundan sana ne? Ne faydası var kiz, — Belki kaçma çaresini bulmıya ya- rardı. Buradaki hayatımız bir köstebek hayatı.. İyice besleniyoruz ama bu kâfi mi?. Filip sönlük bir tebessümle cevap verdi; — Ne eksiğin var ki?. — Ne eksiğim olmıyacak.. Gezemi « yorum.. Sokakta dolaşan devriyelerle kavga edemiyorum. Agnes Pideloi zi- yarete gidemiyorum.. Frankurne de bir kaç Ekli kazanamıyorum, Hayati - mın zevklerinden mahrumuml!, Bu sırada yemek te sona ermiş ve uşak içeriye girmişti. Şunu da söyliyelim ki Filiple Got- ye, belki gece yarısı içeriye girerler de kendilerini tanırlar diye maskelerini uyurlarken bile çıkarmıyorlarıdı. Uşak, hem de zındancıya benziyen bu adam, masanın üzerine içinde berrak bir su bulunan bir şişe koydu. Götye: — Nedir bu? - diye sordü.. Uşak; — İçinizden birisi için bir likör. « dedi rekli değilse, beni bu hayaletten kur- tarır, Gözlerini kapadı.. Sonra tekrar açtı. Hayaletin hâlâ orada olduğunu görün ce duasının kabul edilmediğini anladı. İkinci defa içini çekerek: —OfL « dedi, » Bu defa artık şüphe- ye mahal yok.. Öteki dünya sakinlerile münasebette bulunduğuma bakılırsa ben çoktan ölmüşüm. İşi ümitsiz bir yiğitliğe dökerek doğruldu ve hayaletin yüzüne baktı, Mabel; — Demek beni tanıyorsun öyle mi? » dedi. * Evet.. Evvelce Nel kulesinde de görmüştün beni.. Benim kim oldu - Şumu biliyorsun. Senden nasıl bir he- sap soracağım: biliyorsun!, Mabel bunları söyledikten sonra Bi- gornun elinden tuttu. Tansölo, bulunduğu şerait içinde birdenbire mühim gördüğü iki şeyin farkma vardr. Hayaletin sesi, kısık, kızgın, heye- canlı, titrek olmakla beraber tabiiydi.. Hayaletin eli pek sıcaktı. O hayaletlerin soğuk ve seslerinin derinden gelir gibi olduğunu biliyor- du. Bizorn: — Oh! Oh?. Siz ölü değil misiniz? Siz ölmediniz miydi?, Mabelin dudakları titredi. Ac bir tebessümle büküldü ; — Keşke ölmüş olsaydım! Keşke Margaritin hançeri altında can vermiş bulunsaydım.... Bu kadar azap çekme- miş olurdum ve bü kadar azap çekmez- dim. Fakat, mel'un! Şunu bil ki sen benim emrimle yakalandım! Bir kaç das kika #onra senden ayrılınca vereceğim işâret üzerine seni yakalayacaklar ve bitişik zındara götürecekler. Orasının nasl bir yer olduğunu öğrenmek isti- yor musun? Orası bir işkence odasıdır. ye al kence görmek, yz ölüm demektir. Bu sert bulunursa bulunsun gene bir a zaptır, diy mırıldandı. Sonra yüksek sesle; — Fakat işkence söyletmek için ya» pılır. Benim ne söylememi istiyorsu- nuz?, Mabel cevap vermedi. Başını eğmiş ve kerin bir düşünceye dalmış görünüyordu. Nihayet ağır ağır: — O meş'um manzara gene gözleri- min önünde tetessüm ediyor, Diri ve ölü bir halde bulunduğum sırada Valu- yanın söylediklerini işittim.. Anasına ve çocuğuna acımıyan, merhamet nedir bilmiyen alçaklar.. Margaritin sana o mütbiş emri verdiğini işittim. oSen de itaat ettin!. Oğlumun feryadını işit. tim. Oh! Bütün kuvvetimle, bütün ruhumla bağırmak ve kalkmak istedim. Bunu yapamadım.. Ben, zavallı ben, anne olan ben, uğunun suya boğuk mak üzere götürüldüğünü gördüm ve bir şey yapamadım. Sen nasıl yaşıyor- sun sefil!.. Gece uykunu çocuğumun feryatları kaçırmıyor mu?, Mabel hıçkıra hıçkıra ağlamıya baş- lamıştı. — Zavallı yavrum, zavalir Yanım!.. «diye mırıldandı. Bir kaç dakika kadar zındanda Ma- belin hıçkırıklarından başka bir şey işidilmedi. O, galiba Bigornu, intikamını, dün- yada bulunduğunu unutmuştu. O am da, annesini Imdadma çağıran oğlunun feryadını işidiyor gibiydi. Lansölo hazin bir sesle; — Böyle bir cinayeti nasl işlediği mi ve hâlâ nasıl yaşayabildiğimi 50 - ; ruyorsunuz öyle mi? - Hedi. Mâbel dişlerini gıcırdattı? SİL Müneeielizi Oiain e ilakemleği$' ve 400 Nil ini