Yazan: Ş. Rober Düma —i— Çeviren: F. K. Genç kız, elektiriği, yakınca hayretle bir çığlık attı kemleye oturdu, iskemleyi biraz öne çe. | ilerledi. Dörote ise #dim adım geriliyor. Yüzbaşı benzin depoşunu ağzına ka- dar doldurdu. Ayrfsa iki teneke benzin aldı. Lâstiklerinin iyi şişmiş olup ok madığmı kontrol etti, Sonra, vücudun deki yara ve berenin verdiği acıyı otel siye belli etmeden direksiyon başına geçti ve saat on buçukta yola çıktı. Meydanı geçince Jâmbalarını sön- dürdü ve her zaman takip ettiği yolu bu sefer otomobille yavaşça geçerek pos tahanenin arka tarafında karanlık | köşeye arabayı bıraktı. Mutad şekilde kapıya üç defa vurdu. Genç kız bekliyordu ki kapı derhal 3- çıldı. karanlıkta bembeyaz iki kol uzuna- rak Bemuayı içeri çekti. Kapınm bemen iç tarafında dakikaların o sarmaş dolaş, dudak dudağa kaldılar. Dörotenin yatak odasında (geçen bir saatten sonra Benua, yatakta, o metresi. ne ayrılık zamanının o geldiğini haber verdi: — Sana tekrar geleceğimi söylemiştim; geldim. Şimdi aşkımız büyük bir teri. be geçiriyor. Senden bir müddel ayrık mam lâzım, anlıyor musun lâzım.. metin ol. Ve inan ki gene (geleceğim. Yemin ediyorum ki geleceğim. Büyük bir yeis ve keder (firtmasile karşılaşacağını sanıyordu. Genç kadının süküneti onu şaşırttı. — Sen yokken, iki gün zarfında çok düşündüm. diye Dorote ağır ağır söze başladı. Bu ayrılığın mukadder olduğunu arilamış, ona kendimi alıştırmağa başla. mıştım. Bü büyük ıstırabıma metanetle karşi koymağa karar verdim. Marlemki bârâ yemis ettin, geleceğini (söyledin, bekliyeceğim, Metin olacağım. Görüyor sün ki ağlamıyorum bile.. Titriyordu. Dişlerinin arasından, sinir NK sinirli konuşmaktaydı. — Haydi, dedi. Yataktan (kalkalım. Geldiğindenberi hep karanlıkta durduk, Biraz burada dolaş, seni son defa bo! bol göreyim. Burada taze hatıraların kalsın ve sen yokken kendi kendime “işte,, diye bileyim, sevgilini o gece şurada dolaşmış, şuraya oturmuş, orada bana şöyle demiş, ti... Yan odaya, telgrafhane kısıma geçti. ler. Döröte elektriği yaktı ve hayretle bir çığlık gtr: — Neden böyle yaptın? ne oldu? Ustura ile traş edilmiş çıplak kafasila âşıkı şimdi ona bambaşka bir adam gibi görünmüştü. — Sevgilim, neden o güzel saçlarını kes tirdin? — Çirkinleştim değil mi? — Sen mi çirkin? Senin bana çirkin gö rünmene imkân var mı? Benua telgraf makinesi önündeki is- kip Doroteyi dizlerine aldı. — Yavrucuğum, beni iyi dinle.. Genç kadın, onun sözünü kesti: — Hayır! Hayır! Hiçbir şey dinlemek istemem. Seni öpmekle geçmesi lâzım za mundan bir saniye bile çalınmasına razı değilim. Barak seni koklayayım! Se nin için çıldırıyorum, Karl! Dudaklarım yüzbaşının dudaklarına yapıştırdı ve telgraf odasmda epey müd det kesik kesik soluk sirp verişlerinden başka bir şey işitilmedi. Birden telgraf (omakinesinin takırtısı, bir ihtiras fırtması haber veren ba sessiz. Vidi bozdu. İki sevgili, dudaklarımı biribirinden a- yırmadan, gözlerini makineye çevirdiler ve makineden hari hari yavaş yavaş çı. kan bandı okudular: md Zünden Mözelberg sabıtasına ve Alman- yanın bütün zabıla ömirliklerine — Stop — emir: Derhal Karl Grünert isimli ada ma arayumı... Dörote bir çığlık Bindi: — Aman yarabbi! Bir hamlede OBenuanın kucağından $içramış, bir össet kadar sapsarı, ayakta kalmıştı. Bitkindi, yalniz gözlerinde ha. yat eseri sezilebiliyordu. Berua iskemlesinden kalkmamık, yal- nız telgraf makinesine doğru eğümişti. Gözlerini banddan ayırmıyordu: Kendisine Königsbergde Skorl banka. m direktörü hususi kâtibi süsünü veren bu adamın Fransız casusu ( olduğundan şüphe ediliyor. Görüldüğü yerde... Dorote bir çığlık daha kopardı: — Sen mi? Sen mi casus? olmaz, bu mümkün değil! Yanlışlık olacak! Ona doğru geliyordu. o Benua cevap vermeden, eliyle işaret edince durdu: “..Her vamtaya o müracaat edilerek muhakkak yekelanması lâsımdır — Stop — eşkâl: Otuz beş yaşlarında, boyu 178 veya 1,80, geniş omuzlu, elâ gözlü, son defa görüldüğü vakit o kahve vengi bir köstüm, sen İskerbin giyiyordu. Elinde sarı meşinden bir bavul vardı,Üzeri siyak gri, kırmızı renkte Fransiz mamuldtm- dan çok tarif bir ogera oİabakası var- dir. Stop —» Dorote bir telgraf bandına, bir de âşı. kına bakıyor, sanki acı hakikati bir kere de kendin gözlerile kontrol etmek istiyor. — Sen? Sen ha? Telgraf devam ediyordu: Ayni emir telsizle de bütün zabıla leş- kilâtına bildirilmiştir — Stop — “Telgraf makinesi durdu. Benun ayağa kalktı, metresine doğm du. — Sen bir casus ha? Sırtını duvara dayıyarak durdu ve san Ki Aşıkını kendisinden ouzakta tutmak İstermiş gibi elini uzattı. Göz göze geldiler. — Evet, Casus Kari Grünert benim. Memleketinin aleyhinde çalışıyorum. Fransızım, Anladın mı? Dorote gözleri sabit bir noktaya dikil. miş ses çıkarmadan duruyordu. OBenya devam etti: — Senin elindeyim. İstersen beni tes- lim et. Bu takdirde kaçmam. Telefon 0- rada, hemen zabıtaya haber ver. Haydi Dotvte, istersen beni teslim et! Genç kız haykırdı: — Hayır! aslâl. Seni seviyorum! Se. viyorum. Hüngür hüngür ağlamağa başlamıştı. Benua ona sokularak sarıldı ve mini. dandı: — Ban de seni seviyotum Dorote, Be- ni kurtar sevgilim, kaçayım. Beraber ka. çalım. Genç kız hıçkırıklar arasında cevap ver di: — Evet. Kaçalım. Ben de senden bu. nu bekliyordum; beraber kaçalım. Beni de götür. Senin için her şeyi fedaya ra- ayım: Annemi, vatanımı, şerefimi her şeyimi.. Kaçalım sevgilim, TK aş pöstaneden” “şeri ÇİKTpO0: mobile koştular, Benun Mörselbergden çıktıktan son- ra hududa giden yolu takip etti. Çılgınca bir süratle ve bütün Himbaları söndür- müş olarak gidiyordu. Arnbemden dön. düğü vakit geçtiği hudut karakoluna iki kilometre kala durdu. Metresine yavaş- ça: — Dinle cicim, dedi. Hududa iki kilo- metre kadar mesaledeyiz. Şu gördüğün virajdan sonra yol dosdoğru Holandaya gider. Arabadan inelim, Benimle beraber gel, Otomobilden indiler. Bir iki adım öte- Yüzbaşı: — Bak, dedi. İleride sağda (aydınlık var, İşte orası hudut Okarakolu. Yolun ortasında da kırmizi İener yanıyor: Bu. nun manası hudut manasının kapalı ol- duğudür. Pasaport göstermeden mania kalkmaz ve bindenaleyh otomobil geçe- mez. Senin pasaportun yok. Benim ise hüviyetim karakola bildirilmiş olsa ge. rek. Geçmeğe teşebbüs delilik olur. (Devamı var) 21 TEMMUZ — 1998 a Herifin üzerine atıldım. tabancamın sapıyla başına vurdu! Bu güç bir teşebbüstü; tehlikeli bir yolculuktu. Sonutla belki ölüm vardı. Bin ihtiyatla ufak bir tepeye çıktık.. O- nümüzde geniş bir ova gördük. Ova - nın sonunda bir çit görünüyordu. Çi- tin ortasında büyük bir yalçın. kaya yükseliyordu. Aradığımız yerin orası olduğunu hemen anladım. Sağlamgöze dedim ki; — Senin anlatışma göre, baydutla- rn gizlendikleri mağara şu büyük ka yanın altında olacak. Mağaranın kapısı da tam çitin altına gelmek üzere kazıl. meş bir İâğım olması akla gelen en yakın ihtimallerdeniir. Çiti, mağaranın girilecek yerini kapatmak için yaptık» ları anlaşılıyor. Muhakkak (katillerin yatağı orasıdır. Biraz daha yürüdük. Görünürde nö. betçi falan yoktu. Bir kaç yüz metre daha çite yakalştık, bu sefer çitin dis binden etrafi göretliyen bir kalanm çıktığını gördüm. Ve Sağlamgöze bü" nu göstererek dedim ki? Ve — Aklıma bir plân geldi, bu plân tatbik edebilirsek eşkıyaları tutabili - riz, yoksa emeklerimiz boşa gider, bel ki de Nagarın akibetine uğrarız. Şimdi beni dinle; Çitte gözcülük yapan herifi yakalatlıktan sonra, kayanm tepesine çıkacağım. Yanımdaki dinamitlerin bir kaçını bir yere koyarak, kayalığı ata - cağım, Oradan kopan parçalar çite ka, caklar.. Bundan sonra iş onları smlabez maya kalıyor. Pareter kapanda otdule- tan sonra yakalaması kolaydır. — İyi ama, ya mağaranm başka ka, pisi varsa?. — Zânnetmem. Ben tepeye kadar çi- kacağım için, her tarafı iyice görebi « lirim. Şayet başka bir gözcü, şüpbeli bir nokta görürsem bir paket dinamit atar, orayı da yıkar, kapatırım. Sen burada bekle. Çitten. işaret vereceğim. Görür görmez lokantaya dönersin, ata atlarsın, şehte gilersin, oradaki milis Aâşkeri ile lâzım gelenlere habör verir, onları alır, gelirsin. O vakte kadar e#- kıyalar mağarâda uyuz fâreler gibi ka- palr kalataklar, Sğlamgöze bu talimat, verdikten sonr çite doğru ilerledim. Gözcüye gö. rünmemek için büyük bir daire çevire rek çitin öbür başma vardım. Sönra saklana saklana gözücünün dürduğu yere geldim. Herif hiç bir şeyin farkında olmadı. Üstüne çullanmak için münasip bir fır. sat bekliyordum. Bu bekleyiş na kadar mı sürdü? Ne bileyim ben!., Nihâyet kendi kendime: vg Elimdeki dedim. Beğ — Münasip fırsat! gen ne demek?? Herifin silâhmı atm mt bekliyorsun? Bu nihayet bir kaklık değil midir? Münasip fırsat diğin şey, bir işi yapmıya karar len dakikadır. Haydi durma ileri!” Herifin üzerine atıldım. Elimdeki *” bancanım sapıyla başına vurdum. Bir dabat Bir daha!. . i Merif ses çıkarmadı. Yere yuva” dr, Üstüne çullandım. Baygınlığı 4S meden ellerini, ayakalrın bağli” Ağrım: tkadım. Bir çuval gibi vrf tak tenha bir köşeye götürdüm. dn sakladım. Sonra geri döndüm. pe araştırmağa, tetkik etmiye bayiacğ Oöztünün durduğu yeriz. mf” gibi bir şey görünüyordu. Bu bir Mİ” #eethali idi. Lüğım biraz yalankavi — vam ettikten sönta dar, Me ve kapiya dayanıyorde, Bu tetkik © ali doğru olduğunu gös“ gi kapısından © uraklaş Sağlamgöze işareti verdim. Ve İf ek yal. 'Tırmandım, tırmandım, tarmand” Tepeye varır varmaz, ilk işim kay” etrafını araştırmak oldu. Aradığım ne miydi? Bir delik! m yatık! g Dinamit paketlerini yerleştitecek * köşe, : Tü mi pm ra, mağatanın bulunduğu İs yarık dum. Dinamit paketlerini sura ile yk fitile bağladım. Ve il bir yılan gibi kıvrıla kıvrıli narken, köşa koşa kaçtım. ön. oradan. Aşağıda, derin bir yarığı ” Bir dakika geçti... Bir dakika daha! . Bir dahal. Ve sonra volt top gür yişi gidi bir ses; Güme! “Arkasından korkunç akislerle ya lâhân kayalar, taşlar ve to; gr Bulunduğum yerden çıktım, yek ranm kapısma doğru yürüdüm tım, dağın tepesindeki kayalar çi* ru yuvarlanmış , mağaranın. golf” tamamen kapatmıştı. Tahminim “ çıkmış, plân muvaffakiyeti? ne miştin « Bir kaş saat sönra, mesi ler ve milis askerleriyle geldi. » eg ranın önündeki kaya parçaların! K rakları temizlemeğe yn ei. A YY 2 AL 20 A A GEN ÇE. MS EE VD) sanda Nİ Çocuk doğurmak bir şey değil, emzirmek iş, her ân yenis den doğurmak. Ah! Luiz'ciğim, dünyada hiç bir âşıkın okşa- maları o yavaş yavaş dolaşan ve hayata tutunmağa çâlışan o penbe ellerin okşaması kadar tatl: olmaz, Çocuğun bir memeye, sonra bir de bizim yüzümüze bakmasını bir görmeli! Onun hâ- zinesine dudakları ile yapıştığını görünce insan neler, neler düşünüyor! O, yalnız vücudun kuvvetlerini değil, aklın kuv- vetlerini kullanıyor, hem kanı, hem de zekâsı ile uğraşıyor ve sadece maddi arzularını tatmin etmekten daha ileri gidiyor. Güneşin ilk şulesi arş Üzerinde ne tesir bıraktı ise benim üzerimde de o tesiri bırakan ilk ağlamasını duyduğum gün tattığım fevkalâde hazzr, sütümün ağzımı doldurduğunu his settiğim zaman da tattım; bana ilk bakışmı gördüğüm 7x man da, ilk gülümsemesi arasında ilk düşüncesini sezdiğim zaman da tattım, Artık gülücükler yapıyor. O gülme, © bakış, © mırma, o ağlama, sonsüz dört haz: Kalbimin tâ en derin noktasına kadar varıyor, ve orada, onlârdan başka hiç bir şe yin ihtizaz ettiremiyeceği telleri ihtizaz ettiriyor. Çocuk anne memesinin her damarma nasıl bağlanıyorsa kâinat da Allah'a öyle bağlanmalıdır: Allah, büyük bir anne kalbidir, İnsan gebe kaldığını görmüyor, anlamıyor; hattâ gebe- Uk esnasında da fazla bir şey görmüyor; halbuki çocuğu em- sirmek her an bir sandet! Sütün ne olduğu görülüyor. Et olu- yor, bir çiçeğe benziyen ve çiçek gibi narin, olan o küçücük parmakların ucunda beliriyor; birer ince ve şeffaf tırnak ha linde büyüyor, tel tel çekilip saç oluyor, ayaklarla beraber te Çeviren: Nurullah ATAÇ ğa piniyor. Ah! Luiz'ciğim, çocuğun ayakları yok mu? büsün bir lisan, Çöcük, meramını evvelâ onlarla anlatıyor. Emzirmek, insanı hayretlere düşüren bir istikaleyi her dakika gözlerimizle takip etmek oluyor. Ağlamaları kulakla- rınla değil, kalbinle işitiyorsun; gözlerin ve dudakların gülü cüklerini, yahut ayakların tepinmelerini, sanki Allah fezaya a- teşten Barflerle çiziyormuş gibi anlıyorsun! Artık dünyada se ni alâkadar edecek hiç bir şey kalmıyor. Çocuğun babası mı? Hele çocuğu uyandırmağa kalksın, öldürüyerirsin! Naşıl se- *. nin iğin âlem çocuktan ibaretse sen de tek başına çocuk için bütün âlem oluyorsun. Hayatımıza bir kimsenin daha iştirak ettiğinden emin oluyoruz; kendi kendimize icad ettiğimiz ü züntülerin ve çektiğimiz sstıraplarn mükâfatını fazlasile görü” yoruz. Evet, kardeşçiğim, rstıraplar da var. Allah seni memen- de bir arşaklanmadan korusun! Gül dudakların açtığı, gayet zör Rİ vi yara, güzelliğin en müthiş cezalarında” — dir. İnsan, çocuğun ağzından sütler aktığını görüp ne tanının acısından çıldırabilir. Luiz'ciğim, kulağını olsun! bu yara en narin ve ince tenli kadınlarda oli yaz Benim küçük maymun, beş ây içinde, şi annenin sevinçli göz yaşları arasında yıkadığı, malak radığı, süslediği en güzel mahlük oldu; bu ktiçük çi6* yorulmak bilmez bir aşkla süsleniyor, giydiriliyor, e yor, yıkanıyor, çâmaşırı değiştiriliyor, öpülüyor. saz le İ it demem! Yani benim maymun artık maymun değil, dinin dediği gibi bir (bebi) baby, penbe beyaz bir iğ y diğini hissettiği için de fazla ağlamıyor; fakat değ” niw de onun yanımdan ayrıldığım yök, onu canıma, na sokatağım geliyor. ye Kardeşğicim, Lui için de girdi kalbimde bir 8 “Yi Bu aşkın kendi olmamakla beraber, müşfik bir kağ” ve HE de aşkı itmam edebilir, Hattâ bana öyle geliyor her türlü menfaat hissinden azade Olan bu m ir tan da üstün. Senin söyleditlerinden anladığıma esi maddi bir şey var; halbuki 5ir annenin emye o ye bedi zevkleri bakşetmiş olan adama duyduğu mu Aİ Gini iliki bir his, Bit annenin meserreti hem ek tan, hem de maziye inikâs edip ona hatıraların bir . 4 ren aşıktır. u»